Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Doğu-batı çatışması

        İnsana “İyi ki yaşıyorum” dedirten bir gündü. Galatasaray Lisesi’nin önünde durmuş, tadilatla pırıl pırıl olmuş Büyük Postane binasına bakıyordum hayranlıkla. Aniden Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye” romanındaki o cümle düştü aklıma: “Galatasaray’dan Tünel’e doğru yürüdüler.” (s.24) O sıra Neriman’la arkadaşı Fahriye hızlıca önümden geçtiler. Peşlerine düştüm. Onlar 1930’ları, ben bugünü yaşıyordum. Romanın kahramanı Neriman Fatih’te yaşıyor. Ama aklı fikri Beyoğlu’nda. Ne zaman Beyoğlu’na çıksa, “kendini büyük bir seyahat yapmış” gibi hissediyor. Bu kez de öyle... “Fatih uzakta... Tramvayla bir saat sürmeyen bu mesafe, Neriman’a Efgan yolu kadar uzun görünüyordu ve Kabil’le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul’un iki semti arasında” rastlanılıyordu. (s.24) HT Pazar'dan Muhsin Kızılkaya'nın haberi...

        REKLAM

        İstiklal Caddesi’nin yeni hali pırıl pırıldı. ramazan günü tenha sayılırdı. Yanımdan tramvay geçti zil çala çala... Ama bu Neriman ve arkadaşını buraya getiren Fatih-Harbiye Tramvayı değil, Taksim’den Tünel’e sefer yapan modern tramvay. İki kadın, “bir ıtriyat mağazasının camekanı önünde durdular.” (s.24)

        Ben de aynı camekanın önünde durdum. Esans şişelerini doldurmak için mağazaya girdiler. Ben vitrine bakmaya devam ettim. O dükkân, şimdi bir kitapçıydı. İlk gözüme çarpan Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç” kitabı oldu; yanında, kapağında bir tramvay çizimi olan Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye” romanı duruyordu. Cemil Meriç’e göre, “Peyami fetret devrinde yetişen bir gazetecidir. Düşünen bir insandır, çünkü ıstırap çekmektedir.” Aynı dükkâna ben de girdim. İçeride kesif bir kitap kokusu... Kalabalık olduğu halde adeta herkes dilsizdi. “Yalnız cam tezgâhın üstüne konup kaldırılan şişelerin çıtırtısı” duyuluyordu. Benim kulaklarımda ise binlerce kitabın sayfaları arasına sinmiş yazarların sesi vardı. Özellikle de Peyami Bey’in...

        REKLAM

        Kültürel zıtlıkların yazarıydı Peyami Safa... Biz şimdilerde “Kutuplaşma” diyoruz ya, aslında bu “kutuplaşmayı” ilk keşfedip anlatan yazardır o Türk edebiyatında. Onun gözünde en büyük belamız Doğu-Batı çatışmasıdır. O bu çatışmayı “dram” olarak görür ve “Türk ruhunun en büyük işkencesi” olarak tarif eder. Bu “işkenceyi” semtlerle anlatır üstat. Nurdan Gürbilek’in deyimiyle, onun gözünde “Fatih ud, Beyoğlu kemandır. Fatih saz peşrevi, Beyoğlu cazdır. Fatih ahşap, Beyoğlu taştır.”

        Itriyat mağazasından çıktılar. Peşlerine düştüm. “Löbon’un önünde” durdular. (s.25) “Neriman içeriye doğru bir göz attı ancak Macit’i göremedi.”

        Macit, keman çalan Beyoğlu çocuğu... Balodan baloya koşan modern, Batılı delikanlı... Neriman’ın nişanlısı ise kemençe çalan Şinasi’dir. Yaşadığı semt Fatih ve kültürel atmosfer onu Şinasi’ye, aklı ve özlediği hayat onu Beyoğlu ve Macit’e götürmektedir. “Macit’in ikinci kat salonunda olması ihtimali de vardı.” Yukarı çıkmayı arkadaşına teklif edemedi. Hem kıyafetleri de müsait değildi. Fakat Macit’i görmeden de Fatih’e dönemezdi. İçeri girdiler. Ben de baktım. Camın kiri içeriyi görmeme engeldi. Terk edilmiş, harabe haldeydi. Neriman ve arkadaşı üst kata çıkarken ben caddeye döndüm. Üzerinde “Markiz” yazan kapının sağındaki büyük camın duvarında bir levha: “Lebon (1940-1960’lar), Markiz (1940-1970’ler). 1900’lerden başlayarak sanatçıların uğrak yeri olmuştur.”

        REKLAM

        Macit içeride bir kadınla birliktedir. Neriman içten içe üzülür ama ayrılırken Macit’ten, birkaç gün sonra Pera Palas’ta yapılacak bir balo daveti alır. “Neriman Löbondan çıkıp Fatih’e gelinceye kadar” hep o baloyu düşündü. (s.27)

        Şimdiki Beyoğlu Belediyesi binasının önünde Fatih tramvayına bindi Neriman. Ben de tramvayın güzergâhını takip ettim. Şişhaneden Bankalar Caddesi’ne saptım, oradan köprüyü geçtim; Sirkeci, Sultanahmet, Beyazıt, Şehzadebaşı ve son durak olan Fatih At Pazarı’na kadar. Bir zamanlar at satılan bu meydanda şimdi birbirinden şık kafeler var. Meydanın ortasına kötü bir at heykeli kondurmuşlar. Müslüman entelektüellerin uğrak yeriymiş burası. Buraya şimdilerde “Fatih’in Cihangir’i” diyorlar

        Neriman tramvaydan indiğinde karanlık da inmişti Fatih’e. Balo sevinciyle gece uykusu kaçtı. Kedisini kucağına aldı, okşarken aniden bir şey keşfetti:

        “Hıristiyan evlerinde köpek ve Müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandı: Şarklılar kediye, Garplılar köpeğe benziyorlar!” (s.40)

        Neriman bu keşfini babasına anlatmak için sabırsızlıkla sabahı beklerken, ben Fatih Caddesi’ni boydan boya yürüdüm. Birkaç saat önce boydan boya yürüdüğüm İstiklal’den farkı yoktu. Orada da Türkçe tabelaların yanında Arapça tabelalar vardı, burada da... Orada da gelinlik, konfeksiyon satan mağazalar vardı, bu caddede de.. Orada da kitapçılar vardı, burada da... Orada da lokantalar, bankalar, döviz büfeleri vardı, burada da... İki caddede de koku satan dükkanların adı “Itriyat” değil, “Parfümeri”ydi. İki semt arasında hiçbir fark kalmamıştı. Ne Fatih Doğu’yu, ne de Beyoğlu Batı’yı temsil ediyordu artık!

        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ