Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Murat Bardakçı, Abdülhamid'in oğlunun mektubunu yayımladı

        BİRKAÇ günden buyana eşine- emsâline başka hiçbir memlekette görülmeyecek bir tartışma yaşıyor ve Sultan Abdülhamid’i konuşuyoruz... Böyle bir tartışmanın başka hiçbir memlekette görülemeyeceğini söylememin sebebi Abdülhamid için sarfedilen sözlerin ve hakkında yazılanların medenî ve akademik kaidelerin tamamen dışında sarfedilmesi... Bir kesim Sultan Abdülhamid’i “ulu hakan” olarak yere göğe koyamazken diğer taraf hükümdarın vehimlerinin “paranoya” seviyesine yükseldiğini söylüyor ve eleştirilerini hakaret hâline getiriyor...

        Bugün bu sayfada, Sultan Abdülhamid hakkında daha önce yine burada kısa bir şekilde, sadece bazı cümlelerini yayınladığım bir mektubun tamamını okuyacaksınız... Mektup, hükümdarın en küçük çocuğu olan Şehzade Mehmed Âbid Efendi’ye ait ve meşhur tarihçi İsmail Hâmi Danişmend’e gönderilmiş... Şehzade Âbid Efendi 1905’te Yıldız Sarayı’nda doğmuş, babası 1909’da tahtından indirilip Selanik’teki Alâtini Köşkü’ne kapatıldığında Âbid Efendi de onunla beraber sürgüne gönderilmiş, 1924 Mart’ında, Osmanlı Hanedanı ile beraber genç şehzade de Türkiye sınırları dışına çıkartılmış, memleketini bir daha görememiş ve hayatını Beyrut’ta 8 Aralık 1973’te noktalamıştı.

        İsmail Hâmi Danişmend.
        İsmail Hâmi Danişmend.

        DOSYALAR DOLUSU MEKTUP

        Bende, Âbid Efendi’nin İstanbul’daki dostu meşhur tarihçi İsmail Hakkı Danişmend’e gönderdiği çok sayıda mektubu bulunuyor. Şehzade mektuplarında günlük hayatından, çektiği sıkıntılardan ve memleket hasretinden bahsederken bazen babasından sözediyor ve arada bir de çocukluk hatıralarını anlatıyor. “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi” isimli büyük eserin yanısıra çok sayıda başka önemli eserler de vermiş olan tarih üstadı İsmail Hâmi Bey’in eşi rahmetli İclâl Danişmend, ortaokulda tarih hocamızdı ve vefatından kısa bir müddet önce, 1990’larda, büyük tarihçinin vefatının ardından bir üniversiteye bağışladıkları kütüphanesinden geride kalan evrakı bana devretmişti. Bu son derece önemli tarihî evrakın içerisinde hanedan mensuplarının İsmail Hâmi Bey’e yazmış oldukları ve bazı olayların arka plânını anlattıkları mektuplar vardı ve Âbid Efendi’nin mektupları da bunların arasında idi... Sözünü ettiğim çok sayıdaki bu mektupları ileride yayınlayacağım...

        Aşağıda, Âbid Efendi’nin şimdi bende bulunan yazışmalarından 9 Temmuz 1955’teki mektubunun tam metnini naklediyorum. Şehzade, İsmail Hâmi Bey’in yeni yayınlanmış olan meşhur “Kronoloji”si ile ilgili takdirlerini yazdıktan sonra Sultan Abdülhamid’in meşhur “vehmi”nden bahsediyor, hükümdarın vehimli olduğunu kabul ediyor ve “Babamı tahrik edip çileden çıkartmışlardı. Bu, psikologlar tarafından incelenmesi gereken bir konudur” diyor. İşte, Şehzade Mehmed Âbid Efendi’nin, babası Sultan Abdülhamid’in meşhur vehminden sözettiği mektubunun tam metni: “Muhterem Hâmi Beyefendi, 2 Haziran tarihli mektubunuza tam bir ay tehirle cevap verdiğimden dolayı özür dilerim. Tavsiye buyurulduğu gibi kronolojiyi sonuna kadar okudum. Bu iş onbeş günden beri bitmiş olduğu halde bazı meşguliyetler sebebiyle bir türlü oturup bu birkaç satırı hemen yazamadım.

        Âbid Efendi gençlik senelerinde askerî üniforma ile.
        Âbid Efendi gençlik senelerinde askerî üniforma ile.

        GÖREV, PSİKOLOĞUN

        Bundan evvelki mektubumda hemşire ile aranızda zuhur etmiş olan o tatsız hadise hakkında düşüncemi yazmıştım. Zamanında beni çok üzmüş olan bu mesele üzerinde durmak istemiyorum. İnşallah şimdiye kadar kâmilen zail olmuş (tamamen bitmiş) ve aradaki burudet (soğukluk) kalkmıştır. Sekiz sene sekiz aylık bir emeğin mahsulü olan kronolojinin ikmâlinden (tamamlanmasından) ve münderecatından (içeriğinden) dolayı zat-ı âlinizi tebrik etmekte kendimi vicdanen borçlu telâkki ediyorum. Nihayet, Osmanlı Tarihi’nin bu eksiği de dolduruldu sayılabilir. Bittabii beni alâkadar eden kronolojinin rakamlarından ziyade -gayet ihtimam ve dikkatle halledilmiş olmasına rağmen- izah ve tefsirlerdir.

        Sultan Aziz vaka’sı, Midhat Paşa’nın halet-i ruhiyesi, 93 seferinin zuhurundaki (ortaya çıkışındaki) meseleler, anâsır (unsurlar, imparatorluğu teşkil eden milletler) bakımından parlamentarizmin o zamanki tehlikesi, Mısır meselesi, Ermeni ve Makedonya isyanları, güya müverrih (?) Ahmed Refik’in bütün kitaplarında bâriz olan daimî Âli Osman garazkârlığı, Sabahattin’in mahiyeti ve nihayet 31 Mart’ın mesuliyeti gayet vâkıfâne tahlil edilmiş. “Vehm-i Hümayun” ve tevlid ettiği netâyiç (sebep olduğu neticeler) bittabii hoşumuza gitmezse de sizden mensur kaside (düz yazı şeklinde şiir) değil tarih beklediğimizden bu da maalesef bir hakikat-i tarihiyye (tarihî gerçek) olduğundan kabule mecburum. Yalnız şu var ki: bu “vehim” denilen şey her insanın ruhunda az veya çok mevcut bir şeydir. Fakat bir insanın işgal ettiği makam ve bilhassa içinde yaşadığı muhit bu vehmi mütemadiyen tahrik ve nihayet çileden çıkaracak bir makam ve muhit oluyorsa o zavallı insan ne yapsın?

        Acaba herhangi bir adam şu veya bu şekilde kazaya uğratılacağına dair Allah’ın her günü onbeş yirmi mektup alırsa artık ondan çıkamaz bir hale gelmez mi? Bu cihet de psikolog gözüyle ayrıca tedkik edilecek bir meseledir. Bir biyografi yazıldığı halde bilhassa bu noktayı nazar-ı dikkatinize arzederim.

        ABDÜLHAMİD HAN
        ABDÜLHAMİD HAN

        VAHİDEDDİN ve ABDÜLHAMİD

        İttihadçılar’ın vazifeperverliklerinin yalnız kendileri mevki-i iktidarda (iktidar makamında) olmaları şartı ile mahdudiyeti (sınırlı kalması) ve umumiyetle halet-i ruhiye ve fikriyeleri çok iyi şerhedilmiş. Sultan Vahideddin’in psikolojisinin tenviri (aydınlatılması) ve dolayısıyla tebriyesi (temize çıkartılması) için de zaman ve imkânın müsaade ettiği derecede bezledilen (geniş şekilde gösterilen) gayret, babamın müdafaası için gösterilen himmet kadar beni mütehassis etmiştir. Bunun için de ayrıca teşekkür ederim. Bu bahisleri sahifeler dolusu uzatmak mümkündür. Lâkin bir yerde nihayet durmak lazım. Bu vesile ile refikanız hanımefendiye ve zat-ı âlinize saygılarımı takdim eder, devam-ı saadet (mutluluklarınızın devamını) ve âfiyetinizi dilerim. Mehmed Âbid”

        Sultan Abdülhamid’in en küçük çocuğu olan ve 1973’te vefat eden Mehmed Âbid Efendi, dünyadan en son ayrılan padişah oğlu idi. Babasının Selânik’te ve İstanbul’daki Beylerbeyi Sarayı’nda yaşadığı sürgün günlerinde yanında olan Mehmed Âbid Efendi, Türkiye’den 19 yaşındayken ayrıldı ve önce Fransa’ya gitti. Sorbonne Üniversitesi’nin siyasal bilimler bölümünü bitirip hukuk doktoru oldu. Paris’ten Arnavutluk’a geçti,

        1936’da Arnavutluk Kralı Zogo’nun kızkardeşi Prenses Seniye ile evlendi ama 12 sene sonra ayrıldı. Yeniden Fransa’ya döndü, hayatını seyyar pazarlamacılık yaparak ve kapı kapı dolaşıp bir sabun firmasının ürünlerini tanıtarak kazanmaya çalıştı. Fransa’da gittikçe artan bir geçim sıkıntısı çekmeye başlayınca 1966’da Beyrut’a gitti, Hamra Caddesi’nin arka taraflarında ucuz bir öğrenci pansiyonuna yerleşti, Suudi Arabistan’ın o zamanki kralı Faysal’ın bağladığı aylıkla ve İstanbul’daki bazı ailelerin gönderdikleri yardımlar ile yaşamaya çalıştı. Lübnan’daki hâli vakti düzgün sayılan akrabaları da şehzadeye mütevazi miktarlarda yardım göndermekte idiler.

        Âbid Efendi, Osmanlı Hanedanı’nın erkek mensuplarının Türkiye’ye girişlerini serbest bırakan kanunun çıkmasından bir yıl önce, 1973’ün 8 Aralık günü, Beyrut’ta sokakta kalp krizi geçirdi ve hayata aynı gün veda etti. İsmail Hâmi Danişmend’e gönderdiği mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla, Danişmend’in teşvikiyle hatıralarını yazmaya başlamış; yazdıklarını İstanbul’a, İsmail Hâmi Bey’e göndermiş ama tamamını kaleme alamadan vefat etmişti. Âbid Efendi, yakın akrabaları dışında pek kimseyle görüşmemiş, özellikle gazetecilerden uzak durmuştu.

        Onu tanıyanlar ailesi haricinde sadece çok yakın bir-iki dostu ile mektuplaştığını anlatırlarken, “Bizi sevmeyenler halimi görerek sevinir, sevenler ise üzülür. Gazetecilerden, reklâmdan ve reklâmın insanlar üzerinde yansıttığı çiğ ışıktan hoşlanmıyorum. Geçmişin hatıralarını anlatıp da ne yapacağım? Hatıralar insanın içinde yaşayan şahsî şeylerdir. Politikayla zaten alâkadar olmuyorum, hususi hayatım da tamamiyle bana aittir” dediğini söylüyorlardı.

        MURAT BARDAKÇI/GAZETE HABERTÜRK

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ