Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Sezer'den önemli uyarılar...

        Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yapılan tüm düzenlemelerin; yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, iktidar gücünün sınırlandırılması, hukuka uygunluğun sağlanması için yapıldığını ifade ederek, ''Çünkü, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş toplumlarda son söz yargıya verilmiştir'' dedi.

        TBMM Başkanı Bülent Arınç, sunuş konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i Genel Kurul Salonu'na davet etti.

        Cumhurbaşkanı Sezer'i salona girişinde tüm milletvekilleri ayağa kalkarak alkışladı. Daha sonra İstiklal Marşı okundu.

        Sezer, TBMM'nin 22. Dönem 5. Yasama Yılı'nın açılışında yaptığı konuşmaya, ''Bu yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum'' diyerek başladı.

        Cumhurbaşkanı Sezer, laik ve demokratik rejimin temel kurumu olan TBMM'nin, açıldığı günden bu yana tarihsel sorumluluk üstlendiğini, varlığı ve çalışmalarıyla ulusa güven verdiğini belirtti.

        Meclis'in, Yüce Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşı'nı yürüttüğünü, Cumhuriyet'i kurduğunu, devrimlerin altyapısını oluşturduğunu, Cumhuriyetin değiştirilemez nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve kurallarıyla işlemesi, yurttaşların hak ve özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli hizmetlerde bulunduğunu ifade eden Sezer, şunları kaydetti:

        ''Türkiye, ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün, O'nun izinden ilerleyen kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla, çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda önemli aşama kaydetmiştir.

        Sahip olduklarımızın değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak, bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar düşmektedir.

        Ulus egemenliğinin temsilcisi Yüce Meclisimizin bu sürece de çalışmalarıyla

        büyük katkıda bulunacağına yürekten inanıyoruz.''

        ATATÜRK'ÜN DOĞUMUNUN 125. YILI

        Cumhurbaşkanı Sezer, bu yıl, bağımsızlık savaşının önderi, ulusun

        kurtarıcısı, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük komutan, eşsiz devlet adamı ve devrimci Yüce Atatürk'ün doğumunun 125. yılını kutladıklarını söyledi.

        Türk Ulusu, doğumunun 125. yılında Yüce Atası'nı sevgiyle, özlemle, gönül

        borcuyla anarken, aynı zamanda tarihe ve insanlığa malolmuş, eylemleri ve

        söylemleriyle dünyada saygınlık kazanmış örnek bir lideri yetiştirmenin övüncünü ve coşkusunu yaşadığını belirten Sezer, ''Yüce Atatürk, insanlığa malolan yapıtlarıyla her gün aramızda bulunmakta, yüksek ülküleri ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşüncelerde ve yüreklerde yaşamaktadır'' dedi.

        Sezer, devletlerin siyasal rejimlerini düzenleyen anayasaların üstün

        konumlarının, özenle korunmalarını zorunlu kıldığını dile getirerek, bu nedenle

        anayasaların bağlayıcılığı, uygulanmasının sağlanması, izlenmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesinin özel kurallara bağlandığını bildirdi.

        Anayasa'nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti

        olduğuna işaret eden Sezer, hukuk devleti niteliğinin ayırt edici özelliğinin,

        hukukun üstünlüğünün kabul edilmiş olması olduğunu kaydetti.

        Cumhurbaşkanı Sezer, ''Hukukun üstünlüğü de Anayasa'nın ve yasaların

        eksiksiz uygulanmasını, iktidar gücünün yargı ile dengelenmesini, yasama ve

        yürütme organları ile yönetimin eylem ve işlemlerinin yargısal denetime bağlı

        tutulmasını gerektirmektedir'' diye konuştu.

        ERKLER AYRILIĞI İLKESİ

        Cumhurbaşkanı Sezer, şöyle konuştu:

        ''Anayasa'da parlamenter sistem kabul edilmiş, bu sistemin gereği yasama,

        yürütme ve yargı erklerine yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir.

        Anayasa'nın başlangıç bölümüne göre, erkler ayrılığı, devlet organları arasında

        üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin

        kullanılmasıyla sınırlı uygar bir iş bölümü ve işbirliğidir.

        Anayasa'da benimsenen sisteme göre, kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün

        değildir. Her organ, Türk Ulusu adına, Anayasa'da belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal egemenliği kullanmaktadır.

        Bunun yanında, yasama ve yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak

        iktidar gücünü dengelemek için Anayasa'da kimi düzenekler öngörülmüştür.

        Cumhurbaşkanı'na, Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve

        uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu kapsamdadır.''

        Sezer, Anayasa'da iktidar gücünü dengelemek için yasama, yürütme ve

        yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı tutulduğunu; yargıya, gücü elinde bulunduran erklere karşı bir denge ögesi olma işlevi yüklendiğini

        söyledi.

        ''SON SÖZ YARGIDA''

        Yasalar, TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ya da

        milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin yasama işlemleri ile yürütme işlemi olan

        yasa gücünde kararnamelerin, Anayasa Mahkemesi'nin denetimine bağlı tutulduğunu ifade eden Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Diğer yürütme ve yönetim eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi de

        idari yargının görev alanına girmektedir.

        Tüm bu düzenlemeler, yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, hukukun üstünlüğü bağlamında iktidar gücünün sınırlandırılması, başka bir deyişle hukuka uygunluğun sağlanması anlamındadır. Çünkü, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş toplumlarda son söz yargıya verilmiştir.

        Anayasa'da, yasama ve yürütme organları ile yönetimin, mahkeme kararlarına

        uymak zorunda oldukları, bu organlar ve yönetimin, mahkeme kararlarını hiçbir

        biçimde değiştiremeyecekleri, bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri; Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri, kısaca herkesi bağlayacağı belirtilmiştir.''

        YARGININ YÜRÜTMEDEN UZAK TUTULMASI

        Cumhurbaşkanı Sezer, güçler ayrılığı ilkesi benimsenen parlamenter

        demokrasilerde, bu ilkenin doğal sonucu olarak yargı erkinin, yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran yürütmeye karşı korunduğunu ve bağımsız kılındığını kaydetti.

        Yargı bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesi için, mahkemelerin ve

        yargıçların bağımsız ve güvenceli olması gerektiğini ifade eden Sezer, Anayasa'da yargı erkinin yürütmenin etki ve karışmasından uzak tutulabilmesi için kimi düzenlemelere yer verildiğini söyledi.

        Sezer, yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve

        özlük hakları konularında yargı bağımsızlığını gölgeleyecek yöntemlerden uzak

        durulmasının, hukuk devleti ilkesinin gereği olduğunu vurguladı.

        Yargıç ve savcıların tüm özlük ve disiplin işleri, Yargıtay, Danıştay ve

        Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle donatılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) oluşumunda, bir siyasal parti mensubu olan bakanın ve müsteşarının yer almasının yargı bağımsızlığını ve hukuk devleti ilkesini zedelediğini belirten Cumhurbaşkanı Sezer, yargının kişiselleştirilmesi ve siyasallaştırılmasının önlenebilmesi için, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmayan bu durumun ivedi olarak düzeltilmesi gerektiğini kaydetti.

        YARGININ SİYASALLAŞTIRILMASINDAN KAÇINILMALI...'

        Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yasama ve yürütme organlarının yargının

        siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları gerektiğini belirterek, yargının

        siyasallaştırılmasından devlet organları ve bireylerin zarar göreceğini bildirdi.

        Sezer, ''Yurttaşın hak arama özgürlüğünün ve hukuksal güvenliğinin her türlü

        siyasal karışmadan, ideolojik ve dogmatik düşüncelerden arınmış, yansız ve

        bağımsız yargı organı tarafından korunduğu bilindiği sürece, hukuk devletinin

        varlığı duyumsanabilir'' dedi.

        Yargılama sürecinde siyasal karar organlarının etkin kılınması, yargı

        kararlarının hukukun gerekleri yerine siyasal kanaat ve düşüncelere

        dayandırılması, bu yönde yorumlanarak uygulanması ya da uygulanmamasının yargının siyasallaştırılması anlamına geldiğini kaydeden Sezer, bunun da kişilerin hukuksal güvenliğinin ortadan kaldırılmasına, kamusal düzenin bozulmasına, hukukun ve devlet erkinin yok olmasına yol açacağını bildirdi.

        SEÇİLMİŞLER VE ATANMIŞLAR

        Cumhurbaşkanı Sezer, şunları kaydetti:

        ''Hukuk devletinin varlığının toplum yaşamının her alanında yurttaşlarca

        duyumsanması, devlete güvenin varlık nedeni olduğuna göre, tüm organların bu alanda ödevleri, yükümlülükleri ve sorumlulukları vardır.

        Öte yandan, anayasal sistemin işlerliğini sağlayacak organları oluşturan,

        onları somutlaştıran görevlilerden kimileri halkın, kimileri TBMM'nin ya da

        Anayasa'da öngörülen diğer kurumların seçmesiyle, kimileri de atamayla göreve gelmektedirler.

        Anayasa'ya göre, üç erki temsil eden organ ya da kurumlar arasında üstünlük

        sıralaması yapılamayacağına göre, göreve getirilme yöntemlerine bakılarak organ ya da kurumları somutlaştıran görevliler arasında da ayrım yapılamaz.

        Yine, anayasal sisteme göre, rejim yönünden denge ögesi olan kurumların

        kararlarının, salt o kurumu oluşturan görevlilerin getiriliş yöntemine

        dayanılarak eleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi doğru değildir.

        Unutulmaması gereken şey, Devletin ve rejimin sürdürülebilmesi için,

        seçilmişler kadar atanmışların da görevi, sorumluluğu ve vazgeçilmez önemi

        olduğudur.''

        Sezer, ''Temsilde adalet, siyasal partilerin Meclis'te, seçimlerde aldıkları

        oy oranında temsilci bulundurmasını gerektirmektedir; alınan oyla orantılı

        temsilci sayısıyla yaşama geçirilebilmektedir'' dedi.

        SEÇİM BARAJI

        Yönetimde istikrarın ise oyların siyasal partiler arasında aşırı bölünerek

        TBMM'deki yansımasının yaratacağı istikrarsızlığın önlenmesini anlattığını ifade

        eden Sezer, şöyle konuştu:

        ''Bu ilkenin yaşama geçirilmesi, oyların temsilci sayısına dönüşmesinde,

        'baraj' olarak adlandırılan oransal sınırlar konulmasını zorunlu kılmaktadır.

        Birbirinin karşıtı gibi görünen bu iki ilkenin, seçme ve seçilme hakkının

        özünü zedelemeyecek ve devlet yönetimini aksatmayacak biçimde, birbirini

        dengeleyerek yasaya yansıtılması anayasal zorunluluktur. Bu duyarlı denge, aynı zamanda demokratik hukuk devleti niteliğinin gereğidir.

        Yönetimde istikrar ilkesi, salt çoğunluğu sağlayacak seçim sistemini değil,

        istikrarlı yönetimi olanaklı kılacak adaletli bir temsil sistemini

        gerektirmektedir.

        Bundan amaç, seçmenin siyasal dağılımının parlamentoya olabildiğince uygun

        ve adil biçimde yansımasıdır. Adalet, aynı zamanda yönetimde istikrarın da temel koşuludur. Yalnızca ya da ağırlıklı olarak istikrarı gözetmenin, istikrarsızlık

        kaynağı olacağı açıktır.

        Kuşkusuz, temsilde adaletin sağlanması için, seçmenin siyasal dağılımının

        tümüyle parlamentoda temsil edilmesi, başka bir deyişle siyasal partilerin

        tümünün Meclis'te temsilci bulundurması da savunulamaz. Bu sistemin de yönetimde istikrar ilkesine zarar vereceği ortadadır.

        Ne var ki, oy kullanan seçmenin siyasal görüşünün büyük oranlarda

        parlamentoda temsil edilemediği seçim sistemini de temsilde adalet ilkesiyle

        bağdaştırmak olanaksızdır.''

        Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türk Devleti'ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılmasının, Türk Ulusu'nu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmediğini belirterek, ''Türk Ulusu'nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum

        olduğu bilinmelidir''dedi.

        Cumhurbaşkanı Sezer, yeni yasama yılının açılışı dolayısıyla TBMM Genel

        Kurulu'nda yaptığı konuşmada laiklik tartışmalarına değindi.

        Birçok kez üzerinde durduğu bazı konuları, ülke rejimi ve geleceği yönünden

        çok önemsediği için bir kez de Meclisin çatısı altında vurgulamak istediğini

        söyleyen Sezer, son yıllarda, bilinçli olarak gündemden düşürülmeyen laiklik ve

        laikliğin tanımı tartışmaları üzerinde durmakta yarar gördüğünü kaydetti.

        Sezer, demokrasi, özgürlük, kamu yararı, kamu düzeni, laiklik gibi bazı

        kavramların, Anayasa'da kavramsal tanımının yapılmamış olabileceğine işaret etti.

        Anayasaların, kurallarıyla bu kavramların işlevlerini ve anlamlarını ortaya

        koyarak çerçevesini çizip, işlevsel tanımını yaptığını belirten Sezer, Türkiye'de

        de Anayasa'da laikliğin işlevsel tanımının yapıldığına dikkati çekti.

        ''Bu nedenle, Anayasa'da, laikliğin tanımını aramak yerine, nasıl bir

        laikliğin öngörüldüğüne bakmak gerekir'' diyen Sezer, Anayasa Mahkemesi

        kararlarının konuya katkısının gözden uzak tutulamayacağını vurguladı.

        ''ANAYASADA BENİMSENEN VE KORUNAN BİR İLKE''

        Sezer, laiklik ilkesini yaşam biçimi olarak benimseyen çağdaş ülkeler

        incelendiğinde, tümünün bu ilkeyi kendi toplumsal gerçeklerine göre

        biçimlendirdiklerinin görüleceğini ifade etti. Sezer, ''Anayasa Mahkemesinin

        çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu

        tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin gerektirdiği isteklere bağlı

        olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir'' diye konuştu.

        Bu farklılığa bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışının, o ülkenin

        anayasasına yansıdığını belirten Sezer, Türkiye için özellik taşıyan laikliğin de

        Anayasa'da benimsenen ve korunan içerikte bir ilke olduğuna işaret etti.

        Sezer, laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her

        dinin özelliklerinden esinlenmesinin, bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum

        ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri ve

        uygulamaları ortaya çıkarmasının doğal olduğunu söyledi.

        ''LAİKLİĞİ, KENDİNE EN UYGUN İÇERİĞİ İLE BENİMSEDİ''

        Dini ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının, aynı

        anlam ve düzeyde olmasının beklenemeyeceğini belirten Sezer, ''Türkiye

        Cumhuriyeti, Türk ulusunun gelenekleri, toplumsal yapısı, sosyal gerçekleri ve

        koşulları karşısında laikliği, kendine en uygun içeriği ile benimsemiştir'' dedi.

        Devlet rejiminin ve toplumsal yaşamın laikleştirilmesinin, belirli bir

        tarihsel süreç içinde gerçekleştirildiğine dikkati çeken Cumhurbaşkanı

        Sezer,şöyle konuştu:

        ''Laiklik ilkesinin günümüzdeki anlam ve önemini kavrayabilmek için Kurtuluş

        Savaşı sürerken ve Türkiye Cumhuriyeti kurulurken gerçekleştirilen olayları ve

        olguları iyi irdelemek gerekir.

        Gerçekten, daha Kurtuluş Savaşı'na başlangıç hazırlıkları sırasında, Erzurum

        Kongresi'nde alınan kararlar içinde 'ulusal egemenliğin üstün kılınacağı'na yer

        verilmiş; Kurtuluş Savaşı sürerken kabul edilen 1921 ve savaştan hemen sonra

        kabul edilen 1924 anayasalarının 1. ve 3. maddelerine 'Egemenlik kayıtsız

        koşulsuz ulusundur' kuralı konulmuştur. Bunlar laiklik yolunda atılan ilk

        adımlardır. Çünkü, laikliğin özü ve temeli egemenliğin kaynağında yatmaktadır.

        Egemenlik ulusa ilişkin ise o rejimin dayandığı sistem laik sistemdir.''

        ''LAİKLİK, ANAYASAL İÇERİĞİYLE GÜVENCE ALTINA ALINDI''

        Cumhurbaşkanı Sezer, laiklik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti yönünden tarihsel

        süreçte kazandığı anlamıyla 1961 ve 1982 anayasalarında da yer verildiğini

        anımsattı.

        Sezer, 1961 ve 1982 anayasalarının laiklikle ilgili kuralları birlikte

        incelendiğinde, laikliğe bir ilke olarak yer verilmesinin çok ötesinde, onun

        işlevinin de tanımlanarak kapsamının belirlendiğinin görüleceğini söyledi.

        Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laikliğin, anayasal içeriğiyle

        güvence altına alındığını dile getiren Sezer, Anayasa'nın 176. maddesine göre,

        başlangıç bölümünün Anayasa metnine dahil olduğunu söyledi. Sezer, Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren başlangıç bölümünün, maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynak olduğunu, madde gerekçesinde de başlangıç bölümünün Anayasa'nın diğer kuralları ile eşdeğer olduğunun vurgulandığını anımsattı.

        ''DİN DUYGULARININ POLİTİKAYA KARIŞTIRILAMAYACAĞI...''

        Anayasa'nın başlangıç bölümünde, laiklik ilkesi gereği kutsal din

        duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağının

        belirtildiğine dikkati çeken Sezer, böylece, Cumhuriyet'in niteliklerinin en

        önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan laikliğin, Anayasa'ya yön veren

        ilkeler arasındaki yerini aldığını ve anayasal tanımını bulduğunu vurguladı.

        Bu tanıma göre laikliğin, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve

        düzenleyici olmasını önleyen temel ilke olduğunu ifade eden Sezer, şunları

        kaydetti:

        ''Bu işlevine uygun olarak Anayasa'nın 24. maddesinde de devletin sosyal,

        ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına

        dayandırılamayacağı, dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal değerlerin,

        siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye

        kullanılamayacağı, açık biçimde kurala bağlanmıştır.

        Bunun yanında, Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik

        Cumhuriyet'in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği; 14.

        maddesinde de Anayasa'da yer verilen hak ve özgürlüklerin, laik Cumhuriyet'i

        ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı

        belirtilmiştir.

        Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i zedeleyecek biçimde

        kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet'i korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.''

        ''DEVRİMİN TEMELİ; LAİKLİK''

        Sezer, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin; coğrafi ve siyasal

        yönden tekil devlet yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini, yönetsel yönden laik,

        demokratik, sosyal, hukuk devletini, ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal

        yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflediğini kaydetti.

        Atatürk devriminin amacının, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu

        çağdaşlaştırmak olduğunu dile getiren Sezer, bu amacın, Anayasa'nın 174.

        maddesinde, ''çağdaş uygarlık düzeyini aşmak'' biçiminde anlatımını bulduğunu söyledi.

        Devrimin temelinin, amacına bağlı olarak laiklik ilkesi olduğunu vurgulayan

        Sezer, ''Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel

        taşıdır'' dedi. Sezer, Anayasa'da benimsenen laiklik ilkesinin, belirtilen amaç

        bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanmasının zorunlu olduğunu vurguladı.

        ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

        Sezer, ''Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 148 ve 153. maddeleri uyarınca,

        Anayasa'ya uygunluk denetimi görevi nedeniyle, anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek organ olduğuna ve kararları herkesi bağladığına göre, anayasal kuralların Yüksek Mahkeme kararlarıyla birlikte değerlendirilmesi, bu kararlarla kazandırılan içerikle uygulanması zorunludur'' diye konuştu.

        Anayasa Mahkemesi'nin çeşitli kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal,

        siyasal tanımları ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle korunması

        gereken bir ilke olduğunun vurgulandığını belirten Sezer, bu kararlara göre,

        laiklik ilkesi gereği; dinin, devlet işlerinde egemen olamayacağını, dinin,

        bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız

        özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alındığını anlattı. Sezer, dinin, bireyin

        manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemeyeceğini;

        bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabileceğini; dinin kötüye kullanılması ve

        sömürülmesinin yasaklanabileceğini, devlete, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanındığını söyledi.

        Sezer, Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'dan kaynaklanan yorum yetkisiyle

        kararlarında yer verdiği bu gerekçelerin, laikliğin, Anayasal çerçevede işlevini

        ortaya koyarak tanımını yaptığını kaydetti.

        ''ÜLKESİ VE ULUSUYLA BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜN''

        Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'nın başlangıç bölümünde, Anayasa'nın, Türk

        yurdu ve Türk ulusunun sonsuza uzanan varlığını ve Türk Devleti'nin bölünmez

        bütünlüğünü belirlediğinin vurgulandığını anımsattı.

        Başlangıcın, devlet yönetimine ilişkin tüm anayasal kurallar yönünden çok

        kapsamlı, aynı zamanda çok özlü bir anlatım içerdiğini belirten Sezer, böylece,

        Anayasa'da tek devlet, tek ülke, tek ulus ülküsünün kabul edildiğini kaydetti.

        Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'ya göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin, ülkesi ve

        ulusuyla bölünmez bir bütün ve tekil devlet yapısına sahip olduğunu söyledi.

        Sezer, kurucu öge olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulusun söz konusu olduğunu, bu ögelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden vazgeçilemeyeceğini bildirdi.

        Ulusun adının, Atatürk'ün, ''Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına

        Türk Ulusu denir'' sözünde belirtildiğini kaydeden Sezer, ''O ulus ki büyük bir

        özveriyle yurdunu yabancı işgalcilerden kurtarmış, tasada ortaklık yapmış,

        Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş, tüm devrimleri birlikte gerçekleştirmiş,

        Cumhuriyet'in kazanımlarından birlikte yararlanmış, sevinci ve övüncü birlikte

        yaşamıştır'' diye konuştu.

        ''ULUSÇULUK, IRKSAL VE DİNSEL ÖGELERE DAYANMIYOR''

        Sezer, çağdaş devletlerde de yurttaşlık hukuksal bağı yanında bir de ulus

        kimliğinin bulunduğunu, bu kimliğin, ortak çıkarların, ortak coşkuların, ortak

        duyguların ve ortak bir dilin toplamı olduğunu vurguladı.

        Anayasa'daki ulusçuluk anlayışının, ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve

        övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve

        birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayandığını anımsatan Sezer, geçmişte

        yaşanan ortak acılar ve sevinçlerin, birlikte kazanılan zaferlerin, ülke ve ulus

        çıkarını her şeyden üstün tutma, ülkü ve amaç birliğinin, çağdaşlaşma yolunda

        verilen savaşımın bu değerleri oluşturduğunu söyledi.

        Sezer, bunun doğal sonucu olarak Anayasa'da, Türk Devleti'ne yurttaşlık

        bağıyla bağlı olan herkesi Türk sayan kuralıyla, birleştirici ve bütünleştirici

        bir ulusçuluk anlayışının benimsendiğini ifade etti. Sezer, devletin ülkesi ve

        ulusuyla bölünmez bütünlüğünün, çağdaş ulusçuluk anlayışının belirgin

        niteliklerinden birini oluşturduğunu vurguladı.

        ''BU GİRİŞİMLER, SONUÇSUZ KALMAYA MAHKUM''

        Çok kültürlü toplumlarda birliğin ulusal devletle sağlandığını ve tek ulus

        ilkesinin, bu birliği pekiştiren en önemli öge olduğunu belirten Sezer, toplumu

        oluşturan yurttaşların tek ulus çatısında toplanmasının, laiklikte olduğu gibi,

        farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın en etkili yolu olduğunu vurguladı.

        Sezer, şöyle konuştu:

        ''Türk Devleti'ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması,

        Türk Ulusu'nu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına

        gelmemektedir.

        Tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun tüm yurttaşların Türk Ulusu

        olarak adlandırılması, yurttaşlar arasındaki eşitliğin sağlanması, 'çoğunluk'

        içinde bulunan çeşitli etnik kökenli yurttaşların 'azınlık' durumuna düşmesini

        önleme amacına yöneliktir.

        Anayasa'daki 'Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusunundur' kuralı da Türk

        Ulusu kavramının, çoğunluk-azınlık ya da din ve ırk ayrımı yapılmadan

        yurttaşların tümünü kapsadığını göstermektedir.

        Türk Ulusu'nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti

        hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu

        bilinmelidir.''

        Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yolsuzlukla savaşımda mutlaka başarılı olunması gerektiğini belirterek, ''Bu hedefe ulaşmak için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir'' dedi.

        Yeni yasama yılının başlaması nedeniyle Genel Kurul'da konuşan Sezer,

        Anayasa'nın 92. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere

        gönderilmesine izin verme yetkisinin, TBMM'ye tanındığını ve münhasır bir yetki

        olduğunu söyledi.

        Bu niteliği, yetkinin doğrudan TBMM tarafından kullanılmasını, başka bir

        organa devredilmemesini gerektirdiğini, hiçbir organın, kaynağını Anayasa'dan

        almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağını bildirdi.

        Sezer, bu nedenle, ''izin'' yetkisi kullanılırken, iznin süresinin,

        kapsamının ve sınırının da belirtilmesi gerektiğini ifade ederek, şunları

        kaydetti:

        ''Soğuk Savaş dönemi sonrası teknoloji, iletişim, ulaşım sektörlerindeki

        gelişmeler, uluslararası dengeleri güçlü ülkeler yararına hızla değiştirmektedir.

        Bu durum, uluslararası kurumların ve uluslararası hukukun önemini

        belirginleştirmektedir. Güçsüz olanın güçlü karşısında korunması, ancak bu

        kurumlar ve uluslararası hukuk aracılığıyla sağlanabilmektedir.

        Devletlerin, kendilerini uluslararası hukukla bağlı sayması Dünya barışı

        yönünden önemlidir. Anayasamızın 92. maddesiyle TBMM'ye verilen yetkinin

        'uluslararası hukukun meşru saydığı' durumlar için öngörülmüş olması,

        uluslararası ilişkilerin ulaştığı boyut yönünden de son derece anlamlıdır.''

        BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

        Cumhurbaşkanı Sezer, çağdaş özgürlükçü demokrasinin temel ögelerinden olan basının, demokratik düzenin sağlıklı işlemesi yönünden vazgeçilmez bir işleve sahip olduğunu kaydetti. Sezer, basın özgürlüğünün ise, düşünce ve anlatım özgürlüğünü tamamlayan bir özgürlük olduğunu vurgulayarak, ''Halkın haber alma hakkını kullanabilmesinin aracı konumundaki basının, çıkar gruplarından ve her türlü otoriteden bağımsız, evrensel meslek ölçütleriyle çalıştığı toplumlarda, hak ve özgürlükler geniş uygulama alanı bulmaktadır'' dedi. Sezer, haber verme, denetim ve eleştiri yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler arasında bilgi akışı sağlama, özgür tartışma

        ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve düşünce

        dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal sorumlulukları bulunan basının, bu yönüyle kamusal görev yaptığını bildirdi.

        Yurttaşların toplumun geleceğinde belirleyici rol oynayabilmeleri, yönetimi

        denetleyebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp, bunları her

        alanda kullanabilmeleri, hukuksal ve toplumsal kuralların yanında, özgür ve

        yansız basının varlığını gerekli kıldığını ifade eden Cumhurbaşkanı Sezer, şöyle

        devam etti:

        ''Basının toplum adına üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için özgür

        olması, her türlü güç ve baskı karşısında korunması zorunludur.

        Basının saygınlığının ve güvenilirliğinin artması, medya gücünün kötüye

        kullanılmasının önlenmesine, bu gücün kişisel çıkarlardan ve ticari kaygılardan

        uzak tutulmasına, yansız, doğru, ilkeli, kişilik haklarına ve özel yaşama saygılı

        habercilik anlayışının benimsenmesine, her koşulda meslek etiğinin gözetilmesine bağlıdır. Türk basınının tüm çalışanları ve meslek örgütleriyle, Cumhuriyet rejiminin korunup kollanmasında, lâikliğin savunulmasında, demokratik değerlerin yaşatılmasında, geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de öncü rol üstleneceğinden kuşku duymuyoruz.''

        ''HIZLI NÜFUS ARTIŞI''

        Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, çağımızda bir ülke nüfusunun büyüklüğünün, tek başına, o ülkenin gücünün yeterli göstergesi olmadığını vurgulayarak, gelişen teknolojinin, nüfusun yapısını ve niteliğinin önemini artırdığını söyledi.

        Nüfusun büyüklüğü ve özelliklerinin, ekonominin sektörel yapısını ve büyüme

        oranını etkilediğini belirten Sezer, hızlı nüfus artışının temelde yüksek doğum

        oranına dayandığını, üretim çağına ulaşmamış olan 0-14 yaş grubunun oranını

        artırdığını, toplam tüketimin artmasına, dolayısıyla tasarrufun azalmasına yol

        açtığına dikkati çekti. Sezer, nüfus politikalarının, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz parçası olduğunu ifade ederek, ''Temel amaç, insanların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu da ancak, sürdürülebilir kalkınma ile gerçekleştirilebilir. Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen en önemli etmen de hızlı nüfus artışıdır'' diye konuştu.

        2025'TE 90 MİLYON''

        Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışının, tasarrufu zorlaştırdığını

        belirten Cumhurbaşkanı Sezer, ''Oysa, bu tür ülkelerin kalkınabilmesi için

        altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda yatırımların artırılması gerekmektedir.

        Ayrıca, artan iş gücüne iş olanağı yaratmak yeni yatırımlara bağlıdır'' dedi.

        Sezer, 1990-2000 döneminde nüfusun yıllık ortalama artış hızının, binde

        18,1'den binde 14,1'e indiğini, ancak, yine de Avrupa ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış hızının Türkiye'de olduğuna dikkati çekti.

        Göstergelerin değişmemesi durumunda, 2025 yılında ülke nüfusunun yaklaşık 90 milyona ulaşacağının kestirildiğini ifade eden Sezer, şöyle devam etti:

        ''Bunun daha fazla yoksulluğu birlikte getireceği açıktır. Bu nedenle,

        halkımızın, iyi örgütlenmiş, etkili aile planlaması ve destekleyici hizmetler

        yoluyla bilinçlendirilmesi, kendilerinin ve ülkenin çıkarları yönünden

        zorunludur. Aile planlaması kavramının salt doğum kontrolü olarak algılanması

        doğru değildir. Kavram, ana ve bebek sağlığı ile nüfus planlamasını birlikte

        içermektedir. Bu boyutuyla ekonomik ve sosyal kalkınma yanında yaşamsal önemi olan sağlık hakkı ile doğrudan ilgilidir.

        Türkiye, Cumhuriyet'in 100. yılında, gönenç düzeyi yönünden Avrupa Birliği

        verilerine ulaşabilmek için, etkili bir aile planlaması ile sağlıklı ve

        kalkınmayı sürdürecek nüfus yapısı oluşturma hedefini de önemle göz önünde

        tutmalıdır. 20 milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. En

        varsıl kesimle en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 17 kata çıkmıştır. Bunun

        temel nedenlerinden en önemlisi, aşırı nüfus artışı ve aile planlaması konusunda kesimler arası bilinç farkıdır. En yoksul illerde nüfusun yarısının 14 yaşın altında olması bu bilinç farkını ortaya koymaktadır.''

        ''EKONOMİYE ÖNEM VERİLMELİ''

        Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyine

        erişmesi sürecinde ekonomiye büyük önem verilmesi gerektiğinin altını çizerek,

        ''Sanayileşmiş ve gelişmiş bir ülke olarak küreselleşen dünyada hak ettiğimiz

        yeri alabilmek için ekonomik yönden güçlü olmak zorundayız'' dedi.

        Türk ekonomisinin son yıllarda gösterdiği gelişmeleri yakından izlediğini

        belirten Sezer, şöyle devam etti:

        ''Ekonomik anlamda yeni sıkıntılarla karşılaşılmaması ortak dileğimizdir.

        Toplum olarak geçmişten ders çıkarmalı, anlayış birliği içinde, iç politika

        kaygılarından uzak, siyaset üstü yaklaşımlarla geleceğe yönelmeliyiz.

        Sayıların olumlu ya da olumsuzluğundan bağımsız olarak yapısal sorunlara

        eğilmemiz ve gerçekçi, bütüncül çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bunun yolu ise, ekonomide yapısal değişimin önündeki risklerin tanısının doğru konulmasından geçmektedir.

        Bu bağlamda ülke ekonomisinin, dengeleri sağlam, üretime dayanan, siyasal

        yönlendirmelerden etkilenmeyen, gelir dağılımında adalet sağlayan bir yapıya

        kavuşturulması ve dünyadaki yapısal dönüşümlere uyumlu duruma getirilmesi

        önemlidir. Ulusal sermayenin, bir ülkenin büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman akıllardan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin mali sektörünün de omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması zorunludur. Küreselleşme adı altında uluslararası tekelci sermayenin, yerelleştirme ve özelleştirme yöntemi ile iç pazarı etkili biçimde ele geçirmesinin ulusal ekonomiye zarar vereceği de gözden uzak tutulmamalıdır.''

        ÖZELLEŞTİRME YABANCILAŞTI

        Cumhurbaşkanı Sezer, toplumsal ya da stratejik önem taşıyan tüm kamu

        kuruluşlarının getirisi götürüsü tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki

        uygulamaların, özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden

        uzaklaştırdığını, sosyal devlet ilkesine zarar verdiğini ve hızla yabancılaşmaya

        dönüştürdüğünü bildirdi. Gelişmiş ülkelerde stratejik önemdeki tesislerin, yabancılara satılmasının önlenmesi ve bunun örneklerinin giderek artmasının, özelleştirme konusuna çok daha duyarlı yaklaşılmasını gerektirdiğini ifade eden Sezer, ''Üstelik, ülkemizdeki bölgeler arası gelişmişlik farkı ve geri kalmış yörelere özel kesimin yatırım yapmaktan kaçınması, kamu girişimciliğinin önemini ortaya koymaktadır'' şeklinde konuştu.

        Sezer, Türkiye Cumhuriyeti'nin, sosyal bir devlet olduğunu Anayasa'nın

        ilgili maddelerinde sosyal devletin çerçevesinin çizildiğini ve devletin bu

        kapsamdaki görev ve yükümlülüklerinin saptandığını vurguladı.

        Bireylerin sosyal hakları ve asgarî yaşam düzeyleriyle ilgilenerek onların

        gönenç, huzur ve mutluluk içinde, gelecek kaygısı taşımadan yaşamalarını

        sağlamanın, sosyal devletin temel amaç ve görevlerinden olduğunu anlatan Sezer, sosyal devletin, toplumun gereksinimlerini karşılamak amacıyla üstlendiği kamu görevlerinin, genel olarak sosyal güvenlik, sosyal yardım, sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık biçiminde özetlenebileceğini kaydetti.

        SAĞLIK HİZMETLERİ

        Toplumun huzur ve mutluluğu için sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık

        hizmetlerini diğerlerinden ayırmak gerektiğini vurgulayan Sezer, bunların,

        siyaset üstü tutulması gereken, yaşamsal önemi bulunan hizmetler olduğunu

        bildirdi.

        Sezer, sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kalitesinin yükseltilmesi,

        tüm bireyler için erişilebilir, yeterli ve sürekli kılınması ve sağlık

        güvencesinin herkesi kapsamasının, sosyal devlet koşulu olduğunu ifade eden

        Sezer, ''Sağlık gibi devletin asli görevi olan bir alanın, insani boyutu göz ardı

        edilerek, yalnızca parasal yaklaşımlarla ele alınması, sosyal devlet ilkesiyle

        örtüşmemektedir. Çağdaşlık savındaki her devlet, birey mutluluğunu amaçlayan politikalar benimsemek ve uygulamak durumundadır'' dedi.

        Cumhurbaşkanı Sezer, bu nedenle Türkiye de, sağlık alanında çağdaş ölçütleri

        yakalamak, sağlık sisteminin aksayan yönlerini ivedilikle toplumun beklentileri

        doğrultusunda düzeltmek gerektiğini söyledi.

        YOLSUZLUKLA MÜCADELE

        Yolsuzluklardan arındırılmış temiz bir toplumun, nesnel kurallara göre

        işleyen yansız ve saydam bir yönetimin, tüm yurttaşların ortak özlemi olduğunu

        belirten Sezer, şöyle devam etti:

        ''Ne var ki uzun yıllardan beri yolsuzluk olayları toplumun gündeminden

        düşmemiş, kamuoyu sorgulama gereği duymadan her suçlamaya inanır duruma gelmiş, toplumsal sağduyu, aklama kararlarına bile kuşkuyla bakar olmuştur. Kamu kurum ve kuruluşlarında yapılan denetimler, bilgisizlik, savurganlık, çıkar sağlama, görevi savsaklama, basiretsizlik gibi nedenlerle, kurumların çok yüksek tutarlarda zarara uğratıldığını göstermektedir. Yolsuzlukla savaşımda mutlaka başarılı olunması gerekmektedir. Bu hedefe ulaşmak için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir.''

        EĞİTİM

        Cumhurbaşkanı Sezer, ülkelerin gelişen dünyadaki konumlarını

        güçlendirebilmelerinde temel aracın eğitim olduğuna işaret ederek, Türkiye

        Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana eğitime büyük önem verdiğini, çocuk ve

        gençlerin, yenilikleri yakalayan, aklı ve bilimi rehber edinen, yaşamına

        dogmalarla ve hurafelerle değil, çağdaş değerlerle yön veren nitelikli kuşaklar

        olarak yetiştirilmesine özen gösterildiğini ifade eden Sezer, şunları kaydetti:

        ''Eğitimin temel amacı, toplumun ve bireyin niteliğinin yükselmesine hizmet

        etmektir. İnsanlık tarihi boyunca gelişmenin ana kaynağı bilgi olmuştur.

        Çağımızda bilginin önemi, 'bilgi toplumu' kavramının geliştirilmesini gerekli

        kılacak düzeyde artmıştır. Kalkınmanın sürdürülebilmesi, bilgiyi üretme ve

        kullanma yetisi geliştirilmiş bireyleri yetiştirecek, nitelikli bir

        eğitim-öğretim sisteminin kurulmasını gerektirmektedir. Eğitim, ülkedeki

        ekonomik, toplumsal, bilimsel ve siyasal kurumların üretim ve hizmet kapasitesini artıran bir süreçtir. Bu süreç, bireylerin yaşam boyu öğrenmesi olgusunu da kapsamaktadır. Dünyada ekonomiler giderek nitelikli bir istihdam profiline, dolayısıyla daha nitelikli eğitim ve yüksek öğretim almış olmayı gerektiren bir sektörel yapıya dönüşmektedir. Sonuç olarak eğitimin sürdürülebilir büyüme, rekabet edebilirlik, araştırma, geliştirme ve yeni iş alanlarının yaratılması, sosyal içerik, bölgesel gelişme gibi ögelerle bir arada ele alınması ve bu alanlara olan katkısını ön planda tutan bir yaklaşım ile değerlendirilmesi gerekmektedir.''

        ''TEMEL EĞİTİM 12 YIL OLMALI''

        Cumhurbaşkanı Sezer, kişiliğin oluşmasında önemli katkıları olan okul öncesi

        eğitimde, çocuklarımızın sağlığı ve beslenmesi kadar, bireysel gelişimini

        destekleyecek toplumsal ve fiziksel ortamların sağlanmasının da önemli olduğunu vurguladı. İlköğretimin temel hedefinin, etkili bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunarak çocukları erken yaşlardan itibaren ilgi, yetenek, gelişim ve öğrenme özelliklerine göre geleceğe hazırlamak olduğunu belirten Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Bu dönemde, çocuklara denetimsiz ortamlarda bilim dışı, mistik ve dogmatik

        kimi bilgiler aşılanmasına duyarsız kalınması, bu niyetle hareket eden kişi ya da kurumların, caydırıcılığı azaltacak yaptırımlarla cesaretlendirilmeleri son

        derece tehlikelidir. İlköğretim sistemimizin en önemli sorunlarından biri de, öğrencileri ortaöğretime yönlendirmedeki yetersizliğidir. Bir meslek seçimine ilişkin kararını henüz olgunlaştıramamış çocuklarımız, ilköğretimin sonunda mesleki eğitim veren liseler yerine, genellikle üniversiteye hazırlık amaçlı genel

        liselere yönelmektedirler. Bu nedenle, mesleki teknik öğretimin, genel

        ortaöğretim içindeki payı giderek düşmektedir.

        ABVE ABD İLE İLİŞKİLER

        Sezer, AB'ye üyelik hedefi gibi, ABD ile köklü ilişkilerin de dış siyasanın

        temel eksenini oluşturduğunu, AB ve ABD ile ilişkilerin birbirini tamamladığını

        ve Avrupa-Atlantik bağını oluşturduğunu söyledi.

        ''Günümüz koşulları Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini daha da

        artırmıştır'' diyen Sezer, ABD ile ortak yarar temelinde sürdürülen istikrar,

        işbirliği ve barışa dayalı genel amaç birliğinin, iki ülke ilişkilerinin

        geleceğinin de güvencesi olduğunu belirtti. Sezer, ''Bu çerçevede, ABD ile terör

        ve Kuzey Irak bağlamında sürdürmekte olduğumuz işbirliğinin, sonucu Türk kamuoyu tarafından da titizlikle izlenen önemli bir sınav oluşturacağını vurgulamak isterim. Çevremizde bir uyum ve istikrar kuşağı oluşturulması başlıca hedefimizdir. Komşularımız ile ilişkilerimiz de bu anlayış üzerine kuruludur'' dedi.

        KOMŞULARLA GÜVEN VE DOSTLUK

        Türk-Yunan ilişkilerinin, içtenlik, karşılıklı güven ve dostluk temelinde

        gelişmesinin, ikili sorunların çözümünü kolaylaştıracağına inancını dile getiren

        Sezer, bu yöndeki ilerlemelerin Akdeniz bölgesine olumlu yansımaları olacağından kuşku duymadıklarını vurguladı. Sezer, Yunanistan'ın uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesini ve Batı Trakya Türk azınlığının sorunlarını çözmesini beklediklerini bildirdi.

        ''Balkanların istikrarı, ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır'' diyen

        Sezer, Türkiye'nin, Balkan ülkeleri arasında karşılıklı anlayış, işbirliği ve

        barış içinde birlikte yaşamaya dayalı bir ortamın oluşturulmasına önem verdiğini, bu anlayışla, bölge istikrarını korumaya ve bölgenin yeniden yapılandırmasına katkılarını sürdüreceğini kaydetti.

        Sezer, Rusya Federasyonu'nun, tarih boyunca Türkiye'nin önemli bir komşusu

        olduğunu, karşılıklı güven ve dostluğa koşut olarak, iki ülkenin ortak hedefini

        oluşturan ''çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık'' yönündeki işbirliğinin hızla

        ilerlediğini, Avrasya ve Karadeniz bölgesinin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve

        Rusya Federasyonu arasında gelişen işbirliğinin, tüm bölgenin barış, istikrar ve

        gönencine katkıda bulunacağını söyledi.

        Türkiye'nin merkezinde yer aldığı Avrasya coğrafyasının bir istikrar ve

        işbirliği alanına dönüştürülmesinin, dış siyasa hedefleri arasında yer aldığını

        kaydeden Sezer, şöyle konuştu:

        ''Geçtiğimiz Temmuz ayında hizmete açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru

        hattı, bölgesel işbirliğinin anlamlı bir simgesini oluşturmaktadır. Kazakistan'ın

        da katılmasıyla bu işbirliği ağı Orta Asya'ya kadar uzanacaktır. Güney

        Kafkasya'da sağlam bir dostluk ve işbirliği ortamı yaratılmasını istiyoruz.

        Bölgede kalıcı istikrar, güvenlik ve gönencin sağlanması yönündeki çabalarımız

        sürmektedir. Dost ve kardeş Azerbaycan'ın uluslararası toplumdaki saygın yerini pekiştiren adımlar attığını ve hızla geliştiğini görmekten kıvanç duyuyoruz.

        Yukarı Karabağ sorununun çözüme kavuşturulmasını ve Azerbaycan'ın toprak

        bütünlüğünün yeniden sağlanmasını istiyoruz.

        Bölgede işbirliğine önem verdiğimiz Gürcistan'ın sorunlarının barışçı

        yollarla, toprak bütünlüğü gözetilerek ve ileride yeni uyuşmazlıklara yol

        açmayacak biçimde çözülmesini diliyoruz''

        KAYGIYLA İZLİYORUZ

        İran'ın nükleer programına ilişkin gelişmeleri kaygıyla izlemekteyiz.

        Türkiye, İran'ın barışçı amaçlarla nükleer teknoloji geliştirme hakkına saygı

        duymaktadır. Ancak, İran'ın, uluslararası toplumda oluşan güven eksikliğini

        gidermesi ve ilgili uluslararası kuruluşlarla tam ve saydam bir işbirliğine

        girmesi gerekmektedir.

        Her gün çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği Irak'ta durum, bir insanlık

        trajedisine dönüşmüştür. Türkiye, bu zor günlerinde Irak'ın ve Irak halkının

        yanında olmayı sürdürecektir. Bu ülkedeki tüm kesimlerle sürdürdüğümüz

        ilişkilerin başlıca amacı, Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin

        korunmasıdır.''

        'ILIMLI İSLAM'

        Orta Doğu'nun sorunlarla örülü kabuğunu kıramadığını, birbiriyle yakından

        bağlantılı bu kökleşmiş sorunların bölgede kalıcı istikrara ulaşılmasını

        engellediğini belirten Sezer, uygarlıklar beşiği Orta Doğu'nun bir dostluk ve

        işbirliği alanına dönüştürülmesi, bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel

        birikiminin verdiği güçle barış ve gönence ilerlemesinin, Türkiye'nin amacını ve

        Orta Doğu'ya bakışını yansıttığını söyledi.

        Günümüzde, askeri ve ekonomik yeteneğe dayalı somut güç kavramı yanında,

        evrensel nitelikli siyasal ve toplumsal değerlerin önem kazandığına; demokratik

        ve çağdaş değerlerin, ülkelerin saygınlığını, uluslararası işbirliği ve istikrarı

        artırdığına kuşku olmadığını ifade eden Sezer, Türkiye'nin, evrensel demokratik

        değerlerin Orta Doğu'daki tüm ülkelerce özümsenmesinin, barış ve işbirliğine

        önemli katkı sağlayacağına inancını dile getirdi.

        Bu yüksek amaç için siyasal coğrafyaların genişletilmesine, demokrasi ve

        çağdaşlık gibi evrensel değerlerin 'ılımlı İslam' gibi eklemelerle yeniden

        tanımlanmasına gerek bulunmadığını kaydeden Sezer, şöyle konuştu:

        ''Ne İslam'ın ne de demokrasinin kendini tanımlamakta diğerine gereksinimi

        vardır. Bu kavramların her biri, bireylerin yaşamının farklı boyutlarını

        oluşturmaktadır. Tüm dinlerde olduğu gibi, İslam'la demokrasi arasındaki ilişkiyi düzenleyen çağdaşlık ölçütü, laikliktir. Genişletilmiş coğrafyalar için

        demokratik dönüşüm tasarılarının, evrensel değer ve ölçütlere, göreli ve bölgesel nitelikler vermesi, çağdaşlaşma yolundaki çabalara katkıda bulunmaktan uzaktır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ