Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Ayça Varlıer'le keyifli sohbet...

        HT MAGAZİN/ECE SARUHAN

        Kendisine “Yaz Köşesi’nde oyun arkadaşım olur musun?” diye sorduğumda ‘Mavi Gece’ adlı sinema filminin çekimlerini yeni tamamlamış, Tiyatrokare tarafından sahnelenecek olan ‘Fosforlu’ müzikalinin provalarına başlamıştı Ayça Varlıer. Tuncer Cücenoğlu’nun uyarladığı, Serkan Üstüner’in yönettiği müzikal, eylül ortasında seyirciyle buluşacak. Birinin bestesi Ayça’ya ait 18 şarkı var müzikalde ve tabii dans. Rolünün hakkını verebilmek için yaz boyunca çalışacak olan Ayça, bu durumdan çok hoşnut. “Tiyatroya aşkla bağlıyım. Hiçbir şey bana sahne üzerinde olmak kadar iyi gelmiyor. Cevriye insani yanları çok güçlü olan ve değişime uğrayan bir karakter. Şu ana kadar oynadığım en uç rol. Uzun zaman yurtdışında yaşadığım için bilgi dağarcığımda olmayan bir karakter. Kendi içimde çıktığım yolculuk beni hem zorluyor hem de keyif veriyor. Bir kadın hikâyesinde rol almak da beni mutlu ediyor” diyor. Ayça’yla prova öncesinde, yaz ve rahatlamak denince aklına gelen başlıca mekânlardan biri olan Büyük Kulüp’te buluştuk. Çok sevdiği çimlerin üzerine kurulup insan sıcaklığıyla kalplerimize çok ihtiyacımızın olduğu bir dönemde yeniden dokunacak olan ‘Fosforlu Cevriye’den ve hayattan konuştuk...

        ‘CEVRİYE ROLÜNÜ 4 SENE BEKLEDİM’

        Seninle buluşmadan önce Suat Derviş’in ‘Fosforlu Cevriye’sini yeniden okudum. Insanlığın içinin giderek boşaldığı bir dönemden geçerken Cevriye’nin insan sıcaklığına temas etmek bana çok iyi geldi. Bu karakterin sende can bulacak olması nasıl bir duygu?

        4 sene önce, Tuncer Cücenoğlu Tiyatrokare’nin ‘Leyla’nın Evi’ adlı oyununda beni izlemiş ve “Tek kişilik bir ‘Fosforlu Cevriye’ yazıyorum, senin oynamanı istiyorum” demişti. O günden beri bekliyorum, kısmet bugüne, 6 kişilik bir oyunaymış. ‘Fosforlu Cevriye’, 7’den 70’e her kesimden insanın bildiği bir kahraman kadın. Herkes adını, türküsünü biliyor ama çoğunluk hikâyesini bilmiyor. Açıkçası ben de romanı okumamıştım. Genelde Türkan Şoray’ın oynadığı filmle geliyor akıllara ama o film Suat Derviş’in romanından uyarlanmamış, orada bambaşka bir hikâye var. Cevriye’nin bir hayat kadını olduğu biliniyor ama senin bahsettiğin insan sıcaklığı pek bilinmiyor. Maneviyatı kuvvetli, hem çok güçlü hem de çok saf olan, insanları ve hayatı çok seven, duygusu gözlerinden okunan bir kadın Cevriye. Hayatın içinde hasret kaldığımız gerçek insan yani.

        Romanın geçtiği dönemin Istanbul’una baktığımda gördüğüm mozaik de içimi açtı. Cevriye’nin en yakın dostları Istanbul’daki azınlıklar. Bir de günümüze bak, sürekli ötekileştirmeyi dikte etmeye çalışıyorlar bize...

        Suat Derviş çok entelektüel bir yazar. Romanın geçtiği yıllarda tek partili dönemin baskısı var, sokaklardaki insanlar zorluk içinde yaşıyorlar ama birbirlerine sarılmayı biliyorlar. İnsanlar arasında din, dil, ırk, mezhep ayrımı yok. Bu ayrımlar hiç olmamalı zaten. Müzikalin beni çok heyecanlandıran yanlarından biri de sahneye Suat Derviş olarak girecek olmam. Ardından Derviş, kendi yarattığı kahramanın içine girecek ve hikâyeye onun gözünden bakacağız.

        Cevriye’nin adını bile bilmeden karasevdayla bağlandığı adamın da kilit bir rolü var hikâyede. Cevriye’nin hayatında bir dönüm noktası yaratıyor. Bir insana önyargısız yaklaşabilmek ne kıymetli şey öyle değil mi?

        Kesinlikle. Müzikalde Fatih Dönmez’in canlandıracağı o adam sayesinde Cevriye ilk kez kendini bir kadın gibi değil, bir insan gibi hissediyor. O güne dek herkes ona seks objesi olarak bakmış. Adam bir devrim adamı, idam mahkûmu, Cevriye’yi hiç dokunmadan seviyor. Cevriye onunla tanıştıktan sonra kendini tamamlanmış hissediyor. Hayattaki gerçek temas bu işte; ruhların teması!

        ‘İYİLİK DİRENMEYE DEVAM ETMELİ’

        Bir de utanmayı hatırlatıyor Cevriye’ye. Keşke herkes hatırlasa bunu, utanmayı bilen o kadar az insan kaldı ki!

        Maneviyatımızı besleyen yanlarımız giderek çürüyor. İnsanlığın içi her gün biraz daha boşalıyor. Yine de umutsuz değilim. 2 çeşit insan var; iyi insan ve kötü insan. İyi ve kötü mücadele halinde. İyilik direnmeye devam etmeli. Cevriye’nin de dediği gibi “Dünya iyi insanların yüzü suyu hürmetine duruyor”.

        Bir hayat kadını olan Cevriye’nin hikâyesi beni ruhun bekâretini korumanın önemiyle bir kez daha yüzleştirdi. Namusu 2 bacağın arası yerine ruhta, kişilikte aramak lazım...

        Müzikalde ‘Haysiyet Şeref Namus’ diye bir şarkı var. Namusun gerçek anlamını bilmeyen; dini, çocukları, hayvanları istismar eden; merhametten, insanlıktan, haysiyetten, şereften payına düşeni almamış çok büyük bir kesim var. Esas namussuz ruhunu kirletmiş olandır, namusun anlamını bilmeden namus bekçiliği yapandır. Tüm namussuzlukları dilinde sürekli namus kelimesi olanlar yapıyor. Dediğin gibi önemli olan ruhun bekâreti ve maalesef ruh bekâretini kirleten çok insan var. Tabuları olan bir toplumuz, bekâret çok önemli diye yetiştiriliyoruz ama bir yandan da çocuk gelinlerimiz var. Yasak ve baskıdan gelen garip bir şey var genlerimizde. Sapıklığın bahanesi de “Namus yüzünden yaptım” oluyor.

        ‘DOĞA BENIM GÜÇ KAYNAĞIM’

        “Kadın susmalı, gülmemeli” gibi söylemler oluyor bir de. Kadının fosforuna, ışığına düşman zihniyetler var...

        Ataerkil düzende yaşıyoruz ve kadının güçlenmesi birilerinin hoşuna gitmiyor. İçindeki fosforu keşfettikleri için kadını her anlamda bastırıyorlar. “Ruhun bekâreti” dedik ya; bu düzenin içinde herkes ruhunu şifalandırmanın bir yolunu bulmalı. Zorlukların altından kalkmaya çalışırken, iyilik kazansın diye mücadele ederken; hepimiz ruh sağlığımız için bir şeylere sarılmalıyız. Tiyatro ve edebiyat bu anlamda çok işe yarıyor. Sanat insanları birleştirir, sadece duyguların ve insan olmanın devreye girmesini sağlar. Bu yüzden çok etkili bir şifa kaynağıdır. Doğa da gerçekten büyük bir şifa kaynağı. “Çiçek, böcek, hayvan” deyip geçmemek gerekiyor. Ben mücadele gücümü sevgiden ve doğadan alıyorum.

        ‘Seyirciyi aptal yerine koymak büyük küstahlık’

        Başrolünü Fırat Tanış’la paylaştığın ‘Mavi Gece’ adlı filmin çekimleri tamamlandı. Hikâyesi nedir filmin?

        Çok enteresan bir film oldu. Ben bir doktoru canlandırıyorum, Fırat bir taksi şoförünü. Takside geçirdikleri kaza sonrasında hastanede elektroşok verilirken ruhları yer değiştiriyor. Fantastik komedi tarzında bir film. Bir günlüğüne de olsa hayata başka birinin gözlerinden bakabilmeyi komediyle anlatıyor. Güldürmek için yazılmış senaryolardan değil. Durum komedisi çok kuvvetli olduğu için senaryoyu çok sevdim.

        Komedi adı altında seyircinin zekâsını küçümseyen, küfür edebiyatıyla yürüyen çok fazla film çekiliyor ülkemizde.

        Haklısın, çoğu komedi filmi seyircinin zekâsını küçümsüyor. Bir de espriyi patlatmak için yazılan diyaloglar silsilesi oluyor. O bitmeyen cümleler montajda kesilince de espri kayboluyor ve dediğin gibi sonuç komedi değil komikçilik oluyor. Küfür edebiyatıyla yürümek basit. Seyirciyi aptal yerine koymak kadar küstahça bir şey yok. Biz ‘Mavi Gece’de çok absürt bir hikâyeyi gerçekçi bir şekilde anlatmaya çalıştık. Ayça Varlıer, sonbaharda vizyona girecek ‘Mavi Gece’ filminde kendi bestesini seslendiriyor.

        'Bazıları adına ben utanıyorum'

        ‘Elif’ adlı bir albüm çıkarmıştın. Yeni bir albüm var mı yolda?

        ‘Elif’i yeterince tanıtamadık. Tek şarkıya klip çektik. Bana “Yap yeni bir single, çık piyasaya” diyorlar ama ‘Elif’teki 3-4 parçaya daha klip çekeceğim. ‘Elif’in eskimeyecek bir albüm olduğunu düşünüyorum.

        Eskimeyecek albüm bulmak zor artık. Özellikle pop piyasası söz kirliliğinden geçilmiyor. Tabii ses kirliliği de var, önüne gelen albüm çıkarıyor...

        Haklısın, abuk sabuk şarkı sözleri çok fazla. Utanma duygusundan bahsettik ya; bazı insanlar adına ben utanıyorum. Ne sesleri var ne de müzik anlayışları ama utanma duyguları olmadığı için rezil olacaklarını bile bile kendilerine bir alan yaratmayı tercih ediyorlar. Buna nasıl cesaret ediyorlar ve nasıl binlerce kişi bu insanlara hayran anlayamıyorum. Tercih meselesi, demek ki rezil olmak kimilerinin umurunda değil. Herkes şarkı söylememeli, herkes albüm yapmamalı ve herkes her şeyi dinlememeli. Daha seçici olmalıyız. Nitelik çok önemli. Günümüzde her şey çok çabuk tüketiliyor ve ne yazık ki ekranda da müzikte de birçok nitelikli iş çöpe atılıyor. Artık, çöpleri çöpe atmalıyız.

        ‘Yurtdışında vitrin sahnedir’

        Ekrandaki oyunculardan bahsedilirken yetenekten çok dış görünüşe atıfta bulunulması ne hissettiriyor sana?

        Türkiye’de dizi sektörü çok gelişmiş olmasına rağmen güzellik fazla ön planda tutuluyor. Yurtdışındaysa vitrin sahnedir. ‘Mavi Gece’nin yönetmeni Ahmet Hoşsöyler ‘Leyla’nın Evi’ni izledikten sonra bana rol teklif etti. Yurtdışında seçimler sahneden yapılır. Bizde bu çok nadir oluyor. Buna üzülüyorum.

        Sadece sansasyon üreterek sanatçı ilan edileni de bol ülkemizin. Senin gibi adından yalnızca imza attığı işler ve farkındalık kampanyalarıyla söz ettirenler az.

        Annem ve ablam sanatçı, babam ruhen sanatçı. Sanatla büyüdüm tabii ki sanatla gündemde olacağım. Başka bir şeyle neden gündeme geleyim ki? Tanınırlığımdan insanlarda farkındalık oluşturmak için yararlanıyorum. Özge Özder ve Aslı Tandoğan’la birlikte ‘Bana Göz Kulak Ol Derneği’ni kurduk. Yaptığımız farkındalık kampanyalarıyla insanları hayvan hakları konusunda bilinçlendirmek en büyük mutluluğum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ