Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Prof. Dr. İskender Pala, Balçiçek İlter'e konuştu

        “Rüyalarımın beldesi İstanbul’u bütün güzelliğiyle bir anda görmeye belki dayanamam diye, onunla ilk kez gecenin sabaha evrildiği alaca aydınlıkta, savrulan karların yüzleri ustura gibi kestiği bir vakitte merhabalaştım. Bir buçuk günün ardından, döşemesi yırtık koltuğuna iliştiğim otobüsün derin uykularla ağırlaşan sigara ve ayak kokusu ruhumu bunaltmıştı. Hani bülbül gülün açılışını görebilmek için gece boyunca gözlerini açık tutar, şevk ile beklermiş ya, o gece ben dahi sevgiliyi bir an evvel görmek ve o ilk görüş anını kaçırmamak için, gözlerimi kapatmamış ve tabii yorgunluktan bitap düşmüştüm ki fırtınayla buğulanmış camların ardından gözüme bir yol levhası ilişti. İçimden bir an şöyle geçirmiştim: ‘Rabbim! Bu üç milyonuniçine tek başıma giriyorum. Ne akraba, ne yoldaş, ne dost... Artık benim tanıdığım Sen ol!’”

        O bir İstanbulcu...

        Bir kış günü ilk defa adım attığı İstanbul’da 19 yaşındaki saf Anadolu delikanlısı, her şeye inanan köylü olarak verilen tarife de inanmış, kar altında, elinde tahta bir bavulla, tam önünde durduğu Edebiyat Fakültesi’ni bulabilmek için, Sarayburnu üzerinden Eminönü’ne yürümüştü. O çok sonraları o günü “İstanbul benim için biraz da masumiyetimin iğfali demek’’ diye anlatacaktı.

        O bir İstanbulcu dedim ya, o gün tutundu bu şehire, okula kaydoldu, yatacak yer buldu, hatta Vefa Bozacısı’nda işe bile girdi. O günden bu yana kendi deyimiyle “Sandığını maddi manevi doldurdu’’.

        Yazar Prof. Dr. İskender Pala ile İstanbul’a Paşalimanı’dan baktığı müthiş manzaralı evinde buluştuk, hem yeni kitabı “İstanbulcunun Sandığı’’nı hem de son günlerde yaşananların onun gönlünde yarattığı kırgınlıkları konuştuk.

        Cemaat-hükümet kavgasında muhafazakâr kesimin aydınları kendilerini kenara mı çektiler? Siz de hiç yorum yapmadınız örneğin?

        Zamanın ruhu denilen şey bazen insanlarda sıralamaları değiştirir. Soyutlar öne çıkar. Hayatı harmanlayarak bir şeyler üretmek daha önemlidir. Somut yani, gelir geçer olanlar, toplumu meşgul eder. Eğer toplum bu ikisi arasında iyi bir denge sağlayabiliyorsa yani, gönlüyle zihniyle maddesi arasındaki dengeyi iyi kurabiliyorsa, ancak hayatın yaşanılır kısmı öne çıkar...

        Ama durum bahsettiğiniz gibi değil.

        Evet. Ortada olumsuz olanları öne çıkararak diğerine karşı üstünlük meselesi yoluna sapma durumu var. Bu sadece Türkiye’de değil kuşkusuz. Aydının sorumluluğuna gelince... İşte bu bahsettiğim dengeyi kurmak için farkındalıkların oluşması gerekir. Eğer ülkenin aydınları bu koşuşturmaca içinde bir şeyleri ıskaladığımızı görüyor ve bunu hatırlatmıyorsa, sorumluluk taşıyan aydın olma vasfını kaybediyor. İnsanların yüzüne gülümseme, kalbine sevgi koyabilmek benim için çok daha kıymetli. O yüzden somuttan kaçıyorum.

        Önceleri daha pozitif konuşuyordunuz...

        Hadise şuydu, 17 Aralık sürecinde olup bitenleri ben “Kavgaya ne lüzum var? Mutlaka kardeşler barışmalı, omuz omuza yürümeli’’ gibi algılıyordum ama şimdi hiç o algıda değilim. Yürünemezmiş ve yürünmeyeceği de anlaşıldı. Cemaat’in katı tutumu, kavga sürdürmeye yönelik ısrarcı tavrı ve meşru olanın gıyabında yapılabilecek hareketlere tevessülü vardır. Bundan derhal dönmesi gerekir. Seçilmişlerin işbaşında olduğu bir yönetime bu türlü muhalefet edilmesi tam bir müdahaledir. Bana göre bu dava bir tarafın mağlubiyetiyle bitmiştir, kaybeden bellidir. Kavgayı sürdürmenin bir manası yoktur Cemaat açısından. Ne kadar kısa sürede bu kavgayı bitirirsek normalleşebiliriz, sürdüğü müddetçe ülkeye zarar veririz.

        Siz nasıl bu kavganın dışında kaldınız?

        17 Aralık sürecinde Hz. Peygamber’in hayatını yazıyordum. Ülke gündeminden koptum. Ruhumun asude, dingin ve zinde olması lazımdı. Kendimi kapattım. Ondan sonra ne yorum yaptım, ne yazı yazdım. Asrısaadet bana ilaç gibi geldi. Toplumun tamamı ülke gündemine kilitlenip kalırsa ülkede hiçbir şey düzgün yürümeyecektir. Bunun dışında fikirler ve yollar da olmalı. İşte kültür ve sanatın önemi budur.

        Muhafazakâr kesim sizin kadar rahat atlatamadı bu süreci ama...

        Bir ayet-i kerime vardır, “Birbirinizle didişmeyin, rüzgârınız kesilir”. Aynen olan budur. Ve bu, muhafazakâr kesimi hiç şüphesiz kırılma noktalarında birbirine düşürdü. Düşürmeye de devam edecektir.

        Bir an önce normalleşmemiz lazım. Camiye gidip saf tutuyorsunuz, sağınızda solunuzda sizinle kardeş olduğunu bildiğiniz sıcak insanlar var ve namazın sonunda didişmeler başlıyor. Bu şu demek muhafazakârlar açısından... Eğer hâlâ kardeşlik hukukunuz devam ediyorsa, o zaman kardeşe düşecek şekilde davranmak gerekir. Hatalı olanın “Özür diliyorum” demesi lâzım. “Abi” ya da “Birader” deyip o hatadan dönmesi gerekir.

        Onlarla arkadaşlığım tabii ki sürmeyecek. Ben taraf değilim ama gönlüm muğber, gücenik

        Cemaat özür mü dilemeli?

        Evet. Cemaat’in bunu yapması gerekir ki normalleşelim. Ben kendim edebiyata yönelerek huzur buldum, rahat ettim. Nasıl olsa bana sormuyorlar “Bu mesele nasıl çözülecek?” diye. Onun için daha fazla edebiyat, şiir, kitap...

        Sormuyorlar da, taraf olmanızı da beklemiyorlar mı?

        Başlangıçta, her iki taraftan da sitemle, öfkeyle, sevgi ve dostlukla sorular geldi. “Biz burada savaş veriyoruz hâlâ niye yoksun? Kardeşim dayak yiyoruz, hâlâ niye o gemide duruyorsun, sahile çıkmıyorsun?’’ diye... O zaman nazik bir üslupla izaha çalıştım. Şimdi geri dönüp baktığımda ortalığı kızıştırmak isteyen üçüncü tarafın etkisini de anlıyorum. Benim hâlâ her iki taraftan da dostluklarımın devam ettiği insanlar var. Böyle bir kavga var diye örneğin 20 yıllık hukukum olan Ali Çolak’ın dostluğunu göz ardı edebilir miyim? Ama daha önce Ali Çolak gibi hissedip de “Allah Allah nasıl bu kişiye böyle hissettim, şu yaptığına bak” dediğim arkadaşlarım da var. Onlarla arkadaşlığım tabii ki sürmeyecek. Ben taraf değilim ama gönlüm muğber, gücenik.

        Neden muğber gönlünüz?

        20 yıl yol yürüdüğüm bazı arkadaşlarımı artık tanıyamamaktan dolayı... İşte bu yüzden kendimi edebiyata vermekten çok mutluyum.

        ‘HİÇBİR ZAMAN PROF. DR. DİYE YAZDIRMADIM’

        Edebiyatla devam edelim o zaman...

        İstanbulcu ne demek? Eskiden İstanbul’a biri geldiğinde, o çalışırken diğeri onun memleketindeki ailesine sahip çıkardı. Sonra sıra değişirdi. İstanbulcu diyorlar buna, Almancı gibi. Kırık dökük hatıraları vardır bende. 16. yüzyıldan beri pek çok İstanbulcuya rastladım tarihin o koridorlarında, üstelik ben de onlardan biriyim. İstanbulcu aslında hâlâ var. Ben kendi hikâyemi zaten kitabın sonuna yazdım. Ben tutunabildim, pek çoğu savruldu.

        Tutunabilme hatıranızı anlatıyorsunuz. Kimseyi tanımadan geldiğiniz şehirde, başınıza her iş gelmişken, önce okula kaydınızı, ardından yatacak yer ve iş buluşunuzu... Sanki bir el bir yerlerden yardım etmiş gibi...

        O gece yatağıma yattığımda ağladım ağladım... O kadar çok ağladım ki, ertesi sabah gözlerim kan çanağıydı. Ben İstanbul’da o gün dedim ki: “Tamam İstanbul artık benim için bir şehir, bir kimlik ve ben burada olacağım.” Benim sandığım maddi-manevi doldu. Sıkıntılı dönemlerim, acılı günlerim oldu ama eğer ben 21. yüzyıl İstanbulcusu olarak var isem en şanslılardan biriyim. Ama çok çalıştım. Allah bana daha kaderler yazılırken “Kulum sana ayrıcalık yaptım, al kalemi eline sen yaz” deseydi ben bu kadar güzel yazamazdım, hafzalam almazdı. Bir köyden çıktım ben, çarık giyen insanların içinden. Gaz lambasının etrafında 4 kardeş ders çalışırdık. Şimdi ışıkların hepsinin üzerime yağdığı bir dönem. Çarık döneminden başlayıp Paris’ten iskarpin alabilecek bir dönem..

        Çarıktan iskarpine geçerken insan değişmez mi, kibirlenmez mi?

        İnanış ve hayatı yaşayış itibarıyla kibirin bende olmaması lâzım. Keşke olmasaydı ama var. Olmaz olur mu? Kibirli olana kibirli davranmak sadaka dağıtmak gibidir derler. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”culara kibirli davranmak en doğru yoldur. Ama bunun ötesinde sanatçı egosu da olunca kibir beni de yoklayıp geçer. Ama bundan sokak sayesinde kurtuldum. Her yere toplu taşıma aracıyla giderim, insanların arasına karışırım. İnsanlar sözünüzü dinleyecekse size sevgi duymaları gerekiyor, saygı korkutucu. Seminerlerde hiç bir zaman “Prof. Dr.” diye yazdırmam afişlere... Dinleyici kendini kapatıyor o zaman. Seminer sonrası dinleyenler zaten size o payeyi verirler. O dört harfi kibir için kullanan çok insan var, onlardan olmadım, olmayacağım.

        ‘Bosfor demek doğru değil’

        İstanbul için “Bosphorus” denilmesini doğru bulmuyorsunuz. Neden?

        Boğaziçi’ne Bizanslılar “Bosphoros’’ derler. Bizim de güya kültürlü görünmek isteyen görgüsüzlerimiz bugün böyle der. Oysa “öküz geçidi’’ anlamına geliyor. Yunan mitolojisinde anlatılıyor nasıl konulduğu. Geceleri spiral bir fanusa hapsedilmiş yıldızları andıran bir ışık seline öküz geçidi anlamına gelen bosfor demeyi doğru bulmuyorum.

        İhtiyaçlar yönünde belirli bir planla yapılaşmanın olması taraftarıyım ama nahoş gelen bir taraf var. Zeytinburnu’ndaki binalar...

        Ne öneriyorsunuz peki?

        Boğaziçi... “Konstantinopolis” diyen de var. İsimler coğrafyayı değiştirir. O isimlerle ve tarihle bir problemim yok. Ama bugün böyle demek doğru değil diye düşünüyorum. İsmini değiştirdiğinizde o coğrafyayı sahiplenmiyorsunuz demektir. Bu arada ışık selini kaybediyoruz. O yüzden Kanal İstanbul’un Boğaziçi’nde kaybettiğimiz bütün o şeyleri ihtiva etmesini arzu ediyorum.

        Korkunç bir yapılaşma var, rahatsız olmuyor musunuz?

        İhtiyaçlar yönünde belirli bir planla yapılaşmanın olması taraftarıyım ama gözüme nahoş gelen bir taraf var. Zeytinburnu’ndaki binalar... Rahatsız edici, bence orası üstten biçilmeli.

        Geceleri spiral bir fanusa hapsedilmiş yıldızları andıran bir ışık seline öküz geçidi anlamına gelen bosfor demeyi doğru bulmuyorum.

        Haliç’e yapılan yeni köprü?

        Mesela o da... İhtiyaç mıydı? Evet, elbette. Bir noktaya vardığınızda köprü yüzünden maalesef Süleymaniye gölgede kalıyor. Değişik yapılabilirdi diye düşünüyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ