Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Agatha Christie'nin torunu Mathew Prichard anneannesini anlattı

        Sınırları zorladı, kadınlara biçilen roller kısıtlıyken yazdığı dedektif romanlarıyla tüm dünyayı peşinden sürükledi. 86 yıllık hayatına 66 roman ve 14 kısa öykü sığdırdı. Tüm zamanların en çok satan yazarı oldu. Bu hafta sayfamızı biraz siyasetten uzaklaşıp bir efsaneye ayırdık, Agatha Christie’ye... Biraz da bencilce bir tercih oldu çünkü Christie bana 12 yaşımda ilk polisiye öykü denememi yazdıran bir kadın rol modeli. Christie’yi, onun kurduğu kitap imparatorluğunu devralan torunu Mathew Prichard’dan daha iyi kimse anlatamaz diye düşündük. Prichard, bizi kırmadı ve “anneanne Agatha”yı anlattı. Bildiğimizden çok farklı bir kadın profili çizdi.

        REKLAM

        - Bu kadar sıra dışı bir kadının torunu olmak nasıl bir his?

        Yerimde olsaydınız, anneannenizin çok ünlü bir yazar olması çok da umurunuzda olmazdı. Özellikle benim yaşımdaki bir çocuk için önemli olan sevgi dolu olması, anlattıklarınızı dinlemesi, size hikâyeler okumasıydı. Gerçekten ne iş yaptığını anlamam çok uzun zaman aldı.

        ‘AİLE İÇİNDE ÇOK DOMİNANTTI’

        - Diğer anneannelerden hiç farkı yok muydu?

        Tabii ki farklıydı. 2. Dünya Savaşı’nın son zamanlarında doğdum. Babamı da çok kısa bir süre sonra kaybettim. Tek çocuktum, annem de tek çocuktu. Babam olmadan bir hayat kurmaya çalıştık. Bu nedenle çok yakın bir aileydik. Anneme karşı çok koruyucu ve ilgiliydi. Aile içinde çok dominant bir karakterdi.

        - Şimdi dönüp baktığınızda, sadece torunu olarak sormuyorum, sizce nasıl bir kadındı?

        REKLAM

        Harika bir dinleyiciydi, yaptıklarımla hep yakından ilgileniyordu. Kendi merakları da vardı tabii. Özellikle Ortadoğu, arkeoloji ilgisini çok çekiyordu. Seyahat etmeyi çok seviyordu. Biliyorsunuz 1922’de dedemle bir dünya turuna çıkmıştı. Ben doğduğumda Irak’a, Suriye’ye, Türkiye’ye ziyaretleri seyrekleşmişti. Kendini tekrar ailesine, eşine adamıştı. Hiç unutmuyorum, Ortadoğu’dan bir temmuz günü dönmüştü. Sonra kendini kapattı, yeni kitaplarını yazmaya koyuldu. O zaman herkesin bildiği Agatha Christie olmuştu. Bu kapanmalardan sonra arkadaşlarını eve davet ederdi, radyo dinlerdi, gezdiği yerleri anlatırdı. Hayatı hemen normale dönüyordu.

        Agatha Christie’nin objektifinden Irak’taki Nimrud Antik Kenti, 1949.

        CİNAYET KURGULAYAN, SEVGİ DOLU BİR ANNEANNE

        - Hayatı normaldi ama odasına kapandığında kafasında hep cinayetler kurguluyordu...

        Evet küçük not defterleri vardı. Aklına bir şey geldiğinde hemen not ederdi. Şimdi hepsi bende. O defterler kitaplarını kurguladığı fikirlerin deposu haline gelmişti. Daha da ilginci bu fikirlerin çoğu günlük konuşmalardan gelirdi. Gözlemlediği şeylerden ilham alırdı. Defterleri öyle elinde gezdirmezdi, hep çantasında saklardı. Bir şey olunca hemen çıkarır, not alırdı. Fakat hiçbir zaman ailevi görevlerini ya da günlük işlerini tamamen bırakmazdı.

        - Fakat şunu düşünmüyor musunuz: “Benimle oyun oynarken aklından birinin nasıl zehirlenebileceğini geçiriyordu?”

        12 yaşımda kitapları okuyana kadar tabii ki bunun farkında değildim. Aslında ondan sonra da üzerinde çok düşünmedim. Fakat Agatha’nın oyunları Londra’da sahnelenmeye başlayınca çok ünlü oldu. Daha çok o dönem farkına vardım. Fakat şaşıracağınız bir şey söyleyeyim, kitaplarından hiç bahsetmezdik. Çok ünlü olduğu zamanda bile.

        REKLAM

        ‘EVİN EKMEĞİNİ AGATHA KAZANIYORDU’

        - Aslında dönemine bakıldığında çağdaşı kadınlardan çok farklı. Onun için kolay mıydı?

        Hiç farklı olduğunu düşünmüyordu. Hayatını o kadar normal sürdürüyordu ki... Ama şu konuda gerçekten öncüydü: ailesinin sorumluluğunu üstlenmişti ve evin ekmeğini kazanan oydu. Üvey dedem aslında çok ünlü bir arkeologdu ama çok para kazanmıyordu. Onun arkeolojik çalışmalarını da Agatha destekliyordu. 1950’lerde bile bu hayli sıra dışı bir durumdu tabii. Bağımsız kadınlar için öncüydü, hep kendi fikirleri vardı.

        - Zeki bir kadın olmanın dezavantajlarını yaşadı mı?

        Hikâyeler yazabilmek için çok farklı bir düşünce sistemi vardı. Ama çok zeki olduğunu düşünmüyordu, kitap yazmanın fiziksel zorluğunu da çekiyordu. 60’larında hâlâ kitap yazıyordu ve bu onu zorluyordu. Eğer Agatha’ya “Çok iyi bir edebiyatçı mısınız?” diye sorsanız, kesinlikle “Hayır, ben sadece iyi hikâye anlatıyorum” derdi. Onun için dâhi edebiyatçı mesela Charles Dickens’dı. Ona katılıyorum, harika öykü anlatıyordu ama edebiyatçı olarak nasıldı, ona da okurlar karar versin.

        REKLAM

        - Büyükbabanızla evliliğine gelmek istiyorum. Neden iyi gitmedi?

        Biliyorsunuz, büyükbabam başka bir kadınla tanıştı ve Agatha’yı terk etti. 1920’lerin ortasına kadar çok iyi anlaşmışlar, birlikte bol bol gezmişler. Diğer kadın aralarına bir bomba gibi düşmüş.

        ‘DEDEM TERK EDİNCE MUTSUZLUKTAN 11 GÜN ORTADAN KAYBOLDU’

        - Boşandıktan sonra Agatha Christie 11 gün ortadan kaybolmuş. Çok meşhur bir olay. Herkesin bir teorisi var ama sizce neredeydi, ne yaptı?

        Çok mutsuz olan insanların ne yapacağını bilememesi çok normal. Birazı kafa karışıklığı, birazı da güven kaybı ve derin mutsuzluk. Belki sizin için iyi bir cevap değil ama kimse beyninin içinde ne olduğunu görmedi. Bu nedenle de kesin bir cevabı yok.

        - Bir yandan da çok gizemli bir kadın...

        Kesinlikle. Hakkında o kadar kitap yazıldı, belgesel çekildi. Düşündükçe beni şaşırtıyor. Ölümünün üzerinden 30 yıl geçti, insanlar hâlâ onun ne yaptığını anlamaya çalışıyor, pek çok komplo teorisi ortaya atılıyor.

        REKLAM

        - “Neden bir arkeologla evlendiniz?” sorusuna “Zaman geçtikçe kıymetimi daha iyi bilir” yanıtını verdiği söylenir. Bu doğru mu yoksa bir efsane mi?

        Hep doğru olmadığını söyledi. Biliyorum çok iyi bir laf ama maalesef söylememiş. (Gülüyor)

        ‘DOĞU EKSPRESİ YERİNE AZ KALSIN KARAYİPLER’E GİDECEKMİŞ’

        - 1920’lerin sonundan itibaren İstanbul’a ziyaretlerine başlıyor. Sonra da Doğu Ekspresi’ne biniyor ve Ortadoğu’yu geziyor. Doğu’ya ilgisi nereden geliyor?

        İlginç bir şey söyleyeyim. Aslında Doğu Ekspresi’ne ilk gezisi planlı değilmiş. Boşandıktan sonra seyahat etmek istemiş ve Karayipler’e gidecekmiş. Fakat birisi ona “Orada ne yapacaksın, sadece deniz ve kum var” demiş, o da fikrini değiştirmiş ve Doğu Ekspresi’ne bilet almış. Ondan sonra da hayatının sonuna kadar neredeyse her sene Ortadoğu’ya gitti. Üvey dedemle tanıştı, arkeolojiye merakını geliştirdi. Tüm bu ziyaretlerinde tabii ki dedektif hikâyelerinin arka planını geliştirdi.

        REKLAM

        ‘TÜRKİYE’YE ÖZEL BİR SEVGİSİ VARDI’

        - Peki Ortadoğu yerine Karayipler’e gitseydi yine de o kitapları yazabilir miydi?

        Bence kitap yazmanın başka yollarını bulurdu. Çünkü harika bir öykü anlatıcısı. Fakat Türkiye, Suriye, Irak’a karşı özel bir sevgi ve saygısı vardı. Çok fazla Türk ve Suriyeli arkadaşları vardı. Şimdi oralarda yaşanan huzursuzlukları görseydi çok mutsuz olurdu.

        ‘DEAŞ’IN TARİHİ YOK ETTİĞİNİ GÖRSE YIKILIRDI’

        - DEAŞ Ortadoğu’da pek çok tarihi şehri, eseri yok etti. Bunlardan biri de Agatha’nın eşiyle birlikte kazılara katıldığı Nimrud. Bu saldırıları görse ne hissederdi?

        Görse yıkılırdı. Düşünsenize hayatını verdiğiniz eserler yok ediliyor... Neyse ki hepsi yok edilemedi çünkü üvey dedemin çıkardığı eserlerin bir kısmı müzelere gönderildi. Sanırım bir kısmı New York’ta, bir kısmı da Bağdat’a iade edildi.

        REKLAM

        “Poirot” karakterinin esin kaynağı Belçikalı bir mülteci.

        ‘PERA PALAS’TA BIRAKTIĞI GİZEMLİ ANAHTAR HAKKINDA SIKICI FİKİRLERİM VAR’

        - Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında İstanbul’daydı. Ülkemiz için hayli önemli bir süreç. Burada geçirdiği zaman hakkında ne biliyorsunuz?

        Siz belki de benden daha çok biliyorsunuzdur. (Gülüyor) Tabii ki en önemli detay kaldığı Pera Palas Oteli. Boğaz’ın onu büyülediğini biliyorum. Ben de gördüm, onu çok iyi anlıyorum. O kadar iyi bir gezgindi ki gezmek, görmek onun hayatının merkezindeydi. İstanbul’la da işte bu gezilerden birinde tanıştı.

        - Peki ya oteldeki odasında bıraktığı ve sırrı çözülemeyen o anahtar?

        Onun için çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Gerçekten neden oraya bıraktığını ya da neyi açtığını bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Çok basit ve sıkıcı fikirlerim var. Mesela hep bir yedek anahtarı ben de saklarım, kaybetmemek için. Belki de öyle yaptı.

        REKLAM

        - Ama tabii özne Agatha olunca pek çok iddia var. Kimi “Türk sevgilisinin odasına ait”, kimi de “Günlüğünün anahtarı” diyor. Sizin açıklamanız gerçekten sıkıcı oldu...

        (Gülüyor) Çok haklısınız. İddialar gerçekten daha heyecan verici. Aslında Agatha düşündüğünüz gibi olağanüstü şeylerden ziyade çok basit şeylerden esinlenirdi. Mesela üvey dedem bir şey düşündüğü zaman saçıyla oynardı. Kitabındaki karakterlerden birinin aynısını yaptığını okudum sonradan.

        - Dedektif Hercule Poirot karakterinde birinden esinlenmiş miydi?

        Evet. Karakteri 1. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru kafasında kurmaya başlıyor. “Dedektif hikâyeleri yazıyorum, neden bir dedektif karakterim yok?” diye düşünüyor. Savaşta olduğumuz için o sırada İngiliz yerine Belçikalı bir karakter yaratmaya karar veriyor. O dönemde İngiltere’de çok fazla Belçikalı mülteci var. Bir grup mülteci yaşadığı yere vardığında Agatha da oradaymış, hemşirelik yaptığı için... İçlerinden biri de bilin bakalım kime, tabii ki Poirot’ya benziyormuş.

        REKLAM

        - Tüm zamanların en çok satan yazarı. Onu hâlâ bu kadar ilginç kılan ne?

        Cevabı çok basit; hikâyeleri gerçekten çok iyi. Zamanında üst sınıftan olduğu için üst sınıfı yazmakla çok eleştirildi. Gerçekten de öyleydi fakat bir o kadar da sıradan düşünebiliyordu, insanların aklından geçenleri okuyordu. Geçtiğimiz günlerde Çin’de bir oyunu sergileniyordu, salondaki hemen hemen herkes ya sizin yaşınızda ya da sizden gençti. Yeni nesil de onu okuyor, merak ediyor.

        - Türkiye’de pek çok genç Doğu Ekspresi’yle seyahat ediyor. Tabii ki romandaki rota değil, konsept de farklı. Ama giden pek çok arkadaşım, adının Agatha Christie’yi anımsattığı için daha heyecan verici olduğunu söylüyor...

        İnanır mısınız, aynı şeyi biz de burada yapıyoruz! Eski Doğu Ekspresi’nin vagonlarıyla Oxford’a, Cambridge’e gidiyoruz.

        ‘TÜRKİYE’DE DOĞU EKSPRESİ’NE BİNEN GENÇLER AGATHA GİBİ MACERACI’

        REKLAM

        - Sanırım yolculuğun kendisi, macera arayışı, arkadaşlık isteği. Tüm bunlar nostalji arayışını körüklüyor...

        Kesinlikle. Agatha da 1930’larda Doğu Ekspresi’ne binerken aynı şeylerin peşindeydi. Hep çok maceracı bir kadın oldu. Bence onun peşinden giden gençler de maceracı.

        - Size bıraktığı en büyük miras ne?

        Bana bıraktığı büyük serveti kenara koyacak olursam; bencil olmamak, başka insanların duygularını anlamak. Bunlara değer biçemem.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ