Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Yıldız Kenter: Tiyatro insanı insana yaklaştırır

        ECE SARUHAN / HABERTURK MAGAZİN

        Ne yazsam yetmeyecek, ne sanattaki ne de bendeki yerini anlatmaya... de bendeki yerini anlatmaya... İsmi gibi yıldız, gökyüzünden yeryüzüne değdiği her yeri, her kalbi, her ruhu ışığıyla aydnlatsın diye yollanmış. Soyadı Kenter, ‘kentin efendisi’ anlamına geliyor. Ömrünü tiyatroyu kentin değil kentlerin efendisi kılmaya adamış, bu yolla insanlara şifa dağıtmış. “Canikolarım” diye seslendiği öğrenciler yetiştirmiş tiyatroya, etrafında ışıl ışıl bir dünya yaratmış. “Bizim için her gün tiyatro günü” diyerek 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü kutlamak için çiçek bahçesini andıran evinde buluştuk Yıldız Hoca’yla.

        “Hoşgeldin evlat” diye karşıladı beni, sohbetimizin sonunda da “Yine gel evlat” diyerek asansöre kadar geçirdi. Dedim ya; ne yazsam anlatamayacağım ne heyecanımı ne de kendisinin içtenliğini, şekerliğini zarafetini... “Bir günlüğüne ben de canikonuz olabilir miyim?” diye kıvrılıp yattım dizlerine. Sohbetimiz sırasında kaç kere “Sizi öpebilir miyim?” diye sorduğumu hatırlamıyorum, her seferinde “Tamam ama ben de seni öpeceğim” dedi. Evi çiçek bahçesi dedim ya içimi de çiçek bahçesine çevirdi. İyi ki varsınız Yıldız Hoca, kocaman bir insan sıcaklığısınız! Ve tiyatrom sen de iyi ki varsın; umutsun, nefessin, cansın. dedi. İçimi de evi gibi bir çiçek bahçesine çevirdi. İyi ki varsınız Yıldız Hoca, kocaman bir insan sıcaklığısınız! Ve tiyatrom sen de iyi ki varsın; umutsun, nefessin, cansın. Yıldız Hoca’nın da dediği gibi özgürlüksün, aşksın! Bu kutlamalara hasret kalan dünyada, ülkede; varlığı kutlanmayı hak edensin! Tüm tiyatro emekçilerine, yolu tiyatrodan geçen herkese selam olsun!

        Anatoli Vassiliev 2016 Dünya Tiyatro Günü Bildirisi’nde “Niçin ihtiyacımız var tiyatroya?” diye soruyor. Bu sorunun cevabını herkes bir de sizden duysun istiyorum...

        Tiyatro, insanın kafasını açmak için gerekli. İnsana dünyayı göstermek, değişik insanları anlatmak, onların ne düşündüklerini, ne hissettiklerini, nasıl davrandıklarını göstermek için gerekli. Tiyatro insanı insana yaklaştırır. En çok da insana insanı sevdirmek için gereklidir.

        İnsanı insanlığına da yaklaştırıyor. Günümüzde çoğumuz çok uzağına düştük maalesef insanlığımızın...

        Tiyatro, müthiş bir kültür ocağı. Öğretici, besleyici ve sevecen bir kaynak. Kendi adıma konuşacak olursam; tiyatro benim hep insan kalmamı sağladı. Öyle bir ailenin çocuğuydum ki zaten başka türlü olamazdım ama tiyatro insan kalmamı perçinledi, aşkla büyümemi sağladı.

        Dikmen Gürün’ün hayat hikâyenizi kaleme aldığı ‘Tiyatro Benim Hayatım’ adlı kitapta okudum, Ali Poyrazoğlu’na “Doğru işi yapıyorsun ama yanlış ülkede” demişsiniz. Neden yanlış ülke?

        Aslında her ülke biraz yanlıştır tiyatro için. Çünkü tiyatro sayesinde kendini görürsün tekrar, kendini tanırsın. Kendinin ne muhteşem ya da ne ahlaksız olabileceğini görürsün. Sahnedeki insanlar vasıtasıyla kendini görmek başka bir eğitimdir.

        ‘KIYMET BİLMEYE ALIŞAMADIK’

        Ülkemize dönecek olursak devletin sanata verdiği desteğin yeterliliği hakkında ne dersiniz?

        Devletin tiyatroya bakacak hali mi var? Bir mucize olacak ki mescit ya da cami yerine biraz da tiyatro açacaklar. Çocuklar da oynayıp içlerini, kafalarını, yüreklerini boşaltacaklar. Ah! (İç çekiyor) Tiyatroyla terapi yapmak bizde nerede daha!

        Çocuklar tıpkı zamanında Kenter Tiyatrosu’nu kurarken sizin yaptığınız gibi kendi mücadeleleriyle açıyorlar o sahneleri. Bilardo salonlarını, ekmek fırınlarını tiyatro sahnelerine çeviriyorlar. Gurur duyuyorum hepsiyle!

        Ben de! Tiyatroyu ellerinde değil, kafalarında, yüreklerinde taşıdıklarını görünce çok mutlu oluyorum. Türkiye’de tiyatro oyunculuğu gayet ileri seviyelerde. O kadar çok yetenekli insan var ki... O insanlara çok geniş sahalar açılması lazım, maalesef açılamıyor. Gençler, çocuklar öyle güzel, o kadar yenilikçi çalışmalar yapıyorlar ki... Ama maalesef sergileyecek yerleri olmuyor. Bizim de mesela İngiltere’deki gibi seyirciyi rahat rahat oturtacağımız, içinde sergiler, kütüphaneler bulunan güzel, medeni mekânlarımız olsa... Devlet bilhassa özel tiyatroları kendi kaderlerine terk etmese, bu tiyatroları doğru dürüst desteklemenin bir zorunluluk olduğunun farkına varsa, seyirci yetiştirmenin bir kültür meselesi olduğunu kabul etse, bugün yaşanmakta olan sorunların çoğu yaşanmaz.

        Sanatın, sanatçının kıymetini kavrayamayan çok insan var.

        Evet, sanatçı kıymeti bilmeye daha alışamadık. Ama kendi adıma “Kıymetimiz bilinmedi” de diyemem. Türkiye, Müşfik’e (Kenter), bana, bizim gibi sanatını sanatkârca yapmaya çalışanlara kıymet vermiştir.

        ‘DESTEĞİ SEYİRCİDEN BEKLİYORUM’

        Yeterince mi peki? Müşfik Hoca vefat etmeden önce “Tiyatronun çok borcu var. Herkesten para istemek zorunda kalıyoruz. Sponsor bulamıyoruz. Dilenci gibi hissediyorum” demişti. Geçenlerde de siz “Kenter Tiyatrosu’nu düşünmek bile istemediğim bir gelecek bekliyor” dediniz. İnanın içim parçalanıyor. Destek olan, “Kenter Tiyatrosu bu ülkenin kıymetlisidir” diyen oldu mu?

        Hayır. Sadece Kenter Tiyatrosu için konuşmuyorum, tiyatroya herkesten önce seyirci sahip çıkmalı. Oyunlarımızı izlesinler. Tiyatroyu sevmeyen sevmeye, seven başkalarına da sevdirmeye çalışsa o kadar çok şey değişir ki... Tiyatroya önce seyirci lazım! Ben desteği seyircimden bekliyorum, onlar sahip çıksınlar tiyatroya! Tiyatro seyirciyle yaşayacak kolektif bir sanattır. Ayrıca seyirciyi çocukluktan yetiştirmek lazım. Anne-babalar çocuklarını tiyatroya götürmeli, alıştırmalı.

        'Öğrencilerim doğurmadığım çocuklarım'

        Çok değerli oyuncularımızın hocasısınız. Kimbilir nasıl gururlanıyorsunuzdur onlarla...

        Hem de nasıl... Ben “Canikolarım” dediğim öğrencilerimden çok şey öğrendim. Onlar doğurmadığım çocuklarım. Bir Dünya Tiyatro Günü’nde bana üzerinde “Örtmenim! Sizi çoook seviyoruz... Canikoların” yazan bir plaket getirdiler. Çok duygulandım.

        'Paylaşmayı bilirsek dünya hepimize yeter!’

        Terör, ölüm kol geziyor dört bir yanımızda. Ne hissettiriyor bu karanlık tablo size? Dünya gerçekten kötü durumda ama her şeye rağmen aydınlığa olan inancımızdan vazgeçmemeliyiz. İçimizde hep güzel bir dünyanın umudu olmalı. Atatürk “Yurtta barış, dünyada barış” demiş. Ne kadar doğru. Birlikte güzel güzel yaşamak varken, ne diye kavga ediyorsun, dövüşüyorsun, öldürüyorsun? Paylaşmayı bilirsek dünya hepimize yeter! Çocuklar ölüyor, oysa onların hayatları her şeyden önemli, her şeyden! Bu dünyadaki en önemli şey çocuklar.

        ‘Erkekler ham büyüyor’

        Anneniz tepki vermiş oyuncu olmanıza. Siz direnmişsiniz ve babanız gizlice kaydettirmiş sizi konservatuvara...

        Kimbilir neden bu kadar çok istedim, bilinçli değildi ama benimkisi çocuklukta başlayan bir aşktı. Babam çok entelektüel bir adamdı. Annem de sanata bulaşık bir kadındı. O dönemde konservatuvarda kızlı erkekli yatılı kalınırdı. Annem konservatuvarda okuyan kızlara o...pu dendiğini duymuş. Ablam da konservatuvara gitmek istiyordu. Annem “Ben kızlarıma o...pu dedirtmem” demişti.

        Sizi elâlemin diyeceklerinden korumaya çalışırken çok ağır bir cümle kurmuş...

        Çok ağır tabii. Korunmaya muhtaç olduğunuz bir ülkede yaşamak istemiyorsunuz. Hele de erkeklerden... En çok sevmeniz gereken insanlar olacak onlar ileride, çocuklarınızın babası olacaklar.

        Keşke her erkek de kadınlar için “En çok sevmemiz gereken insanlar” diyebilse... Her gün ayrı bir şiddet, tecavüz vakası patlak veriyor maalesef memlekette...

        Keşke... Erkeklerin daha erken büyümesi lazım, geç büyüyorlar ve de ham büyüyorlar. Ruhlarını zenginleştirerek büyümeleri lazım.

        'Ömrümüz çıraklıkla uğraşmakla geçiyor'

        Geleceğin tiyatrocularına nasıl seslenmek istersiniz?

        “Aşk” diye! Yaptıkları işi sevsinler. Bir insan işini aşkla yapıyorsa başarısız olmasının imkânı yok. Tabii işini sadece gösteriş için yapanlar da çok! n Ünlü ile sanatçı kavramları da karıştı. Ne iş yaptıklarını kendileri bile bilmeyen ama tüm Türkiye’nin tanıdığı birçok ünlü var... Rezillik yaparak da ünlü olunabiliyor.

        Bir de bol keseden dağıtılan ‘usta’ sıfatı var.

        Onu bol bol harcıyorlar. Bakıyorum gazetelere “Usta sanatçı” yazmışlar. “Ne zaman usta olmuş?” diye düşünüyorum. Bizim ömrümüzse çıraklıkla geçiyor, çıraklıkla uğraşıyoruz boyuna.

        'Çocukluğunu kaybetmemek bir meziyettir'

        Size baktığımda karşımda 86 yaşında bir çocuk görüyorum. Ve bence ne varsa çocukluğunu hiç kaybetmeyenlerde var...

        Ah canım... Çocukluğu hiç kimsenin kaybetmemesi lazım. O, içindeki masumiyeti, saflığı başka çocuklar için de koruyan bir kalkan oluyor. Çocukluğunu kaybetmemek bir meziyettir.

        Tiyatrodan kazandığı ilk parayla annesinin dişlerini yaptırdığını söyleyen Yıldız Kenter, “Bir uğurunuz var mı?” sorusunu “Allah! Ben hep Allah’a sığınırım” diye yanıtlıyor.

        'Aşkla yaptığın işten yediğin ekmeğin tadı başka'

        “Hep sevdiğim şeylerin peşinden gittim, aşkla hareket ettim, inandığım şeyler için inatla mücadele verdim” diyen Kenter, ekliyor: “Ekonomik zorluklar da yaşadığım oldu başka zorluklar da ama hep ekmek paramı kazandım. Aşkla yaptığın işten yediğin ekmeğin tadı bir başka oluyor. İnsana ‘Oh ne lezzetli ekmek’ dedirtiyor.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ