Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika türkiye'nin cumhurbaşkanları, mustafa kemal atatürk, ismet inönü, abdullah gül, cumhurbaşkanlığı seçimleri, tbmm kuruluşu, cumhuriyetin ilanı, türkiye, cumhurbaşkanı adayları

        Muhsin KIZILKAYA / HT GAZETE - YAZ DİZİSİ

        1990'lı yılların ikinci yarısı, bölücülükten sonra en büyük tehlike olarak görülen "irtica"nın yükseliş yıllarıdır. Şeriat tehlikesi toplumun kafasına öylesine yerleştirilmiş ki, ha bugün ha yarın Suudi Arabistan, bilemedin İran olacaktık.

        28 Şubat post-modern darbesi, demokrasiye bir "balans ayarı" darbesidir. "İrticayı" ezdiğini sananlar, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri "ötekileştirilmiş" dindarların, esas iktidarının da önünü açtıklarını bilmiyorlardı.

        Erbakan önderliğindeki Refah Partisi'ni Anayasa Mahkemesi'ne kapattırdılar. Ama su uyur, "mürteciler" uyumaz, onlar da Fazilet Partisi'ni kurdular. Kurulan parti yeni, ancak yöneticileri eskiydi. Bu yüzden "Yenilikçiler" grubu Abdullah Gül önderliğinde "hocalarına" baş kaldırdılar ama kongrede yenildiler.

        Yine de pes etmediler. Siirt'te okuduğu bir şiir yüzünden Pınarhisar'da hapis yatmış eski İstanbul Belediye Başkanı Tayip Erdoğan'ın da onlara katılmasıyla, 2001 yılında AK Parti'yi kurdular.

        YEPYENİ BİR DÖNEM

        Hızlıca örgütlendiler. Erdoğan mağdur bir hatip olarak çıktı sahneye. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 34'ünü alarak iktidara geldiler. Ancak Erdoğan yasaklıydı, hükümeti Abdullah Gül kurdu. Kısa bir süre sonra Deniz Baykal hiç kimsenin kendisinden beklemediği bir şey yaptı, Erdoğan'ın Meclis'e girmesinin yolunu açtı. Erdoğan Siirt'ten milletvekili seçildi ve gelip partisinin başına geçti; Abdullah Gül de Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.

        Türkiye siyaset tarihinde yepyeni bir dönem başladı. Eşleri başörtülü, kendileri namazında niyazında, Müslüman kimliklerini gizlemeyen, İslamcı bir ideolojiye sahip oldukları bilinen yepyeni bir kadro, seçkinci modernlerin kurduğu, kendine özgü bir laiklik temeli üzerinde bugüne kadar yalpalayarak gelmiş, gururlu, kibirli, burnundan kıl aldırmaz bir devletin başına geçip oturdu.

        Ve yaygara koptu.

        Ha bugün, bilemedin yarın şeriat gelecek. Meyhaneler kapatılacak, kerhaneler yok olacak, laiklik elden gidecek, şeriat düzeni tepemize inecekti. En kötüsü Malezya olacaktık. (Hatta Malezya'yı yerinde görmek için bir sürü gazeteci ardı ardına oraya seferler bile düzenledi.)

        Bunu engellemenin tek yolu, bu mürtecilerden kurtulmaktı.

        Bir yığın darbe planı bu sırada yapıldı.

        KILIÇLAR ÇEKİLİYOR

        Yetmedi bu amaçla 1999'da Kenya'dan Türkiye'ye getirtilmiş, partisi PKK'nin adını değiştirerek savaşı sonlandırmış, İmralı'da hapis yatan Öcalan'a, 2004 yılının haziran ayında yeniden savaşı başlattırdılar. Kürt gerillaları dağda, "Mustafa Kemal'in askerleri" de ovada vuracak, AK Parti alaşağı edilecekti.

        Maazallah bunlar yarın Çankaya'ya da çıkma cüretini gösterirlerdi! Yılanın başı küçükken ezilmeliydi.

        Bütün demokratların büyük bir umut bağladığı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ise, zaman içinde o demokrat kişiliğini Çankaya'nın odalarına kapatmış, devletin ödün vermez, değişime direnen, statükoyu hak ve özgürlükleri üstünde gören kişiliğini ön plana çıkarıp bizi soğuk memur yüzüyle baş başa bırakmıştı.

        O da AK Parti'den kurtulmak isteyenlerin safına geçmişti.

        Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyordu. 16 Nisan 2007'de Sezer'in görev süresi doluyordu. Hadi Başbakanlık'ı kaptırdık, ama Cumhurbaşkanlığı'na eşi başörtülü birisi zinhar çıkamazdı!

        Eski bir geleneği tekrar canlandırmanın zamanıydı: Kargaşa çıkar, anarşi olsun. Anarşi olsun da herkes bize muhtaç olsun. Memleketin makus talihine hükmeden o karanlık eller tetik düşürmeye başladılar.

        19 Ocak 2007'de dünyanın en güzel Ermenisi Hrant Dink'in yakışıklı bedenini "Ergenekon" Caddesi'nin ortasına serdiler. Ama halk artık onların öttürdüğü borunun ezgisine vurgun halk değildi; ayağa kalktı, milyonlarca kişi akın akın Hrant'ın cenazesine gitti.

        CUMHURİYET MİTİNGLERİ

        Bu kez, uzun bir süreden beri Cumhuriyet Gazetesi tarafından başlatılan "tehlikenin farkında mısınız?" kampanyası meyve vermeye başladı. 14 Nisan'da, daha sonra bir silsileye dönüşecek olan, Ankara Tandoğan'da başlayıp İstanbul ve İzmir'de devam edip Samsun'da biten ünlü "Cumhuriyet mitingleri" tertiplendi. Mitinglere yüz binlerce kişi elinde Türk bayraklarıyla katıldı. Artistler gençliğe hitabeyi okudu, devrimci ozanlar türkülerini o büyük kalabalıklara okudu. Bütün bu mitingler Tuncay Özkan'ın kurduğu televizyonda naklen yayınlandı.

        VE ERDOĞAN ADAYI AÇIKLADI

        Halka mürtecilerin Çankaya'yı fethetmek üzere oldukları anlatıldı. Amaç, Başbakan Erdoğan'ın muhtemel Çankaya adaylığının önüne geçmekti. Bütün mecralar kullanıldı ancak bu arada siyasetin takvimi işliyordu.

        Adaylık başvuru tarihi 25 Nisan'da sona erecek, ilk tur 27 Nisan'da yapılacaktı. Aynı gün kürsüye çıkan Başbakan Erdoğan, "Bizim Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimdir" dedi.

        Korktukları başına gelmişti. Yıllardır kamusal alanda yasakladıkları "türban" Çankaya'ya çıkmak üzereydi.

        367 ŞARTI

        "Osmanlı'da oyun çoktur" derler. Bu kez eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu "367 kuralını" ortaya attı. Bu plana göre, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Meclis'in nitelikli çoğunluğu olan 367 milletvekili Genel Kurul'da hazır bulunmazsa, ilk tur gerçekleşmemiş sayılacaktı. Böylece AK Parti, Gül'ü seçtirmek için milletvekili sayısının yettiği üçüncü tura hiç ulaşamayacaktı.

        CHP, dünden razıydı. Ancak planın işlemesi, Erkan Mumcu liderliğindeki ANAP ile Mehmet Ağar liderliğindeki DYP'nin o gün Meclis'e gelmemelerine bağlıydı. Artık ne olduysa oldu, ikisi de "ikna" edildi, 27 Nisan günü iki parti de Meclis'e gelmedi.

        Şimdi planın ikinci aşamasına geçmenin zamanıydı. CHP, Gül'ün 357 "evet" oyu aldığı seçimleri Anayasa Mahkemesi'ne götürdü. Anayasa Mahkemesi'nin tersi bir karar vermesi o günlerde düşünülemezdi. CHP, asker ve sokaktaki seçkinci modernlerin dediği oldu, mahkeme Haşim Kılıç ve Sacit Adalı'nın hayır oyuna karşılık oy çokluğuyla seçimi iptal etti.

        27 NİSAN 'E-POSTA DARBESİ'

        Bu yetmez, bir darbe de ordudan gelmeliydi. Şimdiye kadar "modern darbe", "post modern darbe" gibi birbirinden değişik darbeler yapmış olan ordu, bu kez 27 Nisan gecesi "e-posta darbesiyle" sahneye çıktı. Asker, internet üzerinden yayınladığı bildiride şunları söyledi:

        "Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir."

        Ertesi gün ordunun şakşakçıları birbiri ardına ortaya çıkmaya başladı. CHP Sözcüsü Mustafa Özyürek, "Tabii bu bir muhtıradır. Hükümetin bunun gereğini yerine getirmesi gerekir" dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in ise sevincine diyecek yoktu. "Genelkurmay'ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız" dedi.

        HÜKÜMETTEN YANIT

        Ama galiba bu kez istedikleri olmayacaktı. Orta yerde şapkasını alıp gidecek politikacılar yoktu sanki. Bu "mürteciler" kolay kolay pes etmeyecekti. Ertesi gün Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek kürsüye çıktı gayet sakin bir sesle şunları söyledi: "Başbakanlık'a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ve yasalarla tarif edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur. Bu metnin basın yayın organlarına verilmesi ve Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanmasındaki zamanlama manidardır."

        BİR DÖNÜM NOKTASI: 22 TEMMUZ SEÇİMLERİ

        Sivil hükümet dik durdu. Madem demokraside son karar mercii halktır, o halde halka gitmek en iyi yoldur. Hemen erken seçim kararını alındı. Bu direniş beklenmiyordu. Bu kez tekrar Cumhuriyet mitinglerinden medet umuldu ama ülke erken seçim havasına çoktan girmişti.

        22 Temmuz 2007'de seçimler yapıldı. AK Parti bu kez daha güçlü bir şekilde, yüzde 47 oy oranıyla geri geldi. Meclis tamamen yenilendi. Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın partisi Meclis'ten silindi. Daha önce Meclis dışında kalmış olan MHP tekrar geri geldi, seçime bağımsız adaylarla katılan Kürtler Meclis'e grup kuracak sayıya ulaştı.

        Ağustos'ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde bütün partiler Meclis'te hazır bulundu, "367 hilesi" bertaraf edilerek Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi.

        2007 seçimleri her açıdan Türkiye'nin önünü açtı. Eşi başörtülü biri ilk defa Çankaya'ya çıkmakla kalmadı, bu tarihten itibaren 30 yıldan beri süren Kürt savaşının bitirilmesinin önü açıldı. Demokratikleşme hız kazandı. Vesayet rejimini en son 2010 yılında yapılan Anayasa referandumuyla ağır biri yara aldı.

        Darbeciler yargının karşısına çıkıp hesap verdi.

        Yakın bir zamanda da Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ömür boyu hapse mahkum edildi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ