Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Balçiçek İlter’in bu haftaki konuğu ünlü Psikiyatr Prof. Dr. Mehmet Sungur

        Balçiçek İLTER / HT GAZETE

        Uluslararası Kognitif Terapiler Birliği Başkanlığı’na ilk defa Amerikalı olmayan bir isim, oybirliğiyle seçildi. O isim ünlü bir psikiyatr Prof. Dr. Mehmet Sungur. Mehmet Sungur ile yeni uluslararası konumunu, toplum psikolojimizi, şiddetin neden arttığını ve cinselliği konuştuk.

        -Yeni konumunuzun sizin için ne anlamı var?

        Daha yavaşlayıp sevdiklerime zaman ayırmayı hayal ettiğim bir dönemde yoğun bir görevi üstlendim. Hayatımda bir şey öğrendim. Hayat her zaman sevdiklerinizi yapmanıza izin vermiyor ben de yaptıklarımı sevmeyi öğrendim. Yaptığımı sevmek için de o işi iyi yapmak lazım. Sevmenin yolu çalışmak...

        -Peki ya Türkiye için?

        Bizler uluslararası arenada ülke olarak çok daha fazla yer alacağız demek. 8 uluslararası kongre düzenledim ülkemde ve her kongreden sonra çok farklı düşüncelerle ülkesine dönen doktorlar, akademisyenler keşfettim. 2011’de yaptığımız kongrenin tekrarı Hong Kong’da yapıldı ve açılışta bizden bahsedildi, “Çıta o kadar yükseldi ki, ne bilimsel ne de sosyal olarak o noktaya ulaşabileceğimizi sanmıyoruz!” çok gurur verici tabii.

        -Türkiye “Akademik açıdan” ne durumda dünyada?

        Sizin alanınızı soruyorum tabii. Türkiye’nin ismini duyurmanın bir yolu araştırma, diğeri etkinlik ve aktivite. Bilim sadece araştırma değil. Çok sayıda yayın yapılabilir ama o yayının ne kadar insan tarafından izlendiği ve ne kadar önemsendiği de çok önemli. Bilimsel olmak başka, tanınıyor olmak başka. Ülkenin bilinmesi ya da o ülkeden filanca ismin bilinmesi başka. Türkiye’deki sistem bize araştırma yapmak için özel bir zaman vermiyor, veremiyor. Öte yandan en çok hastaya bakan ülke konumundayız, bu da pratikte iyi bir şey gibi görünebilir ama 10 dakikada bir hasta görüldüğünü düşünürsek, bu süre “Merhaba” demeye ancak yeter.

        -Yani araştırmada zayıfız?

        Bireylerin tamamen kendi özel zamanlarından ayırarak gerçekleştirdikleri bir alan diyelim. İş çok zor. Biz örneğin hiç bilinmeyen vakaların ortaya çıkmasını sağlayarak sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, başarılı da oluyoruz aslında. Kilitlenen vaka sahneye getiriliyor ve herkesin önünde o hastayla görüşmeye çalışıyoruz, üstelik bu işi İngilizce yapıyoruz. Platformlarda tanınma böyle. Araştırma evet, ama klinik faaliyetler çok daha fazla göze çarpıyor.

        -Dolayısıyla sizin başkanlığınız Türkiye’nin bu platformlarda önünü açacak...

        Umuyorum. Evet. Birçok genç, başarılı ismi başka noktalara taşıyacağız, imkân vereceğiz. Çok gücüme giden bir olayı anlatacağım size. Yıllar önce bir araştırma yapıyorum saygın bir bilim insanıyla. Prostat kanseriydi, kemik metastası vardı ve ölmeden 15 dakika önce bana yazdığı mail’de yaptığımız araştırmanın önemini tekrar vurguluyor ve “Amerika’nın en ünlü dergisinde yayınlatmamız gerekiyor” diyor. Ve bir süre sonra yanıt geliyor oradaki editörden, araştırmayı gönderdiği hakemler yayını müthiş buluyorlar ama buna rağmen editör şöyle bir şey yazıyor bana: “Eğer bir gün şizofren olursam Türkiye’ye gelirim!” Yani “Bu ülkede bu tedavi nasıl yapılabilir hadi oradan!” demeye getiriyor.

        -Ne hissettiniz?

        Çok gücüme gitti. “Bekleriz” diye yanıt verdim. “Hatta olmadan da bekleriz, biz bir çok alanda size yardım edebiliriz” dedim. 15 yıl önceydi. Bendeki tetiklerden bir tanesiydi. O günden sonra farklı sarıldım alana... O algıyı değiştirmek zorundaydık ve değiştirdik. Türk psikiyatrisi olarak, dünyanın bir sürü yerinde ders veren biri olarak söyleyebilirim ki, hiç fena bir yerde değiliz.

        "KAHRAMAN İHTİYACI DUYUYOR OLUMSUZA ODAKLANIYORUZ"

        -Türk toplumunun psikolojisi nasıl?

        Dünyaya baktığınızda ne kötü ne de iyi, onu kötü ya da iyi yapan sadece bizim algılarımız, keşke bunu bir anlasak. Algılarımız da hayatın bize nasıl davrandığıyla alakalı. Cömert davranmışsa bu dünyanın iyi bir yer olduğuna inanıyoruz, davranmamışsa, tersi. Ama çok daha önemli bir şey var aslında. Bu dünya ne olursa olsun bizim ne yaptığımız önemli. Biz sadece piyon muyuz yoksa dünyanın etkileri üzerinde kişiliğimizi koruyabiliyor muyuz? Dünyada kapladığımız küçücük yerde maksimum anlamlı tavrımız ne olabilir? Ben böyle bakmaya çalışıyorum hayata.

        -Türk toplumunun özellikleri nedir peki?

        Güce önem veriyoruz. Kahraman ihtiyacı duyuyoruz. “Hep” ya da “hiç”lerimiz var. Düşünce hatamız hep oradan başlıyor. Genellemelerimiz çok, keyfi çıkarımlarımız da.. Olumsuza odaklanıyoruz maalesef. Bir insan ya iyi ya kötü, ya doğru ya yanlış, ya başarılı ya başarısız....

        -Gri alan yok yani...

        Yok. Sıfır ile yüz var sadece ve arasındaki rakamlar yok. Kahraman ya da vatan haini. Oysa hayatın kendisi bu sıfırla yüz arasındaki yolculuk değil mi aslında? Bu aralar çok moda herkes hayatın anlamının peşinde ama yanlış yerlerde arıyoruz. Bir insan sürekli aynı stratejiyle yaşadıysa, başka bir stratejiye geçemediysek, aynısının dozunu artırıyoruz. Örneğin susması için çocuğa bağırmak, işe yaramıyorsa daha fazla bağırıyoruz. Olmadı dövüyoruz. Oysa değiştir yolu... Arayarak, çabalayarak bul, farelerden daha akıllı olmamız lazım.

        -Çocuklarda o gayret var...

        Var tabii... Büyüdükçe o gayreti unutuyoruz. Yürümeyi öğrenene kadar bir bebek normalde kaç kez düşer? En az 250... Biz o bebeğe yere düştüğü zaman “Salak beceremiyorsun, deneme işte!!’’ demiyoruz. Alkışlıyoruz. Çocuk neyi anlıyor? Gayretin alkışlandığını.. Çocuk ilkokula gitmeye başladığından itibaren dünya ne diyor? Dörtgöz, cüce, şişko... O alkışlanan çocuk neyi görüyor? Gayret falan alkışlanmıyor, sadece başarı alkışlanıyor. Eskiden daha çok model vardı, şimdi o da tek tipleşmeye başladı.

        -Bu yüzden mi şiddet artıyor?

        Evet. Etrafımız modellerle çevrili ama gittikçe azalan bu modellerin bunda sorumluluğu çok tabii. Ailede başlıyor, okulda devam ediyor, iş hayatı, siyasetçiler, basın derken her şey bize model zaten. Şiddetin nedeni çok. Dikkatin en yoğun olduğu dönemde şiddetin artması son derece ilginç. Farkındalık var ama artış da var.

        -Ne demek bu?

        Şiddeti konuşmak yeterli değil maalesef. Biçimlerini öğrenip önlem almamız lazım. Dil bisturi gibidir. Ruha ve iç dünyaya açılan yaralar kolay kapanmıyor. Söylediğimiz cümlelerin içindeki agresyonu azaltmamız lazım. Şiddetin arkasında öfke, öfkenin arkasında çoğu zaman kırılmışlık var. Haksızlık duygusu... O haksızlık algısı toplumda yaygınlaştığı zaman iş zor. Seçenek sunmamız lazım, az haklı, yarı haksız vs gibi... Ya hep ya hiç değil yani... Ya haklı ya haksız değil. Bir insan tamamen haksız olamaz ya da haklı gibi...

        Bir politikacı tamamen yanlış olamaz örneğin. Zaten dört dörtlükse 10 yıl sonra ne öğrenecek o hayattan? Hepimiz öğreniyoruz, gelişiyoruz...

        "UZMANLAR YERİNE AZMANLAR VAR"

        -Boşanmalar da artıyor...

        Artıyor.

        -Ya cinsellik?

        Konuşulur hale geldi artık. En azından “Sorun var’’ şeklinde bir sinyalin farkındalığı anlamına geliyor. Farkındalık var ama inanılmaz kötü kullanıma açık bir alan. Herkes cinsellik konusunda uzman. Evlilik terapisti, yaşam koçu... Nasıl oluyor bu? Uzman dolu bu ülke. Uzman ila azman arasındaki fark önemli... Bu kadar konunun olduğu yerde bu kadar koç olmasına da şaşırmamak lazım tabii. Bu arkadaşlar her şeyi her işi yapıyor. Olacak iş değil. Bilenle bileni ayırmak lazım.

        -Ekrana çıkacak uzmanlara kriter geliyor, ne diyorsunuz?

        Nasıl yapıldığına bağlı tabii.. Ama haklılar. Her önüne gelen hatta her parayı bastıran konuşuyor. Kanala para verip istediğiniz yayını yapabiliyorsunuz, 6 ay önce öğrendim tesadüfen, çok tehlikeli. Meslektaş dediğim grup geniş ama bazen dehşete düştüğüm oluyor. Dünya literatürüne giren bir uygulama oldu Türkiye’den, ben yazdım. Adam “vaginismus’’ tedavisi için “künde” tekniği önermiş.

        -Şaka mı bu? Kadın kasılıp kalınca güreşin mi diyor?

        Şaka değil. Adı künde ve tedavi olarak öneriliyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir teknik yok. Öyle bir noktaya getirirsiniz kadını hareket edemez, o zaman yapın diyor... Dehşet verici!

        -Ağzım açık kaldı...

        Daha neler var.. Botokstan tutun da... Yani demek istediğim kötü kullanıma açık bir alan ve karnemiz çok kötü maalesef. Kadın cinselliğini tanımıyoruz. Işlev bozukluklarını bilmiyoruz. Kadının tepkisi ve fizyolojisi çok farklı. Daha yeni keşfediyoruz. En zorluk çektiğimiz alan kadınlarda orgazm sorunu, ilgi istek bozukluğu.

        -Artık sekssiz evlilikler var...

        Evet, çok doğru. Örneğin başka bir sorunla geliyor çiftler, laf arasında “Zaten 5 yıldır seks yapmıyoruz” diyor. Eşlerin ikisinde de cinsel işlev bozukluğu varsa zaten aldırmıyorlar. Taraflardan biri sorun olarak görüyorsa ancak bize geliyor. Evlilik yeni başladıysa sorun olabiliyor. Sonrasında sorun olmuyor. Biz evlenirken hayal ettiğimizle evleniyoruz olanla değil. O yüzden aşk bir görme kusuru diyorum ya.. Seks dışında başka faktörleri ön plana çıkarıyor eşler ve seksi önemsemiyor. Mesela çocuk... Geniş ailenin aynı evde yaşaması. Seks erteleniyor. Ama seksi ertelerseniz, hayatınızdan çıkarırsanız, zamanla buna duyulan ihtiyaç gittikçe azalıyor.

        -İyi bir şey mi bu?

        Değil tabii. Sorunlar başlıyor. Birinin ötekini dengelemesi gerekiyor. Erkek seksi istiyor, dillendiriyor, kadın daha az dillendiriyor. Mesela muhafazakâr kesimdeki çiftler bu konuda çok daha iyi. Problemleri dillendiriyor ve çözümü için çaba harcıyor, uzmanın önerdiklerini uyguluyorlar. Bizim o çok entelektüel, her şeyi bilen kesim, her şeyi sorguladığı gibi bunu da sorguluyor, niye yapacağım, böyle tedavi mi olur falan diyebiliyor. Her kesimde “cinselliğin” yaşamın kaçınılmaz bir parçası olduğunun farkında olarak bir hareket var. Bu iyi bir şey.

        -Diziler, evlilik programları... Ne düşünüyorsunuz?

        Dallas vardı, bu nasıl iş derdik, şimdi her yerde... Normalize ediliyor çarpıklıklar. En çok da sadakatsizlik yoruyor, üzüyor insanları. Özendirmemek lazım. Sıradanlaştırmamak lazım. Evlilik programlarına gelince, bakamıyorum bile... Gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Evliliği alışverişten ibaret sunmamak lazım. Bedeller ve ödüller dengesidir aslında bedeller ödülleri geçince iş biter. Sadece maddi olanlardan bahsetmiyorum kuşkusuz. Bir evliliği başlatmak o kadar kolay ki, bir bakış da başlatabilir. Ama sürdürmek başka... Önemli olan evlenmek değil mutlu bir şekilde götürmek... Evlilik birlikteliğin tek başınalığına karşı zaferidir!

        -Evliliğe inanıyor musunuz?

        İnsanların bağ kurma ihtiyacına inanıyorum. Ve bu bağ kurma ihtiyacına sosyal ve yasal açıdan en iyi paketin hâlâ evlilik olduğunu düşünüyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ