Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ekonomi Turizm 20 milyon yıllık doğa harikası: Halong Körfezi - Turizm Haberleri

        Fatih ALTAYLI / HT GAZETE

        Fotoğraflar: Hande ALTAYLI

        Dünü Vietnam’ın başkenti Hanoi’de noktaladık ve bugün doğa harikası Halong Bay’e, Türkçe’si Halong Körfezi’ne gideceğiz dediysem de, Hanoi turumuzu tamamlamadan yola çıkmak yok.

        EDEBİYAT İÇİN TAPINAK

        Ve gitmemiz gereken en önemli yerlerden biri de Edebiyat Tapınağı. Aslına bakarsanız “Bilim ve Edebiyat Tapınağı” demek daha doğru olabilir. 1070 yılında yapılmış ve Konfüçyüs’e adanmış bir tapınak. Tapınaklıktan daha önemli işlevi ise bir tür “yüksekokul” olması.

        Büyük bir parkın orta yerinde, geniş bir kapıdan giriyorsunuz. Birbirini takip eden 5 avlu var. Giriş avlusundaki 4 büyük havuz, bilginin yansıtılmasını ve duruluğu temsil ediyor. İkinci avluda hem derslikler var hem de bir pagodanın altında büyük taş bloklar üzerine, okulu bin küsur yıldır başarıyla bitirenlerin isimleri kazınmış.

        Bir sonraki avluda büyük bir tapınak. Arkasındaki avlularda ise öğretmen rahiplerin ve öğrencilerin yaşam alanları. Hepsi çok etkileyici. Bilgiye verilen önemi göstermesi açısından da çok değerli. Hanoi’de hâlâ üniversiteyi bitiren gençler, diplomalarını alır almaz “Edebiyat Tapınağı” na gidiyor ve eğitimlerini tamamlamış olmalarını burada kutluyorlar.

        Hanoi o kadar güzel bir şehir ki, “Nerede yaşarsın?” sorusuna cevap olabilir. Ben bu şehirde yaşarım arkadaş! (Şimdi bazıları “Hadi defol git, orada yaşa” diyeceklerdir. Bilsinler ki onlara inat gitmiyorum.)

        Hanoi’den sonraki durağımız Vietnam’ın en önemli turistik merkezlerinden biri olan Halong Körfezi. Halong Körfezi’nin nasıl bir yer olduğunu James Bond filmlerinden bilebilirsiniz. Gerçi filmin çekildiği yer Filipinler’deki Palawan Körfezi ama Halong Körfezi de oranın tıpkısının aynısı:))

        Ama durun, daha uzun bir yol gideceğiz ve yolda anlatacaklarım var. 4 saat boyunca yoldayız. Sıkılmayasınız diye.

        KIRSAL VİETNAM

        Hanoi’den çıkınca birdenbire Vietnam’ın kırsal alanına geçiyoruz. Aslında görüntüler Türkiye’ye çok benziyor. Saygon’a göre kuzeyde olduğumuz ve daha da kuzeye, Çin sınırına doğru gittiğimiz için tropik manzara azalıyor, farklı bir yeşillik başlıyor.

        Önce evler azalıyor, ardından göz alabildiğine pirinç tarlaları başlıyor. Kurak mevsimde olduğumuz için tarlalar su altında değil. İlgimi çeken ise her tarlanın köşesindeki kimi minyatür pagoda, kimi farklı tarlalarda yapılmış küçük binacıklar.

        ÖLÜLER TAŞINIYOR

        Meğer bunlar mezarmış. Her aile ölülerini kendi tarlasına gömüyor. Ancak ölüm sonrası âdetleri biraz garip. Aile büyüğü önce toprağa gömülüyor.

        1 yıl sonra, ama tam 1 yıl sonra ailenin gençleri, bir gece yarısı ölünün gömüldüğü yere gidiyor. Ölünün kemiklerini mezardan çıkarıyor, temizliyor ve tüm kemikleri o tarlaların ortasında gördüğümüz pagoda benzeri mezarlara gömüyorlar. Bu işlemin 1 gecede bitirilmesi şart. Yani aslında ailenin tüm ölüleri sonunda aynı mezarda toplanıyor. Rehberimiz, “Ben de yaptım. Çok zor bir iş” diyor.

        HER YER FABRİKA

        Bir süre yol aldıktan sonra dev bir “organize sanayi bölgesi”nin önünden geçiyoruz. Aklınıza gelen tüm Güney Kore markalarının, LG, Samsung gibi markaların dev üretim tesisleri sıralanıyor. Arada büyük Japon markalarını da görüyoruz. Canon’un, Toshiba’nın dev fabrikaları.

        Her 50-60 kilometrede bir bu manzara tekrarlanıyor. Rehberimiz, “Bunlar son 15 yılın eseri. Önce tekstille başladık. Tekstilde hâlâ büyük üretim yapıyoruz ama şimdi artık elektronik ve otomotivde de yabancı yatırımlar geliyor. Kaliteli bir işgücünü eğitimle oluşturduk. Rekabetçi bir emek fiyatına sahibiz. Her yerden sermaye akışı var” diyor övünerek.

        BÜYÜME REKORTMENİ

        Vietnam, yıllardır büyüme rekoru kırıyor. Sürekli olarak yüzde 7 civarında bir büyüme gösteriyor. Nedeni burada görülüyor. Fabrikalar bitince yine pirinç tarlaları başlıyor ve zamanın durduğu manzaralarda, pirinç tarlalarında o geleneksel hasır şapkalarıyla çalışanları görüyoruz.

        Pirinç de emek isteyen bir tarım ürünü. Önce minik bahçelerde fideler üretiliyor. Sonra bu fideler son derece düzgün bir sıralamayla tarlaya dikiliyor.

        Vietnam’da bir tarladan yılda 4 kez pirinç mahsulü alındığını öğreniyoruz. Bu arada sık sık termik santrallarla karşılaşıyoruz. Maden ocaklarına giden yolları görüyoruz.

        BU VİETNAMLILAR NİNJA OLMALI

        Halong Körfezi’ne yaklaşırken büyük oteller ve bunların arasında kumarhaneler gözümüze çarpıyor. Bu bölge yakın zamana kadar Çinli turistlerin en önemli destinasyonlarından biriymiş. Ancak Çin hükümetinin getirdiği kısıtlamalar nedeniyle turist sayısı çok düşmüş.

        Birkaç yıl önce Halong Körfezi’ne yılda 3 milyona yakın Çinli gelirken şimdi bu sayı birkaç yüz bini bile bulmuyormuş. “Niye?” diye soruyorum.

        Rehberimiz anlatıyor.

        “Çünkü Çin’le savaşın eşiğindeyiz. Açık denizdeki petrol yatakları yüzünden aramız açıldı.” Gülüyorum.

        “Kalabalıklar. Sizin için zor olur.”

        Rehberimiz ciddiye alıyor ve başlıyor nutuk çekmeye. “Onların 5 milyonluk bir ordusu var. Bizim ordumuz 800 bin ama kısa sürede biz de 5 milyonluk bir ordu toplarız. Çin’i doğduğuna pişman ederiz” diyor. Ardından deniz kuvvetlerinin gücünden, yakında denize indirilecek yeni donanmanın yeni gemilerinden söz ediyor.

        Anlıyorum ki, Vietnamlıların her biri bir Ninja. Ki zaten Çin’e ilk kafa tutmaları da değil.

        KAMBOÇYA’YI KURTARAN VİETNAM

        Hadi yeri gelmişken ona da değinelim. Vietnam Savaşı sona erdikten ve iki Vietnam birleştikten sonra Vietnam, komşu Kamboçya’daki bir büyük katliamı engellemek için devreye giriyor. 1970’lerde Kamboçya’da Pol Pot ve onun Kızıl Kmerler’i egemen.

        Pol Pot dediğin eli kanlı bir diktatör. Ama bir de manyak. Hakiki zırdeli. Gerillalarıyla birlikte ülkeyi ele geçirdikten sonra kendi ülkesinde tarihin gördüğü en büyük katliamlardan birini başlatıyor. Ülkede eğitimli kim varsa hepsini öldürüyor.

        Detayını yarın Kamboçya’yı anlatırken yazarım ama gözlük takanı bile “Bu kesin okumuştur” diye öldürtüyor. Tam rakam bilinmiyor ama tahmini olarak 4 milyon “okumuş yazmış” Kamboçyalı, kendi rejimi tarafından öldürülüyor.

        Pol Pot ülkesini kıyımdan geçirirken “medeni dünya” izlemekle yetiyor. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Çin ise zaten Kızıl Kmerler’in ve Pol Pot’un destekçisi. Ama Vietnam diye kahraman insanların ülkesi var.

        VİETNAM’IN GÜCÜNÜ TEST EDEN YOK

        Kendi içinde huzura erince Vietnam, Pol Pot’a “Dur” demeye karar veriyor. Çin, “Karışamazsın” diyor. Vietnam dinlemiyor. Ordunun bir kısmını Çin sınırına diziyor, diğer bir bölümünü Kamboçya’ya yolluyor. Pol Pot’u deviriyor, müdahale etmek isteyen Çin’i de durdurup geri postalıyor. Pol Pot’u devirdikten sonra da Kamboçya’yı Kamboçyalılara geri verip çıkıyor.

        İşte Vietnam böyle bir ülke. “Kimse gücümüzü test etmeye kalkmasın” falan demiyor. Zaten herkes Vietnam’ın “delikanlılığının test edilmeyeceğini” anlamış.

        ELDE KALAN VİLLALAR

        Sonunda Halong Bay Marinası’na varıyoruz. Kocaman bir marina. Ama ticari teknelerden başka bir şey yok. Bizi de misafir edecek tekneler boy boy sıralanmış. 20 metreden 50 metreye kadar. Marinanın hemen yanında şahane, çok modern villalar inşa edilmiş. Çinliler alsın diye. Gerçekten çok güzeller. Rehberimize “Ne bunlar?” diyorum.

        Zengin Çinlilere satmak için yapmışlar. Çin’le işler bozulunca elde kalmış hepsi. “Kaç liraya satıyorlardı?” diye soruyorum. “En büyükleri 800 bin dolardı. Ama şimdi 500 bine falan rahat alırsınız” diyor. 700-800 metrekarelik Halong manzaralı villalar.

        MISSISSIPPI GULETİ

        Sonra teknemize geçiyoruz. Geceyi denizde bu teknede geçireceğiz. Bizim guletler ile Mississippi’deki nehir tekneleri arası bir şey.

        Altı gulete benziyor, üstü nehir teknelerine. Üst katta bir açık güverte. Orta katta ve alt katta yatak odaları var.

        Teknenin gövde kısmında ise personel yaşıyor. Odalar kocaman, banyolu, tuvaletli, balkonlu, yerlere kadar camlı, deniz manzaralı. Yola çıkıyoruz. Teknenin aşçısı, bize Vietnam ve bilcümle Uzakdoğu yemeklerini yapma dersi veriyor. Daha sonra körfezin ortasına geliyoruz ve demir atıyoruz. Yüzen balıkçı köyleri ve inci çiftliklerini dolaşmaya gidiyoruz. Küçük kayıklarla.

        İnci çiftliklerinde yapay inci üretiliyor. Balık çiftliklerinde ise yakaladıkları balıkları denizin içinde ağlarda saklayıp büyütüyorlar. Sonra da pazara götürüp satıyorlar. Ancak paraya ihtiyaçları yok. Kazandıklarının hepsini ilerideki olası sağlık sorunları için biriktirirmiş bu balıkçılar, onu öğreniyoruz. Balıkçı köylerinde bol miktarda minik minik köpekler var.

        Bizim kız, köpeklerle yerlerde yuvarlanıyor. Bu arada minik köpeklerden biri bizimkini hafifçe ısırmış ama sonra fark ediyoruz. Köpeğe kızarız ve oynamasını engelleriz diye ısırıldığını çaktırmamış. Eşime, “Korkma, denizin ortasındaki köpekte kuduz muduz olmaz” diye güven veriyorum.

        2 BİNE YAKIN ADA VAR

        Halong Körfezi, dünyada sadece birkaç yerde görülen jeolojik bir oluşum aslında. Küba’da Pinar del Rio’yu anlatırken söz ettiğim gibi. 20 milyon yıl kadar önce okyanus plakasının Asya plakasının altına girmesiyle yukarı doğru itilen kabuk, bu karstik kayaları sudan dışarı çıkarıyor ve bir benzeri Filipinler’de olan ilginç manzarayı oluşturuyor. Halong Körfezi’nde 2 bine yakın bu şekilde sudan fışkıran ada var.

        Ta Avrupa’dan buraya kendi tekneleriyle gelmiş birkaç kişi görüyoruz. Hava uygun ama deniz hiç çekici değil. Seyretmekle yetiniyoruz.

        Bu büyük kayalıkların bazılarında mağaralar var. En büyüğünü geziyoruz. Bazı bölümleri Ayasofya’nın kubbesinden bile büyük. Dev mağaralar.

        Kimbilir belki de, bir cami de Vietnam’a yapmak istersek uğraşmaya gerek yok. Doğa ana hediye etmiş gibi... Sayfada gördüğünüz selfie’yi bu mağaranın girişinde çektim bilesiniz.

        YARIN TOMB RAIDER OLACAĞIM

        Teknede keyifli bir akşamın ardından yataklarımıza çekiliyoruz. Gece şahane. Gökyüzünde yıldızlar hiç görmediğim kadar çok. Yarın Kamboçya’ya gideceğiz. Dünyanın en büyük tapınağını dolaşacağız.

        Ertuğrul Özkök, Etiyopya’da “Kutsal Sandık”ın izini sürüyor. Ben de Angkor Wat’ta Angeline Jolie’nin izini süreceğim. Bugünlük bu kadar yeter. Yarın Fatih Altaylı The Tomb Raider...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ