Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Yazarlar Kitaplar ve kütüphaneler üzerine

        Çok fazla kitabım yok aslında. Birkaç yıl önce sahip olduğum eşyalar az olsun öz olsun düşüncesiyle hayatımda bazı seçimler yapmıştım. Bu her şeyden vazgeçip bir keşiş gibi yaşadığım anlamına gelmesin, tam tersi, sonsuz sayıda eşyaya sahip olmaktan vaz geçtiğimizde müthiş bir özgürlük kazanıyoruz. Bazı arkadaşlarım çok fazla giysileri olduğundan hangisini giyeceklerini seçene kadar bir sürü zaman harcadıklarından yakınıyor. Oysa ben gardırobumdakileri ‘temel renk’ olan siyahla sınırladığımdan beri böyle bir problem yaşamıyorum.

        Ama burada esas konuşmak istediğim konu giysiler değil, kitaplar. En öz, en temel olana geri dönmek için kütüphanemde sadece 400 kitap tutmaya karar verdim –bazılarını duygusal sebeplerden, bazılarını da hâlâ tekrar tekrar okuduğum için. Bu kararı almamın birkaç sebebi vardı, bunlardan biri koleksiyonların bir ömür boyunca nasıl özenle oluşturulduğunu ama sonra nasıl saygısızca kiloyla satıldığını görmenin ne kadar üzücü olduğu düşüncesiydi. Bir diğeriyse şu soruları sormamdı: Neden bütün bu kitapları evimde tutayım ki? Ne kadar kültürlü olduğumu arkadaşlarıma göstermek için mi? Duvarlarımı dekore etmek için mi? Oysa yıllar içinde satın aldığım bütün o kitaplar bir halk kütüphanesinde evimde olduğundan çok daha fazla işe yarar.

        REKLAM

        Eskiden onlara ihtiyacım olduğunu çünkü zaman zaman onlara başvurabileceğimi söylüyordum. Ama bugün ne zaman herhangi bir bilgiye ihtiyaç duysam bilgisayarıma başvuruyorum, bir anahtar kelime giriyorum ve aradığım her şey karşıma diziliyor. Internet her daim hizmetinizde - dünyanın en büyük kütüphanesi.

        Elbette hâlâ kitap alıyorum –hiçbir elektronik alet onların yerini alamaz. Ama bir kitabı bitirir bitirmez onu seyahate çıkarıyorum, ya hemen birine veriyor ya da bir kütüphaneye bırakıyorum. Amacım ormanları korumak ya da cömert olmak değil; sadece bir kitabın kendine ait bir yolculuğu olduğuna ve bir kütüphane rafında hiç kımıldamadan kalmaya mahkûm olmaması gerektiğine inanıyorum.

        Bir yazar olduğum ve yayın hakları konusunu ezbere bildiğim için bu söylediklerimle kendime ters düşüyor olabilirim –nihayetinde kitaplarım ne kadar çok satılırsa o kadar çok para kazanırım. Ama bu okurlara haksızlık olur, özellikle de devlet programlarıyla kütüphanelerin oluşturulduğu ve bu kütüphanelere kitap alınırken en temel kriterin, yani kaliteli bir metni okuma zevkinin göz ardı edildiği ülkelerde.

        İşte bu yüzden bırakalım kitaplarımız seyahat etsin, başka eller onlara dokunsun, başka gözler onları okuyup keyif alsın. Şu an bu yazıyı yazarken Jorge Luis Borges’in, kapağı bir daha hiç açılmayacak olan kitaplardan bahsettiği bir şiiri yarım yamalak aklıma geliyor.

        REKLAM

        Şu anda neredeyim? Fransa’nın Pirene Dağları’nda küçük bir kasabadayım, dışarıda dayanılmaz bir sıcak olduğundan bir kafeye oturmuş klimanın verdiği serinliğin keyfini çıkarıyorum. Şansıma Broges’in tüm eserleri, sadece birkaç kilometre ötede olan buradaki evimde duruyor – Borges tekrar tekrar okuduğum bir yazardır. Ama, neden bir deneme yapmıyorum?

        Yolun karşısına geçiyorum. Beş dakika yürüyüp, içinde bilgisayarlar olan bir başka kafeye (sempatik ama aynı zamanda kendiyle çelişen bir tabirle bir ‘siber kafe’ye) gidiyorum. Sahibine “Merhaba” dedikten sonra çok soğuk bir maden suyu söylüyor ve bilgisayarda bir arama programının sayfasını açıyorum. Şiirden aklımda kalan tek dizeden birkaç kelimeyle birlikte şairin adını da yazıyorum. İki dakikadan kısa bir sürede bütün şiir karşımda:

        “Verlaine’in bir satırı var ki bir daha hiç hatırlamayacağım, yakın bir sokak var adımlarıma yasaklanmış, bir ayna var kendimi son olarak gördüğüm, bir kapı var dünyanın sonuna dek kapattım.”

        Kütüphanemdeki kitaplar arasında (onları görüyorum) kimisi var ki artık hiç açmayacağım.

        (Jorge Luis Borges, Yaratan, İletişim Yayınları)

        REKLAM

        Aslında verdiğim kitapların bir çoğunun kapağını zaten bir daha hiç açmazmışım gibi geliyor –çünkü sürekli yeni ve ilginç şeyler basılıyor ve ben okumayı seviyorum. İnsanların kütüphanelerinin olması harika bir şey bence; çocukların kitaplarla ilk teması genellikle üzerinde harfler ve şekiller olan yan yana dizilmiş bu ciltli yaprakları merak etmekle başlıyor. Aynı zamanda kitap imza günlerinde, bir çok kez el değiştirmiş ve yıpranmış kitaplarla gelen okurlarla karşılaşmak da harika. Çünkü bu, kitabın da tıpkı yazarının zihninin onu yazarken yaptığı gibi, birçok yere seyahat ettiğini gösteriyor.

        (Çeviren: Mine Akverdi Denktaş)

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ