Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İstanbul gezi, gezi direnişi, gezi analizi ışıl cinmen, gezi olayları, gezi ışıl cinmen, vali mutlu tweet, gezi parkı, gezi parkı olayları, haziran direnişi, gezi olayları ve sosyal medya, yurttaş gazeteciliği, gezi olayları neden oldu, gezi neden, gezi nasıl oldu

        IŞIL CİNMEN

        icinmen@haberturk.com

        HABERTURK.COM

        Haziran Direnişi ya da Gezi Direnişi Türkiye’deki dikotomilerin belirginleştiği, yalnızca politik aktörlerin değil, apolitik olduğu düşünülen insanların saflarını belirlediği ve sosyal medyanın öneminin ortaya çıktığı bir süreç oldu.

        Bu sürecin analizi popüler kültür, siyasi tarih, sosyoloji, toplumsal cinsiyet, sokak sanatı gibi birçok farklı alan üzerinden yapılabilir. Bu makale daha ziyade kronolojik bir diziliş üzerinden genel bir analiz ortaya koyuyor.

        Ama bundan önce olayların geliştiği siyasi ortamın anlaşılabilmesi için, kısaca Türkiye politik tarihine bakmak gerekiyor.

        TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNİN ALTYAPISI

        Türkiye’de dikotomiler Cumhuriyetin kuruluş dönemine, 20. Yüzyılın başına kadar gidiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı milletler bir arada yaşıyordu. Milliyetçilik akımı alıp başını gittiğinde ve Balkanlardaki milletler birer birer özgürlükleri için Osmanlı ile savaşmaya başladıklarında bu toprakların düşünürleri de farklı teorilere yakınlık duymaya başladı. Kimi Osmanlı milliyetçiliğini, kimi Türk milliyetçiliğini, kimi hümanizmi savunuyordu. 1. Dünya Savaşı sonrasında yapılan Kurtuluş Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu artık bir değişime mecburdu. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Türk milliyetçiliği taban alındı.

        O güne kadar Şeriat yasalarıyla yönetilmiş olan topraklar, Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber sivil anayasa sistemine geçti. Bunca değişikliğin bu kadar kısa sürede doğal olarak yapılması mümkün değildi, dolayısıyla Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış olan askerlerin ağırlıkta olduğu parlamento her gün yeni bir reform yasası hazırladı.

        Alfabeden, kadının siyasi ve sosyal konumuna, kıyafetten, soyadı kanununa kadar birçok sosyal ve siyasi değişiklik çok hızlı bir şekilde, tepeden inme yapıldı. O zamana kadar dinin ön planda olduğu bir ülkede sekülerleşme doğal olarak tamamen sindirilemedi. Bundan sonrasında Atatürk’ün “iç mihraklar” diye tanımladığı, ülke içinde rejimin değişmesini isteyen bazı grupların olduğuna inanıldı ve Türk politik tarihi bu içerideki düşmanları kontrol altında tutma çabasıyla geçti. Cumhuriyet her an tehlike altındaydı. Bu korku rejimi içinde üç askeri darbe, bir “post modern darbe” diye tanımlanan online muhtıra (28 Şubat 1997) gerçekleşti.

        Cumhuriyetin ilk yıllarında, tek partili dönemde Atatürk’ün başkanlığını yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidardaydı. Dolayısıyla yalnızca Cumhuriyetçi, seküler ses duyuluyordu. Çok partili döneme geçildiği anda ise, Demokrat Parti (DP) seçimleri kazandı. Adnan Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti kendini halkın sesini temsil eden taraf olarak tanımlıyordu. Dini öğelere daha fazla ağırlık veriyorlardı. İktidar dönemlerinde yaptıkları ilk değişiklik ezanı Türkçeden Arapçaya değiştirmek oldu. 1955’te Demokrat Parti yine seçimleri kazandı. Yani sekülarizm askeri elit tarafından dayatılsa da, halkın bir bölümü kendi başına bırakıldığında, dini öğelerin ön planda olmasını istiyordu.

        Ne yazık ki askeri elit bu isteği dengeleyecek bir yol izlemek yerine, bastırmayı tercih etti.

        1960 yılında Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesi gerçekleşti ve Menderes partinin öne çıkan başka isimleriyle beraber idam edildi. 1960’dan 2002 yılına kadar geçen süreçte dini öğeleri ön plana çıkaran siyasi partiler çok fazla yükselemediler. Ya hemen kapatıldılar ya da zaten gelen darbelerle sivil yönetim sürekli sekteye uğradı.

        2002 yılında siyasi sahneye Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) çıktı. Söylemlerinde demokrasiden bahsediyorlardı ve Türkiye’nin multi-etnisiteli sosyal yapısında ezilen, dışlanan tüm grupları temsil edeceklerini söylüyorlardı. Böylece yalnız dindar kesimin değil, demokrasi ve eşitlik özlemi içinde olan başka kesimlerin de oylarını alarak iktidara geldiler.

        İlk iktidar dönemlerinde başlangıçtaki söylemlerini hiç bozmadan çalıştılar. Türkiye uzun yıllardır askeri darbelerle ve koalisyon hükümetlerinin kararsızlığıyla boğuşmakta olduğu için istikrarlı bir ekonomik dönem yaşamamıştı. AKP tek başına iktidardı ve başarılı bir yönetim uyguluyorlardı. 27 Nisan’da askerden gelen muhtıraya, daha önceki partilerin vereceği korkup geri çekilme tepkisini vermek yerine, üzerine gittiler. Böylece Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren hakimiyeti zedelenmemiş olan Türk Silahlı Kuvvetleri ilk defa bir darbe almış oldu. Menderes kendi döneminde ordu içinde atamalar yapmış, böylelikle orduyu kendi hakimiyetine almaya çalışmıştı. Ancak bu çabası geri tepmiş ve askeri darbeyle sonuçlanmıştı. AKP dönemine geldiğimizde ise halk üst üste gelen darbelerden yorulmuştu. Dolayısıyla muhtıra geldiğinde büyük bir kesim iktidardaki siyasi partiyi destekledi.

        Bu süreçte Cumhuriyetin ilk yıllarından beri devam eden seküler-Kemalist-asker ve dindar-muhafazakar-sivil kesimler arasındaki dikotomi ilk defa muhafazakar kesimin yararına sonuçlandı. Hal böyle olunca Kemalist tarafın söylemleri katılaştı, en baştan beri olan “iç mihrak” endişesi, komplo teorileriyle süslenerek gündelik hayatın bir parçası haline geldi. Bir yandan da uzun yıllardır kendi inançlarını olduğu gibi ortaya koyamayan halkın muhafazakar kesimi, iktidarın desteğiyle daha görünür hale geldi. Kamusal alanlarda başörtüsü takma özgürlüğü, Cumhuriyet’in ilk reformlarıyla yasaklanmış olan bu özgürlük, bu çatışmanın en somut göstergesi oldu. Şu anda hala bu konu çözümlenmiş değil.

        AKP’nin ikinci iktidar dönemi ilkine göre değişiklik gösterdi. İlk yıllarında herkes için eşitlik ve demokrasi söylemlerini benimseyen parti, ikinci döneminde gittikçe daha baskıcı, tek sesli, otoriter bir hal almaya başladı. Bu otoriter tavır parti başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade biçimiyle somutlaştı. Erdoğan patriotik mahalle kabadayısı tadında çıkışlar yapıyordu. Shimon Peres’le kameraların önünde tartıştıktan sonra “Bundan böyle Davos bitmiştir, bir daha da Davos’a gelmem” diyerek uluslararası bir paneli terk ediyor ya da çiftçinin sorunlarından bahseden köylüye “Ananı da al git” diye bağırıyordu.

        Bu ifade biçimi o saate kadar alıştığımız elit tavrın çok uzağında, halkın içinden bir tavırdı. Böylelikle siyasi sahne elitizmin değil, popülizmin benimsendiği bir sahneye dönüştü. Bu durum Haziran Direnişi’nin karakterini belirleyen en önemli etkenlerden biri oldu. Sokaktaki gençler, kendilerine uzak bir siyasi tavıra uyumlanmaya çalışmıyorlardı, Başbakanları gibi kendilerini oldukları gibi ifade ediyorlardı.

        Bahsettiğimiz seküler-muhafazakar dikotomisinde seküler tarafın varlığını bu güne kadar ordu korumuştu. Ancak AKP bu konuda stratejik davrandı. Balyoz operasyonu ve Ergenekon davalarıyla, ordu içindeki atamalarla ve siyasi gündem sırasındaki tavırlarıyla ordunun etkinliğini yok denecek kadar indirdiler. Seküler kesimin haklarını korumak bu durumda artık dinozorlaşmış CHP’ye kalıyordu. Onlar da parlamentodaki minor varlıklarıyla çok fazla bir etki gösteremiyorlardı. AKP tek etkin güç olmaya devam ettikçe, hazırladığı alkol yasasıyla, aile yapısı konusundaki önerileriyle, kürtaja getirdiği kısıtlamalarla, eğitimde yaptıkları değişiklilerle ve daha birçok meseledeki tavırlarıyla demokratik değil, tersine kendi görüşünü zorla yaygınlaştırmaya çalışan baskıcı bir tavır içine girmişti.

        1980 darbesi sonrası Türkiye gençliği apolitik bir varoluşu tercih etmişti. Bunda en önemli etken 80 darbesinin çok kanlı olması olmuştur. Tabii bir yandan dünyadaki apolitikleşme eğilimleri Türkiye’yi de etkilemişti.

        2013’e geldiğimizde karşımızda, aynen dünyada olduğu gibi, sosyal medyayı çok iyi ve sürekli kullanan bir gençlik vardı.

        Ama bu büyük gücü daha ziyade ne yediklerini, ne içtiklerini, nereye kiminle gittiklerini paylaşmak için kullanıyorlardı. Politik çalışmaların ve çatışmaların dışında duruyorlardı. Onlar için ne muhafazakarların dertleri ne sekülerlerin dertleri o kadar da önemli değildi. Ta ki AKP onların gündelik hayatını tamamen etkileyecek değişiklikleri yapana kadar…

        Özellikle alkol yasasının tepeden inme hali AKP’nin otoriter tavrına karşı bir tepkiyle karşılandı. Gezi Parkı vesilesiyle başlamış olan direnişin motivasyonu, aslında parkı korumak değil, yaşam tarzlarını korumaktı. AKP’ye yani hükümete değil, baskıcı yaklaşıma ve sembolü haline gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşıydı.

        KISA DÖNEMDE GEZİ DİRENİŞİNİ HAZIRLAYAN ETKENLER

        Çıkarılması planlanan yönetmelikle alkol alma yaşının 18’den 24’e çıkarılacağı açıklandı.

        Başbakan alkol düzenlemesi üzerinden çıkan tartışmalara “İçki içmeyin, ayran için”, “Aksırana, tıksırana kadar içiyorlar”, “Alkolünü al evinde iç” gibi cümlelerle karşılık verdi. Gece 22.00’den sonra içki satışı yasaklandı.

        Televizyon dizilerindeki açık kıyafetlere ve yarı erotik sahnelere ciddi para cezaları gelmeye başladı. Bu cezaların nedeni “Genel ahlaka ve Türk aile yapısına aykırıdır” şeklinde belirtiliyordu.

        Başbakan kürtaj hakkında, “Her kürtaj cinayettir. Allah’ın verdiği canı sadece Allah alır” diyerek toplum üzerinde baskı kurdu ve yasal kürtaj süresini kısaltan kanun çıkarıldı. Tecavüz yüzünden hamile kalan kadınların kürtaj hakkı tartışma konusu yapıldı. “Doğursunlar, devlet bakar” denildi.

        Hükümet içinde “Eşcinsellik akıl hastalığıdır” diyenler oldu.

        Gençlik kamplarında, trenlerde ve bazı etkinliklerde kızlarla erkeklerin bölümleri ayrıldı. Kadın ve erkeklerin yüzme havuzlarının ayrılacağı beyan edildi.

        Başbakan, “Ben zaten kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” dedi.
Defalarca üç çocuk baskısı yaptı: “Ülkemizde evlenmeyen tipler var” dedi.

        Ankara metro istasyonunda “Lütfen ahlak kurallarına uygun hareket ediniz” diye anons yapıldı ve bu, Başbakan tarafından “normal” karşılandı.

        Burada bir dizi örneği verilen yaşam tarzına müdahalelerin sonucunda tırmanan gerilim 27 Mayıs gününden başlayarak patlama noktasına geldi.

        NEDEN OLDU?

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Taksim Meydanı’ndaki tek yeşil alan ve park olan Gezi Parkı’nı Topçu Kışlası mimarisinde bir alışveriş merkezine dönüştürmeye karar verdi.

        Topçu Kışlası’nın sembolik anlamı yüzünden bu toplumsal olarak gerilim yaratacak bir konuydu. Çünkü Kışla, Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Selim tarafından yapılmış ancak sonra II. Abdülhamit zamanında 31 Mart Ayaklanması’nın merkezi olmuştu.

        Konunun sembolik anlamının ötesinde çevresel bir sorun da vardı. Topçu Kışlası’nın yapımına çevresel sebeplerden dolayı karşı çıkan Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası projeye karşı dava açtı ve itirazlarının nedenlerini Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sundular. Haklı bulundular; bunun üzerine proje durduruldu. Fakat kurul, bu kararından üç hafta sonra inşaata onay veren yeni bir karar aldı. Bu yeni kararın nedeninin “Erdoğan’ın baskısı”nın olduğu görüşü yaygındı.

        KRONOLOJİK OLARAK:
 GEZİ DİRENİŞİNİN İLK 9 GÜNÜ

        27 Mayıs 2013 Pazartesi gecesi

        Gece 22.00’de iş makineleri Gezi Parkı’na girdi ve beş ağacı söktü.
Haber, Gezi Parkı Güzelleştirme Derneği ve Taksim Dayanışma Derneği gibi aktivist gruplar arasında kişisel telefonlarla yayıldı ve parka gidenler -50 kişilik bir aktivist, mimar, sanatçı grubu- Twitter hesapları üzerinden neler olduğunu yazmaya başladı. O gün, yıkım ekibine ruhsat ve plan soruldu, yanlarında bir belge olmadığı için, sabah geri gelmek üzere gittiler. Oradaki ekip sabaha kadar Gezi Parkı’nda kalıp nöbet tutmaya karar verdi.

        28 Mayıs 2013 Salı sabahı

        Öğlen 12.00 sularında iş makineleri, zabıta eşliğinde parka yeniden giriş yaptı. Dernek çalışanları tarafından yasal yollar ve özellikle sosyal medya kullanılarak parkta illegal bir yıkım olduğu haberi yayılmaya başladı.

        Ana akım medya parka gitti ve parktaki 50 kişi durumun ne olduğunu onlara anlattı. Ancak ana akım olaya fazla ilgi göstermedi. Haber, Twitter üzerinden hızla yayılınca destek vermek için parka 200 kişilik bir sivil grup geldi. Polis, bu sırada gruba biber gazıyla ilk saldırısını gerçekleştirdi. Dünya medyasında da yayılarak, Gezi Direnişi’nin simge fotoğrafı haline gelen “kırmızılı kadın” karesi de bu esnada çekildi.


        Polis ve grup arasında arbede yaşanırken Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinden Sırrı Süreyya Önder alana ulaştı ve iş makinelerinin önüne geçerek, ruhsat sordu. Ruhsat ve projeyi gösteremeyen zabıta, polisle birlikte parktan çekildi.
28 Mayıs günü yapılan polis müdahalesi ardından 27 Mayıs gecesi olduğundan daha kalabalık bir grup Gezi Park’ında nöbete devam etme kararı aldı.

        29 Mayıs 2013 Çarşamba

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yavuz Sultan Selim Köprüsü temel atma töreninde Gezi Parkı’nda olanlara ilişkin “Siz ne derseniz deyin biz kararımızı verdik” açıklamasını yaptı, direnişçileri “bir avuç çapulcu” olarak niteledi. Bunun üzerine sivil toplum kuruluşları, sendika, dernek ve siyasi partiler Gezi’deki çevrecilere desteklerini açıkladı. Cumhuriyet ve Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu parka geldi. Nöbet çadırları kuruldu, sökülen ağaçların yerine fidanlar dikildi. Tüm bu süreç, Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal medya üzerinden an ve an, büyük bir hızla yayılmaya başlamış ancak olaylar henüz kitlesel bir harekete dönüşmemişti. Gezi’yle ilgili Twit’lerde “direngezi”, “occupygezi” hashtagleri kullanıldı.

        30 Mayıs 2013 Perşembe

        Akşam 21.00’de binlerce kişinin katıldığı bir etkinlik yapıldı. Ünlü isimler, sanatçılar, oyuncular, müzisyenler Gezi’ye geldi. Şarkılar söylendi, konuşmalar yapıldı, sloganlar atıldı. Park’ta karnaval gibi bir ortam vardı. Daha sonradan Başbakan’ın hedefi haline gelen oyuncu Mehmet Ali Alabora’nın “’Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Hadi gel!” tweet’i de bu gece atıldı. Başbakan, daha sonraki günlerde bu tweet’i sıklıkla tekrarladı ve bunun provokatif bir çağrı olduğunu iddia etti. Üniversite gençliği başta olmak üzere, farklı sosyal çevrelerden binlerce kişi gecenin geç saatlerine kadar parkta kaldı. Gezi parkında nöbete kalanların sayısındaki artışla orantılı olarak çadırların sayısı da arttı. Her şey iyi gidiyordu ve parktakiler, parkın artık güvende olduğunu düşünüyordu. Gezi Parkı’yla ilgili tweet’ler gece boyunca TT listelerinden düşmedi.

        Saat sabah 05.00

        Sabah ezanının ardından, parktakiler çadırlarında uyurken polis biber gazıyla parka yoğun bir saldırıda bulundu. Çadırlar yakıldı ve parktakiler, kişisel eşyalarını dahi alamadan parktan gaz saldırısı altında çıkarıldı. Üç ağaç daha söküldü. Sabah olduğunda, sosyal medyada konuşulan neredeyse tek konu Gezi’ydi.

        31 Mayıs 2013 Cuma

        30 Mayıs sabahı yapılan şafak baskınının etkileri devam ederken 31 Mayıs 04.30’da çevik kuvvet yine nöbet tutanlara gaz bombalarıyla saldırdı, parka TOMA’larla (Toplumsal müdahale aracı) girdi. Bu kez müdahale daha şiddetliydi; yüzlerce gaz bombası kullanıldı. Müdahaleden kaçmaya çalışanlar, dışarıda bekleyen TOMA’lardan sıkılan suyla yaralandı. Ceylan Otel’in yanından parka girişi sağlayan merdivenler eylemcilerin üzerine yıkıldı. Ağır yaralananlar oldu.

        Saat 13’te sendikalar Taksim Meydanı’nda bir açıklama yapma kararı aldı. Meydan, iş günü olmasına rağmen kalabalıktı. Oturma eylemi yapılacakken polis tekrar saldırdı, yaralananlar oldu. BDP milletvekili Sırrı Sürreyya Önder de gaz bombasının hedefi oldu, yaralandı. Gazeteci Ahmet Şık, başına gelen gaz bombası fişeği ile yaralandı. Yine bu saldırı sonucu 34 yaşındaki Lobna Allamii’nin başına isabet eden gaz fişeği nedeniyle kafatası kırıldı ve kalıcı hasar gördü.

        Bu olayları sosyal medyadan haber alanlar, Ankara ve İzmir başta olmak üzere ülkenin geri kalanında destek gösterileri düzenledi ancak polis o illerde de gösterileri biber gazıyla bastırmaya çalıştı.

        Bu sırada İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı’nı yıkarak yapmayı planladığı Topçu Kışlası ve alışveriş merkezi için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak Erdoğan, mahkeme kararına rağmen hala “yapılmayacak” demiyordu. Alışveriş merkezi ısrarından ise geri adım attı; “şehir müzesi de olabilir” dedi.

        Şiddetli müdahale, Türkiye tarihinde daha önce benzeri yaşanmamış bir toplumsal infiale sebep oldu.

        Artık neredeyse Türkiye’nin tüm illeri sokaktaydı ve Twitter ciddi bir haber portalı haline dönüştü. Ana akımdan haber alamayanlar, olanları haber vermek zorunluluğu hissederek Twitter’ı bir haber merkezi olarak kullanmaya başladı. Bu durum, haber akışını hızlandırıyordu ancak ciddi bir dezenformasyon aracı işlevi de görüyordu. Gerçek olmayan ölüm haberleri hızla yayılıyor, öfkeyi artırıyor, infiale sebep oluyordu.

        Polis şiddeti gece boyunca devam ederken genç, yaşlı, kadın, erkek, LGBTT ve her tür sosyal kesimden İstanbullu, Gezi’ye destek vermek amacıyla Taksim’e akın ediyordu. Ulaşım yolları engellendiği için binlerce kişi Boğaz köprüsünü yürüyerek geçti ve Taksim’e ulaştı. Yoğun polis müdahalesine rağmen binlerce insan geceyi dışarıda geçirdi.

        1 Haziran 2013 Cumartesi

        Eylemler tüm şehirlerde dozunu artırdı. CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumartesi günü Kadıköy’de 14.00′te düzenlenecek parti mitingini Taksim Meydanı’na taşıyacağını açıkladı.

        Başbakan ise geri adım atmıyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sağduyu çağrısı yaptı ama Erdoğan’ın direten tavrı tüm şehirlerdeki gerginliği tetikledi.

        Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ise Twitter’ı en çok kullananlardandı. “Sizi bir kaşık suda boğarız ama dua edin ki biz demokrasiye inanıyoruz…” şeklindeki tweeti Ankara’daki direnişin sertliğini artırdı.

        Cumartesi gecesi on binlerce kişi Taksim Gezi Parkı’ndan Sıraselviler’e kadar, polis müdahalesine rağmen geri çekilmedi. Sivil direnişçiler tarafından Dolmabahçe’de, Gümüşsuyu’nda ve Setüstü taraflarında barikatlar kurulmaya başlandı.

        Sokaklardaki yoğun biber gazlı müdahale, evlerinde oturanları da tepki vermeye itti. Tencere tavayla pencerelerinden direnişe destek verenlere, ev adreslerini tweet’leyerek “Bize sığınabilirsiniz” diyenler eklendi.

        Direnişin en önemli aracı akıllı telefonlardı, gaz saldırısı altında bile tweet atanlar, Twitter üzerinden doktor ve avukatları organize edenler, polislerin yoğunlaştığı koordinatları haber verenler, gözaltı dökümleri her şey sosyal medya sayesinde ilerliyordu.

        Bu arada pek çok eczane, hastane, gece kulübü, okul, özel işletme kapılarını direnişçilere açtı; tedavi, yemek, sığınak merkezi olarak işlev gördü.

        Halk tüm müdahaleye karşın Taksim’den çıkmayınca polis Taksim’den çekildi. Direnişçiler, Taksim’i barikatlarla çevreledi. Sayıları az olsa da, tahribat gücü yüksek bir grup vandalist araçları ve otobüsleri yaktı, bankalara ve bazı binalara zarar verdi.

        AKP yöneticileri, AKP’yi destekleyenler ve Gezi Direnişi’ni “bir grup marjinal vandalist”in eylemi olarak göstermeye çalışanlar, yakılan otobüslerin ve zarar gören binaların fotoğraflarını sosyal medyada büyük bir hızla paylaştı. Direnişi, organize ve hükümeti yıkmaya çalışan şiddet yanlılarının bir denemesi olarak göstermeye çalıştılar. Twitter’i politik bir haberleşme aracı olarak kullanan direniş yanlılarının alanına girerek, ellerini güçlendirecek malzemeleri sosyal medya aracılığıyla yaymaya başladılar.

        2 Haziran 2013 Pazar

        Sabah erken saatlerde sivil yurttaşlar ve toplum örgütleri Taksim’de buluşarak çevreyi temizledi, cam kırıklarını, yiyecek ve içecek çöplerini, çatışmalardangeriye kalanları topladı. Park, temizlendi, fidanlar tekrar dikildi.

        Başbakan, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın programına canlı yayında katıldı ve Twitter için “baş belası” tanımlamasını yaptı. “Şu anda Twitter denilen bir bela var, yalanın daniskası burada. Sosyal medya denilen şey aslında şu anda toplumların baş belasıdır” dedi.

        Havanın kararmasıyla Beşiktaş, Ankara ve İzmir’deki çatışmalar, gözaltılar ve yaralı haberleri hızlandı. Biber gazı fişeğinin hedef gözeterek atılması sonucu bazı kişilerin gözü çıktı.

        Twitter’dan kontrolsüzce gelen bilgi ve dezenformasyon, istemeden de olsa olayların vahametini ve toplumsal paniği artırıyordu.

        Başbakan, “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var” diyerek gerilimi tırmandırdı ve dört günlük Kuzey Afrika ziyaretine çıktı.

        3 Haziran 2013 Pazartesi

        Türkiye güne borsanın yüzde 7’lik düşüşüyle uyandı.

        Cumhurbaşkanı, Başbakan’ın yokluğunda “Demokrasi sadece sandık değildir. Verilen bütün mesaj alınmıştır”açıklamasını yaparak gerilimi düşürmeye çalışsa da Başbakan, “Demokrasi sandıktan geçer”diyordu.

        Polisin çekildiği Taksim dışında, ülkenin geri kalanında çatışmalar devam ederken ilk resmileşmiş ölüm haberi Antakya’dan geldi. 22 yaşındaki Abdullah Cömert, polis müdahalesi sırasında kafasına aldığı ağır bir darbe sonucu hayatını kaybetti.

        Taksim’in merkezindeki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) üzerine “Boyun eğme!” yazan dev pankartlar asıldı.

        CNNTürk’teAhmet Hakan’ın programında Prof Dr. Ahmet İnsel,hareketi “Bir Haysiyet Ayaklanması” olarak niteledi.

        Beşiktaş’taki çatışmalar sırasında Dolmabahçe Camii geçici revir olarak kapılarını direnişçilere açtı. Sonrasında yardıma ihtiyacı olan insanlara caminin kapılarını açtığı için caminin imamı, müezzini ve müftüsü hükümetin ağır eleştirilerine maruz kaldı, haklarında soruşturma açıldı, görev yerleri değiştirildi.

        4 Haziran 2013 Salı

        İzmir’de 38 kişi Twitter paylaşımları sebebiyle gözaltına alındı, bu hareket Twitter kullanıcılarına göz dağı olarak yorumlandı.

        BİLANÇO

        İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi’nin hazırladığı ve 27 Mayıs-24 Haziran 2013 tarihleri arasında süren Gezi Parkı eylemlerinde yaşananların bilançosunun çıkarıldığı rapora göre:

        Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve ülke geneline yayılan direnişlerde biri polis toplam beş kişi öldü.

        Hayatını kaybedenlerin isimleri:

        İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş (21)

        Ankara’da Mehmet Ethem Sarısülük (26)


        Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz (19)

        Hatay’da Abdullah Cömert (22)

        Adana’da Komiser Mustafa Sarı (27)

        Polisin kullandığı biber gazı kapsülü nedeniyle 11 kişi gözünü kaybetti.
 106 kişi kafa travması geçirdi. 
63 kişi ağır yaralandı. 
Sağlık kurumlarına ve revirlere 8 bin 163 kişi yaralı olarak başvurdu. 
Sağlık kurumuna başvurmayanlarla birlikte yaralı sayısının 15 bini bulduğu tahmin ediliyor.

        Toplam 2 bin 841 kişi gözaltına alındı.

        “Gösterilerde kullanılan gaz fişeklerinin bazılarının son kullanma tarihlerinin geçtiğinin gözlemlendiği raporda, polislerin eylemler süresince 150 binin üzerinde gaz fişeği kullandığı kaydedildi. Raporda, gösteriler sırasında kullanılan tazyikli suya kimyasal katıldığına vurgu yapılarak, gösterilerde sıkılan suya katılan kimyasalın vücutta yanmaya ve kızarmaya neden olduğu belirtildi.”

        SOSYAL MEDYA

        Gezi Direnişi Türkiye’de sosyal medyanın kullanımı açısından da bir milat olarak kabul edilebilir. O zamana kadar çoğunlukla eğlence, içerik paylaşımı ve sosyal duyurular için kullanılan Facebook ve Twitter, Gezi’yle birlikte konvansiyonel medyanın da büyük ölçüde devre dışı kalmasıyla gerçek bir bilgi edinme, yayma ve örgütlenme aracı olarak devreye girdi.

        Bu durum, yeni dünya düzeninde konvansiyonel medyanın eskisi gibi bir tekel olmadığını, özellikle böyle olağanüstü zamanlarda sosyal medya ve yurttaş gazeteciliğinin onun işlevini çok daha doğru ve hızlı bir şekilde gerçekleştirebileceğini göstermesi açısından önemli bir deneyim oldu.

        Aynı zamanda sosyal medyanın bir haber kaynağı olarak ne kadar güvenilir olabileceğini de test etme şansı doğdu. Gerçek bilgilerin yanında çok sayıda dezenformasyonun da dolaşıma girdigi Gezi Direnişi sırasında insanlar, hem konvansiyonel medyada, hem de sosyal medyada okudukları haberlere kuşkuyla yaklaşma ve teyit etme yönünde eskisine göre çok daha dikkatli olmayı öğrendiler.

        Direnişin üçüncü gününden itibaren dezenformasyonun önüne geçebilmek adına bir çeşit “Sosyal Medyayı Doğru Kullanma Kılavuzu” geliştirildi. İnsanların her duyduklarını Twitter’da paylaşmamaları, mümkün olduğunca teyit mekanizmasının çalışması gerektiği, daha sonradan sorun teşkil edebilecek hakaret, fotoğraf vb. içeriklerin yayılmaması konusunda uyarılar yaygınlaştı ve kabul gördü.

        “Kesin bilgi”, “teyitli bilgi” gibi kalıplar bu direnişle birlikte hayatımıza girdi. Bu özen sayesinde manipülasyona ve dezenformasyona son derece açık olan sosyal medyanın aynı zamanda bir bilginin hatalı olduğunu çok kısa sürede ortaya çıkarmak gibi bir beceresinin de olduğu görüldü.

        Sosyal medya açısından en dikkat çeken nokta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Twitter’la kurdukları ilişki oldu. İkisi de sosyal medyanın önemini ve etkisini hızla kavradı fakat zıt istikametlerde kullandı. Hesaplarını, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın aksine kişisel olarak kullanan Gökçek ve Mutlu’nun sosyal medya kullanımlarını şöyle analiz edebiliriz:

        Melih Gökçek, tamamen taraf ve iletişime açık olmayan bir dille, çoğu zaman provokatif ve agresif tweet’lerle Gezi antipropogandası yaptı. Direnişçilerin ortamı olarak görülen Twitter’ı hükümet lehine dönüştürmeye çalıştı. Direnişçi gençlerin “silahı”yla oyuna girmeyi denedi. Kendi yandaşlarını TT olmak ve hashtag’ler konusunda bilgilendirdi; Gezi süreci boyunca TT olma çalışmaları yaptı.

        Gökçek, Tweet’lerinde yalnızca büyük harfler kullanıyordu; yazdığı birkaç tweet örneği:

        “VALLAHİ SİZİ BİR KAŞIK SUDA BOĞARIZ”

        “SUÇ İŞLEYECEK KADAR BÜYÜDÜLERSE CEZA ÇEKECEK KADAR DA BÜYÜMÜŞLERDİR. KADIN, ÇOCUK GEREĞİ NEYSE YAPILIR”

        “ARAÇLARIMIZI TAŞLADILAR VE ARACIMIZIN CAMLARI KIRILDI…ŞİMDİ TWİT ALEMİNE SORUYORUM; “BU OLAYI NE İLE İZAH EDİYORSUNUZ?”

        Gökçek, BBC Türkçe’de çalışan gazeteci Selin Girit’i de Twitter’da “vatan haini” ilan ederek, Girit’e karşı sanal bir linç başlattı.

        Hüseyin Avni Mutlu ise son derece pozitif ve çocuksu bir dille Twitter’ı Gezici gençlerle iletişim kurabileceği bir mecra olarak kullandı. Sürekli attığı bilgilendirme ve anlayış tweet’leriyle gerilimi azaltmaya çalıştı, gençlerin düşmanı olmadıklarına vurgu yaptı.

        Mutlu, bir akşam twitter üzerinden “Bu gece yüzyüze görüşmek isteyenlerle 24.00’dan itibaren Dolmabahçe Saat Kule Kafe’de gruplar halinde, gerekiyorsa sabaha kadar görüşeceğiz” yazdı. Sabaha kadar süren görüşmeye 200’den fazla direnişçi genç gitti.

        Ancak Mutlu Twitter’ı etkin şekilde kullanmasına karşın vali olma görevini etkin bir biçimde kullanamadı. Twitter’dan “Bugün Taksim’de müdahale olmayacak” diye duyuru yaptığı günün akşamında polis, meydandaki binlerce kişiye uyarı dahi yapmadan en sert müdahalelerinden birini gerçekleştirdi. Meydan’daki bazı kişiler Vali’nin açıklamasına güvenip çocuklarıyla gelmişti. Alanda çok sayıda yaşlı ve engelli insan vardı.

        Vali Mutlu’nun tweet örnekleri:

        “İki saat uyudum ve uyuyamadım. Sıcak yatakları yerine Gezi Parkı’nda yatan bu ülkenin gençlerine selam vermek için ayaktayım. Kendilerini sadece özgür birey, partiler üstünde yurttaş, hiç kimsenin peşinde olmayan, kendi düşüncelerinin savunucusu görenleri selamlıyorum.”

        “Gençler,Gezi parkında kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? Aranızda olmak isterdim.”

        “Bizim gencimizde konuşmanın ötesinde hiç birşeyin önemli olmadığına inanıyorum. Anlaşsak da, anlaşmasak da birbirimizin gözüne insanca ve adaletle bakmamız şarttır, her fert değerli ve özeldir.”

        “Yaşanan olaylar içinde zaman zaman görülen ferdi hata ve aşırılıklar özür dilemeyi gerektirir. Bir gönül için bin özür dilerim. Saygılarımla.”

        Sosyal medya analiz aracı Somemto’nun (somemto.com) olayların tırmandığı 29 Mayıs- 10 Haziran arasında Twitter’da yazılan Türkçe içeriğinin tamamını oluşturan 143 milyon 795 bin 432 adet mesaj üstünde yaptığı araştırmaya göre:

        29 Mayıs’ta 1 milyon 800 binlerdeki aktif Türkiyeli kullanıcı sayısı 10 Haziran’da 9 buçuk milyon kişiyi geçti.

        Eylemlerde adı geçen kişiler arasında yeni takipçi kazanma sıralamasında ilk sırayı 52 bin 424 kişiyle Recep Tayyip Erdoğan aldı.

        En çok mesaj kitlesel direnişin ilk günü sayabileceğimiz 1 Haziran günü atıldı: 18 milyon 935 bin 909 adet. 3 Haziran’dan itibaren günlük ortalama mesaj sayısı: 9,8 milyon. “Twitter kullanımının polis müdahalelerinin başlangıç ve bitiş anında en yüksek seviyelere ulaştığını gözlemliyoruz. Gece 1 ile sabaha karşı 6 saatleri arasının seyrek geçtiği dikkat çekiyor.”

        Hashtag olarak kullanılan ilk 4 etiket şöyle:

        #direngeziparkı

        #direngeziparki

        #direnankara

        #occupygezi

        Sonuç olarak, direniş temel olarak başarıya ulaştı. Gezi Parkı’na olaylar yumuşadıktan sonra Beyoğlu Belediyesi tarafından yeni ağaçlar ve fidanlar dikildi. Parkın yıkımı belli olmayan bir tarihe kadar durduruldu; Park’ın yıkılmamasını öngören mahkeme kararı da dikkate alınınca muhtemelen Gezi Parkı, park olarak ve bir demokrasi simgesi olarak kalmaya devam edecek.

        Daha önemlisi Türkiye gençliğinin önemli bir bölümü kendi haklarını korumakla ilgili bir ders almış oldu. Sosyal medya Direniş dönemine göre çok daha az olsa da, hala politik paylaşımlar, ana akım medyada verilmeyen haberlerin yayılması için kullanılıyor.

        * Bu yazı İspanyol Vanguardia’nın Ocak 2014 “Dünyadaki direnişler” konulu 50. sayısı için yazılmıştır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ