Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya esad Suriye suriye ulusal konseyi Halid Hacı

        Arap dünyasındaki dikta rejimleri tek tek çökerken, komşu Suriye’de, Şam yönetimiyle muhalifler arasında kanlı bir süreç yaşanıyor. Ölümden kaçan binlerce Suriyeli mülteciye kapılarını açan Türkiye, Devlet Başkanı Beşar Esad’dan bir an önce koltuğunu terk etmesini istiyor.

        Uluslararası toplum da Suriye üzerindeki baskısını yoğunlaştırırken Esad, tüm bu baskılara rağmen direnç içinde. Geçen ağustos ayında İstanbul’da kurulan Suriyeli muhalif hareketlerin tek koalisyon gücü; Suriye Ulusal Konseyi (SUK), Esad rejimine karşı topyekûn mücadele veriyor. SUK Türkiye Temsilcisi Dr. Halid Hoca’yla buluşup son dönemde yaşananları ve kanlı süreci konuştuk.

        Sıcak gelişmeyle başlayalım: Suriyeli Albay Hüseyin Mustafa Harmuş’un Türkiye’den ülkesine kaçırıldığı iddiaları üzerine 5 kişi tutuklandı. Bu durum sizin için şaşırtıcı oldu mu?

        Bu konu 4 ay önce Arap medyasına yansımıştı. O zaman Harmuş’un yanındakiler önceki gün Türk medyasında çıkan rivayete benzer şeyler aktarmışlardı. Bu yüzden ortaya çıkan durum Türkiye kamuoyunu şaşırtsa da, Arap kamuoyunu şaşırtmadı açıkçası. Malumun ilanı oldu.

        Esad yönetimi için, Harmuş neden bu kadar önem taşıyor?

        Albay Harmuş, Esad’ın ordusundan ayrılıp kendi birliğini kurup rejime karşı halkı savunduğunda, Suriye tarihinde bir ilke imza atmıştı.

        İki ülke arasındaki ilişkilere dönersek; 2008’de Bodrum’da tatil yapacak kadar yakınlaşan Başbakan Erdoğan ile Esad arasında ipler nasıl koptu?

        Çünkü Erdoğan ve Türkiye, Esad’a çok samimi yaklaşmıştı. Türkiye, 2005’te Lübnan Başbakanı (Refik) Hariri suikastından sonra sıkışan Esad’ı uluslararası camiaya tekrar kazandırmayı sağlamıştı. Esad’ın reform iddialarında Türkiye imkânlarını sunmuştu. Her iki ülke halklarının tekrar kaynaşmasına imkân yaratılmıştı. Geçen yıl mart ayında olaylar başlayınca, Türkiye bütün bunları hesaba katıp hatırı sayılacağını düşünerek Esad’a yanlış yapmaması konusunda defalarca öğüt ve telkinlerde bulundu. Ancak Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi Esad yalancı çıktı ve babasını aratmadı. Tabii ki olup bitenler karşısında Türkiye de sessiz kalamazdı.

        Son dönemde Suriye-Türkiye ilişkilerinin yoğunlaştığı ve koptuğu tarih sizin açınızdan nedir?

        2005 yılında iki ülke arasındaki yeni ve dinamik ilişkilerin temeli atılmıştı. 2011’in mart ayında Deraa’daki Elumari Mescidi’nde oturma eylemi yapan kalabalıklar üzerine ateş açılması ve daha sonra Deraa’ya tankların sürülmesi bence Türkiye’de şok etkisi yarattı. Esad’ın her konuşmasından sonra ip biraz daha inceldi. 2011 ağustos ayında Suriye Ulusal Konseyi kurulunca ipler tümüyle koptu.

        Türkiye’yle yakınlaşma, siz muhalifler için ürkütücü müydü?

        Tam tersi denebilir aslında. Biz bunu çok olumlu karşılamıştık. Vizelerin kaldırılması ve Avrupa’da seyahat etme imkânı bulamayan milyonlarca Suriyeli’nin günübirlik Türkiye’ye gelmesi veya birkaç günlüğüne İstanbul’a gelip alışveriş yapması çok şeyi değiştirdi. İnsanlar, buradaki yaşam farklılığının ve özgür havanın farkına varıp, Suriye’yle mukayese etti. Vizelerin kalkmasının dolaylı olarak ayaklanmaya bir katkısı olduğunu söyleyebilirim.

        Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “komşularla sıfır sorun” hedefini açıklarken tepkiniz ne olmuştu?

        “Sıfır sorun politikası” var olan sorunları direkt çözmek yerine, güven sağlayarak dolaylı yoldan çözümü amaçlayan uzun vadeli bir stratejiydi. Türkiye, masum ve samimi yaklaştı Suriye’ye. Ancak biz Esad’ın samimi olmadığını biliyorduk. Türkiye, 2005 yılında Suriye yönetimiyle yeni sayfa açarken, Esad, reformların geciktiğini dile getiren muhalifleri tutuklayıp ağır cezalar veriyordu. Türkiye’ye olan yaklaşımı bir taktikti. Asıl stratejik ilişkisi İran’laydı. Esad, kendi danışmanları aracılığıyla Türkiye’deki STK ve medya mensuplarıyla iyi PR yaptı. Fakat olaylar başlayınca, Türkiye Esad’ın gerçek yüzünü gördü.

        Suriye’de halk Türkiye’ye baktığında nasıl bir ülke görüyor?

        Suriye halkı Türkiye’yi zaten seviyor ama son 20 yılda Türkiye çok gelişti. Model tartışmaları var ama bence sadece Suriyeliler değil, Ortadoğu halkı konsept olarak Türkiye’yi yakından takip ediyor. I Suriye ile ilgili olası askeri bir gelişmede, Türkiye nasıl bir rol üstlenecektir? Siyasi süreçte Türkiye’nin desteği devam ediyor. Suriye halkı Türkiye’yi yabancı görmüyor. Bu çok önemli. Halkın ısrar ettiği uluslararası koruma isteğinde Türkiye belirleyici bir rol üstlenecektir.

        Ülkemizde “Savaşa hayır” diyen bir kesim de var. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?

        Evet, “Savaşa hayır” diyen varsa o da biziz. Şu anda zaten halka karşı Rusya ve İran’ın da müdahalesiyle rejim tarafından yürütülen bir savaş var. Rusya, Esad’a cephane sağlıyor. İran’sa savaşçı gönderiyor. Ağır silahlar kullanılıyor. Şehirler karadan, havadan ve denizden bombalanıyor. Ortalama olarak 1 saatte 4 masum insan hayatını kaybediyor. Biz bu savaşın durdurulması için uğraşıyoruz.

        BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, MİT’e yapılan operasyonun aslında Suriye’ye yönelik bir müdahalenin ön hazırlığı olduğunu iddia etti. Ne dersiniz?

        Ülkenizin güvenliğini ilgilendiren kararlar Milli Güvenlik Kurulu’nda ele alınıyor. Ayrıca Türkiye’nin ancak uluslararası bir inisiyatifin parçası olarak duruma müdahil olabileceği gözüküyor. Davutoğlu, Türkiye’nin inisiyatifinden illa da tampon bölge veya güvenlik koridoru anlamamak gerektiğini açıklamıştı.

        Suriye yönetimince 50 dolayında Türk güvenlik görevlisinin Şam yönetimince tutuklandığı iddialarıyla ilgili olarak herhangi bir teyit alabildiniz mi?

        Hayır. Ama istihbarat rejimi olan Suriye rejimi pek çok senaryoya başvuruyor. Suriye Ulusal Konseyi’ne, “İstanbul Konseyi” diyor ve direkt Erdoğan’a saldırıyor. Suriye’de Halep, Şam ve Lazkiye’de Türkçe’lerini koruyan bir Türk toplumu da var. Bunlardan birilerini yakalayıp, “Siz Türkiye ajanısınız” diye itham edebilirler.

        Ülkenizin akıbetinin, uluslararası bir müdahale sonrası Irak, Mısır ya da Libya’ya benzemesinden kaygı duyuyor musunuz?

        Bu durum, uluslararası müdahalenin oluşturacağı şartlara ve buna bağlı olarak da halkın tepkisine bağlı. Kosova’da oluşturulan şartlar, Irak’takinden farklı. Libya’da korkulan olmadı ve Kaddafi sonrası iktidar çekişmesi daha çok siyasi düzlemde devam ediyor. Mısır’da din savaşı yaratılmak istendi ama halkın farkındalığı, bunun üstesinden geldi. Suriye’de Irak veya Libya tarzı müdahale çok uzak bir ihtimal.

        Mezhep temelinde bir iç savaş ya da parçalanma riski var mı?

        Suriye’deki durum şu: Bir yandan 40 yıldır Esad Ailesi diktası altında inleyen ve yüksek sesle esaretten kurtulmak istediğini dile getiren bir Suriye halkı. Diğer yandan bu halkın karşısında katliam yaparak isyan bastırmakta deneyimi olan, ağır silahlarla dolu bir orduyla birlikte “Şebbiha” diye adlandırılan paramiliter katiller var. İktidarı koruyan insanların ve Şebbiha’nın Nusayri azınlığa mensup olduğu bir gerçek. Ama bu durum 1 yıldır devam ediyor ve hiçbir zaman mezhepler arası savaşa dönüşmedi. ‘Siyasi çözümler henüz tıkanmış değil’ Bir saatte 4 masum insan ölüyor. Bu savaşın durdurulması için uğraşıyoruz

        BM Güvenlik Konseyi, Rusya ve Çin’in vetosuyla Esad yönetimine karşı ortak bağlayıcı bir tavır belirleyemedi. Bu süreci nasıl etkileyecektir?

        Arap liginin girişimi başarısızlığa uğradıktan sonra BM Güvenlik Konseyi’nin girişimi de Esad’ın ölüm makinelerini engelleyemedi. Siyasi yol olarak Suudi Arabistan’ın BM nezdinde yeni bir girişimi var. Buna göre Güvenlik Konseyi’nde vetoya takılan kararlar BM Genel Kurulu’ndan geçirilmeye çalışılacak. Büyük olasılıkla da geçer. Bağlayıcı olmayacak ama kararları uygulamak isteyen ülkelere meşruiyet kazandıracak. Bu çerçevede Türkiye’nin de anons ettiği bir inisiyatif var. Siyasi çözümler henüz tıkanmış değil. Siyasi sürecin tıkanması, şu anda belli odaklarla sınırlı kalan silahlı çatışmaların çapının daha hızlı bir şekilde genişlemesine neden olacak. Bu da kimsenin arzu etmediği bir durum.

        Tabii, Rusya ve İran hattı Suriye için oldukça değerli. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, “Suriye bizim kırmızı çizgimizdir” diyor.

        Suriye halkı İran ve Rusya’yı çözümün değil sorunun bir parçası olarak görüyor. Rusya’daki dışişleri ekibi Suriye’deki olayları Soğuk Savaş zihniyetiyle okuyor. Arap Baharı rüzgârlarının Batı’dan estiğine ve bunun kendi nüfuz alanları için bir tehlike olduğuna inanıyor. İlk tepkisi de statükoyu desteklemek oluyor. Bununla, hem Batı’nın uluslararası siyaset çarkına çomak sokarak, “Ben hâlâ varım” demek istiyor. Hem de bölgedeki gerilimli atmosferden yararlanarak enerjisini uzun vadeli anlaşmalarla yüksek fiyata uluslararası pazara sunma imkânı buluyor.

        İran’a baktığınızda...

        İran, Suriye sayesinde bölgesel bir güç konumunda. Suriye’nin, Sünni olan çoğunluğun eline geçmesi, kısa vadede Lübnan’ın uzun vadede de Irak’ın İran’ın nüfuz alanından uzaklaşması demektir. Bu durum, Şiiliği emperyal amaçlar doğrultusunda kullanan İran’daki dini liderlik için tehlike sinyali demektir. Suriye, hem Rusya, hem de İran için alternatifi olmayan bir stratejik alan teşkil ediyor.

        GAZETE HABERTÜRK / Kutlu ESENDEMİR

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ