Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Adnan Oktar bana 5 çocuk, 2 torun borçlu

        Bir anne düşünün, neşeli, güzel ve başarılı çocukları var. 5 çocuk. Yaşları 25 ile 45 arasında değişiyor. İkisi Alman Lisesi mezunu.

        Cevat Babuna ile nasıl tanıştınız?

        - 1960’ların Türkiye’si. Ailemin bir tek kızıyım. Üzerime titreyen bir aile. Liseyi yeni bitirmişim. Pek çok isteyenim var. Reddediyorum. Sonra, yakın bir akrabamız vasıtasıyla Cevat’la tanışıyorum. Altı ay nişanlı kaldıktan sonra da evleniyorum.

        Görücü usulü yani...

        - Görünüşte öyle ama hemen aşık oluyorum. Cevat, ABD’den yeni dönmüş. İhtisasını Chicago’da tamamlamış fevkalade yakışıklı bir doktor. 46 yıldır evliyiz. Birbirimize çok bağlıyız.

        Planlarınızın arasında, 5 çocuk yapmak var mıydı?

        - Tabii, tabii. İkimiz de bunu, özellikle istedik. 5 çocuğumu da, bilerek ve isteyerek doğurdum. Kalabalık ve neşeli bir aileydik. Evde bakıcılar, yardımcılar, annem, kayınvalidem, kayınpederim. Beni büyüten nenem de bizimleydi. Yazları Erenköy’de, kışları Nişantaşı’nda yaşardık. Çocuklar da, bu ortamda yetiştiler.

        Nasıl bir annesiniz?

        - Müşfik, çocuklarına bağlı ve şefkatli. Sürekli çocuklarını şapur şupur öpen, sarılan anneler vardır ya, onlardan değildim ama çok ilgiliydim. Bütün tahsilleri boyunca, evde bir sürü yardımcı olduğu halde, kahvaltılarını hep kendim hazırladım. Okuldan döndükten sonra da, onları kapıda karşıladım. Hayatım, eşim ve çocuklarımın etrafında döndü.

        Çocukların okulla sorunları oldu mu?

        - Hiç. Büyük kızım Ceyda, Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu, sonra iktisat okudu. İki numara Oktar, Alman Lisesi ve Çapa Tıp Fakültesi mezunu, ihtisasını New York Üniversitesi’nde yaptı. Üç numara Hüma da abisi gibi Alman Lisesi’nde okudu, İstanbul İktisat mezunu. Dört numara Nişantaşı Kız Lisesi’ni bitirdi, o da İktisat Fakültesi mezunudur. Beş numara Eda, Notre Dame de Sion mezunu, Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler’e girdi. Çocuklarım, son derece iyi okudular...

        Mesafeli bir ilişkiniz mi var çocuklarınızla? Size, siz diye mi hitap ederler?

        Sırlarını kime gelip anlatırlardı?

        - Daha çok bana. Çok yakındım çocuklarımla.

        Gözünüzün önünden gitmeyen kareler...

        - Nişantaşı’nda Valikonağı’ndaki evde, hep birlikte sofraya oturuyoruz. Holde kocaman bir masamız vardı, uzun bir masa, maaile yemek yiyoruz, her kafadan bir ses çıkıyor, birkaç jenerasyon bir arada. Müthiş bir şeydir kalabalık aile. Bir de sabahları 5 çocuk okula gidiyor, hepsinin okulu ayrı saatlerde. Teker teker onlar kalkmadan, kıyafetlerini, formalarını, üşümesinler diye yataklarının üzerlerine diziyorum. Kahvaltılarını hazırlıyorum, karşılarına oturuyorum. Servisleri gelince, çocuklarımı teker teker kapıdan uğurluyorum. Bizi üzmeye başladıkları ana kadar, çok mutlu bir aileydik.

        HER ŞEY 13 YIL ÖNCE BAŞLADI

        Sorunlar ne zaman başladı?

        - 13 yıl önce. Bizim dört numara Tuğba, Adnan Hocacılar diye tabir edilen insanlarla görüşmeye başladı. Başta ciddiye almadık. Geçici bir şey zannettik. Fakat sonra baktık ki, öyle değil. Durum ciddi. Önce gündüzleri birkaç saat kayboluyordu, sonra geceleri de gelmemeye başladı. Derken evi de terk etti, mürit oldu.

        Diğer dört kardeş, nasıl tavır alıyordu?

        - Oktar başta, Tuğba’nın tamamen saçmaladığını düşünüyordu. Hatta dalga geçiyordu. Diğerleri de fevkalade karşıydı, Tuğba’ya cephe aldılar. Ama Tuğba, zaman içinde hepsini Adnan Hoca’nın yanına götürdü.

        Hepsini mi?

        - Hepsini! Yıllar içinde 5 çocuğum, sonra da iki torunum onlara katıldı. Zincirleme oldu. Birbirlerine tesir ettiler. Toplu paranoya gibi. Hüma, ABD’de Georgetown’da okuyordu, kocasına çok aşıktı. Dört günlüğüne geldi. Sadece dört gün. Geliş o geliş. Tuğba, onu da Adnan Hoca’ya tanıştırdı. Dört gün içinde, o yanıp tutuştuğu kocasını boşayıverdi. Bitti. Bir daha Amerika’ya dönmedi. Herkes şaştı kaldı. Mani olamadık. Sonra Eda’yı aldılar. Bilgi Üniversitesi’nde okuyordu, en küçük kızımız. Okulu da bıraktırdılar...

        Bu arada çocuklarınızı geri kazanmak için ne yapıyorsunuz?

        - Elimizden ne geldiyse yaptık. Anlattık: Bu kadar iyi eğitim aldınız, mesleğinizi yapmanız lazım, çalışmanız lazım, aile kurmanız lazım... Yalvardık ama dinletemedik.

        Ne diyorlardı?

        - Ne diyecekler? Onlara göre İsa mesih, Adnan Oktar da mehdi. İkisi ele ele verip, bütün dünyaya hakim olacaklar. Çocuklarımız buna inandılar.

        NEREDE YAŞADIKLARINI BİLE BİLMİYORUM

        Bu çocuklar bunca yıldır nerede yaşıyor?

        - Bilmiyorum.

        Nasıl yani?

        - Bilmiyorum işte. Soruyorum, Tedbiren söyleyemeyiz! diyorlar. Sadece 18 yaşındaki küçük torunumla oğlum Oktar, alt katımızda yaşıyorlar. Kızlarımın nerede yaşadığını 13 yıldır bilmiyorum.

        Bari dört kız kardeş, birlikte mi yaşıyorlarmış?

        - Hayır. Onlar için aile, kardeş ya da evlat önemli değil. Böyle kavramlar yok. Bir arada değiller, yabancılarla yaşıyorlar. 20 yaşındaki torunum bile annesiyle değil. Kendinden 15 yaş büyük bir adamla kalıyor.

        Hiç mi hafiyelik yapmaya kalkmadınız? Çocuklarınızın peşine düşmediniz?

        - Yaptık. Yapmaz mıyız? Hiçbir netice elde edemedik. Çünkü evler devamlı değişiyordu. Onlar lütfederse, görüşebiliyorduk. Yanlarında bir yabancıyla eve geliyorlardı.

        Anlamadım...

        - Kızlarımdan biri eve geliyor değil mi? Yanında tanımadığım iki kızla birlikte geliyor. Bu toplulukta hiçbir çocuk, annesi babasını yalnız başına göremez. Belli mi olur belki etki altında filan kalır. Yanında hep birileri olacak. Yemek masasına bile o yabancı birileriyle birlikte oturulur. Banyoya bile gitse yanındadırlar. Ve Adnan Oktar hakkında kötü bir laf etmeye kalkışırsanız, apar topar çocuklarınız evi terk eder. Zaten bu mahkeme yüzünden de, son altı aydır çocuklarımızla görüşmedik. Bize yaptıkları tehdit şu: Bizi görmek istiyorsanız, Bilim Araştırma Vakfı ve Adnan Oktar hakkında, tek bir kötü söz etmeyeceksiniz. Edersiniz, bizi hayatınızın sonuna kadar unutmak zorunda kalırsınız...

        Peki oğlunuz alt katınızda oturuyor, onunla görüşebiliyor musunuz?

        - Evet ama ilişkimiz çok resmi. Oğlumuza biz bakıyoruz. Beyin cerrahı olmasına rağmen çalışmıyor. Muayenehane açalım, mesleğine geri dön diyoruz, kabul etmiyor. Daha önemli vazifeleri varmış...

        Neymiş onlar?

        - Dünyanın her tarafında Adnan Oktar için konferanslar veriyor. Yaratılış ve evrim teorisini anlatıyor...

        Biz bakıyoruz derken, harçlık mı veriyorsunuz?

        - Yurtdışına giderken, hayır. Bulunduğu yer gönderiyor. Ama onun dışında, bütün ev ihtiyaçlarını, giyeceklerini, yemeğini, telefon paralarına kadar aklınıza gelen her şeyini biz karşılıyoruz.

        Biraz tuhaf değil mi, oğlunuz 43 yaşında...

        - Öyle söylemeyin. Oğlum, bir mucize eseri hayatta. Çok ağır hastalıktan kurtuldu. Tanrı onu bana bağışladı. Elimde değil...

        Adnan Oktar, belli ki oğlunuzun alt katta oturmasına ses çıkarmıyor, kızlarınızdan ne istiyor?

        - Bilmiyorum. Onları bizden mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışıyor.

        Peki torunlarınız gideli ne kadar oldu?

        - Birkaç yıl. Onları da tek başlarına göremiyorum. Yatıya kalamıyorlar. Ziyarete geldiklerinde yanlarında hep birileri oluyor.

        Torunlarınızın annesinin için rahat mı?

        - Büyük kızım, iktisat profesörü ve milletvekili Tevfik Ertüzün’le evliydi. Damadım ve kızım, kardeşlerini kurtarabilmek için çok uğraştı. Olmadı. Başaramadılar. Sonra Tevfik, bence şaibeli bir araba kazasında rahmetli oldu. Kızım, iki oğluyla kalakaldı. Bize sığındı. Çok yumuşak, melek gibi bir kızdır. Bir de şimdi görün onu. Yüz çizgileri sertleşti, bambaşka biri haline geldi. Maalesef onu da içlerine aldılar, oğullarıyla birlikte. Ama bir gün kurtulacaklarına inanıyorum. Kendilerini sorgulayacaklar ve gerçeği bulacaklar. Bunu başaranlar var. Onlar gruptan çıkıyor. Evleniyorlar, iş kuruyorlar, hayata geri dönüyorlar...

        Kurtulanlar, o dönemi nasıl tanımlıyorlar?

        - Kabus diye, Uyandım ama onlarca senem boşa gitti... diye anlatıyorlar.

        Peki siz nasıl açıklıyorsunuz bu durumu?

        - Açıklayamıyorum. Bu çocuklar, benim bildiğim çocuklarım değil. Bambaşka bir karaktere büründüler. Sanki içleri boşaltılmış gibi. Gözleri donuk. Robot gibi.

        Kendi yollarını, kendi iradeleriyle çizmiş olamazlar mı?

        - Hayır, bence olamazlar. Tamamen bir beyin yıkama faaliyeti. Hipnoz mudur, metapsişik bir şey midir, çözebilmiş değilim.

        Peki talep etsem benimle konuşurlar mı?

        - Deli misiniz, tabii ki konuşurlar. Emin olun, karşınızda son derece düzgün, eğitimli, kibar ve zeki çocuklar görürsünüz. Şöyle diyeceklerdir: Ne alakası var? Tabii ki kendi isteğimizle buradayız. Biz yaşını başına almış insanlarız, kendi kararlarımızı kendimiz verebiliriz! Hatta daha da ileri gidip, anneleri babalarını olmayacak şeylerle suçlayacaklardır.

        Peki dersem ki, aileniz neden sizi yalnız göremiyor, neden nerede yaşadığınızı bilmiyorlar. Ne cevap verecekler?

        - Yok efendim böyle bir şey! diyecekler. Annemizin, babamızın, ne yazık ki akli dengesi yerinde değil bile diyebilirler.

        Yarabbi diyorum bu bir korkulu rüya elbet uyanacağız

        Hálá çocuklarınızı kazanacağınızı söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapacaksınız?

        - İnşallah sonunda kazanacağız. Onlara tekrar kavuşacağım. Umuyorum. Elimizden geleni yapıyoruz. Kendilerini sorgulayacaklar. Akıllanacaklar. Annemize babamıza ne yapıyoruz? diyecekler.

        Bu son olay üzerine diğer çocuklarınızla görüştünüz mü?

        - Hayır, hiçbiriyle görüşmedim. Çünkü son zamanlarda, bizim, diğer ailelerle birleştiğimizi, bir araya geldiğimizi hissediyorlardı. Bir duvar gibi birlikteyiz artık ailelerle, bu yolda beraberiz. Ankara’ya gidişlerim oldu, bazı görüşmeler yaptım. Bazı şeyleri maalesef duyuyorlar. Son olarak kızlarım, Böyle yaparsan, bizi kaybedersin diye rest çektiler. Zaten altı aydır eve uğramıyorlardı. Aleyhimize birtakım şeyler yapıyorsun, bunu duyduk. Mahkemeye çıkacakmışsın, Ankara’da bazı insanlarla görüşmüşsün. Ya vazgeç ya da bir daha bizi göremezsin. Sizden çok memnunum diye bir kağıt yazarsam beni affedeceklermiş...

        Ne demek o?

        - BAV topluluğundan çok memnunum. Hiçbir şikayetim yoktur diye bir kağıt imzalamamı istiyorlar.

        Annelerin, babaların bir araya gelmesinden neden bu kadar rahatsızlar?

        - Çünkü yeniden BAV’a ve Adnan Oktar’a karşı bir hareket başlıyor. Yıllarca kimseyi bize tanıştırmadılar. Evimize arkadaşlarını getirdiler, isimleri farklı söylediler. Hakiki soyadlarını asla söylemediler. Kimin kızı dersin, cevap vermez. Çünkü ailesiyle temasa geçmenden korkuyor. Ama işte sonunda aileler bir araya geldik.

        Daha önce de aileler bir araya geldi bir sonuç alınamadı. Herkes şikayetlerini geri çekti...

        - Doğru, orada bir hata yaptık. Daha doğrusu, hepimiz aldatıldık. Adnan Oktar nişanlandı, artık evleniyor dendi. Çocuklar evlerine dönüyor. Bu adam, artık evlatlarımızı rahat bırakıyor. Bundan sonra hayat normale dönecek. Evlenecekler, iş hayatına atılacaklar. Madem öyle dedik, çocuklarımız ceza görmesinler diye dilekçelerimizi geri aldık. Ama bu sefer kararlıyız. Sonuna kadar gideceğiz. Nasıl bir derttir bu. Allah kimseye vermesin. Bazen, Yarabbi diyorum, Bu bir korkulu rüya, elbet uyanacağız...

        Baba Prof. Cevat Babuna

        Ben hekimim, profesörüm, beyin fonksiyonlarını çok iyi bilen biriyim. Ama bu olan biteni açıklayamıyorum. Bu meseleyi, fizik bir metotla izah etmek, zaten mümkün değil. Ekstradan bir şeyler oluyor orada. Bir metafizik olay var ama ne? Bu adam nasıl bütün bu çocukları kendine itaat ettiriyor? İşte bunu kimse çözemiyor...

        Bunlar zayıf çocuklar değil. Aksine çok kuvvetli, zeki çocuklar. Ve iyi eğitimliler. Peki nasıl olabilir? Nasıl bu kadar bir başkasının etkisinde kalabilirler? Tuğba mesela, bizim dört numara, organizasyonun bütün işlerini yürüten kişiymiş. Devletle filan ilişkileri var. Yok canım dedim ben önce. Ama bir baktım, kızımı tanımayan parti başkanı yok. Deniz Baykal’ın bir gün Dedeman’da konuşması var, ben de oturumun başkanıydım. İlk defa karşılaşıyoruz, bana Tuğba nasıl? diye sordu. Süleyman Demirel’le karşılaşıyorum, Tuğba n’apıyor? diyor. Hepsiyle irtibatı var, bu nasıl oluyor?

        O GÜN MAHKEMEDE O SÖZÜ SÖYLEYEN BENİM OĞLUM DEĞİLDİ, ROBOT GİBİ

        43 yaşında beyin cerrahı oğlunuz, nasıl oldu da sizin için, Bahçıvanın geri zekalı oğluna cinsel tacizde bulundu annem diyebildi?

        - Bunu söyleyen adamın, benim çocuğum Oktar’la hiçbir alakası yok. Oktar, ahlakı düzgün sevecen bir çocuktur. O gün mahkemede konuşan başka biriydi. Yandan gördüm. O yüzü tanımıyorum. Oğlum Oktar’ın yüzü değil. Benim de aklım almıyor. Onlara söyleneni yapıyorlar. Robot gibi. Koşulsuz itaat ediyorlar. Ama ben, beni assalar, vursalar ya da öldürseler, asla annem-babam hakkında böyle şeyler söylemem. Bu yüzden neler olduğunu açıklayamıyorum.

        Ne hissettiniz?

        - Şoke oldum. Kahroldum. Bir annenin yaşayabileceği en büyük acı. Atamazsın, satamazsın. Evladım o benim. O günden beri telefonlarımız susmuyor. Bütün Türkiye durumun vahametini gördü. Oğlum çok ağır bir hastalıktan kalktı. Bir mucize eseri, Allah onu bana bağışladı. Birilerinin sıkıştırmaları yüzünden strese girip hastalığı nüksederse, yemin ederim bunun hesabını sorarım...

        Bunlarda her tür numara var. Karşılarındaki insanı yıldırmak için her şeyi yapıyorlar. Bir Ebru Şimşek, bir de Fatih Altaylı yılmadı. Öyle insanlar ki, 300 tane dava açıyorlar. Uğraş uğraşabilirsen. Bir davayı burada kazanıyorsun, bir bakıyorsun, başka bir mahkemede başka bir iftiradan dava açılmış. Bunlarda yalancı şahit de bol. Yalan fevkalade mübah bir olay. İnsanları çocuklarıyla karşı karşıya getiriyorlar. Annesine karşı yalancı şahitlik yaptırıyorlar mesela. Kız çıkıyor diyor ki mesela, ’Annem gruptan para istedi sizin hakkınızda şikayetçi olmayayım diye, para verilmeyince benim nerede olduğumu bilmediği konusunda şikayette bulundu’. Hakim anneye bakıyor, annenin kolunda Louis Vuitton filan var bu arada, yani belli ki kadının paraya filan ihtiyacı yok, ’Ne diyorsunuz?’ diyor. Anne hakime bakıyor, ’Ne diyebilirim Hakim Bey, o benim kızım’ diyor.

        ANNEYİ SEVMEK ALLAH’A ŞİRK KOŞMAKMIŞ

        Peki sizi öyle ağlarken, perişan vaziyette görünce etkilenmiyorlar mı? Onların annesisiniz...

        - Ah, ah. Anneye babaya şefkat göstermek, ilgi yapmak, onların felsefesine göre Allah’a şirk koşmak. Evladına da sevgi göstermeyeceksin. Kızım Ceyda mesela, özellikle oğullarından uzak duruyor. Nadiren de olsa görüştüğümüzde usulen öpüşüyorum çocuklarımla. Asla eskiden olduğu gibi gerçekten, samimi kucaklaşamıyoruz. Aramızda hep bir duvar var.

        - Sorgulamaz olur muyum? Ne yaptık da, böyle oldu? diyorum. Yedi çocuk birden. Neden böyle bir girdabın içinde girdiler? Kendime bakıyorum, sorun bende mi diye, suç bulamıyorum. Düşünüyorum da, yapabileceğim her şeyi yaptım. Zaten kocamın psikiyatr arkadaşları da bana, Suçu kendinde arama, bu bir beyin yıkama faaliyeti diyorlar.

        Sizce çocuklarınızda manevi bir boşluk mu söz konusu acaba?

        - Ne alakası var? Orada çocukları günde 14 saat çalıştırıyorlar. Rahat değiller ki. Manevi boşluk doldurma filan söz konusu değil ki. Bilgisayar başında, gece yarılarına kadar kitap yazıyorlar. Sohbet edecek zamanları bile yok.

        Peki sizin için maddi bir kayıp da söz konusu mu?

        - Çocuklarımı kaybetmişim, maddiyatın lafı mı olur? Ama maddi kayıp da var. Bırakın çocuklarımızın üzerine yaptığımız dükkanları, şunları bunları... Rahmetli damadımdan torunlarıma kalan mülkler, evler, çiftlikler, milletvekili maaşı bile gitti. Vakfa devredildi.

        Nereden biliyorsunuz devredildiğini?

        - Hiçbiri ortada yok. Sahipleri değişmiş.

        Hürriyet

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ