Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Özel Röportajlar Didem Balçın: Anne olmak istiyorum

        Ece SARUHAN / HABERTÜRK MAGAZİN

        'Parkta Güzel Gir Gün' ve ‘En Kısa Gecenin Rüyası’ adlı oyunlarla Moda Sahnesi’nde seyirciyi selamlayan oyuncu Didem Balçın, “Şöhret geçici bir şey” diyor ve ekliyor: “Türkiye’de her an herkes şöhret olabilir. Şöhrete inananlar yıkılıp gidecek. Benim için önemli olan oyunculuğumla seyircide iz bırakmak. Gerisi sabun köpüğü...”

        TAM bir yıl önce, rol aldığı ‘Parkta Güzel Bir Gün’ adlı oyun hakkında konuşmak için Moda Sahnesi’nde buluşmuştum Didem Balçın’la. Ondan ve rol arkadaşları Mert Fırat ile Volkan Yosunlu’dan yükselen ses “Vicdanımızla aramıza sınır çekmeyelim” olmuştu.

        Bu sezon, ‘Parkta Güzel Bir Gün’ün yanı sıra William Shakespeare’in yazdığı, Emine Ayhan ile Aysun Şişik’in Türkçe’ye çevirdiği, Kemal Aydoğan’ın yönettiği ‘En Kısa Gecenin Rüyası’ adlı oyunla da seyirciyi selamlıyor Didem. Yine Moda Sahnesi tarafından seyirciyle buluşturulan oyunda Amazonlar kraliçesi Hippolyta ile periler kraliçesi Titania’ya can veriyor.

        Bir senenin ardından bu sohbet için buluştuğumuzda yine vicdanların uyanması vardı Didem’in de benim de dilimde. Bu uyanışı sağlayan başlıca şifa kaynağının sanat olduğuna inanan iki insan olarak sanattan konuşarak girdik söze. Sonra laf lafı açtı. Ben sordum, Didem bütün duygusu o kocaman güzel gözlerinden taşarak anlattı...

        Ölümün her an güncellendiği bir ülkede yaşıyoruz. Herkesin dilinde “Gülmeye hasret kaldık” cümlesi var. ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nı salondan yükselen kahkaha sesleri içinde izlerken, “İşte sanatın iyileştirici gücü” dedim. Hadi buradan girelim...

        Dediğin gibi her gün içimize ateş düşüyor. Düşen son ateş hepimizi öyle bir yaktı ki, yaşadığımız acıyı tarif edecek kelime bulamıyorum. Keşke bu yaşananlar ın hepsi kötü bir rüya olsa. Biliyorsun, o ateşin düştüğü gün sahneye çıkacak mecal bulamadık kendimizde, oyunları iptal ettik. 6 Kasım’dan itibaren yeniden seyirciyle buluşacağız. Salondan yükselen kahkaha sesleri beni de çok mutlu ediyor. Oyunda uyuduğum bir bölüm var, o bölümde radyo tiyatrosu gibi sahnede olanları dinliyor ve ben de içimden kahkahalar atıyorum. Oyun sonrasında seyircilerden “Gülmekten karnımıza ağrılar girdi” gibi yorumlar geliyor. Söylediğin gibi hep birlikte iyileşiyoruz işte! Bunu bilmek bana “İyi ki sahnedeyim” dedirtiyor.

        Keşke daha çok insan tiyatronun bu etkisinin farkına varsa...

        Ben “Yüksek sanat yapıyoruz” ya da “Suratına tiyatro yapıyoruz” gibi söylemlere uyuz oluyorum. Önemli olan kaliteli işler yapıp seyircide iz bırakmak. Sanat çok önemli bir şifa kaynağı ve bu bakış açısıyla yapıldığında iyileştirici gücü ortaya çıkıyor. Moda Sahnesi her zaman söyleyecek sözü olan oyunlarla seyirci karşısında. Bu yüzden bir parçası olmak beni çok mutlu ediyor.

        ‘KEŞKE HERKES BIR KIŞIYI GÜLÜMSETSE’

        ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nın, Atina yasaları üzerinden kadının toplumdaki yeri üzerine söyledikleri değişmeyen acı gerçekleri insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor. Oyunda kadın sevdiğini babasının gözüyle seçmeye zorlanırken, günümüzde kadına şiddet almış başını gidiyor. Başına ne gelirse gelsin suç önce kadında aranıyor. Ne hissettiriyor bu durum sana?

        Dediğin gibi tecavüz olayında kadında suç aranıyor, erkeğin akli dengesi bahane olarak kullanılabiliyor. Bunları konuşmak bile utanç veriyor bana. Zaten sadece konuşmak da boş. Konuşmak yerine bir şeyler yapmamız gerekiyor. Bu düşünceyle kurucularından olduğum D’ODA Sanat aracılığıyla şirketlere eğitim verirken, kadınlarımız için de bir proje ürettik. Şirketlere “Gelin işsiz, terör, doğal afet ya da başka felaketler yüzünden mağdur olan kadınları topluma kazandıralım” diyoruz. Keşke herkes çevresine baksa ve en az bir kişiyi gülümsetmek, bilinçlendirmek için bir şeyler yapsa. Çevremizdeki bir kişiyi gülümsetmek bir gün hep beraber gülümseyebilmek için bir adımdır.

        ‘SANAT MEKÂNLARI ARTTIKÇA İYİLEŞECEĞİZ’

        Aralarında okul ve Moda Sahnesi’nde rol arkadaşların olan Mert Fırat ve Volkan Yosunlu’nun da bulunduğu bir ekiple birlikte, Bursa Görükle’de SanatMahal adında bir sanat merkezi açmanın nedeni de bu değil mi?

        İnsanları sanatla bilinçlendirmek, birlikte gülümseyebilmemiz için bir adım daha atmak... Kesinlikle. Ticari bir amacımız yok, böyle sanat mekânları ne kadar artarsa o kadar iyileşeceğimizi düşünüyoruz. Görükle ağırlıklı olarak öğrencilerin yaşadığı bir yer. Özellikle öğrenciler sanatla iç içe olsunlar istedik. Onları tiyatro, sinema, konserler, mesleki atölye çalışmaları ve söyleşilerle buluşturacağız. Bir yerde sanata dair iyi şeyler yapılıyorsa, bir çıkar gözetmeksizin her sanatçının bu oluşuma destek olması gerektiğini düşünüyorum. İlk gittiğimde SanatMahal inşaat halindeydi. Açılışta inşaatın tamamlanmış halini gördüğümde çok duygulandım. “İyi ki böyle bir güzelliğin içindeyim” dedim.

        Mısır, çay ve su satmışsın açılışta. Hayranların mutlulukla elinden çay içtiklerini paylaştılar sosyal medyada...

        Çok kalabalıktı, ben de kafeye geçtim. Mısırları ben patlattım, su ve çay dağıttım. Çok severim böyle şeyleri. Bir dönem kitap fuarında kitap da sattım. Sanatseverlerle kurulan o sıcak iletişimi seviyorum.

        Bahsettiğin iletişimi Moda Sahnesi’nin her oyunundan sonra seyirciyle de aranızda görüyorum ben. Hasbelkader ünlü olanı ve halka tepeden bakmaya doyamayanı bol bir ülkede böyle tablolarla karşılaşınca insan mutlu oluyor.

        ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nda esnafın soyluların önünde tiyatro yaptığı bir bölüm var. Esnaf oyun oynamaya çalışırken, soylular onlara tepeden bakıyor, onları aşağılıyor, öteki ilan ediyor. Bu, hayatın içinde asla kabul edemediğim bir şey. Oyunda esnaftan Bottom eşeğe dönüşüyor ama asıl eşek ona tepeden bakanlar. Ünlü gibi davranmak başkalarını baştan ötekileştirmektir. Bu benim asla yapmadığım, yapamayacağım bir şey. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki her şey yalan ama oyunumu izledikten sonra benimle duygusunu paylaşan seyirci gerçek ve benim için çok kıymetli. O gün mısır dağıtırken ayağımda hafif topuklu ayakkabılar vardı. Bir süre sonra ayakkabıları çıkardım ve içimden “Acaba bu ne rahatlık diye düşünürler mi?” dedim. Ama öyle olmadı. Hep beraber doğallığın, içtenliğin tadını çıkardık.

        Şöhret ne ifade ediyor senin için?

        Şöhret o kadar geçici ki... Üstelik Türkiye’de her an herkes şöhret olabilir. Şöhrete inananlar yıkılıp gidecek. Zaten öyle olmuyor mu? Her ay biri unutuluyor. Ama bak Levent Kırca aramızdan ayrılırken 10 yaşındaki çocukta da 80 yaşındaki amcada da iz bıraktı. Benim için önemli olan da o. Kimse ünlüyüm diye ya da televizyonda gördüğü için bana hayran olmasın, oyunculuğum konuşulsun. Önemli olan sen gittikten sonra arkandan ne konuşulduğu. Umarım benim için “İyi insandı, iyi oyuncuydu” derler. Bundan daha büyük bir doyum yok. Gerisi sabun köpüğü...

        BU DA BİZİM RÜYAMIZ: BÜTÜN ÇOCUKLAR MUTLU OLSUN

        ‘EN Kısa Gecenin Rüyası’ndaki “Kış eğlencelerini özlüyor ölümlü insanlar, çamur altında kaldı oyun bahçeleri” repliğinden hareketle, “Oyundaki gibi periler kraliçesi olsan, neyi getirirdin yeryüzüne?” diye sordum Didem’e. Ağzından dökülen şu cümleler ikimizin de rüyası: “Bütün çocukların mutlu olmasını sağlardım. Bence her şey çocuklardan başlıyor. Mutlu çocuklar mutlu yetişkinlere dönüşüyor. Mutlu büyüyen bir çocuğun çevresine, ülkesine, dünyaya katkısı bambaşka olacaktır. Çocuklar saflar, kötülük nedir bilmiyorlar. Hep öyle kalmaları ve gülümseyerek yaşamaları için perileri devreye sokardım. Hayatı da bu mottoyla yaşıyorum.”

        Kapalı gişe oynayan ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nın biletlerini modasahnesi.com’dan edinebilirsiniz.

        ‘Evlenmiş olmak için evlenmem’

        ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nda büyüyle bir eşeğe âşık olan bir kraliçeyi canlandırıyorsun. Hayatın içinde büyü etkisi olmadan da aşktan gözü kör olan çok insan var. Sen de körü körüne âşık olanlardan mısın?

        Çok duygusalım ama aşkta duygularımı ve mantığımı dengelerim. Kısa süreli hiçbir şey hayatımda barınamıyor. Hiçbir zaman ilişkim olsun diye ilişki yaşamadım. Evlenmiş olmak için de evlenmem. Ailemde gördüğüm gibi bir şey yaşamak istiyorum, babam gibi bir adam arıyorum. Mutlu aile sendromu sanırım bu.

        Nasıl biri baban?

        Her zaman ailesini ön planda tutan, eşinin ve çocuklarının arkasında duran, önce bize yediren içiren, ablamla benim gözyaşlarımıza dayanamayan bir adam. Çok mutlu bir ailem var. Kuracağım aile de böyle olsun. Bizde evlilik başlar ve sonsuza kadar devam eder. Ben de sonsuza dek devam etmesini istediğimden aşk, tutku, heyecan gibi şeylerde gözüm yok. Ben sevgi seviyor ve sevgi arıyorum.

        ‘İNŞALLAH ANNELIĞI TADARIM’

        Anne olma hayalin var mı?

        Çok istiyorum. Demir Ali adında bir yeğenim var, ben ona “Dali” diyorum, o bana “Dodi”. Onu severken, elini tutarken içim titriyor. Bu çok yüce bir duygu. İnşallah anneliği tatmak da nasip olur.

        ‘Levent Abi cenazesiyle ilgili ne skeçler yazmıştır’

        Levent Kırca demişken, kendisi yıldızlara karıştığında sosyal medyada bir fotoğrafınızı paylaşıp “Marifet iltifata tabidir. Kim varsa sevdiğiniz, takdir ettiğiniz, iki sohbetin belini kırdığınız ya da arada bir selamlaştığınız kıymet bilin, takdir edin, ihmal etmeyin” yazdın. Bence hayatın içinde en çok ıskaladığımız şeylerden biri bu; birbirimizi alkışlamak, yaşarken kıymet bilmek, sevdiğini hissettirmek...

        “Marifet iltifata tabidir” Levent Abi’nin lafı. İstanbul’a ilk geldiğimde 3 senem onunla geçti. Komedi timeing’ini ondan öğrendim, sahnede vücudundan çıkan ışığı gözlerimle gördüm. Hastalığı döneminde bir gün olsun arayıp “Nasılsın?” demeyen herkes cenazesindeydi ve hepsi çok üzgündü. 5 kameranın önünde ağlamaya gelince mi Levent Abi değerli oldu? Ben bu sahte gözyaşlarını, yalancılığı kaldıramıyorum. Evde çok ağladım ama cenazede özellikle kendimi sıkıp ağlamadım. Helallik istediğindeyse yalandan “Helal olsun” diyenlere ağladım. İçimden “Levent Abi yukarıdan görüyorsan ne skeçler yazıyorsundur” dedim. Alkışlamaya gelince, biz iltifat etmeyi beceremiyoruz. Ben bir arkadaşımla sırf bu yüzden 2 sene küs kaldım. Bir oyunumun genel provasına gelmişti. Bana “İğrenç, hemen buradan kurtul” dedi. Bir gün sonra prömiyere kulağımda bu cümlelerle çıktım. Eleştiriye açığım ama böyle bodoslama cümleler çok ağır. Ben asla bir oyuncu arkadaşıma bu tür cümleler kuramam. Bu sektörde dost çok az ama gıybetle beslenen yaratık çok. Bu yüzden artık ilişkilerimi yüzeysel tutuyorum. Aksi takdirde çok üzülüyorsun ama üzüle üzüle üzülmemeyi öğrenemiyorsun.

        ‘Konservatuvar yerine fitness salonlarına gitsinler’

        Günümüzde hemen herkesin başlıca rüyası oyuncu olmak. Eminim bu rüyayla yanına gelip akıl isteyen çok insan oluyordur.

        Olmaz mı? Kuaförde, kahve alırken, her yerde “Didem Hanım ben oyuncu olmak istiyorum” diye yanıma geliyorlar. “Oyunculuktan kastınız ne?” diye sorduğumda donakalıyorlar. “Peki nerede oynayacaksınız?” dediğimde “Dizilerde” diyorlar. “Niye çok mu para kazanıyorlar sizce?” diye sorduğumdaysa “Paradan değil. Yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarım da çok komik olduğumu söylüyor” yanıtını alıyorum. Her sabah bir kaslı çocuğun ünlü olduğu bir ülkede yaşarken, bu insanların kalbini kıramam. “Ben hiçbir şey yapamam, hiçbir şey de öneremem, kendim hâlâ tırmalıyorum. Kaderinde varsa, şansın da yaver giderse bu ülkenin starı bile olursun” deyip geçiyorum.

        Ekrandaki sadece kaslı erkek ve sadece güzel kadın bolluğuna baktığımızda, hedef de dizilerde oynamaksa “Bu işin okulunu okuyun” desen kaç yazar zaten?

        Evet hal böyleyken, konservatuvarı kimseye önermiyorum artık. Fitness salonlarına, diyetisyenlere, güzellik merkezlerine filan gitsinler. Popüler kültürün sonuçları bunlar. İşin ilginci oyunculuğa ömrünü adayanlar, vücutlarına yatırım yapanların dizilerinde yan rollerde. Onlar önde, biz destekte! Ama sonuçta onlardan geriye sadece kalırsa kasları kalacak ama gerçek oyuncular seyircide kalıcı izler bırakacak.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ