Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Ahmet Türk: Ulus'a gitmeyi çok istedik

        3N1K

        Teyzesinin adı: Türkiye

        1981 ve 1986 yıllarında iki ayrı kez Diyarbakır Cezaevi'ne girdi. 1987'de adeta cezaevinden çıkıp SHP'den milletvekili seçildi. Ancak Paris'teki Kürt konferansına katıldığı için 1989'da ihraç edildi. Bu kez 1991'de Meclis'e SHP-HEP koalisyonuyla girdi. Ne var ki üç yıl sonra Meclis'ten yaka paça atılanlar arasındaydı. O tarihten itibaren DEP ve HADEP'te birçok üst düzey görev üstlendi. Ancak partinin DEHAP döneminde siyasete biraz ara veren Türk, aşiretin şato görünümüne sahip, neredeyse 120 yaşındaki o taş evine, yani Kasr-ı Kanco'ya çekildi. Türk, DTP sürecinin başlamasıyla tekrar siyasete döndü ve Şubat 2007'de Genel Başkan seçildi. Mülkiye Hanım'la evli olan Türk'ün sekiz çocuğu, yedi torunu var.

        NEDEN: Nefret duygusu bu kadar mı masum olur?.. Evet, bazen olur... Ulus'ta bomba patlayınca olur... Altı asker bir mayına çarpıp ölünce olur... Ve "Bu kaçıncı kez" diye düşününce bir kez daha olur... Ama nefreti asıl masumlaştıran uğradığımız gadrin büyüklüğü kadar, durduğumuz yerin doğruluğudur da... Eğer "masum"da kalmayı ve aklın olduğu yerde durmayı istiyorsak sağduyudan, yani şu sabırla dinleyip anlamaya, anlatmaya çalışma halimizden asla vazgeçmemek gerekiyor.

        NE ZAMAN: 26 Mayıs, Cumartesi günü.

        NEREDE: DTP'nin Balgat'taki Genel Merkezi'nde.

        22 Mayıs, saat 18.41... Bomba patladı... Siz haberi duydunuz... Hemen o ilk anda neler geldi aklınıza?

        O ilk duygular çok karmaşık. İnsanların o şekilde ölmesi korkunç bir şey. Tabii hemen o bombanın Türk-Kürt kardeşliğine vereceği zararı düşünüyorsunuz. Umudunuz biraz daha kararıyor.

        Mesela ağzınızdan çıkan ilk söz?..

        "Eyvah" dedim ben; "Eyvah! Çok kötü bir şey oldu." Bu insanların suçu ne? Yaşama mücadelesi veren insanlar. Ekmek için çaba gösterirken niçin böyle bir saldırının hedefi oluyorlar?

        Peki bu ilk duygular geçip yerini düşüncelere bırakmaya başlayınca?..

        Tabii ilk olarak "Bu olay neyin nesi, nereden geldi, niçin bu adres, bu bombayı koyan kim?" diye düşünmeye başladım. Çünkü çok karışık bir süreçten geçiyoruz. Neyi, kimin yaptığını hemen anlayamıyorsunuz. Mesela bu kişinin Avrupa'ya gittiği söylenen, ne yaptığı belli olmayan bir dönemi var. Acaba arkasındaki güçler kim? Ama kardeşliğimize bir darbe vurulmak istendiği kesin. Peki bunu kim yapar? O zaman aklınıza seçim atmosferinde olduğunuz geliyor tabii. Sonra düşünüyorsunuz, "Acaba bunun içinde bir oyun var mı?", "Provokasyon mu?" Binlerce senaryo var ve sürekli "Acaba" diyorsunuz.

        Olay DTP'nin içinde nasıl karşılandı?

        Herkes çok yoğun bir öfke duydu. Aslında o akşam ilk kınama açıklamasını yapanlardan biri de biz olacaktık. Ancak ortak bir açıklama yapmayı tercih edince ertesi sabaha kaldı. Ki orada da çok açık bir dille ifade ettik; nereden gelirse gelsin lanetliyoruz dedik.

        PKK üstlenseydi de lanetler miydiniz?

        Mutlaka! Kim olursa olsun... Biz böyle bir eylemi yapan anlayışı doğru bulmadığımız gibi tam aksine bize zarar verdiğine inanıyoruz. Bunlar barışa, diyaloğa zarar veriyor, halkları karşı karşıya getiriyor.

        Hiç Anafartalar Çarşısı'na gitmeyi düşündünüz mü?

        Doğrusu bunu ilk kez şimdi size söylüyorum; biz bu konuyu aramızda tartıştık. Hepimiz oraya gitmeyi istedik. "Gidelim, protesto edelim" dedik. Aileleri, esnafı ziyaret edelim, kardeşlik mesajları verelim dedik. Ama doğrusu mecburen vazgeçtik. Bir saldırı olur mu, işler daha istenilmeyen bir noktaya gelir mi diye düşündük.

        Ya mayın pusuları; orada ölen askerler? Onlar için hisleriniz?

        Uluslararası savaşlarda bile mayınlar yasaklanmış bir şey. Biz hiçbir zaman mayınları savunmadık. Bırakın mayınları, biz çatışmanın bile toplumsal dokulara zarar verdiğini söylüyoruz. Ama biz bunu sadece şimdi değil, her zaman söylüyoruz. Silah kimse için çözüm değildir.

        Peki ama PKK'lıların aileleri sizin tabanınız. Sizin bu taban aracılığıyla örgüte bir baskı yapma gücünüz gerçekten yok mu?

        Ama zaten o çocuğunu kaybetmiş aileler bile yeter artık bu kan dökülmesin diyor. Bizim çağrılarımızda da hep bu var.

        O zaman gücünüz mü yok? Çünkü bu acıyı durdurabilecek olmanıza rağmen gücünüzü kullanmadığınız düşünülüyor?

        Asla, biz hiçbir zaman ikircikli davranmadık. Ama Türkiye'de de "Bu böyle gitmez" diyenler çok, değil mi? Askerler içinde bile var. Peki değişiyor mu politikalar? Ne yazık ki kolay olmuyor.

        Yine de sistemi rahatlatmak açısından DTP'ye çok büyük görevler düşmüyor mu?

        Hayır, biz hiçbir rol üstlenmek istemiyoruz, sadece demokratik bir sürece katkı yapmak üzere niyetimizin anlaşılmasını istiyoruz. İnsanları ve sistemi sadece biz sakinleştiremeyiz. Devletin de yapması gerekiyor. Devlet istemezse tek taraflı niyetinizin ne anlamı kalır?

        Sizin seçmeniniz olmasa bile ortalama bir Türk vatandaşının kalbine girmeyi ister miydiniz?

        Bütün çabamız bu. Yani bize farklı bakan insanlarımızın kalbinde bir yer edinebilmek. Onlara kendimizi anlatabilmek... Bugüne kadar vatandaş hep duygularına hitap edilerek bir noktaya götürülmek isteniyor. Biz ise onlara anlatıldığı gibi olmadığımızı, niyetimizin kardeşlik olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir fırsat istiyoruz.

        Ama işte bunu yapabilmeniz için de kendinizi ispatlamanız bekleniyor?

        Kendini ispatlamak çok farklı bir şeydir. Ben kendimi ispatlama ihtiyacında değilim. Ama ben bu süreci doğru okuyan, bu sürecin halka büyük zararlar verdiğine inanan, bir demokrat, bir Kürt, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bunun farklı yöntemlerle ele alınmasını isteyen biriyim. Bütün gücümle böyle bir sürecin başlatılması konusunda hassasiyet gösteriyorum. Ben siyaseti ne milletvekilliği için yapıyorum ne de kariyer için... Tehlikelerin önüne geçebilmek için yapıyorum.

        Acaba bazen kendinizi ifade etmekte sıkıntılar mı yaşıyorsunuz?

        Tabii ki, belki çok zaman kendimizi tam ifade edemiyoruz. Daha fazlasını söylemeyi istediğimiz, söyleyemediğimiz anlar oluyor. Mutlaka gönlümüzden geçen şeyler var. Ama öyle bir hassasiyetler oluşmuş ki bazen duygularımızı saklamak zorunda kalıyoruz. Fakat bugün çok içten bazı şeyler söylüyorum size. Bakın bizim de korkularımız var, bizim de endişelerimiz var. Bu da çok doğal.

        Yani arada sıkışmış gibi mi oluyorsunuz bazen?

        Mutlaka arada sıkıştığımızı da hissediyoruz. Çünkü ortada toplumsal bir vaka var. Çok samimi görülmediğimizi de görüyoruz, ama insanlar nasıl bir samimiyet testinden geçecek, bunun da formülünü bilmiyoruz.

        Tahmin edileceği üzere Ahmet Türk Kuzey Irak'a yapılacak olası bir sınır ötesi harekâta karşı... Diyor ki, "Yani siz iki bin kişi Türkiye'ye verilince sorun bitecek mi sanıyorsunuz? O iki bin kişiyi öldürünce onların Türkiye'deki ailelerini mi kazanmış oluyorsunuz?" Türk'e göre bu sorundan kurtulmanın tek bir yolu var:

        "Dağa çıkışın nedenleri ortadan kaldırılsın", "Kürtlerin demokratik hak ve özgürlükleri verilsin." Hatta bunları söylerken bir ara ağzından "Birileri dağda yalnızlaştığı zaman ne yapacak?" cümlesi bile çıkıyor. Ancak bizim başka bir itirazımız var. "Kusura bakmayın ama..." diyoruz; "Ne yazık ki bu 'demokratik hak ve özgürlükler' lafları artık insanlara biraz fazla yuvarlak geliyor. Somut olarak ne isteniyor; herkes sadece bunu öğrenmek istiyor?.." İşte Türk'ün yanıtı: "Ben hiçbir zaman şu şu isteniyor diye bir liste çıkarmam. Bu doğru bir mantık değil. Yöntem ve yollar kendiliğinden ortaya çıkar. Her ülkenin kendi reel gerçekleri var. Hiçbir tartışma ortamı yaratmadan, birlikte üzerine uzlaşmadan maddeler halinde getirip, 'Ben şunu istiyorum. Bu böyle olacak, şu şöyle olacak' diye dayatmak önümüzü açmaz, tam tersi süreci tamamen tıkar. Tartışmanın ucunun açık olması lazım. Sanki bir pazarlıkmış gibi olmaz bu konular. Bizim derdimiz bu üniter yapı içinde kardeşçe yaşamak. Bu mesajımız doğru alınsa inanın çok yol aşarız."

        Türkân Saylan çizgisini beğeniyoruz

        "Mitinglere katılan vatandaşlar çok sağduyulu davrandılar; 'Ne darbe ne şeriat', 'Demokratik Türkiye' dediler. Ancak mitingi düzenleyenlerin demokrasi talepleri eksikti. Daha çok bazı partilerin güçlenmesi hesabı yapılmıştı. Konuşmacılar arasında bile bir ortaklık yoktu. Ama biz Türkân Saylan'ın çizgisini çok beğendik. Zaten Türkân Saylan'ın her zaman söylemlerini önemsiyoruz. Çünkü her türlü antidemokratikliğe karşı duran bir anlayışı var. Biz mantığın önde tutulduğu bütün söylemleri destekliyoruz."

        Leyla Zana aday olmuyor mu?

        Olmayacağı duyumunu aldık. Kararı ne olursa saygı duyarız.

        Bölgedeki en büyük rakibiniz?

        AKP. Ama gerçekten demokratik bir seçim olursa AKP'yi geriletebilecek tek parti biziz. O yüzden kimse sanmasın ki bize baskı yapılınca oylar MHP'ye, CHP'ye dağılır diye... Bize gelmeyen oy mutlaka AKP'ye gider.

        YSK'nın veto etme olasılığına rağmen siyasi yasaklı adaylarınızı yine de seçime sokacak mısınız?

        Bunu hukukçularla tartışıyoruz. Birbirine zıt iki yorum var. Biz doğrunun açığa çıkması için arkadaşlarımızı aday göstereceğiz. Sonuçta buna YSK karar verecek ve biz de karara saygı duyacağız.

        Kürtçe yemin dönemi bitti

        Şimdi bazı kesimler geriliyor; ya Meclis'e girerseniz, ya yine aynı krizler yaşanırsa diye?

        Kimsenin gerilmesine gerek yok. Hassas bir süreçten geçtiğimizin bilincindeyiz. Sonuçta biz de dersler aldık ve biz de değiştik. Niyetimiz çok açık; parlamentoyu sorunların çözüm yeri olarak görüyoruz. Daha mantıklı, daha sağduyulu bir süreci başlatmanın hesabını yapıyoruz.

        Ama işte aklında kalan Kürtçe yemin ve o renkli saç bandı?

        Biz de diyoruz ki artık bunlar olmayacağı gibi gerginlikleri de ortadan kaldırmaya çalışacağız. İktidara gelme gibi planlarımız yok. Bizim tüm hesabımız süreci kolaylaştırmak üzerine... Bunun için Meclis'te ne yapmamız gerekiyorsa hazırız. Hiçbir partiye karşı ön yargımız yok, hukuku ve demokrasiyi savunan herkesi destekleriz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ