Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Kenan Tekdağ ile yapılan Gazette 13 röportajı

        Kenan Tekdağ, Bilal Özcan ile Gazette 13 gazetesinin sahibi duayen gazeteci Güngör Denizaşan'a röportaj verdi.

        İşte Ciner Yayın Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve Ciner Holding Hukuk Başmüşaviri Mehmet Kenan Tekdağ ile gerçekleştirilen o röportajın tamamı::

        Ciner Yayın Holding Başkanı, Ciner Holding Başkan Yardımcısı ve Ciner Holding Hukuk Başmüşaviri Mehmet Kenan Tekdağ’ı ziyarete, Gazette13 gazetesinin sahibi Güngör Denizaşan ile birlikte gittik. Son derece zarif bir insan olan Kenan Bey, 66 yıllık gazeteci 84 yaşındaki Güngör Denizaşan’ı incelik gösterip odasının kapısında karşıladı. Güngör ağabeyin Habertürk gazetesinde Pazar günleri yayınlanan köşesini ve Gazette 13’ü ilgi ve keyifle takip ettiğini söyledi. Sağ olsun sorularımızı içtenlikle yanıtladı. Gazette13’ün 50’inci yıldönümü için hazırlanan bu özel sayı için röportaj yapma talebimizi, onca yoğunluğuna rağmen kabul ettiği için Sayın Mehmet Kenan Tekdağ’a bir kez de buradan teşekkür ederim...

        - Ciner Yayın Holding Holding olarak 14 Eylül 2007 tarihinde kurulduktan sonra geçen yaklaşık 10 yıllık sürede Türk medya sektörüne yeniliklerle dolu bir yaratıcılık ivmesi ve rekabet ruhu kazandırdınız. Tabii ki daha önce Sabah gazetesi ve atv döneminizde var... Bugün pek çok insan sizden ‘Çok başarılı yönetici' olarak söz ediyor. Bu kadar göreviniz ve sorumluluğunuz var, çok merak ediyorum günde kaç saat çalışıyorsunuz?

        Güne sığdırmak yerine şöyle söyleyeyim, haftanın 7 günü işle meşgul olduğumu söyleyebilirim. Yani haftanın 7 günü muhakkak iş yerimdeyim. Bu anlamda zaman mefhumum da yoktur. Ne geliş saatim, ne de çıkış saatim saptanmış değildir. Çok erken de gelebilirim, gece yarısı da çıkabilirim. İş odaklı bir hayat sürdürdüğümüz için, haftanın 7 günü abartarak söyleyeyim 24 saat, burada olalım olmayalım işle odaklı bir mesai ve çalışma anlayışı var.

        - Siz de sabah çok erken saatte ya da gece yarısı randevu veren yöneticilerden misiniz?

        Yok çok erken randevu vermem. Açıkçası artık iletişimin çok imkanlı hale gelmesi sebebiyle iletişim kaynakları zenginleşti. Çok erken saatlerden itibaren bu iletişim mekanizmaları yani mailleşmeyle, telefonla, mesajla ve benzeri şeylerle işimin gerektirdiği görüşmeleri zaten yapıyorum. Yani randevularım medeni saatler içerisindedir, öyle söyleyebilirim. Aynı şekilde, benimle beraber çalışan yönetici arkadaşların da mesai anlayışları sınırlı değildir. Sağ olsunlar, iş neyi gerektiriyorsa, ne kadar gerektiriyorsa birlikte çalışıyoruz arkadaşlarla. Dışarıdaki randevular medeni saatler içerisinde ama içeride arkadaşlarla çalışma saatlerimiz işin gerektirdiği ölçüde ve anlayış içerisinde sürüyor.

        • “YAZILI BASININ TİRAJ RAKAMLARINDA YILLAR İÇERİSİNDE BİR DÜŞME OLDUĞU GERÇEK. TABİİ BU, ŞU DEMEK DEĞİL; TİRAJ SAYISI GENEL OLARAK YAZILI BASININ AZALDI AMA ETKİSİ DE AYNI ÖLÇÜDE AZALDI MI DERSEK, BEN YAZILI BASININ HALA DAHA, ETKİDE BİR NUMARA OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM.”

        -Odanıza geldik, her yerde inanılmaz sayıda çok kitap var. Odanızın üç duvarı yerden tavana kadar kitapla dolu. Pencere kenarında ise yine boydan boya kitap dizili. Odanızın ortasındaki çok geniş sehpanın üstünde de yüzlerce kitap var. Bu güne kadar gördüğüm, içinde en çok kitap bulunan yönetici odası burası... Bunların hepsini okuyor musunuz, bu kitapların hepsinden yararlanıyor musunuz?

        Tabii yakından tanıyanlar için sürpriz değil. Çünkü hayatımda kitaplar, okuma çok önemli bir yer tutuyor. 40 yıllık birikim olarak hem özel kütüphanem hem çalışma alanında ihtiyaç duyduğum kitaplar, hep otomatik olarak ofisimde olmuştur sürekli olarak. Okumayı bir hayat biçimi olarak seçtim. Kendimi bildim bileli eklektik bir okuyucuyum. İlgi alanım içinde ne varsa o konulara ilişkin okumalar yapıyorum. Kitaplığım da ilgi alanımı yansıtıyor. Kitaplarımı doğrudan doğruya kendi ilgi alanım içerisinde, bilerek ve bizzat seçerek alıyorum. O yüzden kitaplarla aşk ilişkim vardır diyebilirim.

        -Mesleki kitapları mı, tarih kitaplarını mı, daha çok hangi kitapları okumayı tercih ediyorsunuz?

        Kısaca şöyle söyleyeyim, elbette ki mesleki kitaplar, yani hukukla ilgili kitaplar önemli yer tutuyor. Hem Türkiye’deki hem dünyadaki gelişmeleri yansıtan kitaplar benim için önemli. Ama onun dışında genel olarak sosyal bilimler ilgi alanım içerisinde olduğu için, sosyal bilimler içerisinde tarih, felsefe, politika, sosyoloji, kültürel çalışmalar, teoloji, mitoloji gibi birbirleriyle bağlantılı alanları içeren kitaplar - en önemli dönemsel yoğunlaşmalarla birlikte de gelişiyor bu - doğal olarak kütüphanemin yarıdan fazlasını oluşturuyor.

        -Adet söyleyebilir misiniz, kaç tane kitabınız var?

        Doğrusu kitaplarım çok sistematik değildir, iki-üç yerdedir kitaplarım. Hem evde, holdingde, burada; yaklaşık bir sayı söyleyebilirim; 20 bini aştığını düşünüyorum.

        -Ne güzel... Efendim, Habertürk gazetesi 2009 yılı 1 mart günü ilk çıktığında 360 bin adet sattı. İkinci günün net satışı 202 bindi. Sonraki günlerde, haftalarda 290 binlere de çıktı 180 binlere de indi ama ortalama hep 200 bin bandında kaldı. Habertürk çıktığında Posta gazetesi 600 bin, Hürriyet 500 bin, Sabah 430 bin civarında satıyordu. Bugün rakiplerinizin hepsi 300 bin bandına inmiş durumda. Habertürk ise yine 200 binlerde. Sizin açınızdan bu bir istikrar mı, yoksa gazetenizin satışı daha mı fazla olmalıydı?

        Yazılı basının tiraj rakamlarında yıllar içerisinde bir düşme olduğu gerçek. Tabii bu, şu demek değil; tiraj sayısı genel olarak yazılı basının azaldı ama etkisi de aynı ölçüde azaldı mı dersek, ben yazılı basının hala daha, etkide bir numara olduğunu düşünüyorum. Diğer mecralar genellikle yazılı basının ürettiği içeriği yansıtıyorlar; eğlence sektörü yani entertainment sektörü hariç. Haber ve yorum, araştırma, dosya ağırlıklı alanlarda, haber ve enformasyon alanında nitelikli araştırmalar yine her şeye rağmen gazete odaklı... Dolayısıyla gazetenin, yazılı basının etkisinde bir aşınma söz konusu değil. Ama tabii yeni imkanlar; teknoloji, internet, mobil telefonlar gibi yeni iletişim alanlarının gelişmesi, yeni jenerasyonun özellikle mobille kurduğu ilişki sebebiyle dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yazılı basının tiraj açısından daralma yaşadığı bir gerçek. Bu genel çerçeve içerisinde ele aldığımızda Habertürk gazetesi kendisini merkeze konumlayan – grup olarak da öyleyiz – çoğulcu bir medya anlayışını yansıtan çizgisi itibarı ile bir ihtiyaca cevap veriyor. Bir talebe cevap veriyor. Kendi talebini de yarattı bu anlamda... Habertürk gazetesinin hem baskı niteliği itibarı ile hem kuruluştan beri devam edegelen değişik konumlanması itibarı ile istikrarlı bir okur kitlesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle istikrar tespitinize katılıyorum. Habertürk’te bir okur istikrarı var, artık o yaratıldı. 7’inci yılda Habertürk gazete olarak, kuruluş dönemi itibarı ile Turgay Bey’in teknolojik yeniliğe önem veren, girişimci tercihi ve o dönemdeki, dünyadaki hemen hemen en büyük yazılı basın yatırımını, endüstriyel yatırımını gerçekleştiren tercihi yerini buldu. O dönem itibarı ile yeni bir gazeteyi kurmak ve tutturmak tabii ki çok zordu. Kurucu ve 5 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini çok başarılı bir şekilde yapmış olan Fatih Altaylı’nın olağanüstü kaptanlığı çok önemli ve değerlidir sonra bayrağı ondan devir alan genç ve çalışkan genel yayın yönetmeni Selçuk Tepeli ve onların çalışma arkadaşları, içeriğe katkı yapan arkadaşların tamamı, bu dediğimiz çerçeve içerisinde yani çoğulcu, modern, kente hitap eden, kentliye hitap eden gazete misyonunu başarıyla yerine getirdiler ve bu, okurda, yurttaşta karşılığını buldu.

        • “BENCE PATRONUN VİZYONU, İNİSİYATİFLERİ, İRADESİ ÇOK ÖNEMLİ. BİZ OLMASAK DA BU İŞ OLURDU ANCAK TURGAY CİNER OLMASAYDI BU İŞ OLMAZDI... İŞİN HAKİKATİ BU. BİLİYORUM YANİ; BİZ OLMASAYDIK DA BİZİM YAPTIĞIMIZI YAPAN, O VİZYONUN GEREĞİNİ YERİNE GETİREN İNSANLAR OLURDU AMA TURGAY BEY OLMASAYDI HABERTÜRK GRUBU OLMAZDI. AÇIKCA BUNU İFADE EDEYİM.”

        -Çok doğru; 2012 yılı Şubat ayında yayınlanan bir röportajda “Yazılı basında önümüzdeki dönemde rekabet Habertürk ile Hürriyet arasında yaşanacak” demiştiniz. Bugün baktığımızda, geçen 5 yılda önemli gazetelerin bazıları halkın gözünden şu veya bu nedenle düştü; hem saygınlıklarını hem tirajlarını kaybettiler. Habertürk ise ilk günkü gibi her açıdan zirveyi zorluyor. Hem güvenilir, hem saygın hem de satıştaki istikrarını sürdürüyor. Siz, o öngörüyü neye dayanarak yapmıştınız?

        Turgay Bey’in vizyonuna güvendiğim için yapmıştım. Bildiğim için ve güvendiğim için yapmıştım.

        Güngör Denizaşan - Sizdeki sihirli değnek nedir?

        Bence patronun vizyonu, inisiyatifleri, iradesi çok önemli.

        Güngör Denizaşan – Ama patron her zaman gazeteyle uğraşamaz ki!..

        Evet ama biz onun verdiği görev tanımları içinde kendi işimizi yapıyoruz. Biz olmasak da bu iş olurdu ancak Turgay Ciner olmasaydı bu iş olmazdı.

        GüngörDenizaşan- Çok fazla tevazu gösteriyorsunuz?

        Yo yoo, işin hakikati bu. Biliyorum yani; biz olmasaydık da bizim yaptığımızı yapan, o vizyonun gereğini yerine getiren insanlar olurdu ama Turgay Bey olmasaydı Habertürk grubu olmazdı. Açıkca bunu ifade edeyim.

        Bilal Özcan - Habertürk’ün ilk çıktığı yıl Türk basınının toplam tirajı aşağı yukarı 5 milyon adet idi. Bugün toplam tirajı 3 milyondan biraz fazla. Son hafta itibarı ile 3 milyon 290 bin civarında. Türkiye’de halkın gazetelere güveni mi azalıyor, yoksa dağıtım ve satış sisteminden kaynaklanan önemli bir sorun mu var?

        Bir çok sebep var, tek bir sebeple izah edemeyiz. Demin de söylediğim gibi yeni jenerasyonun yazılı basınla ilişkisi dünyanın her yerinde sorunlu. Yazılı basının aleyhine işleyen bir şey... Gazeteler, geçmişte diğer iletişim araçları da yeni gelişmeler teknolojik söz konusu olduğunda bazı risklerle, tehditlerle ve buna bağlı olarak da değişimlerle yüz yüze geldiler. Radyo çıktı, televizyon çıktı, video çıktı... Radyo çıktığında “Yazılı basın yok olacak” dediler. “İnsanlar evde, her yerde haberleri dinleyecek, niye gazete alsın?” dediler. Sonra televizyon çıktığında, “Radyo yok olacak, görüntülüsü varken niye insanlar radyo dinlesin?” dediler. Televizyon çıkınca “Sinema yok olacak. Evde bedava izliyorsun, niye dışarı çıkıp, trafiğe gireceksin, sinemaya gideceksin?” dediler. Dikkat edersek hepsi hala mevcut; radyo da, sinema da, gazete de, televizyon da mevcut. Bu değişimler, bu riskler çıktığında buna karşı değişimler de oluyor. Ne oluyor? Sinema bu sefer sosyalleşme aracı haline geldi. İkincisi, bir şeyi başkalarıyla birlikte karanlık bir mekanda o efektler içinde izlemenin eğlence alanındaki psikolojisinin önemi fark edildi. Ve sosyalleşme aracı olduğu için sinemalara mekânsal olarak yatırımlar yapıldı. Yani insanların gidip yemek yedikleri, girerken sosyalleşmelerini sağladığı, çıkarken sosyalleşmelerini sağladığı sinema salonları ortaya çıktı. Sinemada 3D teknolojisi, 4D teknolojisi çıkmaya başladı ve neredeyse bilim endüstrisinin her türlü gelişimi sinema teknolojisine akmaya başladı. Radyo, trafik radyoları haline geldi. Anlık paylaşım, interaktif radyolar haline geldi. Bir tarafın belli bir saatte belli bir şeyi okuduğu tekdüze bir şey olmaktan çıktı. Araçlardaki radyo ihtiyacı ortaya çıkmaya başladı. Araç sayısı arttı, ulaşım aracı arttı, trafik nedeniyle araçlarda geçen zaman arttı; bu nedenle radyo eskiden evlerde verdiği hizmeti bu sefer araçlarda vermeye başladı. Radyo fonksiyonunu yeniden muhafaza ediyor.

        • “...BU NEDENLE EĞER GAZETELER, HEM DOĞRU HABERİ, GÜVENİLİR HABERİ HEM DE BU HABERİN NE ANLAMA GELDİĞİNİ, YAZILI BASIN İÇERİSİNDE HİKAYELEŞTİREREK, BURAYA ODAKLANARAK, DİĞER MECRALARIN VERDİĞİ ŞEYLERDEN ÇIKARAK, FAKAT GAZETENİN BU FONKSİYONUNU ÖNE ÇIKARTARAK VARLIKLARINI SÜRDÜRÜRLERSE BEN GAZETENİN GELECEKTE DE YERİNİN OLACAĞINA, OLDUĞUNA İNANIYORUM.”

        -Çok güzel tespit...

        İnternet çıktı evet, gazete bundan etkileniyor. Enformasyon bombardımanı var neredeyse. Her an enformasyonu aldığım bir yerde, dünün haberini bugün niye okuyayım. Anlık, bir dakikalık gecikme bile insana artık eskimiş haber algısı verirken niye geçmişin, bir gün öncenin haberini okuyayım sorusu akla gelebilir. Ama yazılı basın bunu aşacak. Çünkü, en nitelikli güvenilirlik testini yapan, aynı zamanda ‘fact checking’i (durum kontrolü), ‘accuracy’ denilen doğruluk testini yapan haber mecrası hala daha, her şeye rağmen gazetelerdir. Diğer taraftan, evet enformasyon bombardımanı var, fakat aynı zamanda dezenformasyon bombardımanı da var. Ben buradan aldığım haberin doğru olup olmadığını ciddi bir kurumun doğrulamasına ihtiyaç duyuyorum her zaman. Buradan alıyorum ama ‘bu öyle midir, değil midir’i ancak Habertürk referans verdiğinde ya da Hürriyet haber verdiğinde ya da dışarıdan Wall Street Journal haber verdiğinde, New York Times haber verdiğinde, doğruladığında o zaman benim için gerçek bir haber halini alıyor ve hepimiz ona yönelik olarak tutum takınıyoruz. İkincisi enformasyon bombardımanı oluyor. Tamam; burda şu oldu, burda bu oldu, şurda şu oldu... Ama bu olanlar ne anlama geliyor? Hem benim için, hem toplum için, hem Türkiye için, hem dünya için ne anlama geliyor? Bu anlam sorgulamasını yapan, yorumlamayı yapan entellektüel kadro hala daha her şeye rağmen gazetelerde... Bu nedenle eğer gazeteler, hem doğru haberi, güvenilir haberi hem de bu haberin ne anlama geldiğini, yazılı basın içerisinde hikayeleştirerek, buraya odaklanarak, diğer mecraların verdiği şeylerden çıkarak, fakat gazetenin bu fonksiyonunu öne çıkartarak varlıklarını sürdürürlerse ben gazetenin gelecekte de yerinin olacağına, olduğuna inanıyorum. Belki tiraj itibarı ile başlangıçta biraz sorunları olabilir. Ama tirajda Türkiye’de bence şöyle bir sorun var; bu hepimizin sorunu. Bunu tek başımıza herhangi bir grup kolay kolay aşamaz. Yani Türkiye’de kentin tipolojisi değişti. Kentlerin yerleşim biçimleri değişti. Hem bir taraftan niceliksel olarak çok büyüdü hem kentlerin ağırlık merkezleri yer değiştirdi. Ama bizim dağıtım sistemlerimiz hala daha 1970’lerin 1980’lerin kent modeline göre işliyor.

        Kenan Tekdağ
        Kenan Tekdağ

        GüngörDenizaşan - O konuda Bodrum’da şikayet var!

        Bir çok yerde var...

        GüngörDenizaşan - Beni arıyorlar, “Senin gazeteyi bulamıyoruz” diyorlar...

        Bu Habertürk için de tüm yazılı basın için de sorun. Türkiye’nin yeni kent sosyolojisine ve yeni kent dinamiğine ilişkin devrimci nitelikte bir dağıtım mekanizması kurulmalı. Şu anda en öncelikli problematiğimizin bu olduğuna inanıyorum.

        Güngör Denizaşan – Bu yaz ben çok sıkıntı çektim. Açıp bana sitem ediyorlar. Sanki gazeteyi ben dağıtıyorum...

        Aynen öyle, hepimiz bu sorunu yaşıyoruz. Çünkü, eski klasik dağıtım mekanizması sorunlu. Yazın oraya milyonları aşan insan geliyor. Farklı farklı yerleşim alanları var. Ona göre nasıl bir dağıtım mekanizması kuracaksın ve bu optimal bir seviyede fizibilit bir seviyede nasıl yürüyecek. Büyük bir endüstriyel sorun bu.

        -Hiç onu araştırdınız mı, bir dağıtım ağı kurmayı düşündünüz mü?

        Arkadaşlarla bunun üstünde, yıllar içerisinde hep düşündük, arayışlar gerçekleştirdik. Dünyada bu işler nasıl oluyor baktık. En bilinen bu sorunu aşmış ülke Japonya. Japonya’da abonelik sistemi, eve teslim modeli çok gelişmiş durumda. Yani düşünün eskiden insanlar gidip bakkaldan gazete alıyordu. Öyle bir kent sosyolojisi vardı. Şimdiki site ortamında ve devasa yerleşim mekânsal ilişki içerisinde, size gazeteyi evinize getirecek mekanizmanın ve kendisini size ulaştıracak mekanizmanın bambaşka bir şekilde kurulması lazım. Hiç o insana en ufak bir angarya getirmeden gazete onun önünde zamanında olmalı. Bu yazılı basınının sorunu. Eğer bunu sektör olarak aşabilirsek, bu alanda geleceğe umutla bakabiliriz.

        • “...YANİ KAĞIDIN SINIRLILIĞINI AŞMA. BİRİNCİSİ, KAĞIDA TEK BOYUTLU BAKIYORUZ. İKİNCİSİ KAĞIDIN, SINIRLI BİR YERİ VAR, MEKANI VAR. TEKNOLOJİYİ GAZETEYLE BİRLEŞTİREREK GAZETENİN SINIRLARINI AŞIYORUZ. HTDOKUN İLE GAZETEYİ SINIRSIZ HALE GETİRİYORUZ. CANLANIYOR, GÖRÜNTÜLER VAR, KONUŞMALAR VAR, RÖPORTAJ CANLI VERİLEBİLİYOR.”

        -Gazetelerin tirajı düşüyor, dijital medya daha da güçleniyor. Dijital medyanın reklam pastasından aldığı pay her geçen yıl daha da büyüdü ve kimsenin öngöremediği bir şekilde gazetelerin üzerine çıktı. Gazetelerin yıllık reklam gelirinden aldığı pay yüzde 15’lere gerilerken, dijital medyanın payı yüzde 25’lere yaklaştı.

        Bu, dünyadaki oranlar mı?

        -Hayır bizde... Reklamcılar Derneği’nin verilerine göre bu yılın ilk 6 ayında reklam yatırımlarının yüzde 53.2’sini televizyon, yüzde 14.75’sini basın, yüzde 22.07’sini dijital aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Onlar, konuştuğumuz dijital mecralar değil... Burada dijital çok geniş tutulmuş. Bizim baktığımız, bizim alanımız, şu anda konuştuğumuz, haber medyacılığı... Dijital mecrada şu anda ağırlıklı kısmı arama motorları alıyor; reklamda... Yani yerel internet siteleri, Türkçe yayın yapan internet siteleri falan filan; bunlar henüz dünyada mukayese edilecek oranlara ulaşmış değiller. Ama arama motorları tabii ki reklamda giderek paylarını büyütüyorlar. Bazı haksız rekabet unsurları da kullanıyorlar onlar. Vergi avantajları var, teknolojinin onlara sağladığı avantajlar var. Avantajları kullanarak, giderek payları yükseliyor onların. Türkiye’de henüz medya anlamında dijital gelirler yazılı basının üstünde değil şu anda. Ama dijital reklam kategorisi giderek yükseliyor. Tabii bu da grupların kendilerini buna ‘uptade’ etmeleriyle, buna uydurmalarıyla aşılacak bir şey. Netice itibarı ile bizde kendi gurubumuz bünyesinde dijitalleşmeyi çok öncelikli bir mesele olarak ele aldık, alıyoruz. Grubun dijitalleşme süreci bir yıl öncesine göre çok ileri bir pozisyonda, daha da ilerleyecek. Reklamın oraya yönelmesine yönelik, kendimizi dijital medya haline getirmek gibi bir ‘challenge’ (tepki ölçme/değerlendirme) mekanizmamız var. Bizi negatif etkilemeyecek o. Çünkü biz entegre bir medya gurubuyuz. Bünyemizde hepsini yapabilecek imkanlarımız var. Dijitalleşme söz konusuysa mecralarımız dijitalleşmeye de uygun olarak yeniden yapılanıyor ve bu açıdan faaliyetlerimiz giderek üst seviyeye geliyor.

        -Habertürk medya grubu kağıdı canlandırdı. İnanılmaz bir şey yaptı. HTDokun uygulaması ile Türk basınındaki başarısını taçlandırdı Habertürk grubu... Okurlarınız gazetelerini sadece okumuyor aynı zamanda seyredip, dinliyor ve paylaşabiliyorlar...

        M. Kenan Tekdağ – Güngör Bey, siz HTDokun’u hiç denediniz mi?

        Güngör Denizaşan - Denemedim...

        M. Kenan Tekdağ - Şu anda mesela Habertürk’teki köşenizde üç fotoğraf kullanıyorsunuz değil mi?

        Güngör Denizaşan – Evet...

        M. Kenan Tekdağ – HTDokun uygulamasını yaptığınız zaman bin tane fotoğraf da gösterebiliriz orada, öyle imkan var. Hatta sizin arşivinizi, sizinle de bağlantılandırarak orada gösterebiliriz. Sizin köşenizi canlandırmamız mümkün.

        Güngör Denizaşan – Harika!..

        M. Kenan Tekdağ – Cep telefonuna HTDokun uygulamasını indiriyorsunuz, telefonu gazetenin üzerine şöyle tutuyorsunuz. HTDokun uygulamasının işareti var, oraya dokunuyorsunuz. Adeta başka bir dünyaya giriyorsunuz, o dünyada sınır yok artık. Her şey mümkün. Orada sizinle konuşma var, sohbet var, fotoğraflar, videolar...

        Bilal Özcan – İnanılmaz bir şey, basın için müthiş bir yenilik...

        M. Kenan Tekdağ – Mesela, gazetedeki köşenizde Vehbi Bey’le (Vehbi Koç) ilgili bir tane mi fotoğraf kullandınız. Sizin arşivinizdeki bütün fotoğrafları HTDokun üzerinden izleyebiliriz, görebiliriz, onlar hakkında konuşabiliriz. Böyle bir imkan yarattı HTDokun...

        Güngör Denizaşan – Çok güzel... Benim gazetenin, Gazete 13’ün de internette sitesi var, bütün sayfaları görebiliyorsunuz ama bu anlattığınız bambaşka bir şey...

        Bilal Özcan – Evet Kenan Bey, okurlar HTDokun’da gazetedeki haberle ilgili yeni gelişmeleri anı anına, görüntülü olarak öğrenebiliyorlar. Üstelik internetteki bilgi kirliliğine maruz kalmıyorlar. Muhabirlere, yazarlara canlı olarak ulaşıp soru sorabiliyorlar.

        Yani kağıdın sınırlılığını aşma. Birincisi, kağıda tek boyutlu bakıyoruz. İkincisi kağıdın, sınırlı bir yeri var, mekanı var. Teknolojiyi gazeteyle birleştirerek gazetenin sınırlarını aşıyoruz. HTDokun ile gazeteyi sınırsız hale getiriyoruz. Canlanıyor, görüntüler var, konuşmalar var, röportaj canlı verilebiliyor.

        - Bu uygulama geçen yıl bugünlerde başladı, tam bir yıl oldu değil mi?

        Bir yıl oldu evet...

        – Bu uygulama sizin grubun bir keşfi mi? HTDokun fikri sizin gruptan mı çıktı?

        Evet, bu fikrin patenti, HTDokun patenti bizim arkadaşların, grubun içindeki gazete odaklı çalışmanın bir sonucu.

        – Çok güzel, tebrik ederim...

        Dijitalleşmeye öncelik verme ve bu konuda yenilikler yapma kararımızdan sonra, bu karar doğrultusunda genel yayın yönetmeninin kurduğu ve bizzat ilgilendiği ekibin hem keşfi hem uygulaması ve hayata geçirmesiyle artarak gelişiyor. Hatta geçen hafta yayınladık, bu konu üniversitelerde araştırma konusu haline geldi. Tezler hazırlanıyor, dünya ve Türkiye’deki önemli basın sempozyumlarında son dönemlerdeki en önemli yenilik olarak referans veriliyor.

        – Yurt dışından bu uygulamayı almak isteyen var mı?

        Tabii, tabii... Genel Yayın Yönetmeni İsviçre’de bu konuda bir toplantıya katıldı. Yurt dışında çok ilgi çekiyor.

        – HTDokun uygulamasının faaliyete geçmesinin reklam gelirine bir katkısı oldu mu?

        Tabii, 360 derece reklam yapma açısından yeni bir enstrüman dahil oldu. Olumlu katkıları var...

        • “...MEDYANIN TOPLUMU ETKİLEME GÜCÜ VAR; DÖNÜŞTÜRME GÜCÜ OLDUĞUNU SÖYLEYEMEM. ÇÜNKÜ İNSANLARIN KANAATLERİNE VE FİKİRLERİNE ŞU VEYA BU ŞEKİLDE ETKİ EDİYOR. O GÜCÜ DÜNYADA DA VAR, TÜRKİYE’DE DE VAR. AMA NEREYE KADAR VAR ETKİLEME GÜCÜ!.. İŞTE TRUMP’IN BAŞKAN SEÇİLMESİ... RÜZGARA KARŞI GİDEMEZSİN. YANİ, ‘ZAMANIN RUHU’ DENEN BİR ŞEY VAR ‘ZEİTGEİST’. ONA KARŞI BİR ŞEYİ BAŞARAMAZSIN.”

        -Bu donanıma nasıl sahip oldunuz. Siz hukuk mezunusunuz, gazete yönetme donanımına, işletmeciliğine nasıl vakıf oldunuz. İşin içine işletmecilik de giriyor, genel yayın yönetmeninin yaptığı işleri bilmek de giriyor. Televizyonculuk da da keza bir hukukçunun uzak olduğu pek çok konu var. Röportajlarınızı da okuyorum, verdiğiniz cevaplarda medya işini çok iyi bildiğinizi ve özümsediğinizi gösteriyor. Bu işe nasıl bu kadar vakıf oldunuz?

        Şöyle söylemek lazım, hukuk nosyonu iş hayatından kopuk değil. Dünyada da böyle, hukuk nosyonuyla başlayıp iş dünyasında önemli sorumluluklar üstlenmiş çok örnek var. Grup 2000’lerde medya sektörüne girdiğinde ben yönetici olarak başladım. Ama tabii ki bir başarı varsa bu tüm çalışma arkadaşlarının payı olan bir başarı. Dediğim gibi Turgay Bey’in liderlik vizyonu da bunun içerisinde. Ben kendi payımın çok fazla olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Neticede bir takım, bir ekip var burada. Şu anda Show TV’yi Didem Ciner başarılı bir şekilde yönetiyor. Gazetelerde ve televizyonlarda başarılı genel yayın yönetmenleri var. Vardı, var... Diğer arkadaşlar var. Biz de, işte bu başarılı enstrümanlardan oluşan orkestrayı, uyumlu bir şekilde Türkiye ve dünyanın doğru analizlerini yaparak kendimizi konumlandırdığımız, merkezde daima cumhuriyet ve demokrasiden yana, çoğalan ve özgürlükçü medya perspektifini doğru bir zeminde tutmanın yönetimini yapıyoruz. Elbette insan işi olan her şey hatayla maluldür. Söylediğimiz, idealize ettiğimiz, kendimizi takdim ettiğimiz ürünlerimiz yüzde yüz bunu karşılıyor diyemeyiz. Hepimiz hata yapabiliriz, hepimizin değerlendirme yanlışları olabilir ama biz hatalarımızı, yanlışlarımızı mümkün olan en kısa sürede dürüst bir şekilde kendi içimizde ve dışımızda telafi etmek ve öz eleştiri süzgeçlerini hızlı ve dürüst bir şekilde yaparak, kendimizi ilan ettiğimiz değerlerden sapmadan yürümeye konsantreyiz. Eğer bugün grup tümüyle, tüm mecralarıyla gerek okuyuculardan, gerek izleyicilerden gerek takipçilerden, gerek ‘stake holder’lardan (paydaş) teveccüh gördüyse, kabul gördüyse bu anlayışın sonucu. Bir ekip anlayışının da sonucu aynı zamanda.

        -Peki sayın Kenan Bey, medyanın toplumu dönüştürme gibi bir gücü, etkisi var mı sizce?

        Şöyle söyleyeyim, medyanın toplumu etkileme gücü var; dönüştürme gücü olduğunu söyleyemem. Çünkü insanların duygularına ve fikirlerine şu veya bu şekilde etki ediyor. O gücü dünyada da var, Türkiye’de de var. Ama nereye kadar var etkileme gücü!.. İşte Trump’ın Başkan seçilmesi... Rüzgara karşı gidemezsin. Yani, ‘Zamanın Ruhu’ denen bir şey var ‘Zeitgeist’. Ona karşı bir şeyi başaramazsın. Eğer Amerikan toplumu on yıllar içerisinde oluşan birikim sonucunda Trump’ı seçme noktasına gelmişse, bütün ana akım medya Trump karşısında yer almasına rağmen Amerikan halkı Trump’ı seçti. Hepsi, istisnasız bütün ana akım medyası Clinton’u seçti ama Amerikan toplumu Trump’ı seçti. Neden, çünkü ‘Zamanın Ruhu’ denilen bir şey var... ‘Zamanın Ruhu’na karşı, medya dönüştüremez onu. Etkileyebilir ama dönüştüremez. Ve ‘Zamanın Ruhu’na uygun olduğu zaman etki gücü çok yüksek, ama ‘Zamanın Ruhu’na karşı olduğu zaman dönüştüremez.

        -Hep gazeteyi konuştuk, siz aynı zamanda Show TV’nin yönetim kurulu başkanısınız. Ciner grubu olarak, Show TV’yi 18 Mayıs 2013’de 402 milyon dolara TMSF’den satın aldınız. Böylece grup olarak çok arzu ettiğiniz ‘Eğlence Kanalı’ eksiğini kapattınız. Bugün bakınca, Show TV’yi iyi ki almışız diyor musunuz?

        Show TV’de tabii bazı hak etmediğimiz talihsiz süreçler yaşandı. Yönetimsel açıdan şöyle söyleyeyim, Show TV şu anda Didem Ciner hanımın koordinasyonunda o riskleri aşarak, yine sektörün en büyük eğlence kanallarından birisi olarak yarışa ve rekabete etkin bir şekilde dahil oluyor. Bu sezon ve bundan sonraki sezon itibarı ile Show TV hem grubun beklentilerini hem de kendisinden beklenenleri fazlasıyla yerine getirecek ümidi içerisindeyim. Şu anda da performansı hepimizi mutlu eden, daha da iyi olacağına olan inancımızı pekiştirecek bir noktada.

        -Eylül ve Ekim aylarına ait reyting sonuçlarına baktığımızda özellikle TOTAL’de kanalın çok iyi bir çıkışı var, atv’nin ardından ikinci durumda. Bu sezon başlayan ‘İçerde’ dizisi de çok tutuldu ve başarılı oluyor...

        Show TV’nin günlük yönetimini Didem Ciner hanım çok başarılı şekilde koordine ediyor...

        -Peki sayın Kenan Bey, medya grubunuzun gelecekle ilgili hedeflerinden bahsedebilir misiniz? Örneğin, birer spor, çocuk, belgesel kanalı açmayı düşünüyor musunuz, ya da bir spor gazetesi çıkartır mısınız. Sizin bir röportajınızda, “Türkiye’de sadece hafta sonları yayınlanan bir gazete niye olmasın” diye bir sözünüz vardı. Öyle bir gazete yayınlar mısınız? Belki, bir günlük gazete daha olabilir mi efendim?

        Şu anda gündemimizde yok bunlar. Dediğim gibi, bizim yönetim olarak görevimiz dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri doğru analiz etmek, sektörel gelişmelerin mahiyetini iyi değerlendirmek, orta ve uzun vadeli planlamalar yapmak... Dolayısıyla, daha önceden de çeşitli vesilelerle söyledim; bu kapsamda risklerden, yani dünyadaki gelişmelerin yarattığı, ülkedeki gelişmelerin medya sektörüne yansıttığı - teknolojik gelişmeler olabilir, başka coğrafi bölgeden kaynaklanan sıkıntılar olabilir, genel ekonomiden kaynaklanan gidişattan olabilir - risklerden kaçınmak fırsatları değerlendirmek, bizim görevimiz bu. Kendi güçlü ve zayıf yönlerimizi göz önüne alarak risklerden kaçınma ve fırsatları da değerlendirme yönünde sektör okumalarını, analizleri buna göre yapıyoruz. Dünyayı ve Türkiye’yi bu çerçevede okumaya, takip etmeye çalışıyoruz. Eğer risklerden kaçınma büyümeyi gerektiriyorsa büyümeyi, küçülmeyi gerektiriyorsa küçülmeyi; fırsatları değerlendirmek büyümeyi gerektiriyorsa büyümeyi, elden çıkarmayı gerektiriyorsa elden çıkarmayı... Yani burada şablonlar ve kendimizi içine hapsettiğimiz ön yargılar yok. Güçlü bir medya grubu olarak devam etmenin gerekleri neyse, orta ve uzun vadeli planlarda bunu göz önüne alıyoruz.

        -Ben 39 yıllık bir gazeteci olarak söyleyeyim, bu HTDokun buluşunuzla şaşırttınız hepimizi. İlk patronum Haldun Simavi’nin kokulu gazetesini bir mucize olarak biliyordum o zaman. Haldun Bey’in yaptığı pek çok yenilikten biri de baskıda gazete mürekkebinin içine koku attırırdı, okur gazeteyi eline aldığı zaman gazete çiçek kokardı.

        Web Ofset’ti o, evet...

        -Evet Web Ofset dönemi... Haldun Simavi’nin gazetecilikte yaptığı pek çok yenilik vardı. Haldun Bey’in yaptıklarından sonra basında en yenilikçi siz oldunuz. ‘Berliner’ formatıyla Türk gazeteciliğinde yeni bir sayfa açtınız, müthiş bir yenilik yaptınız.

        Şimdi herkes oraya geldi...

        -Evet geldi... Hem Habertürk’ün gazete formatı, hem kağıdının kalitesi emeğin değerini yükseltti. Hele bu HTDokun buluşunuz ne kadar övülse azdır. Benim bir yazar olarak şöyle bir hayalim vardı; şunu çok hissetmişimdir yazarken. Mesela ben ilginç bir yeri anlatıyorsam, okur o yazdığım satırlara dokunsun, önünde bir pencere açılsın ve okur anlattığım yeri görebilsin... Bir mucize gibi ama bunu siz gerçekleştirdiniz. O yüzden diyorum ki Türk basınında, medyada yeni bir şey yapılacaksa, bunu da sizler yaparsınız.

        Sağ olun, sağ olun. Hem tecrübeli hem gençlerden oluşan dinamik bir kadromuz var her alanda. Dolayısıyla hem yeni teknolojileri bizzat yaşayan arkadaşlarımız var. Hem de sektörün realitelerini bilen arkadaşlarımız var. Bu kompozisyon içerisinde yeniliklere her zaman açık bir zihniyet atmosferi var bizde.

        -Peki efendim son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

        Güngör Bey’le birlikte sohbet gerçekleştiriyor olmanın hem keyfini hem mutluluğunu yaşıyorum. Benim için çok istisnai bir olay. 50 yılı aşkın bu sektöre emek vermiş bir değerli üstat ile beraber böyle bir kahve sohbeti ve sizin gibi de değerli bir meslektaşımızla beraber bu röportaj için, Güngör Bey’e verdiğim, gösterdiğim saygı önemli bir vesile oldu.

        Bilal Özcan – Çok teşekkür ederiz...

        Güngör Denizaşan - Çok teşekkür ederiz... Kenan Bey Türk medyasının gülen yüzü...

        M. Kenan Tekdağ – Ben teşekkür ederim.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ