Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Sertab Erener: O gece birbirimize sarılıp ağladık

        Yeni albümünüzün adı ‘Kırık Kalpler’. Türkiye’nin son dönemdeki ruh haline de denk düştü diyebilir miyiz?

        Denk düştü gerçekten. Doğduğumuzdan beri bu ülkede melankoli bitmiyor. Bir yerlerden geçiyoruz, dibe vurup tekrar çıkıyoruz. Hayat gibi ülkenin durumu sanırım. Kişisel olarak benim açımdansa ironik aslında. İnsanların hayatlarında birtakım şeylerden geçtikleri melankolik dönemleri oluyor, bazı şeyler birikiyor. Daha sonra bir açıklığa çıkıyorsunuz. Şu an çok iyiyim ama albüm iyi olmadığım bir dönemin şarkıları ve melankolisini yansıtıyor.

        15 Temmuz ve sonrasında yaşananlardan sonra insanlar biraz içine kapandı sanki ama sizin geçen haftalarda verdiğiniz 2 konser de çok kalabalıkmış. Halkta bir rahatlama isteği mi var acaba?

        Birinci ve İkinci Dünya Savaşı eğlencenin çok olduğu, insanların kendilerini mutlu etmeye çalıştığı dönemlermiş. Halk bir yerden çok sıkışınca başka bir yerden rahatlama istiyor. İnsanlar bir araya gelip şarkı söylemeyi, mutlu bir anı paylaşmayı özlüyor. Bunun payı var. Çok ciddi ve önemli bir yerden geçti Türkiye. Umarım tamamen bitmiştir.

        ‘KAYBETTİĞİMİZ İNSANLAR İÇİN BEN DE KÜÇÜK BİR ŞEY YAPMAK İSTEDİM’

        Son konserin gelirini darbe şehitlerinin ailelerine bağışlamamışsınız. Fikir nasıl doğdu?

        İlk konser iyi geçince, “Bir tane daha yapalım” dediklerinde bir anlamı olsun istedik. Bu yüzden konseri 15 Temmuz Şehitleri’ne adamak, kaybettiğimiz insanlar için küçük de olsa bir şey yapmak istedim.

        Darbe girişimi gecesi siz neler yaşadınız? Korkutucu muydu?

        Ben küçükken bir darbe daha yaşamıştım. Onunla bunun arasında bir karşılaştırma yapıyorum. Bu çok garip bir şekilde başladı. Ne olduğunu anlamadan sosyal medyadan yapılan paylaşımlarla başlayan ve sabaha kadar devam eden bir şey yaşadık. Bildirinin okunduğu anda 10 yıl yaşlandım! “Hayır, lütfen bu gerçek olmasın, bunu yaşamayalım bir kez daha” dedim. Hepimiz birbirimize sarılıp ağladık, çünkü çok yoğun bir şeydi yaşadığımız.

        Ailenizle mi beraberdiniz?

        Evet, abim Serdar (Serdar Erener), eşi Nil (Nil Karaibrahimgil), çoluk çocuk hep birlikteydik ve herkes gibi sabahladık.

        Siz “Hayatımın neşeli bir dönemindeyim” dediniz. Memleketin bu durumu ruh halinizi nasıl etkiliyor?

        Bu atlattığımız şeyin çok ağır bir şey olduğunu biliyorum. Sokaktaki herkes çok etkilendi. Bir de terör var. Bu stres ve bir gün sonranın bilinmez olması insanda baskı yaratıyor. Bu yüksek stres halini normale çevirmemiz lazım ki nefes alabilelim. Esas risk bu yaşanan gerginliği normalize ediyor olmamız bence. Alışıyor olmamız çok tehlikeli, alışmamalıyız.

        ‘ORTAK ACILARDA BİRLEŞELİM, KONSERLER İPTAL EDİLMESİN’

        Müzik piyasasına nasıl yansıdı yaşananlar?

        Müziğe direkt etki etti. Enteresan bir algı var, bu tip olaylardan sonra hayat olduğu gibi devam ederken olan müziğe oluyor; ilk olarak konserler iptal ediliyor. Burada müziğin genel algısıyla ilgili bir sorun var. Müzik sadece eğlence aracı değildir. Bizi iyileştiren ve bir araya getiren bir yanı da var. Ortak duygularda ve acılarda birleşmek çok önemli bir enerji. Siyaset bizi bölüyor, oysa müzik birleştiriyor.

        Özellikle Türkiye’nin kutuplaşmış atmosferinde herkes bir araya geliyor konserlerde.

        Kesinlikle öyle. Dinleyicini seçmezsin. Bizi yapıştıran ve güzelleştiren bir şeyken en ihtiyacımız olduğu ortamda müziğin kalkıyor olması doğru değil bence. “Bunu birileri yapıyor” demiyorum, bu psikolojik bir fikir oldu ve uzun zamandır böyle yapıyoruz.

        ‘Yas dönemlerinde konserler iptal edilmesin’ mi diyorsunuz?

        Evet, tam tersine yapılmalı bence. Hatta bir araya geldiğimizde kaybettiğimiz insanları anmalı, sonra yaralarımızı iyileştirmek için ihtiyacımız olan müziği almalıyız. Müzik katiyen sadece bir eğlence aracı değil. Ayrıca herkes bir şekilde hayatına devam ediyor. Diziler devam ediyor, insanlar içmeye, gezmeye, arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyor ama biz niyeyse müzikle bir araya gelemiyoruz.

        ‘TÜRKİYE’NİN GENÇ ÜLKE OLMAKTAN KAYNAKLI SORUNLARI VAR’

        2000’lerin başında çok sevilen şarkılar yaptınız ve Eurovision’da Türkiye’ye birincilik kazandırdınız. O dönem futbolda dünya 3.’lüğü elde ettiğimiz, Orhan Pamuk’un Nobel aldığı, Türkiye’nin parladığı yıllardı. Sonraki 10 yıl o kadar şanslı geçmedi. O tarihin bir parçası olmak size ne hissettiriyor?

        Çok teşekkür ederim. Cumhuriyet’ten bu yana baktığınız zaman Türkiye genç bir ülke ve kısa bir tarihi var. Genç ülke olmasından kaynaklı hâlâ bir sürü sorunu var. Orta Doğu’da dert hiç bitmiyor. İnsanların gözü bu bölgenin üstünde, o yüzden çok karışık bir yer. Biz de bundan payımızı alıyoruz. Siyaset buralarda çok karmaşık. 2000’ler dünyada da enteresan. Küresel ısınma var, mülteci sorunları var. Bir karabasan yaklaşıyor sanki.

        Peki, ülkeyi terk etmek geçiyor mu aklınızdan? Bir dönem ABD’ye yerleşeceğiniz konuşulmuştu.

        O yanlış anlaşıldı. Ben New York ve Chicago’da yaşadım ama bir şeyler üretmeye gitmiştim. Dünyada iyi müzisyenlerle çalışmak gibi projelerim var, bunlar için dönem dönem insanlar uzak bir yerlerde kalıp geri dönerler ama benim için ailemden, kökümden, anadilimden tamamen kopmak söz konusu değil. Buradayım.

        Ortam bunaltıcı olunca bundan kaçmak için yaptığınız şeyler var mı?

        En iyisi suyun üstüne çıkmak. Kara insanı olmaktansa deniz insanı olmak ruh hali açısından çok daha temiz bir şey. Kara çok kaotik bir yer ama su iyileştiriyor. Denizin üstünde olmak insanı rahatlatıyor. Benim en çok kaçtığım yer denizin üstü.

        ‘KENDİNLE İLGİLİ ŞÜPHESİZ OLMAK EN BÜYÜK GÜÇ’

        Kimi sanatçılar yaptıkları politik bir açıklama yüzünden tepki görüyor, konserleri iptal ediliyor, hatta linç ediliyor. Siz öyle bir şey yaşamadınız hatırladığım kadarıyla. Zor muydu bu dengeyi tutturmak?

        Bir artistin ya da müzik yapan birinin kendiyle ilgili şüphesizliği ve kendi durumunun netliği çok büyük bir güç. ‘Ruh çeperin ne kadar genişse dünyaya o kadar sahip çıkarsın’ der abim hep. İnançla yola çıktığında taraflar, takımlar, diller, dinler ve ideolojilerin bir önemi kalmıyor. Senin tarafsız oluşun her taraflı ya da tarafsız insanı bir araya topluyor. Ey Şuh-i Sertab’ı yaptığımda her kesimden insanlar sevdi. O dönem birileri beni bir kesime yakın olmaya doğru itti ama ben evimde babama yapmıştım o albümü.

        ‘ESKİDEN STAR OLMAK BUGÜNKÜ KADAR ZOR DEĞİLDİ’

        Türkiye’de star olmak zor muydu?

        Benim dönemimde değildi. Ben dört ayağımın üstüne düştüm. 90’lar Türkiye’nin, ekonominin ve siyasetinin dünyaya açıldığı dönemlerdi. Pop müzik de aslında o dönem canlandı. Müzik her dönem ekonomiyle ve siyasetle paralel gider. Biz ne kadar çok açılır ve özgürleşirsek müzik üretme ve sanat üretme konusu o da kadar özgürleşiyor.

        Siz o manada bir altın döneme denk geldiniz.

        Net söyleyebilirim öyle oldu. Bu dönemde albüm yapmak, ünlü olmak, sanat yapmak için çok zor. Bizim kadar şanslı değiller.

        Ne değişti?

        Zeit Geist, yani dönemin ruhu. O ruh bize öyle bir şey yaşattı. Her şey daha kolaydı, insanlar daha açtı.

        90’larda kendinize rakip gördüğünüz isimler var mıydı?

        Ben kendime kimseyi rakip yapmadım. Galiba bütün meselem bendim, kendimle uğraştım. Rekabet denen şeyin içinde yıkıcı bir şey var. ‘Yıkıcı Şeylerle Başa Çıkmanın Yolları’ diye bir kitap okumuş, çok etkilenmiştim.. Türkiye’de o rekabet hissi boşa zaman harcadığın bir şey. Neydin ne oldun ona bakmalısın. Kıskanma değil ama beğendiklerim var tabii. MFÖ bence Türkiye’ye gelmiş geçmiş en iyi gruptur. Şebnem’in ilk iki albümü de bence Türk müzik tarihine geçmiş bir albümdür. Sezen Aksu’yu zaten malum... Duman, MFÖ’den sonra gelmiş en iyi rock grubudur. Başka da var tabii ama aklıma ilk gelenler bunlar...

        ‘SEZEN BAZEN ANNEM, BAZEN SIRDAŞIM OLUR’

        Sezen Aksu ile yıllardır sarsılmayan bir dostluğunuz var, her şeyin çatırdadığı bir ortamda bu dostluk nasıl sağlam kalabildi?

        Sezen çok anlamış bir insan. Çok büyük bir isim ama bir o kadar sade ve egosuyla ilgili bütün meselelerini bitirmiş biri.

        “Bu kızı da ben çıkardım ama boynuz kulağı geçecek” dediği olmadı mı hiç?

        Aramızda bunun esprisini çok yaparız ama hiçbiri ciddi değil. Bu konuları içimizde çoktan bitirdiğimiz için yan yanayız. Ona saygım sonsuz. Bana verdiği emeğe binlerce kez teşekkür etmişimdir, ona kibirle bakmam mümkün değil. Zaman bazen annem olur, bazen sırdaşım. Zaman zaman ben ona bir şeyler söylerim, ‘Vay be Sertab’ der...

        Zor bir kadın mıdır?

        İşte gerginliği vardır. Hatırlıyorum, ona vokal yaparken bazen çok gerilirdi ve biz de gerilirdik. Kulise gidince biterdi. Onun bütün meselesi sahne üstünde akmayan şeyler ama genel olarak hayatta hiç gergin değildir. Hatta mutludur.

        Siz Türk pop müziğinde bir ekoldünüz. Şimdi bir kuşağın diğerini yetiştirmesi gibi bir durum söz konusu değil, değil mi?

        Doğru söylüyorsun. Herkes kendi derdine düştü. Birine el verip var etmekten ziyade kendileri ayakta kalmaya çalışıyorlar artık. Yakın dostluklar yok.

        Levent Yüksel ile dostluğunuz devam ediyor mu?

        Levent ile bir evlilik geçirdik. O benim canım ciğerim hâlâ. Çok görüşmüyoruz ama her görüştüğümüzde o en derin yerden devam ediyoruz. O bana benim en hasta olduğum dönemlerde baktı, ben ona baktım. Dostluğumuz ve sevgimiz hiç bitmeyecek.

        O biraz daha kabuğuna çekildi sanırım?

        Ben ona hep kızardım ‘Biraz tembelsin’ diye. Yaymayı sever! (Gülüyor) Aslında çalışıyor, o da benim gibi arka arkaya albüm yapmıyor. Magazin vari bir hayat da sevmez zaten.

        “ESKİDEN BİR ŞARKI ÇIKINCA HERKES ARABASINDA DİNLERDİ, DUYARDIK”

        Geçen bir açıklamanızda ‘Pop müzik denen şeyin 2016’da geldiği yer iyi değil, o yüzden bilinçli olarak 1990’lara geri gittim’ demiştiniz. Eskiden dilimizden düşmeyen büyük şarkılar yapılırdı. Şimdi neden yok?

        Dünyada da o kadar hisli söz ve melodileri bulamıyoruz. 21. yüzyılın hissi bambaşka aslında. Sosyal medyanın hayatı farklılaştırdığı gerçeği var. Buna karşı bir savaş vermenin de manası yok çünkü yeni bir kuşak geliyor ve bambaşka bir dünyaya doğuyor. Onların hisleri, düşünceleri ve hatta dilleri bile başka. Dolayısıyla her şey gibi müzik de değişiyor. Derinliğe ve kaliteye baktığımızda her yerde olduğu gibi burada da o yozlaşma yaşanıyor. Eskiden bir şarkı çıkınca herkes arabasında dinlerdi, duyardık ama şimdi müziği dinleme araçları değişti. İnsanlar internetten dinliyor. “Kaseti taktık dinledik” dönemi bitti.

        Konserlerinizde dinleyicilerin yaş ortalamasına baktığınızda bir farklılık görüyor musunuz?

        Bir artistin ilk çıktığı yerden kendi kuşağıyla birlikte yaşlandığı gerçeği var. Müziğin, kelimelerin gittikçe olgunlaşıyor, haliyle yepyeni bir kuşağı yakalamak kolay olmuyor senin için. Ama bazı şarkılarda durum değişiyor. Mesela benim son dönemde yaptığım ‘Rengarenk’ şarkısıyla o güne kadar azalan çoluk çocuk dinleyici geri geldi. Ondan önce ‘Güle Güle Şekerim’ şarkısıyla da toparlanmışlardı.

        Dijital müzik denen şeye ayak uydurmak için bir şeylerden ödün vermek gerekiyor mu?

        Kullandığın araçlar değişmiyor. Bach’tan beri kullanılan enstrümanlar belki aynı ama haliyle sound aramak ve daha iyisini kaydetmek durumu söz konusu. Dünyada sound’lar savaşı var. Ondan biraz uzaklaşıp akustik bir albüm yapmaya kalkabilirsiniz. İşte ben ‘Kırık Kalpler Albümü’nde bunu denedim.

        Ben çok anlamam ama anlayan arkadaşlarım özellikle gitara büyük övgüde bulundular.

        Evet Emre’nin (eşi Emre Kula) bu albüme gerçekten çok büyük katkısı var. Prodüktörü olduğu için bütün ruhunu ve bilgisini aktardı. Emre hem çok derin ve iyi bir müzik dinleyicisi hem de iyi bir müzisyen. Dolayısıyla ikimizin buluşmasının kimyası bambaşkaydı. Yenilikçi olmayı seviyorum, çağı hiçbir zaman kaçırmak istemiyorum. İkisinin dengesini kurmak önemli bence.

        Dijital müziğe ilk geçişte albüm satışlarının düştüğüne dair çok şikayet geliyordu. Siz de rekor albüm satan ender isimlerdensiniz, size yansıyor mu bu dijital meselesi?

        Tabii ki herkese yansıyor. Bütün dünyaya yansıyor. Telif yasaları, dijital hak paylaşımı ve altyapı düzenlemelerinde ülkemizde bir geç kalmışlık söz konusu. Meslek birlikleri kendi içlerinde barışamadılar. Toplantılar jandarma ve polisle bitiyor. 50-100 yıl geriden geliyoruz ama olacak, umarım ben görürüm! (Gülüyor) Bir de konserlere yansıyan bir rüsum vergisi var. Bu konu çok önemli. Vergiler çok yüksek çünkü boş zamanları değerlendirme olarak geçiyor müzik. Müzik boş zamanları değerlendirme aracı değildir. Tiyatro bu şekilde vergilendirilmiyor mesela. İnsanlar bir konsere geldiğinde dünya standartlarına göre çok düşük fiyatlara biletler almak istiyorlar çünkü ekonomileri ona yetiyor. Sahnede dünya standartlarında bir şeyler yapamıyoruz çünkü çark dönmüyor.

        ‘NİL DÜNYANIN EN İYİ KALPLİ İNSANIDIR!’

        Serdar Erener, Sertab Erener’in hikâyesinde ne kadar başroldedir?

        Çok önemli. Kavga dövüş var ama biz hâlâ birbirini çok seven, çok iyi anlaşan iki kardeşiz. İkimiz de çok inatçı ve bilmiş insanlarız. Benim kariyerimde emeği çok büyüktür.

        Reklamcılık alanında çok başarılı oldu...

        Böyle şeyler deme, çok havaya giriyor! (Gülüyor).

        Nil Karaibrahimgil ile aranızda rekabet var mı?

        Ay yok ayol! Gelin görümce gerginliğiyle alakamız yok! O dünyanın en iyi kalpli insanıdır. Nil’in Dünyası diye bir şey gerçekten var. O pembe bir dünyada yaşıyor, içinde hiçbir kötülük yok. Tek sorun şimdi Aziz Arif’i Budha gibi yetiştirmesi, çocuk büyüyünce ‘A dünya böyle miymiş?’ diyecek! (Gülüyor)

        ‘KİTAP YAZIYORUM’

        Daha steril bir hayatım var demişsiniz, içine kapanık bir misiniz?

        Aslında çok sosyal biriyim, arkadaşlarımla olmayı, konuşmayı, eğlenmeyi severim ama eğlence anlayışım farklı. Derin şeyler konuşmayı, felsefe yapmayı, güzel bir yemek yemeyi, hayat üzerinden paylaşımlar yapmayı severim. Kimsenin kimseyi anlayamadığı, müziğin çok yüksek olduğu yerleri ve alkol almayı sevmiyorum. Sigara içmiyorum. Kameralar hep oralara gidiyor, o yüzden magazinsel değiliz. Bizim ortamlarımız genelde ev, en fazla sinema ve yemek.

        Zor hastalıklar atlattınız, sağlığınıza çok dikkat ediyor musunuz hâlâ?

        Evet, hatta geçen hafta bir kitap yazmaya başladım.

        Ne üzerine?

        Hayatla ilgili bugüne kadar ne öğrendiysem yazacağım. Sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşam, nasıl iyi yaşlanabiliriz, nasıl iyi yaş alabiliriz. Felsefi olarak hem içeriden hem dışarıdan kendine nasıl bakarsın, cildine nasıl bakarsın, bedenine nasıl bakarsın, ne yemen lazım şeklinde bir hayat rehberi.

        ‘KAHVALTIDA KİMSENİN YEMEDİĞİ ŞEYLER YİYORUM’

        Siz nasıl besleniyorsunuz? Çok takıntılı mısınız?

        Ağzımızdan her içeriye attığımız şey enerjiye dönüşüyor. Bu enerji açığa çıkınca nasıl bir bir enerji açığa çıkıyor. Bunun iyisi var kötüsü var. En önemlisi toksin yani zehire dönecek enerjiyi bedene almamak. En az bilineni et ve süttür. Süt kemik erimesi yapıyor mesela. Et zararlı, kırmızı et çok az tüketiyorum. Balığa yüklenebiliriz ama denizler ne kadar temiz emin değiliz. Gerçi yeni bir yazı okudum. Çok fazla kaygıyla beslenenler ve hiç umrunda olmadan her şeyi yiyen insanlar arasında bir araştırma yapmışlar. Vegan ve vejeteryanlar stres faktörü nedeniyle her şeyi yiyen insanlardan daha mutsuz çıkmışlar. İlk maddemiz mutlu olmak. Tabii ki kötü şeyler yemeyeceksin ama bunu hayatın en önemli şeyi yapmayacaksın.

        Bir rutininiz var mı?

        Kahvaltıda kimsenin yemediği şeyler yerim. Kocaman bir salata, içinde her türlü yeşillik ve avokado olmasına dikkat ederim. Mantar yiyorum, yumurtanın sarısında fazla yağ olduğu için en değerli kısmı olan beyazını yiyorum.Öğle yemeğini es geçiyorum. İki öğün yiyorum ben. Ara öğünüm olursa biraz kuruyemiş ve yoğurt gibi birbirine bağlayan şekillerde geçiriyorum. Akşam yemeğini de 7’de bitiriyorum. Çok az süt ve süt mamulü tüketiyorum. Lor ya da keçi peyniri yiyorum. Karbonhidrat yemiyorum. 15 günde bir et. Genelde sebze, meyve. Kök besinler çok önemli. Beslenme şeklin kötüyse durmadan acıkıyorsun. Her insanın günlük vitamin, mineral vs ihtiyacı var. Çok protein ve karbonhidrat ağırlıklı besleniyorsan, beden “Vitaminlerimi, aminoasitlerimi vermedin. Ben seni acıktırayım bir tur daha ye ki belki oradan alırım” diyor. Sistem zayıfladıkça çok büyük hastalıklara da davetiye çıkmış oluyor.

        SERTAB’IN 5 MUTLULUK FORMÜLÜ

        Sonuna kadar iyi yaşamak için yapmanız gereken 5 şey

        1-Önce gerçekten mutlu olacağın doğru seçimler yapabilmen lazım.

        2-Bunu yapabiliyor olman için de kendini anlaman lazımFelsefi olarak kendine bakman ve değişmen lazım. Ego “değişmeyeceğim” der ama senin o inadı kırman lazım. Sevgiyi asla unutmaman lazım. Ortamını sevgiyle kurman lazım.

        3-Kendine saygıyla yaklaşman lazım çünkü sahip olduğun tek şey bedenin. Bedensel ve fiziksel sağlığın önemli. Bunun için spor ve uyku çok önemli.

        4-Sevdiğin işi yapman lazım. Şehir zor bir yer çünkü arada kaçmak lazım. Hobilerin çok önemli.

        5-Korkularını yenmen lazım. Hayatta korkusuz olmak, farkındalıkla risk alabilmek lazım.

        ‘GARSON OLMAK İSTERDİM’

        Sertab Erener hakkında bilmediğiniz 5 şey:

        • En önemli hobisi spor. Tai-Chi’den Çigong’a tüm Uzakdoğu sporlarını denemiş.
        • Yemek yapmayı çok seviyor. En büyük heveslerinden biri garson olmakmış. “Garson diye bir filmi izlemiştim yıllar önce, o filmden beri garsonluk hem mesleki olarak ilgimi çekti hem de mutfak ve insan iletişimi açısından beni heyecanlandırdı” diyor.
        • Kendi şarkıları arasında en çok sevdikleri ‘Lal’, ‘Aşk’ ve son albümden ‘Olsun’. “Ben göçüp gittikten sonra kalacak şarkılar bunlar” diyor.
        • Nişantaşı’nda yaşıyor ama alışveriş yapmaktan hiç hoşlanmıyor. “Eskiden severdim artık çok sıkılıyorum” diyor.
        • Bilimsel araştırma kitaplarını seviyor. En son David Eagleman’in ‘Beyin’ kitabını ve Hüseyin Nazlıkul’un ‘Duygusal Beyin Bağırsak’ kitabını okumuş.

        SERTAB’TAN ALBÜM ÖNERİLERİ

        “Highly Suspect diye bir grup var şiddetle tavsiye ederim, yeni çıktılar. Geçen yıl Grammy’e aday oldular. Royal Blood var. İki kişiler ama beş kişilik orkestra sesi çıkarıyorlar. Bir bas bir davul var ama gitar duyuyorsun gibi duyuyorsun. Bir de John Paul White’ı öneririm. Dağılan Civil Wars grubunun üyelerinden biri solo çalışma yaptı. Bu 3’ü benim şuan favorim.”

        KÜBRA PAR- kubrapar@haberturk.com

        Fotoğraflar: Tayfun Çetinkaya

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ