Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem ‘Şapkasız olmak zor, ben de yerine başka şapka koydum’

        Balçiçek İLTER / GAZETE HABERTÜRK

        Fotoğraflar: Hasan ÖRNEKOĞLU

        Pazartesi Sohbeti’nin bu haftaki konuğu gerçekten özel bir isim. Hikâyesini dinledikçe saygımın bir kat daha arttığı, “İnsanlar neler yaşıyor ama dimdik ayakta duruyorlar!” diye düşündüğüm portrelerden birisi eski Oramiral Nusret Güner. Aile Rizeli. Sülale denizci. Tekneler, takalar içinde geçmiş hayatı. Başka bir meslek hayal edememiş bile. Büyükbabasının eşkıya Nusret’ten esinlenerek koyduğu ismi anlatırken içten “Herkes Nusret gemisinden zannediyor, halbuki dönemin Robin Hood’larından bir eşkıya ismini taşıyorum ben. ‘Söyleme aman’ diyorlar, neden söylemeyeyim?” diyor.

        Müthiş etkileyici bir özgeçmiş, önemli görevler. Milli Savunma Bakanlığı Genel Plan Prensipler Daire Başkanlığı’ndan, Kuzey ve Güney Görev Grup Komutanlıklarına, Harp Filosu Komutanlığı’na, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı’na, Güney Deniz Saha Komutanlığı’na ve nihayet Donanma Komutanlığı’na uzanan bir yolculuk...

        Nusret Güner, 2011 yılında oramiralliğe terfi ettiğinde herkes onun 2013’ün ağustos ayında Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak atanacağını biliyordu. Ama öyle olmadı. Güner, atanmasına 5 ay kala ‘Kumpas davaları’na tepki olarak Donanma Komutanlığı’ndan istifa etti ve emekliliğini istedi. Araya dönemin Başbakan’ı Erdoğan bile girdi, “İstifa etme” dedi, Güner dinlemedi. Bugün okuyacaklarınız, idealleri ve inandığı değerler uğruna parlak bir kariyer ve geleceğini bir kalemde silen bir adamın öyküsüdür. Üstelik uğruna kariyerini çöpe attığı asker arkadaşları tarafından da sahip çıkılmayan, korumaları alınan, orduevine girmesi yasaklanan bir oramiral o. “Üniformanızı özlüyor musunuz?” diye sordum, gülümsedi, “Şapkasız olmak zor, ben de yerine başka şapka koydum’’ yanıtını verdi.

        -Ne zaman karar verdiniz denizci olmaya?

        Aile denizci, bütün sülale. Başka bir meslek düşünmedim bile. Çok üstüme düşüldü. İlkokulda inanılmaz ilgiyle büyüdüm, şımarık yetiştim bir ara. Babam benim için çok önemliydi. Bir gün hiç unutmuyorum, ortaokulun ilk 3 ayı sonunda veli toplantısında notlarım kırıklarla dolu, babam konuşuyor “Nusret’ten hiç beklemezdim” diye. Ben de masanın altında dinliyorum. 13 yaşındaydım. O gün kafama koydum bugün geleceğim yeri.

        -Öylesine bir iş tutkusu... Sonrası başarılar, Amerika’da üniversiteyi birincilikle bitirdiniz. Peki istifa kararınızı önce kime danıştınız?

        Babama. Mezarına gittim. Dedim ki... (Bu noktada gözyaşları geliyor. Nusret Bey fotoğraflarının çekilmesini istemediği için yayımlayamıyorum ama yazabilirim diye düşünüyorum çünkü böylesine parlak bir kariyere sahip bir askerin istifa ederken babasının mezarına gidip helallik alması ve bunu gözyaşları içinde anlatması çok ama çok etkiledi beni...) İnanın ben çok duygusal bir insanım, sert bilinirim ama öyle değilimdir. Gittim ve babamın onayını aldım, o kadar.

        -Peki, biraz başa dönelim size nefes aldırmak için, 2007-2009 yılında siz NATO’da görevliydiniz. Ne zaman hissettiniz TSK’da işlerin sarpa sardığını?

        Uzaktaydım ama olan biteni izliyordum. Toplantılara da geliyordum. 2009 yılında Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı olarak geldim. İstihbarat konumum da olunca olup bitenleri yakından görme fırsatım oldu. İlk gününden beri ben Balyoz, Amirallere Suikast, Kafes, Casusluk vb. kumpas davalarına inanmadım; Deniz Kuvvetleri’nde hiçbirimiz inanmadık. Balyoz ve peşinden Kafes çıktı karşımıza. Komutanıma çıktım, “Bizi zayıflatmaya çalışıyorlar, bunun iki nedeni olabilir: Ya Yunanistan’a Ege’de taviz vereceğiz, o dönem istikşafi görüşmeler vardı çünkü, ya da Kürtlere özerklik meselesi” dedim. Ve dedim ki: “Gereği yapılmazsa büyük karışıklık yaşarız...”

        ‘İNSAN EVLADINDAN ŞÜPHE EDER Mİ?’

        -Neydi gereği?

        Tepki koymak zorundaydık. Müthiş bir kurgunun içinde yer aldık. Operasyon başladı. Teğmenler toplanmaya başlandı. Hiç kimse yazılı imza atamıyor, herkes korkuyor. Ben hiç inanmadım, insan evladından şüphe eder mi?

        -O dönem kamuoyu “TSK’nın genlerinde darbecilik var” diye inanmış gözüktü. İyi de karacılara operasyon yapılmıyor ki... Denizciler toplanıyor. Denizciler darbe yapamaz ki. Niçin denizciler hedef alındı?

        Cevap basit. Büyük Ortadoğu Projesi. Komutanımla sürekli konuşuyoruz. TSK ne yapabilir? Elimiz kolumuz bağlandı.

        -Neden?

        Genelkurmay Başkanı’nı kandırmışlar. “Bak karacı yok içlerinde” demişler. Genelkurmay Karargâhı’nda şaka yollu şöyle bir söylem vardı: “4 beyaza dikkat; un, şeker, tuz, bir de denizci...” Bizim darbe yapacak halimiz olabilir mi, yapmaya kalksak bile karacılar müsaade etmez. Kara Kuvvetleri personeline fazla dokunmadıkları için Genelkurmay Başkanları sessiz kaldı. Hem İlker Başbuğ hem de Necdet Özel, mağlup komutanlardır. Bazıları onları parlatmaya çalışıyor, nafile. İlker Başbuğ’un “Nedir bu denizcilerden çektiğimiz’’ dediğinin duyumunu aldık biz. Necdet Özel, emekli olduğu tarihe kadar “Yargıya güveniyorum” diyordu. Ne oldu yargı?

        -Nasıl dokunmadılar Başbuğ’a?

        İçeri aldılar. İçeri girmesi hiçbir şey ifade etmez, onu kurtarmaz. Atatürk kitapları yazıyor, o da onu kurtarmaz. Mağlup komutandır, o kadar! Biz onların yüzünden personelimizi teslim ettik. “Etmeyeceksiniz’’ demesi yeterliydi.

        -Personeli teslim etmek nasıl bir duygu?

        Korkunç. Donanma Komutanı’yım, evlatlarım alındı, çok gücüme gitti. Canımı vereceğim personelim elimden alındı. Sonra bana diyorlar ki: “Kalsaydın.” Nereye kalıyorum? Benden başka herkes, eşim de dahil istifa etmemem gerektiğini söyledi. 5.5 ay sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktım. Olacağım da ne olacak? Liderlik atanmayla olmaz. 13 yaşında giriyorsunuz, bütün sülaleniz araştırılıyor. 6-8 yıl adeta beynimiz yıkanıyor “vatandı, miletti” diye. Maaşımızı bile bilmezdik. Subay çıktıktan sonra sicil sürekli araştırılmış. Devlet böyle bir kişiye güvenmiyor, geçmişi ne olduğu bilinmeyen 40 yaşındaki hâkime güveniyor ve Kozmik Büro’yu teslim ediyor. Sonra “casus” suçlaması...

        ‘120 ADAMIMA ‘CASUS’ DIYORLAR'

        -Peki siz niye istifa ettiniz? Yani hakkınızda hiçbir suçlama yok

        Öyle bir tezgâh var ki ortada; 21 Eylül 2012’de ilk mahkeme kararı çıktı, kararımı verdim. 1 hafta bekleyip istifayı verdim. Ben Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı’ndan, hatta Başbakan’dan tepki verecekler diye bekledim. Cumhuriyet tarihinde ilktir bu konumda istifa. 120 adamıma “Casus” diyorlar, kabul edebilir miyim ben bu durumu? Deniz Kuvvetleri Komutanı, “Sen gidersen benim kalmam uygun olur mu falan?” diyor. Eh tabii uygun olmaz! Demiyorum bir şey, ama aslında bu istifayla hem ona hem Genelkurmay Başkanı’na “Hadi” diyorum. “Demokratik tepkimizi gösterelim” diyorum. TSK’da istifa dönemleri vardır, planlama bozulmasın diye. Yani eylülde istifa ettim ama ocak ayını beklemek zorundaydım.

        ‘PARAYLA PULLA HİÇ İŞİM OLMADI’

        -Ne oldu o ara?

        Ne olduysa o ara oldu zaten. Beni sürekli vazgeçirmeye çalıştılar. Eşime bile “Bak dedim bana, ısrar edersen seni ve kızımı silerim, bu şahsi meselem değil bu Türkiye’nin meselesi” dedim. Şimdi başıma vuruyor, “Bizi bile gözden çıkardın” diye. Bakın parayla pulla hiç işim olmadı, müthiş rütbeler almışım, komutanlarım beni çok iyi görevlere getirmişler, iyi bir yaşamım olmuş ama aklımda halkıma hizmetten başka hiçbir düşünce yok. 30 Kasım’da YAŞ’ta konuşmamı yaptım, bu durumu benim kabul etmemin mümkün olmadığını Sayın Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’na da söyledim. Her şey ortada ve Gölcük’e döndüm moral için, personelimle tatbikata katıldım. Denizdeyim, bir telefon: “Kızınızı ifadeye çağırıyorlar.”

        -Kızınız 14 yaşında...

        Balçiçek Hanım, kızım henüz 14 yaşında, neymiş; mağdurmuş, odasına kamera yerleştirilmiş. Amaç başka tabii. Kızım üzerinden beni vuracaklar. Diyorlar ki üstü kapalı: “Sen istifanı geri al, geri almazsan, ‘Kızının bu olayı yüzünden istifa etti’ dedirteceğiz ve istifanı da seni de itibarsızlaştıracağız.” Tam bir şantaj. Kızımı adeta fanus içinde büyütmüşüm. Delirdim bir anda... Personelimi ailemden hep önde tuttum, tatbikatı kesmedim ama eşimle kızımı ifadeye yolladım, ancak şöyle de dedim: “Kızıma bir şey olsun, üst düzeyde gereğini yaparım!” Ama şantajcılar kazandı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Herhalde kızı yüzünden istifa etmiştir” diye açıklama yapıyor ve benim Genelkurmay Başkanım sessiz kalıyor! Daha ne olsun? Savcıya gittim, bu söylediklerimi tekrarladım; ifademe girdi, “Şantaj yapıyorsunuz” dedim.

        -Dönemin Başbakan’ı Erdoğan ile de baş başa bir görüşmeniz oldu değil mi?

        Evet. Kızım benim hayatım, Allah vermiş onu bana... Dünyadaki en büyük varlığım o benim, Başbakan’a da söyledim. İddianamede bile kızımın adını açık açık yazdılar. Herkesin işine geldi kızımın bu kumpas işi, “Bu yüzden istifa etti” dediler çıktılar. Başbakan ısrar etti, “İstifa etme, bak görüyorsun MİT Müsteşarı’nın durumunu” dedi. Ben dedim ki: “Bakın ben askerim, bir kez istifa ettim. Neden istifa ettiğimi size YAŞ’ta anlattım. Bunları düzeltin, ben de sizin duacınız olayım.”

        ‘İKBAL HIRSI HİÇBİR ZAMAN BİTMİYOR’

        -İstifa ettiniz, ne oldu?

        Öncelikle şunu söyleyeyim, hiç pişman değilim. Yaşadıklarımdan hemen hemen hiç etkilenmedim çünkü alışkınız asker olarak zor şartlara ve bu da benim yapmam gereken görevimin bir parçası. Ama eşim çok etkilendi. En çok neye üzüldü biliyor musunuz? Bizi yalnız bıraktılar, sivillerden arayan soran oldu, ama askerlerden pek arayan soran yok. Ben çok mutluyum. Yaptığım doğruydu. Ben o konumda kalamazdım, zül olurdu. Gençler hariç, hapisten çıkan üst düzey silah arkadaşlarımdan bile ilgi görmedim. Nedenini siz tahmin edin. İkbal hırsı hiçbir zaman bitmiyor.

        -Neden?

        İkbal böyle bir şey! Hapisten çıkanlar TV’lerde, medyaya, “TSK bize sahip çıkmadı” dediler. Ama “Donanma Komutanı bize sahip çıktı” diyeni duydunuz mu? Halbuki yüz yüze görüşürken farklı konuşuyorlardı. Ben bugün kendi çapımda mücadele veriyorum. Halkıma ne olup bittiğini anlatmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Çok rahatsızlar konuşmamdan. İlker Başbuğ, çıkmış hapisten; “Hurşit General çıkmadı!” diyor, yahu Hurşit General kim, bir kişi. Donanmanın o kadar adamı içeride. Başbuğ hapisteyken beraati için dilekçe verince isyan ettim. Önce silah arkadaşlarının çıkması için uğraşmalı, sonra kendini düşünmeliydi. Ben ise halka yaptığım açıklamalarla hapse girmeyi göze almıştım. Nitekim de Necdet Özel, beni susturmak için, hakaret ettim bahanesiyle 5 yıl hapis cezasıyla yargılanmamı talep etti. Herkes yerini bilecek. Bu işler Atatürk kitabı yazmakla olmuyor. Sen çocuklarımızı gaza getirdin Atatürkçülük diye, sonra onları yalnız bıraktın! “İnternet andıcını görmedim” diyor, ikinci başkan da “Arz ettim” diyor. Hesabı sorulacak çok konu var.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ