Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Kutlu Doğum Haftası açılış programı konuşması "Herkes gibi bizler de ağır samimiyet sınavından geçiyoruz"

        Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "İslam dünyasındaki yönetici kadrolar, Peygamberimizin tatbikatındaki katılımcı, müzakereci ve çoğulcu değerleri, adaleti ve hukuku temel alan yönetim ilkelerini hayata geçirme yolunda çaba göstermeleri halinde hem genel olarak İslam coğrafyasına hem de kendi ülkelerine en büyük iyiliği yapmış olacaklardır" dedi.

        Gül, Arena Spor Salonu'nda düzenlenen Kutlu Doğum Haftası'nın açılış programındaki konuşmasına, "Hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyor, Allah'ın sevgi ve selamıyla selamlıyor, rahmet ve bereketinin hepimizin ve tüm insanlığın üzerinde olmasını niyaz ediyorum" sözleriyle başladı.

        Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberi anmak üzere toplandıklarını belirten Gül, "Bizler bugün insanlık tarihini derinden etkilemiş, mesajları ve hayatıyla insanların aydınlanmasına ve olgunlaşmasına yön vermiş Allah'ın elçisi Peygamber Efendimizin dünyamıza teşriflerinin 1443'üncü yılını idrak ediyoruz" diye konuştu.

        Her yıl düzenlenen, artık geleneksel hale gelen Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin olgun, kapsayıcı ve aydınlatıcı ortamda cereyan etmesini sağlayan Diyanet İşleri Başkanlığı ile mensuplarına teşekkür ve tebriklerini ileten Gül, "İnanıyorum ki bu etkinlikler, toplumumuzda Peygamberimizin yüce kişiliğinin, örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına, onun öncülüğünü yaptığı ve hepimize tavsiye ettiği huzur ve sevgi ikliminin oluşmasına çok anlamlı katkılarda bulunacaktır" ifadesini kullandı.

        "Bugün tazimle yad ettiğimiz sevgili Peygamberimiz, Hz. Adem'den itibaren içinden çıktıkları toplumlara ve bütün insanlığa yeni ufuklar açan, onlara iyilik ve doğruluk yolunda rehberlik yapan kutlu elçiler zincirinin son halkasıdır" diyen Gül, peygamberlerin hepsinin, farklı tarih dilimlerinde ve farklı coğrafyalarda olsa da esasta aynı ilahi mesajı ve aynı evrensel hakikati tebliğ ettiklerini vurguladı.

        Gül, bu inancın İslam dininin kuşatıcılığının ve evrenselliğinin en önemli dayanağı olduğuna işaret ederek, "Onun, Allah'ın lütfu ve inayetiyle insanlığa tebliğ ettiği ilk mesajından itibaren geçen 23 yıllık peygamberlik dönemi, tüm zamanlara ışık tutan ve rehberlik yapan hakikatlerle doludur. O, sadece içinden çıktığı toplumun insanlarına ilettiği ve bugün bizler için de geçerli bulunan mesajlarıyla değil, aynı zamanda örnek kişiliği ve hakikate şahitlik yapan hayatıyla da her zaman olduğu gibi bugün de gelecekte de dünyamızı aydınlatmaya devam edecektir" değerlendirmesinde bulundu.

        "Onun gerek bir insan olarak sahip olduğu hasletlerin gerekse peygamber sıfatıyla yaşadığı hayatının temel özelliklerinden sadece birkaçına burada değinmemiz, bu devam eden rehberliğin yol gösterici niteliğini bize yeniden hatırlatacaktır" ifadesini kullanan Cumhurbaşkanı Gül, şöyle devam etti:

        "Bildiğiniz gibi, onun insan üstü özelliklere sahip olmadığı, içinden çıktığı toplumun normal bir ferdi gibi ölümlü bir insan olduğu gerçeği muhtelif ayetlerde de vurgulanmaktadır. Nitekim inanmaları için kendisinden sürekli insan üstü mucizeler, harikuladelikler bekleyen toplumunun bu beklentisini kıran ve onun beşer tarafını hatırlatan bazı ayetler nazil olmuştur. İşte onun bu beşer kimliğinden dolayıdır ki ilahi mesajlar, insanların aklına, düşünme ve muhakeme etme melekelerine seslenmekte ve özlerindeki temiz fıtratı harekete geçirmektedir. Allah'ın mesajlarını düşünen, tefekkür eden bir topluma indirdiğini buyurması da aklın ve düşünmenin, İslam dininin tebliği ve medeniyetinin gelişmesinde oynadığı temel fonksiyonları ortaya koymaktadır.

        Yine hepimizin bildiği gibi Peygamberimiz ,hayli olgun yaşında ilk ilahi mesaja muhatap olmasından önceki hayatında, itidalli, adaletli ve dosdoğru kişiliğiyle takdir görmüştür. O günün farklı ve çoğunlukla kavgalı kabilelerden oluşan parçalı toplumunda bile toplumun bütün fertlerinin ortak güvenini kazanmıştır. Bundan dolayı da 'Muhammed-ül Emin' olarak anılmaktaydı. Esasen Allah'ın bahşettiği bu üstün insani vasfı sayesindedir ki kendisine gelen ilk ilahi mesajları tebliğ ettiği insanlardan ön yargısız olanları, kendisinden ayrıca bir mucize beklemeden sözünün doğruluğuna inandılar ve ona tabi oldular. İçinde yaşadıkları toplumun 'cahiliye' olarak tanımlanan bağnazlıklarından ve sapkınlıklarından vazgeçmeyenler ise hakikati görmezden gelme, ona kulaklarını ve kalplerini kapama yoluna saptılar ve tarihin zikrettiği düşmanlıklara tevessül ettiler."

        Gül, İslam toplumunun bu sancılı yıllarını başarıyla atlatarak içinden çıktığı coğrafyaya hakim hale gelmesi sürecinde sergilenen başka bir örnek davranış tarzını da hatırlatarak, "Bu da Peygamberimizin Mekke'yi fethedip İslam toplumunun kökleşmesi yolundaki en önemli engeli aşması sonrasında, kendisine ve arkadaşlarına en şiddetli düşmanlığı yapan Mekkeli liderleri ve takipçilerini yüce gönüllülüğüyle affetmesi, öfke ve intikam duygularını bir tarafa bırakarak bütün insanlığa örnek olacak bir barış ve birlikte yaşama ruhunu hakim kılmasıdır" diye konuştu.

        "PEYGAMBERİMİZİN TAVSİYE VE UYARILARININ TARİH ÜSTÜ, EVRENSEL DEĞERİNİ ORTAYA KOYUYOR"

        Peygamberin Veda Hutbesi'nde yaptığı tembih, tavsiye ve uyarıların hep akılda tutulması gerektiğini vurgulayan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:

        "Bütün bir İslam dünyası ve Müslümanlar olarak onlarla ne kadar uyum içinde olduğumuzu sorgulamalıyız. 'Ey insanlar, sözümü iyi dinleyin' diye başlayan Veda Hutbesi'ni, bugünün kavramlarıyla ifade edersek, ırk ayrımcılığına, cinsiyet eşitsizliğine ve ekonomik sömürüye karşı güçlü uyarı ve tembihlerle doludur. Bu uyarıların bugün sadece İslam ülkeleri için değil, modern, gelişmiş toplumlar için de hala geçerliliğini sürdürmesi, Peygamberimizin tavsiye ve uyarılarının tarih üstü evrensel değerini bir kez daha ortaya koymaktadır. Hepimizin bildiği bu gerçekleri yeniden hatırlatmamız, İslam dünyası olarak son birkaç yüzyıldır içinde bulunduğumuz durumu ve bugün şahit olduğumuz pek de parlak olmayan sosyoekonomik ve siyasi tablonun sebeplerini doğru anlamamızı sağlamak içindir.

        Temelleri Peygamberimiz tarafından biraz önce kısaca değindiğimiz şartlarda atılan küçük İslam toplumu, kendilerinin vefatından sonraki 20-30 yıl içinde o günün sayılı siyasi ve ekonomik güçlerinden biri haline gelmiştir. Bu süreçte yaşadığı birçok üzücü iç mücadeleler ve iç bölünmeye rağmen takip eden yüzyıllar boyunca dünyanın dört bir tarafına yayılmış, geniş bir coğrafyada, insanlığın o güne kadar yaşamadığı bilimsel, düşünsel, sosyal ve ekonomik gelişmeyi hayata geçirmeyi başarmıştır."

        Cumhurbaşkanı Gül, bu tarihsel süreç içinde İslam toplumunun çok çeşitli kültürlere, dini inançlara, hayat tarzlarına ve medeniyetlere ev sahipliği yapan geniş bir coğrafyada olağanüstü bir hızla yayılmasının, bir taraftan başlangıçtaki berrak, dini safiyetin ve toplumsal bütünlüğün bozulmasına yol açtığını, diğer taraftan da karşılaştığı bu farklılıklarla gerçekleştirilen etkileşimler sayesinde verimli sentezlere ulaşmayı sağladığını belirtti.

        "Tarihimizi yok saymak, insanlık tarihine yapılan olağanüstü katkıları bilmemek, hatta bazen bir yük olarak görmek nasıl ki son yüzyıllarda yaşanan olumsuzlukların getirdiği bir kompleksin eseriyse, sadece zaferler, başarılar ve şeref tablolarıyla dolu bir tarih olarak resmetmek de yararsız bir övünmenin ve tarihsel olgunluklardan uzak bir kutsayıcılığın ürünüdür" değerlendirmesinde bulunan Gül, tarihin doğru okunmasının hem bugünü doğru değerledirmenin hem de geleceğin temellerini sağlam şekilde atmanın vazgeçilmez şartı olduğunu aktardı.

        "TOPLUMU İSTİKRARSIZLAŞTIRAN AŞIRI TEPKİLERİN DOĞMASINA YOL AÇMIŞTIR"

        Gül, son birkaç yüzyılda Batı dünyasında entelektüel bir hegemonya oluşturan oryantalizmin İslam dini, Müslüman toplumlar ve İslam kültür ve medeniyeti hakkında çizdiği olumsuz tablonun etkisinde kalıp, İslam dünyasının yaşadığı bütün sosyal, siyasi ve ekonomik sorunların sorumluluğunu dine yükleyen anlayışın, hem vahim bir yanlışlığın hem de kısır bir dogmatizmin ürünü olduğunun bugün açıkça ortaya çıktığını söyledi.

        Bu anlayışların etkisinde kalarak tarihleri, kültürleri ve medeniyetleriyle bağlarını radikal biçimde kopararak, kendi halkı ve değerleriyle ters düşen İslam ülkelerinin çoğunun bugün içinde bulunduğu kaotik tablonun, bu anlayışın çözümsüzlükten ve kaostan başka bir şey üretmediğini gösterdiğini dile getiren Gül, şöyle konuştu:

        "Kaldı ki bu şekilde bir inkarcılık, o toplumların Müslüman kimliklerini de ortadan kaldırmamakta, tersine ilave birtakım toplumsal ve siyasal sorunların doğmasına sebep olmaktadır. Birçok İslam ülkesinde hayal kırıklığıyla sonuçlanan bu eğilimler, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkıp, günümüze kadar devam eden yanlış ve eksik bir modernleşme anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Modernleşmeyi toplumsal, ekonomik ve siyasal standartları yükselteme modeli almak yerine bir ideoloji ve bir hayat tarzı dayatması olarak almak, hem modernleşme yolunda başarısızlığa sebep olmuş hem de toplumu istikrarsızlaştıran aşırı tepkilerin doğmasına yol açmıştır."

        "DOĞRU CEAPLARIN VERİLMEDİĞİNİ GÖSTERİYOR"

        "19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı aydınları arasında yaygın olarak tartışılan 'Neden geri kaldık' sorusu, maalesef bugün birçok İslam ülkesinde hala geçerliliğini korumaktadır" ifadesini kullanan Gül, şunları söyledi:

        "Bu tartışmanın yapıldığı günlerin üstünden bir yüzyıldan fazla zaman geçmesine ve bu süre zarfında İslam coğrafyasında büyük siyasal ve ekonomik değişiklikler yaşanmasına rağmen bu sorunun geçerliliğini sürdürmesi, doğru cevaplar verilemediğini veya doğru cevapların doğru politikalara dönüştürülemediğini göstermektedir. Batı'nın yaşadığı iki büyük dünya savaşının ve çöken imparatorlukların yarattığı şiddetli travmaya rağmen, o günlerde Batı ile İslam dünyası arasında sosyal, ekonomik ve siyasal alanda mevcut olan mesafe, hala kapatılabilmiş değildir. Batı toplumlarının yaşadıkları onca travmalardan nihayet ders alarak kurumsal yapılanmada, birey hak ve özgürlüklerinde, refah artışında, gelir dağılımında, teknolojik gelişmede ve birey-devlet ilişkilerinde gerçekleştirdikleri ilerlemeler, iki dünya arasındaki mesafeyi, sadece zenginliğe ve ekonomik gelişmeye ilişkin bir nicelik farkından ibaret bırakmayıp, maalesef insani ve toplumsal gelişme alanında bir kalite ve seviye farkına da dönüştürmüştür. Bu farklılığın somut sonuçları olan İslam dünyasındaki otoriter rejimleri, bireysel hak ve özgürlüklerden yoksunluğu, kurumsal geriliği, eğitim yetersizliğini, gelir dağılımındaki eşitsizliği, yoksulluğu, kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik kavramlarına uzaklığı görmezden gelmemiz mümkün değildir."

        İçinde bulunulan çağda sürdürülmesi mümkün olmayan bu yanlışların birikimi sonucu, İslam dünyasında son yıllarda kaçınılmaz başkaldırmalar olduğunu ve insanların haklı taleplerle meydanlara çıktıklarını ifade eden Gül, "Çağı kavrayabilen liderlikler dönüşümün ülkelerinde daha az maliyetle gerçekleşmesinin yolunu açarken, statükolarını korumakta ısrarlı olanlar ülkelerini harap etmişler, vatandaşlarını kan ve gözyaşına boğmuşlar veya sürdürülemeyecek politikalarla ülkelerini onlarca yıl geriye götürmüşlerdir" dedi.

        Cumhurbaşkanı Gül, "Şüphesiz ki bir yandan Müslümanlar olarak bu acıları derinden hissedip üzerimize düşen dayanışmayı gösterirken, diğer yandan da bu hüzünlü tablodan akılla çıkmanın yollarını bu ülkelere göstermek zorundayız" ifadesini kullandı.

        Gül, şunları kaydetti:

        "Aslında tüm İslam dünyasındaki yönetici kadrolar, Peygamberimizin tatbikatındaki katılımcı, müzakereci ve çoğulcu değerleri, adaleti ve hukuku temel alan yönetim ilkelerini hayata geçirme yolunda çaba göstermeleri halinde hem genel olarak İslam coğrafyasına hem de kendi ülkelerine en büyük iyiliği yapmış olacaklardır. Bugün inanıyorum ki kendi ülkelerinde daha fazla demokrasi, daha şeffaf bir kamu yönetimi, daha geniş bireysel hak ve özgürlükler ve daha fazla hukuk ve adalet için çaba gösteren Müslümanlar, hem İslam'ın ruhuna ve temel ilkelerine daha uygun bir tutum sergilemiş olacaklar hem de kendi ülkelerinin ve insanlarının mutluluğuna ve refahına katkıda bulunmuş olacaklardır.

        Unutmayalım ki bugün gelişmiş Batı toplumlarına farklı terminolojilerle maledilen iyi yönetişimin vasıfları olan hak, hukuk, şeffaflık, hesap verebilirlik ve eşitlik gibi değerler bizim öz değerlerimizdir. Bu değerleri bireysel ve toplumsal hayatımızda gerçekleştirdiğimiz takdirde maddi ve manevi zenginliğe ulaşabiliriz. İslam'ın düşünmeye, araştırmaya, aklı ve bilgiyi kullanmaya değer verdiği dönemlerdeki yükselişinin yeniden tekrarlanması için gerekli zihinsel şartları hazırlamak, bu konulara kafa yoran aydınlarımıza, devlet adamlarımıza, eğitimcilerimize düşen bir görevdir. Ama bu konuda en büyük sorumluluk da Diyanet ve ilahiyat camiasına düşmektedir."

        "HERKES GİBİ BİZLER DE AĞIR SAMİMİYET SINAVLARINDAN GEÇMEKTEYİZ"

        Cumhurbaşkanı Gül, Diyanet İşleri Başkanlığının bu yılki Kutlu Doğum Haftası'nın ana teması olarak "Samimiyet" konusunu seçmesini anlamlı bulduğunu ve takdir ettiğini belirtti.

        "Bu vesileyle şu hususu yeniden ifade etmek isterim, içtenlikli bir şekilde kendimizden başlayarak çevremize bakmalıyız" diyen Gül, "İyi niyetli ve istikrarlı çabalarla gidişatımızı gözden geçirmeliyiz. Bu topraklarda her inanç grubunun, her aidiyet ve mensubiyet çizgisinin huzur ve bekasını garanti altına almalı ve bu konuda vicdani ve ahlaki açıdan sorumluluk duymalıyız" değerlendirmesinde bulundu.

        Gül, bugün Hz. Peygamberi sevmenin, ona tabi olmanın her şeyden önce derin bir samimiyet gerektirdiğini söyledi. Bin yılı aşkın Müslümanlık tarihinin ortak özelliğinin dinde samimiyet olduğuna işaret eden Gül, sözlerini şöyle tamamladı:

        "İnsan, ilişkilerini Allah ile nasıl kuruyorsa çevresindekilerle de öyle kurmak zorundadır. Kabul etmek gerekir ki günümüzde herkes gibi bizler de ağır samimiyet sınavlarından geçmekteyiz. Allah ve Peygamberle olan ilişkilerimizin özü samimiyet üzerine bina edilmiştir. Peki, diğer insanlarla, kendimizle, doğayla ve cümle mevcudatla kuracağımız ilişkinin dinî ve ahlaki temeli ne olacaktır? Bu vesileyle bu konunun üzerinde hep birlikte yeniden düşünmeli ve her birimiz kendimizi gözden geçirmeliyiz... Birbirimize karşı samimi olmamızın, özümüzle sözümüzün, içimizle dışımızın bir olmasının her şeyden önce sağlıklı bir toplum olmanın en temel şartı olduğunu vurgulamak isterim.

        Kutlu Doğum Haftamızın, Peygamber Efendimizin mesajlarının doğru bir şekilde anlaşılıp kavranması, hemen her boyutuyla içselleştirilmesi konusunda bizlere yeni kapılar açmasını temenni ediyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum ve Allah'a emanet ediyorum."

        AA

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ