Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Oyuncu Tülin Özen, Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu: Selahattin Demirtaş daha yürekli olmalı

        KÜBRA PAR / GAZETE HABERTÜRK

        Fotoğraflar: ECE OĞULTÜRK

        Geçtiğimiz günlerde Karadenizli aydın ve sanatçıların barış bildirisine imza atan oyuncu Tülin Özen ile memleketin halini konuştuk

        NEDEN KONUŞTUK?

        HER gün üst üste ölüm haberleri geliyor... Yine gençlerin hayatının televizyonda 15 saniyelik bültenlerde okunup geçildiği, kanlı karanlık günlere geri döndük. Yüreğimiz burkulurken bir barış çağrısı da Karadenizli aydın ve sanatçılardan geldi. Aralarında Kadir İnanır, Nejat İşler gibi ünlü isimlerin de bulunduğu pek çok isim hem Türkiye genelinde hem de Karadeniz özelinde yükselen tansiyona karşı “Artık yeter, savaş planlarına hayır!” dedi. O bildiriye imza atan isimlerden biri de oyuncu Tülin Özen’di. Son dönem Türk sinemasındaki başarılı performansının yanı sıra aktivist ve entelektüel yanıyla da öne çıkan Özen’e, artan çatışmalara rağmen çözüm sürecine inancını nasıl koruduğunu sordum...

        Karadenizli sanatçılar ve gazetecilerin barış çağrısına imza attınız. Bu bildiri sizin için nasıl bir anlam taşıyor?

        Birçok insanın savaş istemediği bir zamanda, bu bildiri bana bunu yalnız kalmadan daha ayrıntılı ve kapsamlı bir halde söyleme fırsatı vermiş oldu

        Böyle süreçlerde sanatçılar genelde taşın altına elini koymaktan çekinir. “Tepki alırım” endişesi taşımadınız mı?

        Bir an bile taşımadım! Kutuplaştırıcı olmayan, kendini beraber yaşadığımız insanlardan üstün farz eden bir dil kullanmayan, barışı, doğayı, geleceği seven bir bildiri bu. Gönül rahatlığıyla imzaladım.

        Neden özellikle Karadenizli sanatçılar olarak bir araya gelme ihtiyacı hissettiniz? “Savaş isteyenler; Karadeniz’i kirli siyasetlerinin milli parkı yapmak istiyorlar” demişsiniz. Çatışmalar arttıkça Karadeniz’de milliyetçiliğin yükselmesinden mi endişe ediyorsunuz?

        Tabii ki çatışmaların, ölümlerin, yangınların yaşandığı bir toplumda bütün taraflarda milliyetçiliğin artma ihtimali var. Bu bildiri bize, işin milliyetçilik damarıyla değil, karşılıklı anlayış, empati ve barış yoluyla çözülmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Böyle zamanlarda çok manipülatif, çabuk değişen bir gündem yaratıldığı için, asıl olanın barışı sağlamak olduğunu da sürekli hatırlatmak gerekiyor.

        ‘90’LI YILLAR BENZETMESİNİ ÇOK DOĞRU BULMUYORUM’

        Çözüm sürecine neden destek veriyorsunuz?

        Çok basit, destekliyorum çünkü daha fazla ölüm istemiyorum! Yıllar sonra tarihe baktığımızda utanmayacağımız bir çözümü ürettiğimizi görmek istiyorum. Yaşadığımız ülkenin birbirine saygı duyan, ortak güzel bir gelecek için hep beraber çalışıp üreten bir toprak olmasını istiyorum.

        Süreç neden bozuldu sizce?

        Bence bunun gerçek cevabını bilebilmemizin imkânı yok. Bu kadar önemli bir sürecin, seçimden sonra nasıl birdenbire bozulduğunun bilgisi bize hiç verilmeyecek sanırım. Bunu bilenler yıllar sonra bir gün, birtakım belgesellerde itiraflarda bulunarak anlatacaklar ne yazık ki...

        “90’lı yıllara dönüyoruz, her şey daha kötüye gidecek” tedirginliği var mı?

        ‘90’lı yıllar’ gibi benzetmeleri çok doğru bulmuyorum açıkçası. 90’lı yıllara kıyasla halkın bakış açısının değiştiğini zannediyorum. Daha karmaşık ilişkiler olduğunu, basit bir iyi adam-kötü adam durumunun olmadığını anlıyor artık insanlar.

        Barış umudunuzu koruyor musunuz?

        Tabii ki koruyorum. Belki benim bilmediğim dengeler vardır ama artık en temel insani hakların verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birçok ülkede bu meseleler vaktiyle yaşandı ve halledildi. Yıl olmuş 2015, anadilini öğrenmek gibi bir sorun nasıl çözülmez hâlâ?

        "SAVAŞ KAZANMAKTAN BAŞKA BAŞARILAR BULMAMIZ LAZIM"

        Akan kanın durması için neler yapılmalı sizce?

        Çözüm süreci diyaloglarının hızlanması ve somut adımlar atılması gerekiyor. Konuşulanlarda samimi ve ısrarcı olmaları gerekiyor. Her an ağız değiştirirlerse nasıl yürüyecek bu iş? Ama bence en temelde bu topraklarda ‘savaş kazanmak’tan başka başarılar bulmamız gerekiyor artık. Üretim yapmak, teknolojide ve bilimde ilerlemek, kültür değerleri yaratmak, sanatı çok daha yoğun bir ihtiyaç haline getirmek gibi... Oysa daha kaba olanın, daha çok bağıranın kazanacağı öğretiliyor çocuklara. Eğer gençlere bu dünyada söz sahibi olabilecekleri değerler üretmeleri için koşullar sağlanmazsa, kaba bir şekilde savaşmaya devam edecek bu topraklar.

        Son süreçte PKK’nın eylemleri dolayısıyla HDP’yi eleştirenler artıyor. Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarını yeterli buluyor musunuz? HDP barış için daha ileri adımlar atabilir mi?

        Demirtaş’ın ateşkes çağrısını çok değerli buluyorum. Kürt sorununun çözümü için bu çağrıya ihtiyaç var. Güven tesis edilmediği sürece hayal kırıklıkları ve ölüm acıları yaşıyoruz. Demirtaş’ın bu konuda daha da yürekli olmasını, sesini daha iyi duyurmasını, bugüne kadar yaptığı gibi inandırıcı durmasını diliyorum. Uzun yıllardır kimse onun kadar inandırıcı ve etkili olamamıştı...

        ‘SANDIKTAN ÇIKAN MESAJIN GEREĞİNİ YAPSINLAR’

        Koalisyon görüşmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

        Bütün politikacılar seçimden sonra ‘milletin net bir mesajı olduğunu, halkın siyasetçileri sorumluluk almaya ve saygılı olmaya çağırdığını’ söylemişlerdi. Tam da bu söylemin gereği olarak koalisyon kurulmalıydı. Keşke politikacılar yuvarlak laflar etmeyip öncelikle aldıkları mesajın ne olduğunu söyleseler ve bu mesajın gereğini yapsalar. Tabii iş sadece koalisyon kurmakla da bitmiyor. “Barış ve diyalog” diyorsak, hangi koalisyonun kurulacağı da önemli...

        ‘SIKINTILI BİR RUH HALİ İÇİNDEYİM’

        Şu sıralar nasıl bir ruh halindesiniz? Türkiye’nin gergin politik ortamı sizi karamsarlığa itiyor mu? Yoksa “Bizde bu işler hep böyleydi, bu da geçer” mi diyorsunuz?

        Sadece şu sıralar değil aslında uzun zamandır sıkıntılı bir ruh hali içindeyim çünkü insanların daha büyük bir öfkeyle yaşamaya başladıklarını görüyorum... Neredeyse herkes kendisi gibi düşünmeyeni aşağılamaya ya da üstünde baskı oluşturmaya çalışıyor.

        Neden böyle?

        En büyük nedeni tabii ki yaşadığımız politik süreç ve politikacıların insanları böyle yönlendirmeleri... Çok uzun zamandır bu ruh halinin sokağa yerleştiğini görüyorum. Bir yandan da bu karanlığı geçip umutlu olma safhasına geçmek istiyorum. Çocuklar varsa eğer bu topraklarda, daha iyi bir dünyanın hayalini kurmak zorundayız...

        Şu sıralar iyice gerilip kutuplaştık sanki. Seçimden sonra rahatlayan hava tersine mi döndü acaba?

        Aslında ben seçimden sonra da rahatladığımızı pek düşünmedim. Elbette sonuçlar insanların daha çeşitli tercihlerini yansıtabildiği için heyecan yarattı. Ama hemen sonrasında hem koalisyon çözümsüzlükleri, hem de kanlı, savaş söylemli günler görmeye başladık. Gerilim ve kutuplaşma yine geldi.

        ‘KARADENİZ İNATÇILIĞI VAR’

        İskenderun’da doğmuşsunuz ama aslen Artvinlisiniz. Artvin’le canlı bir bağınız var mı?

        Var tabii, anneannem orada yaşıyor. Ben de yarın gidiyorum yanına.

        Karadenizli damarı var mıdır sizde?

        Dağ tarafında olduğumuz için deniz tarafındaki Karadeniz insanının özellikleri pek yok bizde. Yine de Karadeniz inatçılığı vardır bende! Zor bir coğrafyaya ait olmaktan kaynaklanıyor sanırım...

        Nasıl bir ortamda büyüdünüz?

        Annem de babam da mühendis. Ailemde müthiş bir memleket sevgisi vardır. Herkesin fotoğraflarını gördüğünde hayran kaldığı bir yere ait olmak çok büyük bir mutluluk bizim için.

        Oyuncu olmanızı nasıl karşılamışlardı?

        Şok içinde! (Gülüyor) İTÜ Elektrik’te okurken bırakıp tiyatro bölümüne geçmem tamamen mühendis olan ailem için zor ve anlaşılmaz bir karardı. Bu fikirle barışmaları çok uzun sürdü!

        Evin ‘fırlama’ kızı mıydınız yoksa ‘uslu, hanımefendi’ mi?

        İkisinin karışımı... Ama fırlama olana daha yakındım! Evde çocukluğuma dair konuşmalar geçerken en çok inatçı ve manasızca cesur olduğum konuşulur.

        Daha önce “Otostop çekerek seyahat eden, sokaklarda takılan bir kızdım” demiştiniz. O günleri özlüyor musunuz?

        O günlerdeki gibiyim özünde hâlâ... İstediğim her an oraya dönebilme ve aynı heyecanla yaşama gücüne sahibim. O halimi bir yanda hep saklı tuttum.

        ‘ABLUKA VENEDİK’TE YARIŞACAK MUTLUYUM’

        Oynadığınız son film ‘Abluka’ da Venedik Film Festivali’nde ana yarışmaya seçildi. Heyecan var mı?

        Olmaz mı! Senaryoyu okuduğumda çok özel bir film olacağını anlamıştım. Abluka İstanbul’un bilmediğimiz bir zamanında, sıkıyönetimde, yeniden karşılaşan iki kardeşin çok güçlü bir hikâyesi... Venedik gibi harika bir festivalde yarışacağı için çok mutluyum.

        Sizi en son Cem Yılmaz’ın filminde izlemiştik. Yeni filmi ‘Ali Baba ve 7 Cüceler’ için de destek olduğunuz doğru mu?

        Doğru. Zaten bir kere Cem Yılmaz setinde bulunulunca tekrar tekrar gitmek istiyor insan! (Gülüyor) Herhalde sete bir şekilde sızmaya çalışacağım anlaşıldı ki, en azından gelince bir işin ucundan tutsun dediler! Harika bir setti.

        Tiyatro nasıl gidiyor?

        Şu sıralar Şermola’da Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönettiği bir oyunun provasındayım. Kısa zamanda çıkacak.

        Yan flüt ve perküsyon çalıyormuşsunuz. Profesyonel anlamda müzik yapma planı var mı?

        Hayır yok, ama amatör olarak yapabilsem ne güzel olur!

        Şu sıralar ne okuyorsunuz?

        Hep türleri karıştırarak okurum. Şu sıralar Robert Walser’in ‘Tanner Kardeşler’ romanı var elimde. Zevkle tavsiye ederim...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ