Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem "Fotoğraflarında hep bir tutsaklık duygusu var", balçiçek ilter, müslim yücel

        Abdullah Öcalan kimine göre ‘lider’, kimilerine göre ‘teröristbaşı’... Ama görünen o ki, çözüm sürecinin başmüzakerecisi... Araştırmacı ve şair Müslüm Yücel ile “Kimi seviyorlar ya da kime küfür ediyorlar, anlasınlar diye yazdım” dediği Abdullah Öcalan biyografisi kitabını konuşmak için buluştuk. Yücel ‘Abdullah Öcalan: Amara’dan İmralı’ya’ adlı kitabı için neredeyse tüm kaynakları taramış, çok eskiden tanıdığı Öcalan’ın yazdıklarını okumuş, Öcalan’ın etrafındaki birçok insanla söyleşiler yapmış. Öcalan’ın beş vakit namaz kılan birinden sosyalistliğe evrilişi, zaafları, merakları, varolma serüveni, Yücel’in deyimiyle “seven ya da sevmeyenler için değil de, sadece merak edenler için’’ kaleme alınmış.

        BALÇİÇEK İLTER / HT GAZETE -PAZARTESİ SOHBETLERİ

        Bu, Öcalan’ın ilk biyografisi mi?

        Evet. Objektif olan zaten yok da, bazı kötülemeler var. Öcalan o kadar konuşulan bir insan ama ortada hayatını, bakışını anlatan hiçbir şey yok. Kime küfür ettiğinizi bilin... Kimi sevdiğinizi de bilin... Öcalan’ın bütün fotoğraflarında tutsaklık duygusu vardır. Bu kitabı yazmaya beni iten nedenlerden biri de o oldu. Bir defasında dengbejlerden biri Şeyh Sait hakkında bir ağıt okuyor, Öcalan hüngür hüngür ağlıyor ağıdı dinlerken. 20’li yaşlarında o zaman. Sonra yatıyor ve bütün gece yatağından irkilerek kalkıyor. Geceleri hâlâ hep öyle uyanır. Ayan olma hali vardır biraz da...

        Neye ayan olmak?

        Ölüme diye düşünüyorum.

        Şairsiniz siz aslında... Uzun zamandır yurtdışındaydınız...

        Vasat ve basit bir insanım. Liseyi Urfa’da okudum. Feodal bir aile... 5 kardeşiz. Bir ablam vardı, öldü. En küçük benim. Sonra gazetecilik ve çeşitli araştırmalar yaptım.

        Kürt meselesini, Öcalan’ı anlamak için 80 darbesini mi anlamak lazım? Siz de o tarihte Urfa’da mıydınız?

        Evet. 80 darbesini hep beraber orada yaşadık. Birden kireç beyazına boyandı ortalık. Beyaz inatçı bir renktir. “Ben hepinizi boyarım’’ diye seslenir sanki... Urfa’yı beyaza boyadılar, çünkü erkekliğin kırıldığı bir yer, bir tarihti 80 darbesi. O arada avukatlar cezaevinde, bir sürü tutuklu var ortada ama avukat yok. Herkes falcılarda, büyücülerde. 19. yüzyılın Rusya’sı gibi... Kadınlar Kötüler Mahallesi’ne giderdi fal baktırmaya.

        Nedir o Kötüler Mahallesi?

        Eski Yahudi Mahallesi... Öyle denilirdi, ne acayip... Bir aşkın, bir ayrılığın, bir ölümün olacak ki şehrin bir anlamı olsun. Mutlaka bir hesabın olacak. Dolayısıyla falcılara gidilirdi, rüyaya yatılırdı cezaevindekiler için. Epilepsik kadınlar bunlar. O kadar çok adam hapiste ki... Onları kurtaracak avukatlar da hapiste. Dışarıda da böyle bir ruh hali. İlkokulda bir sınıf arkadaşım, 10 yaşında kendini nar ağacına astı. Ölüm o kadar içimizdeydi. Ölümle yaşamak hayatı açıklayan bir şey aslında.

        Ya Abdullah Öcalan ismi?

        Hep var. Hayatımızda hep var. Apocular da var.

        Bu kitap Öcalan ile görüşmeden yazıldı...

        Bir tek onunla görüşmedim. İngiltere’de yazdım kitabı, uzakta olmak istedim. Görüşmediğim insan, okumadığım belge ve yazı kalmadı. Öcalan ile Suriye’de olduğu dönemde defalarca görüştüm. Tarzını, tavrını, davranışını biliyorum. O dönemde yanına gelip onunla röportaj yapanların, döndükten sonra nasıl farklı davrandıklarını da biliyorum. Türk’ün ötekileştiren ve uzaklaştıran dilini sevmedim ama “Kürt mağdurdur’’ edebiyatını da sevmedim ben.

        Kitapta bir sürü detay var. Bunca çalışmadan sonra sizi etkileyen nedir Öcalan konusunda? ‘Tutunamayanlar’ kitabında hani çizgi çekilen bir sahne vardır, oyun oynanan. Aynı şey Öcalan’ın hayatında da var. Belki şimdi okumuştur ama daha önce okuduğunu zannetmiyorum. Urfa’da bir fıstık ağacının altında oturuyor ve çizgiler çekerek bir yaşama tutunma oyunu oynuyor. Daha sonra şunu söylüyor, ki ben bu cümleyi duyunca bu kitabı yazmaya karar verdim. “Fırat Nehri yanımdan geçiyor ama ben iki ağacıma su taşımak için dağa çıktım’’ diyor. Toprağın ve 70’li-80’li yılların ruhunu anlamak, Öcalan’ı anlamaktır diye düşünüyorum. Biz başkasının acısına meraklı bir halkız ya, televizyon izler ağlarız, ama kendi parmağımız kanadığında her şeyi unuturuz.

        Bu kadar araştırmadan sonra çözüm süreci için ne düşünüyorsunuz?

        Çatışma ve onun yedek gücü olan şiddet, köklü bir barışa ‘Evet’ demez. Çünkü çözüm çatışmanın silahlarını alınca, çatışma oturup ağlar. Milliyetçi dil, bu ağlayışları kendine kök bir mendil yapar. Savaş mistik bir derinlik verir, çünkü ağlama bunadır. Emma Goldman diyor ki: “Bütün savaşları, dövüşemeyecek kadar korkak olan ve bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır.” İkinci örnek de şudur: İmam Hüseyin, Kerbela sırasında “Eğer sizi bugün yenersek, bilin ki siz önceden yeniksiniz. Eğer yenilirsek, bilin ki biz yenilmiş değiliz. Eğer ölürsek zafer bizimdir. Öldürülürsek de yine bizimdir. Zillet elini hiç bir zaman zalime vermeyeceğiz’’ der.

        *AMARA: Öcalan’ın doğduğu Şanlıurfa’nın Halfeti İlçesi Ömerli Köyü’nün eski adı.

        Abdullah Öcalan: Amara’dan İmralı’ya

        Babası...

        ÖMER her ne kadar kimi yorumculara göre “çok silik, çok fukara’’ biri olarak tanımlansa da bir güç merkezidir. Günün birinde köyden biriyle kavga eder. Yenemez. Bağırır ama bu sefer bir yüksekliğe çıkmış değildir; yer bir meydandadır, bağırır. “Abdullah bıçağı getir!’’ Elleri tutulmuştur, ayakları havadadır. Bir sınavdır sanki. Öcalan babasının imdadına koşmaz. Nedenini de “Gücümün yetmeyeceği işe girmem’’ diyerek açıklar. Bu bir kavga değildir. Bu bir isyan değildir, derstir. Öcalan bıçağı kapıp gitse adamı vuracaktır ve sonuçta katil olacaktır ya da baba bıçağı alıp gitse adamı vursa katil olup hapse girecektir. Öcalan babasının yaptığını yapar. Baba nasıl ki dama ya da yüksek bir tepeye çıkıp çığlık atarsa, Öcalan da aynısını yapar. Çığlık atar, utanır ve içinden “Ben böyle kavga etmeyeceğim’’ der.

        Annesi...

        TARLA insanın bedenidir, kalbi ve beyni burada yeşerir ve ruh burada biçim alır. Üveyş Hanım, bazen biriyle kavga ettiğinde ya da kendisine karşı Öcalan bir kabahat işlediğinde ise şunu yapar: Öcalan’ı alıp ahıra koyar. Bu onun uygulama yeridir. Ya burada önüne gelene razı olacaksın ya da sen buradan çıkacaksın. Öcalan buradan çıkar. Üveyş Ana buradan çıkana şunu söyler: “Kimse bununla baş edemez.’’ Bazen de iki eliyle Öcalan’ın boğazını sıkar. Üç kez “Tövbe” demesini ister. Öcalan üç kez tövbe eder. Ana onu bırakır. Öcalan nefes alıp koşmaya başlar, kapıyı taş yağmuruna tutar.

        Güney ile ‘Tatlıses’ sohbeti...

        ÖCALAN, Yılmaz Güney’i hapishanede ziyaret eder. Sosyalist temelde bir dünya arzu ettiğini anlatır, “Kürdistan bir sömürgedir” tezine kadar uzun bir konuşma yapar. Ancak Güney bu konulara girmemiştir. İkisi üçüncü bir Urfalıyı konuşurlar, İbrahim Tatlıses... Güney şunu söylemiştir: “Buna dikkat edin, bunu yerime geçirmek istiyorlar, böylece sahte bir Kürt sanatçısı yaratacaklar. Amaçları arabeskleştirilmiş, içi boşaltılmış bir Yılmaz Güney yaratmak.’’

        Atatürk heykeli...

        ÖCALAN liseyi yatılı olarak okumak üzere Ankara’ya gidişini “burjuva topluma giriş’’ olarak niteler. Ankara’ya ayak basar basmaz korkar, “kent dağ gibi üstüne’’ gelir. Nereye, nasıl gideceğini sorar; karşısına bir öğretmen çıkar. Derken bir heykel görür: Atatürk heykeli... Öğretmeni dürter, “Bak’’ der, “Buna bak’’. Her şey inanılmaz gibi gelir. Öcalan heykele bakar, “Ne adam’’ der içinden, “Ne adam!’’...

        ‘Nurcu olsaydı örgüt kurmazdı’

        MALTEPE’de namaz kılan üç genç... Yakup İnce, Durmuş Yılmaz ve Abdullah Öcalan... İnce’ye göre Öcalan bu tarihte Nurcularla tanışsaydı, örgüt kurmak gibi bir fikri asla olmazdı. Öcalan’ın diğer okul arkadaşlarından eski Merkez Bankası Başkanı ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başdanışmanı Durmuş Yılmaz da o günleri hatırlar. Durmuş için Öcalan dindar biridir, namaz kılar. Bunun dışında Öcalan mütevazı ve çekingendir.

        Kızıldere ve Ertuğrul Kürkçü...

        ERTUĞRUL Kürkçü seneler sonra (22 yıl sonra) gazeteci olarak Öcalan’ın karşısına çıkar ve birlikte o günleri konuşurlar. Öcalan ve Kürkçü için bu an tarif edilmezdir. Kürkçü Kızıldere’den tek sağ kurtulandır ve Kürkçü gözaltındayken Öcalan onlar için meydandadır. Kürkçü “Şimdi ne düşünüyorsunuz?” diye sorunca Öcalan şu yanıtı verir: “Hâlâ o günleri hatırlıyorum. Buradan yeşerdik...’’

        Tayyip Erdoğan...

        MEHMET Metiner tarafından Erbakan için yazılan “Kürt Sorunu” adlı raporu ilk benimseyenlerden biri Erdoğan’dır. Bu raporda Güneydoğu sorunu yerine doğrudan “Kürt sorunu” ifadesi geçer, PKK ile savaşın altı çizilir, insan hakları ihlalleri anlatılır. Erdoğan 1994’te belediye başkanı olur. Seçilmesinde en büyük katkı Kürtlerindir. Kürt mahalleleri CHP yerine RP’yi ve Erdoğan’ı destekler. Erdoğan seçildikten sonra Kürt meselesine ilgi gösterir.

        ...AKP ve Erdoğan, 2005 yılına kadar Kürt meselesinden uzak durur. Erdoğan 2005’te Diyarbakır’da Kürt sorunu için “Benim de sorunum’’ der ve süreç başlar.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ