Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bu adamı dinleyeceksiniz bir Bağdatlı gibi konuşuyor" Muhsin Kızılkaya yazdı

        "Hoca” adlı kitabında Gürkan Zengin şöyle bir anekdot anlatır: “Ahmet Davutoğlu, Iraklı Sünni grupları seçimlere girmeye ikna etmeye çalışıyordu. Onu dinleyen Iraklılar arasında, en köklü Sünni Arap aşiretlerinden Ubeydiye’nin yaşı ilerlemiş lideri de vardı. İhtiyar aşiret reisi, Davutoğlu’nun konuşmasını gözyaşları içinde dinledikten sonra ayağa kalktı ve yanındakilere şöyle dedi: Bu adamı dinleyeceksiniz, bu adam bir Bağdatlı gibi konuşuyor!” Belki de Davutoğlu efsanesinin sırrı bu sözlerde gizlidir. Biz Batı’ya hep, onların dilini, kavramlarını kullanarak yaklaştık. Ne kadar “onlar gibi” olduğumuzu ispatlamaya çalışarak geçirdik bir yüzyılı. Siyasette böyle oldu, sanatta böyle, edebiyatta böyle...

        DİLİNİ UNUTTUK

        Oysa bu toprakların özgün bir kültürü var, bir irfan geleneğinin içinden geliyoruz, birbirinden farklı medeniyetlere beşiklik yapmış bir coğrafyanın çocuklarıyız, komşularımız bizim dilimizden anlıyor, birbirimizin tuzuna muhtacız, göz göze bakıyoruz... Bu değerlerin hiçbiri uzun bir süre boyunca devletimizi ilgilendiren şeyler olmadı. Arap’ın dilini unuttuk, Osmanlıcayı belleğimizden sildik, Farsçayı hayatımızdan çıkardık... Varsa yoksa, kan revan pahasına kör bir Batıcılık.. Böyle olunca da baştan ayağa komplekse kesildik. Batılı da bize beyaz hasır şapkasının altından kıs kıs gülerek baktı. Davutoğlu’na kadar, örneğin hiçbir Dışişleri Bakanı Ubeydiyeli bir aşiret reisinin diliyle konuşmadı. İlk defa bir Arap, bir Türk’ün ne dediğini bu kadar açıklıkla anladı. Hal böyle olunca da “beyaz şapkalı adam” bir süre sonra masaya oturduğunda, beyaz şapkasını kapıdaki vestiyere bırakması gerektiği anladı.

        7 YIL YATILI OKUDU

        Ve bu da eşitler arası bir ilişkiye yol açtı. Oysa Davutoğlu, örneğin Mısır’da ilahiyat öğreten bir mektepten mezun değildi. “Parasız yatılılardandır” o da. Hem de Eminönü’nde, tarih boyunca kurulmuş bir yığın kumpasın merkezindeki Cağaloğlu’nda bulunan İstanbul Erkek Lisesi’nde 7 yıl boyunca yatılı okudu... Alman kültürüyle yoğrulmuş, daha çok solcu yetiştiren bir mekteptir burası... İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi zulmünden kaçan birçok Alman hoca bu lisede ders vermiş, burada Kafka, Mann, Herman Broch, Goethe, Brecht sanki zorunlu müfredat... Ama hemen yanı başında yükselen Süleymaniye, mektebin penceresinden seçilen yedi tepe, Boğaziçi, yalılar, derin bir keder gibi, ince bir sızı gibi duyulan bir ney taksimi, bir ud sesi ve elbette bütün bunların üzerine ince bir tül gibi dalga dalga yayılan Fuzuli, Farabi ve elbette olmazsa olmaz Ahmet Hamdi Tanpınar... Lisedeyken tam bir kitap kurduydu Ahmet Davutoğlu. Ulaşabildiği her şeyi okuyor, daha fazlasına ulaşmak istiyordu. Aralarında Mustafa Çam, Murat Ülker, Aydın Babuna ve Engin Işıksal’ın da bulunduğu bir grup sınıf arkadaşıyla kendilerine, ileriki yıllarda da işlerine yarayacağını tahmin ettikleri bir okuma listesi yaptılar. Batı’dan ve Doğu’dan filozof ve bilim adamlarının, sindirmesi bir hayli meşakkatli eserlerinden oluşan bu listeyi bir öğretmenlerine gösterdiler, öğretmen de “Çocuklar, siz en iyisi gidin dışarıda biraz top oynayın” dedi.

        RÖVEŞATASI ALKIŞLANDI

        Davutoğlu bu öneriye sahiden de kulak verdi. (Lisede olduğu gibi hâlâ iyi futbol oynuyor, mevkisi forvet. Dışişleri Bakanlığı’na atanıncaya kadar da pazar günleri, Çengelköy’deki bir halı sahada öğrencileriyle top oynamaya devam etti; çalışma arkadaşları, Brezilya gezisinde kumsalda röveşatayla attığı bir golün uzun uzun alkışlandığını hatırlıyor hâlâ.) Ama futbolcu değil, bilim adamı olmak istiyordu. Birbirinden farklı metinler üzerinde çalışmayı kendine iş edindi. Kutsal kitaplardan Hint destanlarına, Batılı filozoflardan İslam hukukuna kadar çok geniş bir alanda eline geçen her şeyi okudu. Henüz 4 yaşındayken, Konya’nın uzak dağ kasabası Taşkent’te doktora yetiştiremedikleri için ölmüş annesi Memnune. Babası, Sefure Hanım’la evlenmiş annesi ölünce. Üvey annesi ona annelik yapmış. Evin tek erkek çocuğu, 6 kız kardeşi var... Hastalar annesi gibi ölmesin diye, doktor olmasını istiyor bütün aile. Babası nakliye işiyle uğraşıyor, kunduracılık yapıyor. Ticaret erbabı yani...

        KİMLİK KARTI

        Doğum tarihi: 26 Şubat 1959

        Doğum yeri: Konya

        Eğitimi: Boğaziçi Üniversitesi

        Yabancı dil: İngilizce, Almanca, Arapça, Malayca

        Medeni Durumu: Evli, 4 çocuk babası

        KONYA’DAN BAŞBAKANLIĞA BİR DAVUTOĞLU PORTRESİ (1)

        AHMET Davutoğlu’nun “Kişiliğimin oluşumunda büyük etkisi oldu” dediği babaannesi “Hacızebe”... Yani “Hacı Ebe”... Okuma yazma bilmezdi, ama “Anadolu irfanı onun şahsında somutlaşmış”, “büyük medeniyetler arasındaki kültürel etkileşimin bütün işaretlerini üzerinde taşıyordu” ona göre babaannesi. Merhametiyle güçlüymüş kadın. Ama yumuşak bir güç... İlk hocası sayar onu. İşte bu Türkmen kadını her gün onun için “Kuzum, sen bir büyük adam olasın, dünyalar ayağına gele, herkes sana akıl danışa” diye dua edermiş. Hiç surat asmayan, şefkat ve merhamet dolu bir yüzü varmış bilge kadının. Yıllar sonra karşılaşıp âşık olduğu eşi Sare Hanım için “Onu ilk gördüğümde babaannemin yüzündeki şefkat ve merhamet Sare Hanım’ın yüzüne yansımıştı, onu gördüm, hissettim ve âşık oldum” dedi bir televizyon programında. Nehir kenarında çok güzel, bahçe içinde bir evde geçmiş çocukluğu. Dedesinin gülleri varmış bahçede. Tarif ederken, “Aşk, dedemin o güllere bakmasıydı” diyor.

        YARIN: AMERİKA MI, MALEZYA MI?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ