Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Tilbe Saran: "Çocuk dediğimiz bir beyaz sayfa"

        HT MAGAZİN / Ece SARUHAN

        Son dönemde beni en çok etkileyen filmlerden biri oldu ‘Çekmeceler’. Hem içimi dağlayan hikâyesi hem de oyunculuklarıyla. Özellikle çağdaş yazarlara gönderme yaptığı konservatuvar sınavı sahnesine bir tiyatro âşığı olarak bayıldım. İzledikten birkaç saat sonra soluğu filmde sadece lafta anne ‘Saadet’ karakterini canlandıran Tilbe Saran’ın yanında aldım. Kendisi hem insanlığına hem de oyunculuğuna hayran olduğum isimlerden biri.

        İlk kez geçtiğimiz yıl, rol aldığı ‘Savaş’ adlı oyunun kulisinde yüz yüze gelmiş ama zaman darlığından uzun uzun sohbet edememiştik. Ne mutlu ki bu kez bu fırsatı yakaladım. Yakınlaştıkça daha da güzelleşen çok az insan kaldı bu dünyada, Tilbe Saran onlardan biri. Sohbetimiz bana ilaç gibi geldi, hayatıma kocaman bir gülümseme olarak eklendi. İşte kendisinin bana söyledikleri...

        'Çekmeceler' filmini Caner Alper ve Mehmet Binay yönetti.

        ‘İYİ İNSAN OLMAK EN BÜYÜK KRALLIK’

        ‘Çekmeceler’ şiddetin karanlık yüzünü tiyatrocu bir baba ile kızının hikâyesi üzerinden gözler önüne seriyor. Gerçek hayatta da şiddet eğilimine dışarıdan bakıldığında aydın diye nitelendirilen kişilerde de rastlanıyor. Ben ilkokuldayken herkesin hal ve gidiş notu pekiyiydi. Karnenin o kısmı önemsenmezdi. “Eğitim şart” diyoruz ama böyle bir eğitim de yetersiz kalıyor.

        Haklısın, başarı hep başka yerdeymiş gibi algılatılıyor ve ne yazık şiddetin eğitimle ya da eğitimsiz olmakla doğrudan alakası yok. Şiddet, politik ve toplumun bütününün farkına varmadan içselleştirdiği bir sorun olduğunu bize çeşitli vakalarla kanıtlıyor. Çeşit çeşit şiddet var; fiziksel, ruhsal, cinsel... Filmdeki baba erkekliğin toplumsal cinsiyet rolüyle unufak olmuş, hayatını sahip olmadığı ama sahip olması gerektiğini zannetiği dil ve beden üzerinden var etmeye çalışmış. Bir sahte kimliği, kral kimliği var ama aslında kral filan değil. Aksine ruhu cüce.

        Maalesef hayatta da sayısı giderek artıyor ruhu cüce olup da kendini kral zannedenlerin...

        Evet. Oysa insan gerçekliğini doğru oranda algıladığı zaman hem kral hem de cüce olduğunu bilir. İnsanız. Hepimizin içinde iyi de var kötü de. Hepimiz hayatta çeşitli süreç ve mecralardan geçiyoruz. Dilerim yaşam bizi ruhu zengin insan, kâmil insan yapsın. İyi insanlar olabilelim. Bundan büyük krallık yok.

        Sizin de hocanız olan Müşfik Kenter öğrencilerine hep “Önce insan olun, birbirinizi sevin” demiş. Geçtiğimiz günlerde katledilen Özgecan Aslan’ın ailesi de “Okullarda sevgi dersi verilsin” dedi. İlk halletmemiz gereken sevmeyi öğrenebilmek, öyle değil mi?

        Kesinlikle. Sevilmeyen insan kendini de başkalarını da sevmeyi bilmez. Bebekliğinde, çekirdek ailesinde, okulda, girdiği diğer sosyal ortamlarda ihtiyaç duyduğu sevgiyi ve onayı alamayan çocuk, ancak bir mucizeyle kendini iyileştirip başkalarına sevgiyle yaklaşabilir. Sevilmemiş çocuklar şiddete meyilli oluyor.

        ‘HÜRMET EKSIKLIĞIMIZ VAR’

        Film, herkesin anne-baba olamayacağını da gözler önüne seriyor. Maviyi çok sevdiğini mavi balıklarından, mavi defterinden, mavi elbisesinden anladığımız Deniz; hayatın içinde kendi mavisini, rengini kaybediyor. Ama sizin canlandırdığınız annesi bunu görmezden geliyor. Böyle annelik olur mu?

        Anne-baba olmak öğrenilmesi, emek harcanması gereken bir şey. Sadece yemek hazırlamakla ya da fiziksel bakım vermekle anne olunmuyor. Çocuk dediğimiz bir beyaz sayfa. Dünyanın en güzel hamuru. Hiç ellenmemiş. Daha dokunurken izimiz çıkıyor. Öpmemiz, koklamamız, vurmamız, her hareketimiz bir iz bırakıyor o hamurda. Bunun farkında olmalıyız. Çocukların örnek aldığı söylediklerimiz değil yaptıklarımızdır. Bu yüzden sevdiğimizi söyleyip sarılmaktan ziyade çocuklarımızı onaylamamız çok önemli. Anne, baba ve eğitmen olarak çocuklarımıza kendi dünyalarını yaratabilecekleri ortamları sağlamalıyız. Tek bir doğru yok, bir sürü doğru aynı anda var olabilir. Bizim çocuklarımıza karşı hürmet eksikliğimiz var. Büyüklerimizi saydığımız kadar çocuklarımızı da saymamız gerekiyor. Her çocuğun seçim hakkı var ve biz büyükler bu seçimlere hürmet etmeliyiz. Çocuğun da bir birey olduğunu unutmamalıyız.

        ‘Toplumsal septisemiden öleceğiz’

        Saadet karakteri kızına sürekli “Bu bir oyun, geçer” diyor. Bu yok sayma durumu toplum genelinde de giderek yaygınlaşıyor. Bunca kilit vurulmuş çekmeceyle nasıl aydınlığa çıkacağız?

        Yok saymak, kafayı kuma sokmak gibi bir şey. Sorunlar o şekilde yok olmaz. Aksine birikir, acısı daha kötü şekilde çıkar, insanı zehirler. Maalesef bu bizim toplumumuzda çok yaygın bir durum. Toplumsal septisemiden öleceğiz. Çok yakın, yakın ve uzak tarihimizle ilgili hakkında konuşamadığımız çok çekmecemiz var. Biz görmezden gelsek de hortlaklar gibi duruyorlar. O çekmeceleri açmamız, kirli çamaşırlarımızla yüzleşmemiz şart.

        SANAT ÇOK İYİ BİR HAYAT ARKADAŞIDIR"

        Kilitli çekmecele rle yüzleşmeyi sağlaya n sayılı alanlar dan biri tiyatro öyle değil mi?

        Elbette. Tiyatro yüzleştiriyor. “Ben de böyle şeyler yaşamış tım ama hiç böyle ifade edememiştim” dedirtiyor insana. Empatiyi hatırlatıyor. Acılara merhem oluyor ya da keyfimiz e keyif katıyor.Paylaşmak, dayanışmak ve birleşmek gibi birlikteliği çağrıştıran fiiller çok önemli. Tiyatroda karanfil elden ele, bir sevgiyi büyütüyoruz birlikte. Tabii ki bir oyun herhangi bir sorunu bir anda dönüştüremez ama insana farkındalık kazandırır, ruhunu zenginleştirir. İyi dostlar insanın hayattaki şansıdır. Sanat, çok iyi bir hayat arkadaşıdır.

        Genç tiyatrocular bayılıyor size. Kime sorsam hayali, bir gün sizinle aynı sahneyi paylaşmak.

        Ben de onlarla aynı sahneleri paylaşmak istiyorum. Güzel işlere imza atıyorlar . Gencecik oyun yazarlarımız oldu. Bu durum beni çok mutlu ediyor, umutlandırıyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ