Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika türkiye'nin cumhurbaşkanları, mustafa kemal atatürk, ismet inönü, cumhurbaşkanlığı seçimleri, tbmm kuruluşu, cumhuriyetin ilanı, türkiye, cumhurbaşkanı adayları

        Muhsin KIZILKAYA / HT GAZETE

        BAŞLARKEN

        BU yazı dizisi Cumhuriyet'in ilanından bugüne, gelmiş geçmiş 11 Cumhurbaşkanı'nın görev dönemlerinin kısacık özetidir. Türkiye'de, Mustafa Kemal'den Abdullah Gül'e kadar hiçbir Cumhurbaşkanlığı seçimi olağan, sıradan olmadı. Hepsi olaylı, hareketliydi. Kavgaları anlatmaktansa, Cumhurbaşkanları'nın portesini yazmak daha eğlenceli, daha ilginç olabilirdi ama neylersiniz ki bizim siyasal tarihimiz bir didişmeler, kavgalar tarihidir; siyasetse ağır bir mesele. Siyasetçi oturaklı, ağır adamdır bizde. Ben de bu ağır adamların, ağır dönemlerden nasıl geçtiklerini araştırmaya çalıştım.

        Bu, tarihçi titizliğiyle yapılmış bir araştırma değil, çünkü ben tarihçi değilim. 11 şahsiyetin tarihe bıraktıklarından çok tarihin onlara yaptıklarına dair bir hikâye anlatmak istedim. Yüzeysel bulanlar olabilir, haklılar da zira aslında bilinmeyen bir şey anlatmadım. Her şey hepimizin gözü önünde cereyan etti çünkü. Ama şöyle bir hafıza tazelemek iyidir. Dahası, çoğu zaman bildiğimizi sandığımız şeylerle yeniden karşılaşınca aslında pek bilmediğimizi anlarız. Ben de bir yığın şeyi bu yazı dizisini hazırlarken öğrendim.

        Bu çalışmanın bana öğrettiği en önemli şeye gelince... Günümüze, yani son Cumhurbaşkanı adayları Recep Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş'ın adaylıkları kesinleşinceye kadar, bırakın Kürt kimliğini açıkça ifade eden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının Cumhurbaşkanlığı'na aday olmasını, Türk kimliği su götürmez ama asker olmayan bir Türk'ün bile bu memlekette Cumhurbaşkanı olmasına kolay kolay izin verilmezdi. Adeta bu makam askerler için ihdas edilmişti ve siviller Çankaya yokuşunu tırmanıp oraya gecekondu yapamazdı. İnşallah bu seçimle her şey çok daha iyi olur.

        Yazı dizisini hazırlarken, sunuculuğunu Fuat Kozluklu'nun yaptığı, Yalçın Arı tarafından hazırlanan ve TRT'de gösterilen "Reis-i Cumhur" belgeseli benim için önemli bir kaynak oldu. Ayrıca Cemil Koçak'ın, Hikmet Özdemir'in, Taha Akyol'un, Mete Tunçay'ın, Ahmet Demirel'in kitap ve yazıları da rehberlik etti. Bilimsel bir çalışma yapmadığım için de yazıya dipnot koymadım. Bütün o yazar ve tarihçilere teşekkür ediyorum.

        SON yıllarda çok duyduğumuz kavramlardan biri de "1920 ruhu"dur. "1920 ruhu" rahmetli Oğuz Atay'ın yaşasaydı bir romanına isim olarak koymayı düşündüğü "Türkiye'nin Ruhu"dur aslında.

        1920'de, yaralı ve harap Anadolu coğrafyasında başkaldıran halkın kendi temsilcileri olarak Ankara'ya gönderdikleri, aslında İmparatorluk bakiyesi olan halkların çok kültürlü, çok dilli çocuklarıydı. Ne pür Türk, ne pür Kürt, ne pür Lazdılar... Çok renkli Anadolu coğrafyasının birbirinden farklı mazlum milletlerine mensuptular. Herkes kendi dilini konuşuyor, herkes kendi kültürüyle varlığını sürdürüyordu. Ankara'ya gelen mebuslar da geldikleri bölgelerin adıyla anılıyorlardı. "Kürdistan mebusu", "Lazistan mebusu" gibi... Hatta Dersim bölgesinden gelen Hüseyin Hayri Bey'le Diyap Ağa, bizzat Mustafa Kemal'in isteği üzerine, milli Kürt kıyafeti "şel û şepik"le girmişlerdi Meclis'e. O Meclis'te o tarihlerde herhangi birisi kalkıp "Yüce Türk milleti adına" cümlesiyle başlayan bir konuşma yapmaya kalkışsaydı, "Bu Meclis'te sadece Türkler yok, sözlerine dikkat et" diye hemen uyarılırdı diyor bugün siyasi tarihçiler. Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı vizyon belgesini açıklarken yaptığı konuşmada sözünü ettiği "kadim toplum sözleşmesi" işte o günlerde, bu Meclis tarafından Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla yürürlüğe kondu.

        BİRİNCİ VE İKİNCİ GRUP ARASINDAKİ KAVGA

        Savaş sırasında Meclis bütün siyasi, askeri ve idari yetkileri bünyesinde toplamıştı. Başkan ve hükümeti seçiyor, hükümetin bütün kararlarını denetliyordu. "Kuvvetler birliği" esasına dayanan bir siyasi irade hüküm sürüyordu. Meclisin üstünde hiçbir güç yoktu. Yetkileri başkasına devretmede son derece cimri bir Meclis'ti 1920 Meclis'i.

        Kurtuluş Savaşı hâlâ bütün cephelerde sürüyordu. Savaşa önderlik yapan Mustafa Kemal'in gözü kendisine tanınacak geniş yetkilerdeydi. Meclis ise yetkisini devretmede gönülsüz davranıyordu. Meclis'te bulunan liderliğini Mustafa Kemal'in yaptığı Birinci ve muhaliflerden oluşan İkinci Grup arasında, Mustafa Kemal'in yetkilerini artırmakla sınırlandırmak konusunda kıyasıya bir kavga sürüyordu.

        'DİNLENMEK Mİ, DAHA BİRBİRİMİZİ YİYECEĞİZ'

        1921 yazında cephelerden kötü haberler gelmeye başladı. Batıda çarpışan ordular Sakarya önlerine kadar çekilmişti. Bu büyük tehlike karşısında Meclis, "Başkumandanlık makamı"nı ihdas eden bir yasa kabul etti. Bu yasaya göre Meclis Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal "Başkumandan" sıfatını kazanacak ve bir süreliğine Meclis'in bütün yetkilerini elinde bulunduracaktı. Mustafa Kemal'e tanınan bu yetki, ciddi tartışmalar eşliğinde 1922 yılına kadar her defasında uzatıldı.

        Bugün yaygın kanaatlerin aksine o vakitler, sanıldığı gibi Mustafa Kemal her şeye karar veren, istediğini yapan tek belirleyen değildi. İstiklal Harbi kolektif bir liderlikle veriliyordu.

        Mustafa Kemal'in üstün askeri dehası, halkın esaretten kurtulma istediği, askerin direnci, milletin iradesi zaferi hızlandırdı.

        'ÇOK YORULDUNUZ PAŞAM'

        Savaş zaferle sonuçlanınca, baştan beri yanında bulunan, hatta bir ara eline silah alıp cephede bile savaşmış olan romancı Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal'e, "Artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz" deyince Mustafa Kemal, "Dinlenmek mi, daha birbirimizi yiyeceğiz" dedi.

        Askeri başarı Mustafa Kemal'in prestijini olağanüstü arttırdı. Bundan sonra Meclis içinde siyasi tartışmalar yoğunlaştı. Muhalefet grubu, "Tek Adam" diktatoryasından korkuyordu. Birinci Gruba göre de İkinci grup "mürtecilerden" müteşekkil bir gruptu. Muhalefet grubu, askeri sorunlar çözüldükten sonra Mustafa Kemal'in şahsına karşı cepheden saldırıya geçti. Seçim kanununda bir değişiklik yapmak istedi, buna göre 5 yıl boyunca belirli bir seçim bölgesinde oturmamış bir kişinin milletvekili seçilmesi mümkün olmayacaktı. Bu öneri, bu koşulu kesinlikle yerine getiremeyecek olan Mustafa Kemal'i hedef alıyordu. Mustafa Kemal bu öneriyi ustaca bir manevrayla boşa çıkardı.

        TRABZON MEBUSU ALİ ŞÜKRÜ BEY

        Bu açık saldırı kısa süre içinde karşılık buldu. Mustafa Kemal 6 Aralık 1922'de Halk Fırkası adında yeni bir siyasi parti kuracağını açıkladı. Kurulacak yeni parti hiçbir sınıf ve zümrenin sözcüsü olmayacak, tüm ulusu temsil edecekti.

        İsmet Paşa'nın başkanlığındaki heyet Lozan'da kıran kırana diplomatik bir mücadele verirken, Mustafa Kemal de İkinci Grup'un eleştirilerine hedef oluyordu. Heyet Misak-ı Milli için çok önemli olan Musul'suz bir çözüme razı oldu, bunun üzerine Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'ya karşı eleştirilerin dozu daha da arttı. 27 Mayıs 1923'te İkinci Grup'un etkili simalarından, iflah olmaz bir hilafet savunucusu, adeta resmi gazete gibi çıkan "Hakimiyet-i Milliye"nin karşısına "Tan" Gazetesi'yle çıkmış olan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal'in muhafızı Topal Osman tarafından öldürüldü.

        Bu cinayet büyük bir krize sebep oldu. 8 Nisan 1923'te ilerde CHP'ye dönüşecek olan Halk Fırkası'nın programını oluşturacak olan "9 Umde" adlı bildiri yayınlandı. 9 Umde'nin önemli noktaları şunlardı: Ulusal egemenliğe bağlılık, saltanatın kaldırılması kararının değiştirilmezliği, güvenliğin sağlanması, ekonomik ve sosyal alanda kalkınma, zorunlu askerlik hizmetinin kısaltılması ve ordu mensuplarının refahının sağlanması, bürokraside reform yapılması, ekonomide kişisel girişimlerin sağlanması...

        9 UMDEYE BAĞLILIK ŞARTI

        Hemen arkasından da Hıyanet-i Vataniye Kanunu'ndan önemli değişiklikler yapılarak, muhalefet etmek, adeta vatan hainliğiyle eşdeğer tutuldu.

        Artık Mustafa Kemal'in başını çektiği Birinci Grup dışında siyaset yapmak neredeyse imkânsız hale geldi. Bundan sonra seçime katılacak olan adaylar, Mustafa Kemal'e ve "9 Umde"ye bağlı olduğunu bildirmek zorundaydı. Bu yüzden sadece Paşa'nın onayından geçenler seçime katılabildi.

        CUMHURİYET'İN İLANI

        Böylece Mustafa Kemal'in deyimiyle "Kız gibi bir Meclis" oluştu ancak yine de Meclis onun için "dikensiz gül bahçesi" değildi. 24 Temmuz 1923'te Lozan anlaşması imzalandı. Şimdi sırada Türkiye'nin idare edileceği yeni rejimin adını koymaya gelmişti. Aslında yeni rejimin Cumhuriyet olacağı konusunda hemen herkes hemfikirdi. Siz bakmayın daha sonra Mustafa Kemal'in "Nutuk"ta "Cumhuriyeti bir sır gibi sakladım" demiş olmasına, Cumhuriyet sır değildi ancak Mustafa Kemal'in bütün gücü elinde bulunduran "tek adamlığa" gideceğine dair kuşkular vardı muhalefetin kafasında. Bundan sonra Cumhuriyet'in ilan edileceği 29 Ekim 1923 gününe kadar "Rejim Cumhuriyet olsun da, nasıl bir Cumhuriyet olsun?" tartışmalarıyla geçti.

        28 Ekim akşamı Çankaya'da bir toplantı yapıldı. Toplantıda ertesi gün Cumhuriyet'in ilan edilmesi kararlaştırıldı. O gece Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılması gereken değişiklik önerisini hazırladılar. Bu değişikliğe göre, "Türkiye devletinin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir."

        29 Ekim'de toplanan Halk Fırkası Meclis Grubu'nda öneri kabul edildi. Aynı gün toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi de Cumhuriyet'in ilanını benimsedi. Yine aynı gün yapılan seçimde Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçildi.

        Cumhurbaşkanlığı seçimine Mustafa Kemal tek aday olarak girdi. 334 milletvekilinin bulunduğu Meclis'te 158 oyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Yapılan oylamada İsmet Paşa'ya da 1 oy çıktı.

        Mustafa Kemal, kendisinden sonra gelecek olan Cumhurbaşkanı'nı işaret edercesine oyunu İsmet Paşa'ya vermişti.

        "BİRLEŞTİRİCİ RUH"UN SONU

        334 milletvekilinin bulunduğu Meclis'te 176 kişi ne Cumhuriyet'in ilanına ne de Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı seçilmesine katıldı. Cumhuriyet'in ilan edildiği gün, Meclis'te birçok muhalefet milletvekili yoktu.

        Yeni çıkarılan bir yasayla Cumhuriyet'in en tepesine "Cumhurbaşkanlığı" makamı yerleştirildi. Kanuna göre TBMM Cumhurbaşkanı'nı kendi içinden bir seçim dönemi için seçecek, Cumhurbaşkanı Meclis üyeleri arasından bir Başvekil atayacak, Başvekil de hükümet üyelerini yine Meclis içinden seçecek, hükümeti önce cumhurbaşkanının sonra Meclis'in onayına sunacaktı.

        Ertesi gün Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'yı Başvekilliğe atadı ve aynı gün ilk Cumhuriyet hükümeti ilan edildi.

        Mustafa Kemal 1938'deki vefatına kadar, 1927, 1931 ve 1935'te olmak üzere 3 kez daha Cumhurbaşkanı seçildi.

        Lozan'da "ekaliyetler" meselesi hal edildikten ve ardından Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 1921'de ilk Meclis tarafından kabul edilmiş olan ve "kadim toplum sözleşmesi olarak" bugün tarihteki yerini almış Teşkilat-ı Esasiye'de vücut bulan o "birleştirici ruh" yavaş yavaş terk edildi. Sadece Türkleri yücelten yeni bir ulus devlet kuruldu. Ermeni, Rum ve Yahudiler azınlık olarak kabul edildi. Geride kalan bütün Müslüman ahaliye de "Türk" demek, 1924'te kabul edilen yeni Anayasa'nın hükmü haline getirildi.

        Bugün bile sancılarını çekmekte olduğumuz o büyük karmaşanın temelleri böylece atılmış oldu.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ