Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan Kobani'de yaşananları değerlendirdi

        Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Kobani eylemlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Akdoğan,"Bu olaylarda HDP yanlış yapmıştır. Bu olayların fitilini ateşlemiştir, yanlış yapmıştır ve büyük bir toplumsal tepki meydana geldiğini görünce işte o cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki kazanımlarını kaybedecek şekilde, çözüm sürecini de ciddi şekilde riske atacak şekilde büyük bir problem, türbülans meydana geldiğini görünce buradan bir şekilde dönüş, ricat içerisine girmişlerdir" dedi.

        "Kobani bahane edilerek çıkarılan bu olaylarda Öcalan nasıl bir rol oynadı sizce?" sorusu üzerine Akdoğan, "Ben Öcalan'ın rolü olduğunu düşünüyorum. Burada şimdi zaman zaman şu tür şeyler oluyor. Yani genel bir gidişat oluyor, bir rüzgar oluyor, Kandil'den, HDP'den, başka bir yerden. Öcalan da boşa düşmemek için buna, suyun akışına kendisini bırakıyor, ona göre bir pozisyon alıyor, açığa düşmemek istiyor falan gibi" değerlendirmesinde bulundu.

        Akdoğan, ayrıca "Öcalan'ın verdiği mesajın, bu olayları tahrik ettiği kanaatindeyim. Yani kardeşi üzerinden 15 Ekim. Şimdi 15 Ekim diye bir tarih yok. Nereden çıktı 15 Ekim?" ifadelerini kullandı.

        Akdoğan, NTV canlı yayınında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

        Kobani'ye Peşmergelerin geçişiyle ilgili bir soru üzerine Akdoğan, Kobani'de gerçekten bir insanlık dramı yaşandığını, Türkiye'nin meseleye siyasi perspektifle bakmadığını belirtti. Akdoğan, PYD'nin süreçte çok ciddi yanlışlıklar yaptığını, PYD'den, yaptığı yanlışlıklardan ve Türkiye'ye karşı hasmane tutumundan bağımsız, olaya insani perspektifle baktıklarını söyledi.

        Kobani'de yaşayan 200 bine yakın insanın hepsine Türkiye'nin kucağını açtığını ifade eden Akdoğan, "Türkiye Kobani konusunda duyarsız, sessiz, seyirci kaldı" gibi uluslararası toplumda yapılan dezenformasyonun doğru olmadığını vurguladı.

        Kobani ile ilgili birileri bir şey yapıyorsa bunu yapan ülkelerin başında Türkiye'nin geldiğini kaydeden Akdoğan, şöyle devam etti:

        "Kobani şu anda Suruç'ta. Kobani diye bir şey varsa orada yaşayan 200 bin insan Kobani'yi temsil ediyorsa bu insanları biz aldık. Bu yüzden Türkiye hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir yorumda bulunmak haksızlık olur. İnsani olarak insanları kabul ettik hem orada hem burada insani yardımı Türkiye yaptı. Türkiye üzerinden gitti. 700'e yakın tır, gıda, ilaç, vesaire. Hem Kobani'ye hem Suriye'nin kuzeyindeki diğer taraflara insani yardımı gönderen biziz. Farklı vakıfların, derneklerin, belediyelerin yardımlarına da sınırlarımızı açtık. Daha önce de yaptık. Ama bunun karşılığını HDP'liler çok fazla dile getirmediler. Sanki hükümet hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir tavır içine girdiler. Bir sürü olaylar yaşandı, insanlar öldü. Ondan sonra yaptıkları açıklamalarda, 'hükümetin olumlu çabalarının devamını istiyoruz.' Demek ki bir olumlu çabası var. Sen bunu niçin daha önceden söylemedin. Bu kadar olayın mı olması gerekiyordu. Türkiye burada olumlu bakan ve katkıda bulunan taraf. Bir: İnsanları biz kabul ettik. İki: İnsani yardımı biz yaptık ve yapıyoruz. Üçüncüsü: Orada Özgür Suriye Ordusu'yla (ÖSO) yakınlaşmalar, işbirlikleri, bir kısım rahatlamalar oldu. Neticede ÖSO ile PYD birbirini seven gruplar değil, birbiriyle mücadele eden gruplar. Bunlar arasında bir işbirliği oluşmasında Türkiye'nin teşvikinin önemli bir payı vardır."

        "KOBANİ'YE GİTSİNLER DEDİK, 285 KİŞİDEN 64'Ü KABUL ETTİ"

        PYD militanları meselesi gündeme geldiğinde, PYD Eş Başkanı Salih Müslim'in, "100 PYD militanının sınırdan geçmesi" gibi konuları gündeme getirdiğini anlatan Akdoğan, şunları söyledi:

        "Oysa biz, 'Türkiye'ye geçmiş PYD militanları var veya kaçmış ne derseniz deyin. Madem öyle açalım sınırları gitsinler, Kobani'ye gitsinler, mücadele ediyorlarsa etsinler' dedik. 285 kişiden 64'ü bunu kabul etti. Bir taraftan bütün dünyayı neredeyse üzerimize saldılar, 'Türkiye sınırlarını açmıyor, insanların topraklarına gidip savunmalarına izin vermiyor, neden sınırlarını açmıyor' diye birileri sürekli açıklama yapıyordu. Bu da bir tenakuzdur. Bir taraftan diyeceksiniz ki: 'Türkiye yabanca savaşçılar konusunda daha katı bir tutum içine girmeli, kesinlikle bunları geçirmemeli, sınırlarını kontrol etmeli.' Bu anlayışla Türkiye gerçekten yabancı savaşçılar konusunda ciddi duyarlılık sergiledi. Birçok geçmeye çalışan insan deport edildi, müdahale edildi. Bir taraftan 'Savaşçıları sınırdan geçirmeyin', diğer taraftan da 'Niye açmıyorsunuz sınırları' deniyor. Bunları geçtik. 'Burada bu kadar adam var madem öyle gitsinler Kobani'ye' dedik. Gitmediler. Şimdi Türkiye zorla oraya gönderse bu sefer 'Bunları ölüme gönderiyorlar' diyecekler. 'Oraya gitmiyorsanız öbür taraftan Kamışlı'dan Haseki tarafından gönderelim' dedik. 'Oraya da gitmeyiz' dediler. 'Ne yapacaksınız', 'Türkiye'de kalacağız'. Niye, 'Türkiye'de huzur, barış var. Bu konuda yapılan şeylerin çoğunu Türkiye yaptı."

        "TERÖR ÖRGÜTÜYLE PEŞMERGE BİR TUTULABİLİR Mİ?"

        Yalçın Akdoğan, koalisyon güçlerinin bölgedeki bombardımanları konusunda da Türkiye'nin ciddi temasları ve çabası olduğunu belirterek şunları bildirdi:

        "Koridor tartışması geçti daha önce. Ben daha önce PKK sorulduğu için 'Bizim PKK'ya bir koridor açmamız, buradan geçirmemiz veya silah geçişini sağlamamız, bu söz konusu değildir. Bunun hukuki ve siyasi meşruiyeti yoktur' demiştim. Şimdi bazıları, 'Hukuki meşruiyeti yok demiştiniz şimdi niye açıyorsunuz' diyorlar. O zaman hemen arkasından şunu demiştim: 'Bu PKK konusunda öyle ama Peşmerge'nin durumu, statüsü farklı.' Terör örgütüyle Peşmerge bir tutulabilir mi? Peşmerge orada Kuzey Irak yönetiminin, meşru, tanınmış bir yönetimin ve Irak ordusunun bir parçası. Peşmerge denilen şeyler, Irak ordusunun sadece Kuzey'de bulunan, maaşını da merkezi yönetimden alan bir parçası."

        "BUNLAR UZAYDAN MI GELDİLER?"

        Akdoğan, "(Bunlar yabancı ülke silahlı kuvvetleri değil, geçişe izin verilerek Anayasa çiğneniyor) şeklinde iddialar dile getirildi. Bunu değerlendirir misiniz" sorusuna şu yanıtı verdi:

        "Bir ülkenin silahlı kuvvetleri değilse ne bunlar, uzaydan mı geldiler? Bunlar Irak ordusunun bir parçasıdır. Anayasal olarak Irak ordusunun bir parçasıdır ve meşru bir güçtür. Neçirvan Barzani, Mesut Barzani, burada meşru bir yönetim var ve Türkiye ile de çok ciddi işbirliği var. En son şey, Cumhurbaşkanımızın bunu önermesi yine Türkiye'nin iyi niyetinin bir sonucudur. Bu ne olacak zaman içinde göreceğiz. Bu görüşmeler devam ediyor. Şu ana kadar böyle bir geçiş de söz konusu değil. Ama neticede bu Türkiye'nin iyi niyetinin ve Kobani konusundaki duyarlılığının bir neticesidir. Türkiye burada yapılacak ne varsa, yasal hukuki olarak bunların hepsini yapan bir iki ülkeden bir tanesidir. Yapmadı, yapılmadı gibi bir yaklaşım haksızlık olur."

        "HİÇBİR OLAY BU KADAR İNSANIN ÖLMESİNİ MEŞRULAŞTIRAMAZ"

        Yalçın Akdoğan, "Madem Türkiye Peşmerge için bir koridora olumlu yaklaşıyordu da 6-7 Ekim olayları öncesinde bu açıklama gelseydi hiç bu olaylar yaşanmasaydı" yönünde yorumlar yapıldığının hatırlatılmasına karşılık da şöyle konuştu:

        "Bu herhangi bir şeyin mazereti olabilir mi? Yani 6-7 Ekim olaylarına, herhangi bir şey gerekçe gösterilir, bu kadar insanın ölmesi, bu kadar yerin yağmalanmasının gerekçesi olabilir mi? Bir tarafta taşın altına elini koyan, saydığım bütün iyi niyetli çabaları gösteren bir hükümet var. Onun ötesinde hiçbir olay bunu meşrulaştıramaz, yapılan bu şiddeti, vandalizmi, bu kadar insanın ölmesini meşrulaştıramaz. Bu görüşülen bir husus. Burada biz söylüyoruz, 'Hadi Kuzey Irak'taki Peşmerge git şuraya' dememizle mi gidiyor? Neticede orada ayrı bir yönetim var, iradesi var. Onların da bu işe bir şekilde istekli olması lazım. Yani bu Türkiye'nin demesiyle olacak şey değil. Devam eden görüşmeler neticesinde gelinen bir noktadır bu. Yoksa yaşanan 6-7 Ekim olaylarıyla vesaireyle alakası yoktur. Hükümet, başından beri tutarlı bir tavır içerisindedir. Pozisyonunu da değiştirmemiştir. Bu koridor meselesi de PKK konusunda yapılan açıklama, PKK ile ilgili yapılan açıklamalardır ve hükümet bu görüşünün arkasında durmaktadır."

        "TÜRKİYE TAVRINI DEĞİŞTİRMEDİ"

        "(ABD Başkanı Obama telefon etti. Bunun üzerine Türkiye tavrını değiştirdi) şeklinde değerlendirmeler de yapılıyor. Bu konuda ne dersiniz?" sorusu üzerine Akdoğan, şu değerlendirmelerde bulundu:

        "Türkiye tavrını değiştirmedi. Bu öneriyi biz getirdik. ABD bize getirmedi bu Peşmerge meselesini. Diğer konu da Türkiye'nin tavrında bir değişiklik söz konusu değil. İşte PYD'ye silah attılar. Bu noktada Türkiye kendi kaygılarını, endişelerini ve pozisyonunu ABD'ye net şekilde ifade etmiştir. Biz bu şekilde PYD'ye silah aktarımını doğru bulmuyoruz. Bugün de bulmuyoruz, Obama aramadan önce de bulmuyorduk. Obama görüşmesinde de bunu ifade ettik. Şimdi de bulmuyoruz. Burada Amerika, Türkiye'yi üzmeyecek şekilde, hassasiyetlerini, kaygılarını giderecek şekilde bir dil kullanıyor aslında. Yaptıkları açıklamada da Kuzey Irak yönetiminin silahlarını orada IŞİD'e karşı savaşan güçlere aktardıklarını söylediler. PYD'yi bir şekilde meşrulaştıracak bir müttefik pozisyonuna sokmadan bir açıklama yapmaya gayret gösterdiler. Bu da göz ardı edilmemesi gereken bir durum."

        Yalçın Akdoğan, "Havadan yapılan ikmalin, Türkiye'de koalisyonla ilgili yürütülen müzakerelerin bir ilgisini görüyor musunuz, yoksa birbirinden farklı şeyler olarak mı değerlendiriyorsunuz" sorusu üzerine, Türkiye'nin koalisyon güçleriyle yaptığı müzakerelerin daha geniş bir bağlamı olduğunu, sadece Kobani üzerinde görüşmeler yapılmadığını söyledi.

        "ASIL SIKINTI YAŞAYAN TÜRKİYE"

        Türkiye'nin IŞİD ile mücadele konusunda, Suriye'nin geleceğini görmesi gerektiğini belirten Akdoğan, orada bir örgütü etkisizleştirmenin sorunu çözmeyeceğini vurguladı. Bölgede birbiriyle savaşan birçok yapı bulunduğunu söyleyen Akdoğan, "Bir örgütü etkisizleştirdiğinde sorun çözülmüyor. Daha kapsamlı, tatminkar bir Suriye planı oluşturulması lazım" diye konuştu.

        Asıl sıkıntı yaşayanın Türkiye olduğunu ifade eden Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

        "İşbirliğine zorlayan biziz. Birileri bizi ikna etmeye çalışmıyor. Biz birilerini ikna etmeye çalışıyoruz. Çünkü işin mağduru biziz. 1,6 milyon insan bize geldi. Batılı ülkeler 10 göçmeni alayım mı diye günlerce hesap yapıyorlar. Kimsenin de aldığı yok. Yapılan yardımları da biz yapıyoruz, bu kadar insanı da biz aldık. 4,6 milyar dolar bugüne kadar harcandı. Bu yüzden Batılı ülkeleri veya koalisyon güçlerini işbirliğine zorlayan biziz. Ama burada Suriye'nin geleceğini görmemiz lazım. Türkiye güvenli bölge, uçuşa yasak bölge oluşturulması konusunda, bu hala masada olan bir konudur. Bizim tezimiz budur. Bununla ilgili de temaslarımız sürmektedir. Ama sadece Kobani'ye endekslenerek bakmamak lazım. Devam eden müzakerelerin parçası da değil bu Peşmerge meselesi. Sayın Cumhurbaşkanımız da söyledi, kendi önerisidir. Burada 'Türkiye bir şey yaptı, yapmadı' tezviratların arasında bu önemli bir hamledir diye görüyorum. Siyasi akıl konusunda çok yeterli olmayan birtakım siyasi yorumlar bugün de çok yapıldı. Bunu diğer partilerin de çok iyi analiz etmeleri lazım. Peşmergenin bir şekilde girmesinin ne anlamı var, siyaseten ne anlamı var? PYD bundan ne kadar hoşnut? PYD'nin, bunu alkışlayarak, 'Çok büyük bir iş hemen gelsinler' falan dediğini sanmıyorum. Denkleme Peşmerge'nin girmesini kendileri açısından olumlu bir şey olarak da görmüyorlardır diye düşünüyorum. Ama bunu reddedemezler. Bu yüzden belki kısmi bir geçiş söz konusu olabilir."

        "PYD'nin silah talebi oldu Türkiye'den. Türkiye bunu karşılıksız bıraktı, çözüm sürecinin ruhuna aykırı hareket etti" yönündeki değerlendirmelerin de hatırlatılmasına karşılık Akdoğan, bunun çözüm sürecinin doğrudan bir parçası olmadığını aktardı. Akdoğan, şunları kaydetti:

        "İlişkilendirilebilir, dolaylı etkisi olabilir ama Çözüm Süreci bütün dünyadaki Kürtlerin sorununu çözme projesi değil. Suriye'deki, Irak'taki, İran'daki nerede Kürt varsa bunların hepsinin sorununu biz çözeceğiz', böyle bir süreç değil Çözüm Süreci. Türkiye bağlamında bir meseleyi çözmeye çalışıyoruz. Bunun ürettiği birtakım duygusallıklar olabilir, komplikasyonlar olabilir. Elbette her konu birbirini etkileyebilir. Ama onun parçası gibi, ana unsuru gibi görmek yanlıştır. Suriye Kürtleri, bütün bu bölgenin Kürtleri içerisinde Türkiye'ye en yakın olan Kürtlerdir. Akrabalık ilişkisi vardır. Sınır çizilmiş, ortadan bölünmüş köyler. En yakın olan Kürtler. Biz bundan dolayı zaten kucağımızı açtık. Orada ne kadar sivil varsa Türkiye'ye geldi. Saydığım şeylerin hepsini biz yaptık katkıda bulunmak için. Bundan sonra da yapmaya devam ederiz. Kobani'ye sırtını Türkiye'nin döndüğü gibi bir şey söz konusu değil. Çok ajite edildi bu konu. 'Hiçbir şey yapılmıyor. Çocuklar kaçırıldı, kadınlara tecavüz edildi' çok ciddi bir ajitasyon yapıldı. Gerilim üretildi. Gaz birike birike, en son yapılan çağrı neticesinde istenmeyen olaylar meydana geldi. Bu konuları birbirinden ayırmak lazım. Bu Çözüm Süreci'ne bunu ilişkilendirmeye çalışanlar birkaç adım sonra kendi aleyhlerine bir durum yaptıklarını göremiyorlar. Bu da ayrı hazin bir durumdur açıkçası."

        "Hükümetinizin, Kobani siyasetinde, başlangıçla bugün gelinen nokta arasında bir siyaset farkı var mı? Ya da bu oluşan toplumsal algı meselesinde hükümetin bir kamu diplomasisini yönetememe sorunu mu var? Siyaset değişikliği mi var, kamu diplomasisini yönetmede sorun mu var?" sorusu üzerine Akdoğan, "Burada bizim yaptıklarımız açısından baktığımızda değişen bir durum yok. Biz iyi niyetli olarak ne yapıyorsak yapıyoruz" ifadesini kullandı.

        Akdoğan "Ama algı operasyonları, medya manipülasyonları açısından baktığımızda birileri Kobani'yi kaldıraç olarak kullanmak istedi. Yani Türkiye'yi, Suriye'ye sokup IŞİD'le savaştırmak isteyen bir takım güçlerin, özellikle bu olayları çok cesaretlendirdiğini, teşvik ettiğini görüyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

        Bunların kim olduğu sorusu üzerine Akdoğan, şu yanıtı verdi:

        "İşte kimin işine geliyorsa bu. Yani bir şekilde bu konu çok köpürtüldü ve uluslararası toplum içerisinde de Türkiye aleyhine zaten fırsat kollayan bir takım çevreler var. Bunu epey bir zamandır görüyoruz. Yani zaman zaman hükümete karşı işte otoriterleşme vesaire tartışmalarıyla, zaman zaman da Türkiye'ye karşı bunun aleyhte bir propagandaya dönüştüğünü görüyoruz. Bu olay da bir fırsata çevirilmeye çalışıldı. Çok farklı amaçlarla bu olayı kullanmak isteyenler oldu. Yani 'Seçim öncesi hükümeti nasıl hırpalarız', işte 'Suriye'ye Türkiye'yi nasıl bir şekilde çekeriz' veya farklı amaçlarla... Örgüt açısından da ben baktığımda bunu sürecin önüne bir tıkaç olarak koyduklarını görüyorum. Yani hükümet çok kararlı bir şekilde bu süreci neticeye ulaştırmak istiyor ve çok da uzun olmayan bir vadede neticeye ulaşma konusunda ciddi bir kararlılığı var."

        "Bunu gören örgüt, bunu bir tıkaç olarak, bir bahane olarak kullandı ve adeta yan çizdiler, su kaynattılar" ifadesini kullanan Akdoğan, burada da Kobani'nin bahane olarak kullanıldığını ve bir sürü şiddet olayının meydana geldiğini anımsattı.

        "6-8 Ekim olaylarının geldiği öngörülemedi mi? Bu konuda size ulaşan istihbaratlar olmadı mı? Devletin kanalları bu konuda yeterince çalıştı mı, çalışmadı mı? Bu konuda bir öz eleştiri yapmanız söz konusu mu?" sorusuna ise Akdoğan, şu yanıtı verdi:

        "Şimdi biz tabii yani devlet tarafı, yaşanan herşeyden dersler çıkarır, masaya yatırır. Hangi kurum ne yaptı, nerede eksiklik var, neler daha fazla yapılabilirdi. Devlet her zaman öz eleştirisini yapar, bundan dolayı zaten kendisini yeniler, yeni gelişmelere karşı da kendi pozisyonunu tahkim eder. Bu noktada bir sıkıntı yok. Ama 'Burada ciddi bir ihmal, aksaklık, vesaire var mı?' diye bakılırsa çok fazla da kendimizi hırpalamamamız lazım. Yani işte sosyal medya çok gelişti. Yani bir saatlik bir sosyal medya trafiği ile birçok insan organize edilebiliyor, örgütlenebiliyor, bir yerlere dökülebiliyor, yönlendirilebiliyor. Şimdi özellikle örgüt açısından bakarsanız. Yani aslında örgüt, işte bütün Türkiye'de, birçok şehirde yüzlerce olay oldu, katılımcı sayısına bakarsanız, örgütün daha önceki toplumsal protesto gösterileri, eylemler, vesaire açısından çok düşük kaldığını söyleyebiliriz. Yani örgüt burada aslında yeterli kitleyi harekete geçiremedi. Bu olaylar öyle bir noktada geldi ki yani işte biz, 1 Ekim'de Selahattin Demirtaş'ı kabul etti Başbakanımız, görüştük. Yani yol haritası, yapılacaklar... Burada herkesin iradesi 'Tamam tren raya oturdu ve hızlı bir şekilde netice alınacak' şeklindeydi. Bunun ön şartı da asayiş olaylarının, şiddet olaylarının son bulmasıydı. Yani işte yol kesmeler, haraç almalar vesaire. Onlar da bir şekilde bu konuda çaba içerisinde olduklarını söylüyorlardı. Ama ne olduysa bir anda, bir türbülans yaşandı."

        "KOBANİ'NİN BİR FIRSAT OLARAK VESİLE OLARAK KULLANILDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM"

        Kobani'nin çok farklı amaçları bulunduğunu, farklı kesimlerin bunu farklı şekilde kullanmak istediklerini vurgulayan Akdoğan, "Ama bir sebebi bence örgütün burada hükümetin kararlılığını görüp, o çünkü bölgede şiddet, baskı, vesaire onsuz yapamayacağını düşünen bir anlayış var" diye konuştu.

        Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "(Yani ben bu baskıyı kaldırırsam, şiddeti kaldırırsam burada tutunamam. Bu şekilde kitleleri mobilize edebiliyorum, siyasi gücü buradan devşirebiliyorum). Bu yüzden bir işte yan çizme işi oradan çıktı diye ben düşünüyorum. Yani örgütün içerisinde çünkü başından beri zaten zaman zaman, bu çünkü ilk sürecimiz değil bizim" dedi.

        Bugüne kadar farklı farklı süreçler olduğunu ve bunların hep sabote edildiğini dile getiren Akdoğan, şunları söyledi:

        "Farklı yöntemleri Kandil'in zaman zaman, Kandil'de bazı kanatların belki öne çıkardığını gördük, süreci sabote ettiklerini gördük. Bu noktada da yani çözüm süreciyle ortaya çıkacak sonuç, bu sonucu kendileri açısından tatminkar görmeyen veya başka bir takım 'kızıl elmalar' peşinde koşan, ütopyalar peşinde koşan bir anlayışın, 'Biz diğer yöntemle netice alabiliriz' yaklaşımına sahip olduklarını, zaman zaman da bunun nüksettiğini de görüyoruz. Bu Kobani'nin ben bu noktada bir fırsat olarak, vesile olarak kullanıldığını düşünüyorum."

        "BİZ DURDUĞUMUZ YERDE DURUYORUZ"

        TCK'nın 125. maddesine göre "vatana ihanet" suçundan idam cezasına çarptırılan ve AB uyum yasalarıyla idam cezası kaldırıldığı için İmralı'da ömür boyu hapse mahkum edilen Abdullah Öcalan'ın, HDP heyetiyle görüşmesi sonrasındaki mesajları anımsatılarak, "Kim öldürdü, nasıl dirildi süreç?" sorusu yöneltilen Akdoğan, "Biz durduğumuz yerde duruyoruz. Birileri bir takım yanlışlar yaptı, şimdi oradan u dönüşü yapmanın derdi içindeler" dedi.

        "Yani bu olayları kim meydana getirdi? Kendi kendine mi oldu bu kadar olay? Yani bu kadar şehirde, ilçede ortalığı yakıp yıkmalar, şiddet, vandalizm, bir sürü insanın hayatını kaybetmesi. Kim buna sebep oldu?" ifadesini kullanan Akdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

        "Yani bunu başından beri ben aylardır söylüyorum. Yani yol kesme, haraç alma vesaire bu tür şeyler süreçte kırılganlık meydana getirir. Eylemsizlik denilen şey sadece karakol basma vesaire değildir. Yani 'Bunlar da terörün alt başlığıdır ve bunlar süreçte kırılganlık üretmektedir, eylemsizlik kapsamına alınmalıdır' diye defalarca söylüyorum. Gelinen noktada, yapılan görüşmelerde de öncelikli madde buydu. Ama burada bundan geri adım atmak yerine daha beterini yapmaya çalıştılar ve ciddi bir toplumsal tepki meydana geldi. Bu olaylarda HDP yanlış yapmıştır. Bu olayların fitilini ateşlemiştir, yanlış yapmıştır ve büyük bir toplumsal tepki meydana geldiğini görünce işte o cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki kazanımlarını kaybedecek şekilde, çözüm sürecini de ciddi şekilde riske atacak şekilde büyük bir problem, türbülans meydana geldiğini görünce buradan bir şekilde dönüş, ricat içerisine girmişlerdir. Burada devletin kararlılığının da etkisi vardır. Yani devletin güvenlik tedbirleri konusunda kararlı duruşu ve meydana gelen toplumsal tepki burada bir geri adım attırmıştır. Öncelikle işte özeleştiri vesaire deniliyor ya önce bunlar bir özeleştiri yapsınlar. Bu olaylara kim niye sebep oldu? Bu süreci, yani büyük bir toplumsal destek olan bu süreci kim bu noktaya getirdi, riske attı? HDP kısmen bir takım açıklamalarla bunu telafi etmeye çalıştı. Ama burada herkesin ciddi bir yani bunlar açısından söylüyorum, özeleştiri yapmaları gerektiği görülüyor."

        "BİR ŞEYİ DİRİLTMEK İÇİN ÖNCELİKLE O TEMEL ZEMİNİ SAĞLAMAK LAZIM"

        Akdoğan, "Bundan sonra bu sürecin bir noktaya varabilmesinin ön şartı kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk çiğnenerek hiçbir yol, mesafe alınamaz. Temel zemin budur. Bunun üzerine bir şey bina edilecektir, edilecekse" görüşünü dile getirdi.

        Yalçın Akdoğan, şunları kaydetti:

        "Yani bu yüzden şu anda bizim önceliğimiz daha önceki yapılan görüşmelerde de öncelikli madde olan asayiş olaylarının son bulması, şiddetin, terör estirmenin, bu olayların son bulmasıdır. Hükümet aynı yerde durmaktadır, çözüm sürecinde kararlılığını ortaya koymaktadır, iradesini teyit etmiştir. İşte Akil İnsanlar Toplantısında, Sayın Başbakanımızın yaptığı konuşma, burada çok açık, net, samimi bir irade vardır ortada. Ama buna karşı örgüt ve paydaşları, yandaşları, uzantıları her kimse bunlar, bunların hepsinin de doğru bir noktaya gelmesi gerekir diye ben düşünüyorum. Yani bir şeyi diriltmek için öncelikle o temel zemini sağlamak lazım. Bunu kim negatife götürmüştü?"

        "HDP ve Kandil mi diyorsunuz?" sorusunu ise Akdoğan, "Yani burada ortak bir yapım var" diye yanıtladı.

        "BEN ÖCALAN'IN ROLÜ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM"

        "Kobani bahane edilerek çıkarılan bu olaylarda Öcalan nasıl bir rol oynadı sizce?" sorusu üzerine Akdoğan, "Ben Öcalan'ın rolü olduğunu düşünüyorum. Burada şimdi zaman zaman şu tür şeyler oluyor. Yani genel bir gidişat oluyor, bir rüzgar oluyor, Kandil'den, HDP'den, başka bir yerden. Öcalan da boşa düşmemek için buna, suyun akışına kendisini bırakıyor, ona göre bir pozisyon alıyor, açığa düşmemek istiyor falan gibi" değerlendirmesinde bulundu.

        Yalçın Akdoğan, şu görüşleri dile getirdi:

        "Bu zaman zaman bazı olaylarda bu yaşandı. Ama bu olayda böyle olduğu kanaatinde değilim. Öcalan'ın verdiği mesajın, bu olayları tahrik ettiği kanaatindeyim. Yani kardeşi üzerinden 15 Ekim. Şimdi 15 Ekim diye bir tarih yok. Nereden çıktı 15 Ekim? Onun ötesinde Kobani vesaire konusunda, burada tabii Öcalan'ın bu yaklaşımını, HDP belki farklı bir şekilde araziye yansıtmış olabilir, bağlamını koparmış olabilir. Yani kontrollü bir gerginlik belki bekliyordu Öcalan. Ama bunun yansıması, araziye yansıması tamamen herşeyi yakıp yıkan ve bütün süreci bitiren, çok negatif bir noktaya işi getirdi. Yani Öcalan'ın mektubu bu olayları bitirdi mi, bitirmedi mi tartışması var. Bu noktada ben şunu düşünüyorum. Samimi kanaatim, bir, toplumsal tepkinin burada ciddi bir şeyi vardır. Çünkü çıkmaz sokağa girip duvara çarptı. İkincisi, hükümetin buradaki kararlı duruşunun etkisi var. Öcalan'ın mektubunun da etkisi olduğu söylenebilir. Ama bunu şöyle bir etki olarak ben yorumluyorum. Yani bunlar bataklığa düştüler, çırpındıkça batıyorlar. Öcalan bunlara bir ip attı. Yani oradan çıkabilmeleri için, bir şekilde u dönüşü yapabilmeleri için, onları kurtaran bir etki yaptı diye ben düşünüyorum. Bunu ben 'Öcalan bu gelişmeleri hepsinden doğru okudu' deyince yani Öcalan herşeyi doğru okuyor falan gibi, Öcalan'ı övmüşüm gibi yorumlar yapılıyor. Yani ne ben Öcalan'ı överim, ne de benim övgüme onun ihtiyacı olduğunu sanıyorum. Yani burada bir durum var, bir sorun var. HDP neticede buradan bir çıkış, HDP'ye bir çıkış kapısı sundu o mektup diye düşünüyorum."

        "BU SON OLAYLAR BİR TÜRBÜLANS, BİR KIRILGANLIK MEYDANA GETİRDİ"

        "Yol haritasında ne var? Bundan sonra hangi adımlar atılacak? Kısa, orta, uzun vadeli olarak nasıl bir gündem bizi bekliyor?" sorusu üzerine de Akdoğan, çözüm sürecine ciddi bir toplumsal desteğin olduğunu belirtti.

        Akdoğan, "Şunu çok net bilmemiz lazım. Bu sorun büyük bir sorun, sadece bugünün sorunu da değil ve kangren olmuş bir sorun. İşte on binlerce insanın yaşamını yitirmesine sebep olan bir sorun. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden bir sorun" ifadelerini kullandı.

        Başbakan Yardımcısı Akdoğan, şöyle devam etti:

        "Özellikle bölgesel çalkantı ve gelişmeler açısından baktığımızda, bu sorunu çözmemiz, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü açısından, kardeşliği açısından çok büyük önem taşıyor. Bunlar elimizdeki veriler. Bunların üzerine hükümet, bir inisiyatif geliştirdi. Burada şunu söylememiz lazım. Hükümet, Türkiye toplumunun kabul etmeyeceği, içine sinmeyen hiçbir adımı atmaz. Toplumun kabul etmediği bir şey zaten çözüm olmaz, çözüm olsa da kalıcı olmaz. Toplumsal destek, yani burada yol haritası vesaire, burada toplumun kabul etmeyeceği hiçbir şey yoktur. Demokrasilerde hükümetler topluma rağmen zaten hiçbir adım atamazlar. Bunun hepsi, ayrıntılarının illa bilinmesi, açıklanması gerekmiyor. Bir takım tezahürleri zaman içerisinde görülür. Ama önümüzde ciddi bir sorun var ve bu yöntemle hükümet bu sorunu çözmeye çalışıyor. Gelinen noktada bir anlaşma olduğunu biliyoruz. Ama bu son olaylar bir türbülans meydana getirdi, bir kırılganlık meydana getirdi. Bundan sonra bu yol nasıl yürünecek. En son yaptıkları temaslar, işte HDP heyeti adaya gitti vesaire, daha böyle umutvar konuşuyorlar, işte süreç devam edecek falan gibi."

        Önceliklerinin, kamu düzeni ve güvenliği ile hukuk zemininin güçlü bir şekilde tesis edilmesi olduğunu belirten Akdoğan, "Bizim şu anda önceliğimiz budur. Bunun üzerine bir yol yürünecekse yürünecektir. Bunun ayrıntıları elbette kamuoyuyla paylaşılmaz" diye konuştu.

        Hükümetin, toplumun kabul etmeyeceği bir adımı atmayacağını vurgulayan Akdoğan, "Yani insanları irite edecek bir şey olduğunu düşünmemek lazım. Ama neticede işte kaç bin insan dağda silahlı, tehdit olarak, risk olarak duruyor, içeride bu toplumsal, başka sorunlara sebep oluyor. Bu şekilde bu meselenin çözülmesi önem taşıyor" ifadelerini kullandı.

        AA

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ