Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Göbeklitepe onun tarlasıydı, bekçisi oldu

        Yıl 1985... Mahmut Yıldız’ın amcası tarla sürerken bir heykel buluyor, Şanlıurfa Müzesi’ne götürüyor. Müzedeki görevliler “Kireç taşıdır” diyerek oralı olmuyor ama yine de heykeli bir odaya koyuyorlar. 1992’de Alman arkeologlar Nevali Cori’de kazı yapıyor. Bölgeden çıkan heykelleri müzeye teslim ettikleri sırada Göbeklitepe’den çıkan o unutulmuş heykeli görüyorlar. Soruşturuyor, araştırıyor ve muhtardan bölgenin özel mülk olduğunu öğrenince de soluğu Yıldız ailesinin yanında alıyorlar. Gerisini Mahmut Yıldız anlatıyor: “Bize gelip kazı için müsaade istediler. Bir avukata sorduk. ‘Korkmayın, izin verin, araştırsınlar. Eğer bir şey çıkmazsa tarlayı düzeltip geri verirler, bir şey çıkarsa siz de köyümüz de fayda görür’ deyince izin verdik. Arkeologlar bir, iki ay çalıştı ama bir şey göremedi. İkinci sene geldiklerinde bir duvar buldular. Üçüncü sene bir taşın ucu gözüktü. Kazdıkça taşın üzerinde boğa, tilki motifleri çıktı. Devlet araziyi aldı, bize ödeme yaptı. Ve zaman içerisinde bugünkü haline geldi.” HT Pazar'dan Ekin Türkantos'un haberi...

        REKLAM

        Mahmut Yıldız, tarlasını devlete satsa da hâlâ koruyup kolluyor. Göbeklitepe’nin bekçisi... Sadece bekçilik yapmakla kalmıyor bir nevi rehberlik ediyor. Elinde dosyası, gelenlere birazdan görecekleri kalıntılar hakkında kısa bilgiler veriyor. Kazı alanına geçerken dilek dilememi de tembihliyor: “Buranın enerjisi yüksektir. Urfa halkı kutsal olduğunu biliyordu. Her baharda gelip kurban kesip, dilek diliyorlardı. Hastalarını buraya getirenler olurdu. Yabancılar da burada dilek diler, gerçekleştiğinde yeniden ziyaret ederler.” Bunun üzerine “Bir türbe gibi dilek mi dileniyor yani?” diyorum, Yıldız, “Sen dileğini dile, enerjisine inan” diyor. Çocukluğu burada geçmiş birinin sözlerine kulak asmamak olmaz tabii, dileğimi diledim.

        ‘DEDE BURADA NE İŞİMİZ VAR?’

        Kazı çalışmasının ardından bölgenin önemli bir yer haline gelmesi elbette herkes gibi Yıldız ailesini de şaşırtmış. Ancak 10 yaşında çocukken bu tarla Mahmut Yıldız için çile çekmek demekmiş. Yaşadığı zorluklardan şöyle bahsediyor Yıldız: “Küçükken arazide çalışan babam ve amcama yemek getirirdim. Elimde ağır torbalarla yürümek zor olurdu ve yolda oturur ağlardım. Dedeme ‘Köylerin etrafında güzel tarlalar var, sen neden bu dağın başına geldin?’ diye çıkışırdım. Dedem de ‘Buranın toprağı çok verimli’ derdi. Her zorluğun bir sefası varmış. Böyle olacağını o zamanlar hiç ummazdık.”

        Kazı alanına geldiğinizde yaşam ve ölümün ne kadar iç içe olduğunu hissediyorsunuz. Bir yanda 12 bin yıl önce inşa edilen, üzerlerinde hayvan figürleri ve kabartmalar bulunan T şeklindeki dikilitaşlar, diğer tarafta yeni açmış taze gelincikler selamlıyorsizi. Dev dikilitaşlar, stilize edilmiş insan heykelleri olarak algılanıyor. Çünkü bazılarının üzerinde el ve kol motifleri görülüyor. Bu arada yılan, yaban domuzu ve tilki en sık rastlanan motifler arasında.

        REKLAM

        80 dönümlük alana sahip ören yeri, Neolitik döneme ait önemli bir inanç merkezi sayılıyor. Aynı zamanda insanoğlunun avcı- toplayıcı olduğu erken Neolitik dönemde inşa edildiği bilinen en eski tapınak. Avcı-toplayıcı yaşam biçiminden dini mekânların biçimlenmesine, tapınak mimarisinden sanatın doğuşuna ve tarım-hayvancılığa geçiş sürecine kadar birçok konuda ipuçları veren Göbeklitepe, tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Bugüne kadar ortaya çıkarılan 8 yapıya anıtsal nitelik kazandıran T biçimli dikilitaşlarınboyutları 3-5.5 metre arasında değişiyor. Bugüne kadar 120 dikilitaş açığa çıkarılmış ama bölge hâlâ gizemini koruyor.

        2300 YILLIK BİR ZAMAN DİLİMİ

        Göbeklitepe ilk defa 1963’te keşfedilmiş ancak önemi anlaşılamamış. 1994’te Klaus Schmidt ile birlikte kazılar başlamış. Schmidt, 2014’te vefat edene kadar bölgede çalışmış. Hatta “Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı - Göbekli Tepe, En Eski Tapınağı Yapanlar” adında bir kitabı da bulunuyor. Kazılar, Schmidt’in vefatından sonra Şanlıurfa Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülüyor. Kazı ekibinde yer alan Mimar ve Arkeolog Dr. Ing. Moritz Kinzel, buradaki yapıların insanlığın ilk yapısı olarak değerlendirildiğinden ve ebatlarıyla şaşırttığından bahsediyor. Binalara bakınca iç içe geçmiş duvarlar göze çarpıyor. En dışta görünen duvarlar en eski, en içtekiler ise en yeni duvarlar. Dr. Kinzel, bu verilerden yola çıkarak buranın uzun süre kullanıldığınıve yapının sürekli onarıldığını anlatıyor: “MÖ 9600 ile 7300’e kadar olan erken neolitik çağda yapılmış yapılar. Yani 2300 yıllık bir zaman diliminden söz ediyoruz. Bu insanlar belirli dönemlerde gelip yapıları kullanmış, yıkılan yerleri onarmış. Her yapının ayrı bir hikâyesi var. Yapılarda genellikle T şeklinde iki büyük taş ve etrafında daha küçük taşlarla birlikte duvarlar var. Taşlara ellerini önde kavuşturmuş bir insan figürü, tilki, akbaba, akrep, domuz gibi hayvan figürleri resmedilmiş. Sütundaki tilki kabartmasının kuyruk kemiği sütunun temeline yakın bir yerde bulundu. Bazı insan iskeletlerine de rastlandı. Üç iskelet bulundu, biri de kadın. Ama bu bilgiler bir şeyler söylemek için yeterli değil.”

        Bu yapıları yapabilmek için ciddi insan gücüne ihtiyaç var. Kinzel, kişi sayısının artmasının beslenme, barınma gibi ihtiyaçları gündeme getirdiğini ve bunların düzenli yapılması için hiyerarşik bir düzenin olması gerektiğini anlatıyor. Ona göre kazılarda ortaya çıkan en ilginç bulgu, insanların o dönemde anıtsal bir mimari yapabilmesi. Zaman geriye gittikçe mimarinin ilerleyebileceğini tahmin etmediklerini anlatıyor.

        • Monolitler Mısır Piramitleri’nden 7100 yıl, Stonehenge’lerden 6600 yıl daha eski. Monolitler 400 futbol sahası büyüklüğündeki bir alana yayılmış. En hafif monolit 2 fil (15 ton), en ağır monolit 100 sumo güreşçisi (40 ton), en uzun monolit dünyanın en uzun zürafasıyla neredeyse aynı uzunlukta.

        MÜZE TADINDA ZİYARETÇİ MERKEZİ

        Doğuş Grubu, Göbeklitepe’nin korunma ve kazı çalışmalarına destek olmak için 2015’te Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 20 yıllık (2015 - 2035) bir ortaklık imzaladı. UNESCO dünya mirası geçici listesindeki Göbeklitepe için yapılan bu anlaşma, dünyadaki benzer projeler için de örnek teşkil ediyor. UNESCO bu modeli örnek sponsorluk modeli olarak anlatıyor. Doğuş Grubu, 15 milyon dolardan fazla yatırım yaptığı Göbeklitepe’ye bir de ziyaretçi merkezi açtı. Ziyaretçilere farklı bir deneyim yaşatmayı amaçlayan Ziyaretçi Merkezi, bir müze gibi tasarlanmış. MÖ 13 bin yılında son buzul çağının etkisinin azalmasıyla yabani tahılların keşfinden arkeolojik çalışmaların tarihçesine, çizimli ilk kazı defterinden kazıda kullanılan aletlere ve video çekimlerine kadar çok geniş bir görsel malzeme sunuyor. İzleyiciler görerek, dokunarak, dinleyerek bölge hakkında fikir edinebiliyor. Müzede görsel efektleri izledikten sonra gerçekten buranın tarihin sıfır noktası olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.

        PALEOTİK ÇAĞ'DAN İSLAMİ DÖNEME

        Şanlıurfa Müzesi’nde de Göbeklitepe D Tapınağı’nın imitasyonunu görmek mümkün. Mağara ve kaya sığınakların kullanıldığı Paleotik Çağ’dan başlamak üzere avcı- toplayıcı yaşamın ardından köylerin kurulduğu Neolitik döneme, maden ve bakırın ön plana çıktığı Kalkotik dönemden Tunç ve Demir Çağı’na, Helenistik dönemden Roma, Doğu Roma ve İslami döneme kadar her dönem bu müzede anlatı- lıyor. Neolitik Köy canlandırması da müzede kendine yer buluyor. Müzede en çok kireç taşı ve çakmak taşından yapılmış hayvan figürleri, nazar boncuğu niyetine yapılmış göz figürler ilgi çekiyor. Çömleklerin üzerindeki motifler dövme olabilecek nitelikte. MÖ 3100 yıllarına ait taş ve kemikten yapılma boncuk bilezik ve kolyeler ise kadınların süslenme ihtiyacının ne kadar eskilere gittiğinin bir kanıtı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ