Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Amerika Doç. Dr. Emre Erdoğan: ‘Trump kabineye senatoyu idare edebilecek insanları getirecek’

        Röportaj: Kübra Par- kubrapar@haberturk.com

        Trump ABD’yi ne kadar değiş­tirebilir? ‘Çok güçlü ve kurulu bir düzen var, Trump’ın çılgınlıklarına müsaade etmezler’ deniyor. Katılır mısınız?

        ABD’de başından beri ‘Seçilmiş bir kral olsun ama her istediğini yapa­masın’ düşüncesi üzerine kurulu bir sistemi vardır. Denge-denetleme sis­temleri her aşamada çok etkin. Şu anda hem Senato hem Temsilci­ler Meclisi Cumhuriyetçilerin elinde. Ama bu, Trump her istediğini yapa­bilecek anlamına gelmiyor. Çok ciddi pazarlıklar yapmak durumunda. Seçe­ceği kabine onaya bağlı. Bütçesi onaya bağlı...

        Onay süreci nasıl işliyor?

        Bakan adayları Senato karşısında teker teker ifade verecek. “Hizmetçi­nize verdiğiniz parayı vergide göster­diniz mi? Özel hayatınızda bir şey var mı? Başka bir yerde çalıştınız mı?” gibi sorular sorup sorgudan geçiri­yorlar. Sonra senatoda oyluyorlar. “Hayır” diyebilirler. George Bush’un eğitim bakanı ataması, yedi ay sür­müştü.

        Trump kabinesi, nasıl bir kabine olacak?

        Trump bir tüccar. ABD’yi bir şirket gibi yönetmeye çalışacak. Finans, eği­tim ve iç güvenlik gibi kritik pozisyon­larda kendisiyle iyi çalışabilecek ve bir vizyon katabilecek insanları alabile­ceğini düşünüyorum. Örneğin Hazine Bakanlığı’na bir işadamını getirebi­lir. Eğitim konusunda ise George W. Bush’un ekibinden birilerini düşünü­yor. Yani ekibinin bir kısmı onun iste­diğini yapan insanlardan oluşacak.

        İçişleri Bakanlığı için oğlu Trump Jr.’un adı geçiyor. Mümkün olabilir mi?

        Olamıyor. 1967 yasası gereği kamu görevlerine ve federal görevlere akraba atayamıyorlar. Bu zamanında Robert Kennedy’yi engellemek için yapılan bir şeydi.

        Başka kimlerin adı geçiyor?

        İçişleri Bakanı olarak önemli aday­lardan biri Arizona valisi Jan Brewer. Muhafazakâr ama siyaseten güçlü bir kadın. Eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani’yi de kabi­neye alabilir. Bir espri vardır, “New York’lu Cumhuriyetçi aslında Demok­rat sayılır” derler. Giuliani Cumhu­riyetçi ama popülaritesi çok yüksek bir insan. Genel olarak Cumhuriyetçi Parti’den yüzü çok eskimemiş parlak insanları alacağı söyleniyor. New Jer­sey valisi Chris Christie’nin de ismi çok fazla geçiyor. Trump’ın yatırım­larının bir bölümü New Jersey’de. Christie eski arkadaşı ve ona çok güveniyor. En önemlisi Beyaz Saray Kurmay Başkanı gibi isimlendirebile­ceğimiz ‘Chief of Staff’a kimin getiri­leceğiydi. Daha önce Rahm Emanuel ve John Podesta o görevi üstlenmişti. Trump şimdi o pozisyona RNC’nin yani Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komi­tesi’nin 3 dönemdir başkanlığını üstle­nen Reince Priebus’u getirdi. Bunun anlamı şu: Trump Cumhuriyetçi Par­ti’yi yeniden yapılandırırken yanında bulunduracağı insanlarla beraber siya­sete girmeyi düşünüyor.

        Dışişleri Bakanı kim olabilir?

        Senatoyla en çok Dışişleri Bakanı konusunda anlaşmazlık yaşayabilir. Newt Gingrich’in ismi çok geçiyor. Eski bir Cumhuriyetçi ve ABD Tem­silciler Meclisi başkanı. Türkiye taraf­tarı olarak biliniyor. Dediğim gibi Trump bu tür pozisyonlara Senato’yu idare edebilecek insanları getirecek.

        LİDERLER ARASINDA ÇOK LAF DALAŞI GÖREBİLİRİZ’

        Trump döneminde eski dış politika çizgisinin sapmasını beklemeli miyiz?

        Dış politika konusunda Cumhuriyetçi Parti’nin senatörlerine taviz vermesini bekliyorum. Senatoyla ilişkilerini fazla germek istemiyor çünkü mali yardımlar oraya bağlı. Keza dışişleri, askeri yardımlar… Burası inanılmaz bir kavga kıyamet alanı. Dışilişkilerde de doğrudan devreye girecek. Alman Başbakanı’na, Rus Başkanı’na Twitter’dan rahatlıkla yanıt verebilir. Çünkü onun gözünde en direk diyaloglar, her zaman o diyalogu kuranın çıkarına çalışır.

        GÜLEN’İN İADESİ ARTIK TRUMP’A DEĞİL PENTAGON’A BAĞLI’

        Direk konuşma’ deyince akla Cumhurbaşkanı Erdoğan geliyor. Trump ile Erdoğan’ın ilişkisinin daha samimi, direk ve alışılageldik ABD - Türkiye ilişkilerinden farklı olacağını söyleyebilir miyiz?

        Söylem düzeyinde daha fazla doğrudan diyalogun olabileceği söylenebilir. Fakat aksiyona geçildiğinde, Pentagon, CIA ve Dışişleri bakanı devreye girecek.

        Trump’ın savunma bakanı olarak düşündüğü isim Michael Flynn “Fetullah Gülen Türkiye’nin Usame Bin Ladin’idir. Mutlaka teslim edilmelidir. Türkiye ile ilişkileri iyi tutmalıyız” diyen bir yazı kaleme aldı. Bu, Trump’ın Obama’dan daha farklı bir Türkiye politikası izleyeceğine işaret sayılabilir mi?

        Trump’ın zihninde her olay, Amerika halkının önem verdiği kadar önemlidir. Fetullah Gülen’i iade ettiklerinde ABD halkı büyük bir tepki göstermeyebilir. Mesele halkın masasından kalktığınız zaman, Trump’ın meselesi de olmaz artık. Trump’ın meselesi olmadığı zaman güvenlik bürokrasisi devreye girer.

        Gülen’in iadesi artık daha çok Pentagon’un karar vereceği bir şey” mi diyorsunuz?

        Evet, Türkiye orayla konuşmak zorunda, orayı ikna etmek zorunda. Bu oyunu değişik oynamak zorundayız artık. Sonuçta Dünyaya nizam verme iddiası olan bir başkandan bahsetmiyoruz.Ama Trump’ın da Türkiye’nin her istediğini yapacağını zannetmiyorum.

        Peki ya Müslümanlarla ilişkisi? Atıp tuttuğu gibi İslamofobik davranabilecek mi?

        Trump terörist Müslümanlara karşı. Çok gürültü çıkartan cümlesi de şu; ‘’Kongre bunu aydınlatana kadar Müslümanlara giriş izni verilmesin!’’ Yani kullandığı ifade ‘’Müslümanları dışarı atalım’’ değil aslında. Trump’ın Müslüman karşıtlığı, kategorik bir karşıtlık değil, terörle ilişkilendirdiği zaman Müslüman karşıtlığı.

        Peki ya ‘El Cezire muhabirini tersleyip, ‘’Sizin buradaki işiniz bitti’’ demesi?

        Trump’a göre Amerika, Amerikalılara hizmet etmeli, yollar barajlar yapmalı. Amerika’ya çıkarları için gelen yabancılar gitmeli. Yabancı düşmanlığı var yani. Daha önce de ‘’Paranızla bizi satın alabileceğinizi mi sanıyorsunuz’’ diyerek bir Suudi prensiyle de atışmıştı.

        Prensle laf dalaşlarını da göz önünde bulundurursak yıllardır süre gelen Suudi-ABD işbirliğinin bu dönemde sarsılabileceğini söyleyebilir miyiz?

        Hayır. Çünkü elinde sonunda karşılıklı çıkarlar var. Bazı şeyleri daha doğrudan söyleyen bir insan olacaktır. Liderler arasından alışık olmadığımız kadar çok laf dalaşı göreceğiz.

        TRUMP’IN ÖNCELİĞİ DIŞ POLİTİKA DEĞİL, İÇ POLİTİKA OLACAK, SURİYE’DEN ELİNİ ÇEKEBİLİR’

        PYD ile ilişkileri nasıl olacak?

        Trump'ın kendi konuşmalarını bir kenara bırakalım. Suriye’yi, Libya ve Arap Baharı’nı bir ‘Demokrat başarısızlığı’ olarak paketledi zaten. Amerika’nın gereğinden fazla oralara girdiğini düşündü. Hiç bir Amerikan başkanı, Amerikan askerinin ölmesini istemez. Hele de Trump gibi popülist biri. Yani Amerikan askerini Suriye’ye doğrudan sürmeyecek. Sahada bir takım piyon kullanacak. Bu da PYD ile ilişkilerin sürmesi demek. Ya da çekilebilir, konuya dâhil olmaktan vazgeçebilir.

        Nasıl yani? Trump’ın Suriye’yi Rusya kontrolüne bırakma ihtimali var mı?

        Onu nasıl satacağına bağlı. ‘Dünyaya barış getiririm’ diye satmak istiyorsa, niye olmasın... Onun için bütün konular, içerideki getirisiyle alakalı. Dışarıyla hiç bir alakası yok. Bunu, içeride bir zafer olarak satabileceğini düşünürse yapmaması için hiç bir sebep yok. İşte bu nokta da güvenlik bürokrasisi devreye girecek. Pentagon, CIA ve Dışişleri bakanlığındaki kadro değişiklikleri önemli. Gelen kadrolar önem taşıyacak. Esas politika değişikliği orada olabilir. Türkiye’nin muhatapları onlar olacak, Trump değil. Çünkü Trump, buna çok rahat “Evet” der ama yapmaz.

        Bu dediklerinizden, Trump’ın iç politikayla ilgilenen bir ‘gölge başkan’ olacağını, dünya politikalarını Pentagon’un yöneteceğini mi anlamalıyız?

        Gölge başkan değil, tamamen işinin başında ama önceliği dış politika değil. Trump’ın istediği, kalıcı hale gelmek. Trump DC’ye, kendi özel uçağıyla indi. Kendi otelinden daha iyi bir otelde kalmayacak. O, iz bırakmak istiyor. Öyle bir egosu var. Markası olsun ve damgasını vursun istiyor. O yüzden önceliği iç politika, dış politika değil. Ama Pentagon Orta Batıda doğmuş büyümüş Amerikan askerinin ölmesine yol açan politikalar getirirse önüne, onları da kabul etmez. Bedelini ödemek istemez. Tamamen pragmatik yaklaşacak.

        RUSYA İLE İLİŞKİLERİN GELECEĞİ KONJONKTÜRE BAĞLI’

        Trump’ın, Putin’e sempati beslediğini biliyoruz. Trump döneminde ABD’nin Rusya politikasında ciddi bir yumuşama yaşanması mümkün mü?

        Putin, kozmopolitanizme karşı, uluslararası medyaya karşı... Trump da ondan farklı değil. İkisi de New York Times’ı sevmiyorlar, ikisi de George Soros’a karşılar. İkisi de popülist. Putin deyince Başbakanı yanına alıp vücut çalışırken fotoğraf çektiren, ata binen, ayıyla dövüşen bir adamdan bahsediyoruz. Birbirlerini seveceklerini düşünüyorum. Ama bu iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltir mi diye soruyorsanız, açıkçası bilmiyorum. Bu tamamen konjonktüre bağlı. Ama şunu biliyoruz, Trump döneminde pek çok insan ABD’nin iddialı dış politikasından vazgeçmesinin daha huzur verici olduğunu düşünüyor. Bu Putin açısından avantaj olabilir.

        GAZETECİLERE AYAKKABI FIRLATABİLİR’

        New York Times’dan nefret eden, El Cezire muhabirine ‘’Burada işiniz bitti’’ diyen Trump’ın basınla ilişkileri nasıl olur?

        Eğer o Iraklı gazeteci, ayakkabıyı Trump’a atsaydı, Trump da kendi ayakkabısını ona atardı. Muhtemelen gazetecilerle ilişkisi bu düzeyde olur. (Gülüyor) Halkla kendisini özdeşleştiriyor. Medya kim? Kimin adına konuşuyor? Medya establishment tarafından kontrol ediliyorsa halk adına konuşan kimdir? Kendi bakış açısından, Trump’tır. Dolayısıyla, yapacağı şeyde halkın fikrini onlara karşı savunmak olacaktır. Rahatlıkla elindeki her şeyi atabilir.

        TİCARİ SAVAŞLARA GİRMEYE DAHA HEVESLİ OLABİLİR’

        Ya ekonomik sonuçları? Ekonomik açıdan da çok çılgın adımlar atacağına dair spekülasyonlar var. Gerçekten öyle adımlar atar mı? ABD ekonomisini daha içe kapalı bir ekonomiye çevirir mi? Çin’le ilişkileri gerer mi?

        Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı olduğunu biliyoruz. Bu türden bir liberalizasyon yüzünden Amerika’daki işlerin dışarıya kaçtığını ve Çin’in haksız rekabet yaptığını düşünüyor. Dolayısıyla, ticari savaşlara girmeye daha hevesli olabilir.

        Peki, bu Küresel Ekonomiyi nasıl etkiler?

        Açıkçası son döneme baktığınız zaman, ABD kendi ülkesini gayet iyi yönetti. Küresel ekonomiyi değiştiren sorunlar AB’den çıkıyor. ABD izlediği para politikasıyla kendi kendini toparlamış durumda. Sorun Avrupa’dan kaynaklanıyor. Şu anda ağzından çıkan şey faiz artırımı. “Faizler sıfıra yakın olduğu için, Amerikan dolarları etrafta dolaşıyor” diyor. FED Başkanı Janet Yallen’i almak niyetinde ama çok zor. Yellen ‘’Görev süremi dolduracağım’’ derse hiç bir şey yapamaz orada kalır. Bir de kurumlar vergisini 40’lardan 20’lere indirmeyi düşünüyor. Bütün bunları yapabilmek için senatonun desteğine ihtiyacı var. Bu konuda çok fazla tartışma çıkacağından eminim.

        TRUMP KAYGILARA HİTAP ETTİ’

        Ağustos ayında herkes Clinton’ı favori gösterirken, ''Anketçilere pek güvenmeyin, birden kendinizi Trump'ın yönettiği bir dünyada bulabilirsiniz'' diyen bir yazı yazmıştınız. Seçimi Trump’ın kazanmasına yine de şaşırdınız mı?

        Pek şaşırmadım. Aslında çok da basit bir mantık yürütmüştüm. Diğer adayla seçim rekabeti içerisinde, o kadar niteliksizdi ki Trump'ın çıkmaması mümkün değildi. Baştan beri yaşadığımız sorun şuydu; Trump' a oy veren insanları aklı yerinde olmayan, maceraperest insanlar olarak tarif edip, eğlence için ortaya çıkmış bir adamın destekçileri olarak görüyorduk. Oysa hem Amerika'da hem de küresel olarak Trump'ın yaslandığı çok sağlam bir gerçek var.

        Nedir o gerçek?

        Dünya'nın değişimi. Bu değişimden herkes eşit derecede yarar görmüyor, hatta son 10 yıldır zarar görüyor. Trump ''Amerika'yı yeniden büyük yapacağız'' dedi. Büyük Amerika derken uçak gemileri olan, sağa sola saldıran bir Amerikan değil, insanlara umut veren bir Amerika’dan bahsediyor. Trump’ın seçmen kitlesine bakın. Beyaz, Protestan, emekçi, tarlada veya fabrikada çalışan çok sert disiplinli bir baba ve onun etrafında kenetlenmiş sessiz bir aile. Bu insanların etrafındaki dünya, katlanamayacakları kadar hızla değişiyor. İnsanlar yeni durumlarla karşılaştıklarında eski açıklamalara sığınırlar. Bu kadar kaotik bir durumla karşılaştığınızda yapacağınız şey, Amerikan değerlerine yeniden sarılmaktır. Neydi bu Amerikan değerleri? Herkes haddini bilecek. Kimse haklı olmayanı almayacak. Çalışan hakkını alacak. Temiz olacak, pazar günleri güzel giyinip kiliseye gidecek...

        Bunlara göçmen karşıtlığını, “Meksika ile aramıza duvar öreceğiz. Müslümanları kovacağız’’ söylemlerini de ekleyebilir miyiz?

        Bunların her biri yeni bir duruma işaret ediyor. Trump bu göller bölgesindeki eyaletlerin hemen hemen hepsini aldı. Buradaki insanlar eskiden 20’li yaşlarında sanayi şirketlerinde çalışıp, 60 yaşında emekli olan insanlardı. Küçük bir caddeden alış veriş yapıyorlardı, Amerikan arabaları alıyor, arada bir de tatile çıkıyorlardı. Belirli, kesinleşmiş bir dünyadan bahsediyoruz.

        Obama döneminde ne değişti bu insanların hayatında?

        Ekonomik düzelme onlara yeterince ulaşmadı. Amerikan otomobil firmaları kurtuldu ama Amerikan otomotiv işçisi kurtulmadı. Amerikan sisteminde çok ciddi bir sorun var. Sınıfsal geçişlilik bitti. Eskiden babadan çocuğa sınıf atlama olurdu. O bitti. “Benim hayat tarzım bozuldu çünkü Meksikalılar geldi” ya da “Kaynaklar Hispanik’lere gidiyor, bana gelmiyor. Ben hak ediyorum ama almıyorum’’ diye düşünüyorlar. Trump bu kaygılara hitap etti.

        CLINTON DOĞRU ŞEYLER SÖYLÜYORDU AMA İNANDIRICI DEĞİLDİ’

        Peki, halk neden Clinton demedi?

        Baktığınız zaman Clinton çok doğru şeyler söylüyor ama inandırıcı değil. Çünkü bu insanlar seçimlerin siyası elitler arasında bir top atma oyunu olduğunu düşünüyorlar. Bush olur, Clinton olur arada Obama olur gibi… Oysa sıradan vatandaş “Burada siyaset oynanıyor ama benim hayatım değişmiyor” diye düşünüyor. Clinton değişmeyen düzenin bir parçası. Obama geldi ama hazine bakanı değişmedi, Fed 'in yapısı çok değişmedi. Clinton'ın sorunu da bu. Ayrıca kadın olmasına çok güvendi, nasıl olsa kadın olmasından dolayı zaten oy alacağını düşündü. Trump’ın kendisi mesajken, Clinton’un mesajı yoktu. Sloganı neydi? Hatırlamıyoruz bile… Yani, sorun hiçbir değişim vaat etmiyor olması, uzun uzun doğruları sıralaması. Clinton’ın ekibi aşırı profesyonel. Her şeye mesafeli duruyorlar. Bu yüzden halkla temas kurmakta zorlandılar.

        Ve “Hiç bir şey değişmeyecek” mesajı vermeleri...

        Evet. İkinci bir Obama dönemi olacaktı. Ama zaten Obama'nın kendi kişisel karizması ve değişim vaadi vardı. Kendilerinden birine katlanabilirlerdi. Barack Obama ile Clinton aynı insan değildir. Bir Amerikalının, zenci, Hispanik ya da yaşlı sıradan bir demokratın Obama'ya duyduğu sempati ile Clinton'a duyduğu sempati arasında çok büyük bir fark vardır. Obama yüzde 10 artıyla aldığı kimi eyaletleri, Clinton yüzde 10 eksiyle kaybetti. Sekiz milyon kayıp var, çünkü millet heyecanlanmadı. Normalde sandığa götürebileceği insanları, sandığa götüremedi. 90 yaşında Afrika kökenli bir kadın, Obama söz konusu olduğunda sandıkların kapanacağı saate yaklaşmasına rağmen koltuk değnekleriyle oy kullanmaya çalışırdı. Oysa Clinton için sandığa gitmediler. Çünkü kimse kendisine bu kadar uzak bir aday için bu heyecanı yaratmaz.

        Kayıp oylar hangi kesimlerden?

        Hemen hemen bütün eyaletlerden. Örneğin Obama’nın büyük başarısı olan Florida’da, Clinton insanları heyecanlandırmayı başaramadı. Demokrat Parti Florida’da Hispanik ve Afrika kökenli Amerikalı seçmenlerden oy alırdı. Florida’da da çok fazla kayıp oy var. Obama’nın büyük başarısı olan Florida’da, Clinton insanları heyecanlandırmayı başaramadı. Florida’da Hispanik ve Afrika kökenli Amerikalı seçmenlerden oy alıyorlardı. Trump Hispanik seçmenler için pek cazip değil. Tabii orada bir oy kazanımı olabilir. Fakat Obama döneminde şöyle bir şey vardı; Afrikan Amerikan doksan yaşında bir kadın, sandıkların kapanacağı saate yaklaşmasına rağmen koltuk değnekleriyle oy kullanmaya çalışıyor. Kimse kendisine bu kadar uzak bir aday için bu heyecanı yaratmaz. Ama Obama öyle bir aday değildi. North Carolina’da da, bütün beyazlar neredeyse Clinton’ı tercih etti. Trump oradan da bir oy alamadı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ