Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika Biz bir “dejavu” yaşadık aslında

        Pazar günü tekrarlanan İstanbul seçiminin sonucu bir kez daha göstermiştir ki; halkın sandık üstünlüğüne olan hassasiyeti hiç değişmiyor! Hangi neden, gerekçe ve hangi siyasetten, hangi parti ve kim olursa olsun… Sandığından çıkan sonuca saygı duyulmadığı anda o sonuca riayet etmeyenlerden intikamını çok acımasızca alıyor bu millet!

        Bu köşeyi okuyanlar iyi bilir.

        Daha YSK “yenileme kararı” vermeden önce; “YSK’nın kararında siyasi baskı etkili olur mu?” başlığı altında bir yazı kaleme almış ve o yazıda 1946 yılında yapılan seçimlerde göz göre göre yapılan aymazlığa, 1950 yılında halkın nasıl cevap verdiğini anlatmış ve başta Cumhur İttifakı tarafları olmak üzere seçimin yenilenmesi ısrarında bulunanları; “Aynı şeyi sizde yaşarsınız!” diyerek uyarmıştım.

        Hep derim ya! “Sakalım yok ki sözüm dinlensin” diye…

        Bu defa onu da demiyorum. Çünkü 31 Mart’ın sonrası öyle bir atmosfer yaratılmıştı ki iktidara yakın medya ve taraflardan…

        Sakalım da bıyığım da olsa… O atmosferde yaptığım uyarı yine de dikkate alınmayacaktı.

        Kaldı ki bu konuda uyarılarda bulunan sadece ben de değildim.

        Kerli ferli koca koca akademisyenler… Hukukçular… Akil olarak kabul edilen bütün eski siyasetçiler…

        Defalarca dile getirdiler, hukuk kaidelerini alt üst edecek yenilenme kararının kesinlikle yanlış olacağını.

        Ama dinlemediler.

        Ve Cumhur İttifakı halkta karşılık bulmayan anlamsız gerekçeler ile seçimi YSK’ya tekrarlatmayı başardılar.

        Onu başardılar ama tabii milletin; ”İradesine yapılan saygısızlık” olarak gördüğü durumu aşamadılar ve seçimi çok büyük bir farkla kaybettiler!

        Özetle değerli okurlarım…

        Aktörler, politikalar, kişiler farklı olabilir ama 31 Mart/23 Haziran seçimleri ile 1946/1950 seçimlerinde verilen mesaj aynıdır!

        “Oynamamalıydın sandığımla!” diyor vatandaş ve tokadı yapıştırıyor!

        Yani aslında Türkiye Pazar günü “Deja vu” gibi bir şey yaşadı.

        Bundan sonra bir daha böyle bir şey yaşanır mı bilmiyorum ama 31 Mart/23 Haziran’ın da, tıpkı 1946/1950 gibi Türk siyasal tarihine; ‘Demokrasi ayıbı’ başlığı altında yazılacağından ve gelecek nesillerin bu ayıbın tüm hikayesini okurken çok utanç duyacağından en ufacık bir şüphem yoktur artık!

        REKLAM

        ***

        Binali Yıldırım Kürtlerden neden oy alamadı?

        Gayet açık ve büyük bir mağlubiyet yaşadı Cumhur İttifakı’nın ortakları AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi…

        Bakıyorum bazı köşelere, televizyonlardaki analistlere… Çoğunluk; “AK Parti bundan sonra ne yapar? Ne yapmalı?” mealinde yorumlar yaparak geleceğe projeksiyon tutuyorlar.

        Ben onu yapmam. Yapmayacağım çünkü “İktidar ne yapmalı” sorusundan önce sorulması, sorgulanması, iyice kafa yorulması gereken; “AK Parti ne yaptı da bu kadar büyük bir yenilgi aldı?” olmalı…

        Bir kere hepimiz biliyoruz ki; 23 Haziran seçimi sıradan bir belediye seçimi olmadı.

        İstanbullunun büyük katılım sağlayarak gerçekleşen bu seçimde tercihin nedeni kesinlikle; “Binali Yıldırım mı daha iyi belediye başkanı olur? Yoksa Ekrem İmamoğlu mu?” değildi.

        Ve bazılarının dediği gibi; “İmamoğlu karşı taraftan, rakip partilerden oy filan kapmadı!”

        Dikkatinizi çekiyorum… İmamoğlu, hepi topu 83 gün önce 13 bin oy fark ile kazandığı İstanbul Belediye Başkanlığı’nı bu kez 806 bin farkla bitirdi.

        Bu husus; “Oy geçişkenliği yaşandı” filan denilerek geçiştirilecek bir husus değil.

        Bir kitle kayması yaşandı 23 Haziran'da…

        Evet yukarıdaki yazımda bu sonucun halkın “sandık imtiyazına dokunulmasına” verdiği reaksiyon olduğunu söyledim ama…

        Bu kitle kaymasındaki tek neden o gösterilemez.

        Başka faktörler de var.

        Mesela Kürtler…

        Kürtlerin bir kısmının en azından muhafazakar olanların 31 Mart öncesi tercihlerini Binali Yıldırım’dan yana kullandığı bilinen bir gerçektir.

        Ama 23 Haziran’da neredeyse tek bir Kürt seçmen dahi Yıldırım’a oy vermedi.

        Bunun nedeni de HDP’nin izlediği siyaset filan değildir.

        HDP’nin sadece kendi seçmenini konsolide eden o siyaseti 31 Mart’tan önce ne idiyse sonrasında da aynı devam etti.

        Hülasa…

        AK Parti İstanbul'da yaşayan solcusu, muhafazakarı, apolitiği dahil tüm Kürtleri niye kaybetti biliyor musunuz?

        Çünkü seçim öncesi kayyumun bile kaldırmadığı Kürtçe tabelayı (Arapçası dururken) söküp attığı için!

        Üstelik de bunu Binali Yıldırım’a sabotaj gibi onun Diyarbakır'da Kürtçe konuştuğu günde yaptılar.

        Ve sadece Bitlis’te de yapılmadı bu.

        Tatvan'da, Ağrı’da da yaptılar aynı şeyi!

        Hangi aklın ürünüydü bu girişim bilmiyorum!

        Bildiğim tek şey Arapça, Farsça tabelalar dururken bu toprakların hakiki sahiplerinden olan Kürtlerin kadim dili Kürtçe’yle ilgili yapılan bu hareket İstanbul'da yaşayan tüm Kürtleri derinden yaraladı.

        Ve onları kaybettiler!

        Seçim sonrası gelen tepkiler nedeniyle önceki gün Kürtçe tabelanın yerine asıldığına da şahit olduk ama bu şahitliğimiz Kürtlere, ana dillerine yapılmış bu büyük saygısızlığı unutacağız anlamına da gelmez!

        Tabii 23 Haziran hezimetinin daha başka nedenleri de var.

        Örneğin; YSK’nın 8 Mayıs yenileme kararına sunulan gerekçelerin izahatının yapılamadığı yerde; “Çünkü çaldılar!” gibi anlamsız bir slogan üzerinden kampanyanın yürütülmesi…

        Bir zarfta 4 pusuladan sadece birinin hileli, şaibeli olduğunu halkın anlamasını bekleyen bu aklı kim düşündü ve geliştirdi onu da bilmiyorum ama bu hezimete…

        Ekonomik daralma…

        İşsizlik, toplumsal huzursuzluk…

        KHK ile yapılan haksızlıklar… Hukuksuzluklar… Adil olmayan yönetim biçimlerinin de nedenler arasında olduğunu eklemeliyim.

        Bu büyük heyelanın, kitle kaymasının nedeni olarak birçok şey yazmak mümkün ama ben özel olarak bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum.

        O da Kadir Topbaş mevzusudur.

        Bilindiği gibi Topbaş 2004 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçilmiş, İstanbullularda karşılığı olan, sevilen, saygı duyulan bir isimdi.

        Ancak 3. döneminin sonlarında olan Kadir Bey, hiçbir somut gerekçe gösterilmeden, izahatı yapılmadan partisinin arzusu doğrultusunda istifa ettirilerek görevinden ayrıldı.

        Ve yine hiçbir izahata gerek duyulmadan yerine Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal getirildi.

        AK Parti’nin politikalarına yön verenler biliyor ya da bilmiyor bilemem…

        Ama kendi seçmenini kaybetmesinde en önemli faktörlerden biri de budur.

        Kadir Topbaş’ın izahatı yapılmadan, somut bir gerekçe sunulmadan görevden alınması ve bir kenara itilmesidir!

        Yanılıyor muyum?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ