Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Serhat Teoman: Kimse kimseyi tanımıyor - Magazin haberleri

        Üç arkadaş, ilk filmleri ‘Mahalle’de yapımcı, yazar, yönetmen ve oyuncu olmanın avantajını yaşıyor.

        Buğra Gülsoy, Emre Erkan ve Serhat Teoman kurdukları yapım şirketiyle ilk sinema filmleri ‘Mahalle’yi 9 Mart Cuma günü seyirciyle buluşturacak. Üçlü, birlikte yazdıkları filmde kendi kanunlarını kendi yazan üç arkadaşın mahalleye taşınan gizemli bir yabancıyla değişen hayatlarını anlatıyorlar. Mahallenin üç delikanlısı, filmleriyle ilgili HT Magazin'den Ece Saruhan'a konuştu:

        "SORMAYI ÖĞRENDİĞİMİZDE DEĞİŞECEK BİR DÜNYA"

        Bir mahalle hikâyesi üzerinden bir dünya sorunsalını, önyargıyı ele alan ‘Mahalle’ adlı filmlerini 9 Mart’ta seyirciyle buluşturacak olan Buğra Gülsoy, Emre Erkan ve Serhat Teoman, “Tek bir soruda aradığımız cevabı bulacağız belki de ama kimse sormuyor. Sormadan nasıl tanışacağız, önyargıları nasıl aşacağız, nasıl hayalini kurduğumuz gibi sevgi, saygı ve empati içinde birlikte yaşayacağız? Sormayı öğrendiğimizde değişecek dünya” diyor.

        REKLAM

        BUĞRA Gülsoy, Emre Erkan, Serhat Teoman ve Mert Öner tarafından kurulan GET Yapım, ‘Pragma’ adlı tiyatro oyunundan sonra ilk sinema filmini de çekti: ‘Mahalle’. Film kendi kanunlarını kendi yazan bir mahallede yaşayan 3 arkadaşın, mahalleye yeni taşınan gizemli bir yabancıyla, istenmeyen bir misafirle birlikte değişen hayatlarını konu ediniyor. Gülsoy, Erkan ve Teoman senaryosunu birlikte yazdıkları filmde bu 3 arkadaşı canlandırıyor. Üçlüye Hazar Ergüçlü, Selen Öztürk, Gökşen Ateş, Gökhan Soylu ve Selahattin Töz de eşlik ediyor.

        Gülsoy ve Teoman’ın kariyerlerinde bir ilke imza atarak yönetmen koltuğuna da oturdukları film, dünya prömiyerini 36. İstanbul Film Festivali’nde yapmıştı, 9 Mart’taysa vizyona giriyor. Bana kendilerini tanı- dığım günden beri “Her mahallenin böyle güzel insanlara, böyle iyilere ihtiyacı var” dedirten Gülsoy, Erkan ve Teoman’la buluşup filmi konuştuk...

        "BİZİM İÇİN OKUL OLDU"

        ‘Mahalle’ dünya prömiyerini 36. İstanbul Film Festivali’nde yapmıştı. Siz de seyirciyle birlikte ilk kez festivalde izlemiştiniz filmi. Senarist, yapımcı, yönetmen, oyuncu olarak her parçasında emeğiniz, imzanız olan bir filmi izlemek neler hissettirmişti size?

        Buğra Gülsoy: Çok farklı bir duyguydu. Dediğin gibi kurgusundan post aşamasına, renginden sesine bu filmin her köşesinde emeğimiz var. Bu süreçte bir dünyanın kurulmasının, bir filmin çıkmasının sadece setten ibaret olmadığını öğrendik. ‘Mahalle’ bizim için büyük bir okul oldu. Geçtiğimiz süreç hem çok zor hem de çok keyifliydi. O ilk izlemede seyircinin nerelerde tepki verdiğini görünce, filmi çekerken hissettiğimiz, paylaşmak istediğimiz duyguların onlara geçtiğinden emin olduk ve bu bizi çok mutlu etti.

        Serhat Teoman: Bir işte sadece oynadığın ya da sadece senaristi, yapımcısı veya yönetmeni olduğun zaman, o işi perdede ya da ekranda izlerken “Her şey güzel ama senaryo olmamış” ya da “Oyunculuklar çok iyi ama yönetmen çekememiş” gibi cümleler kurarak yapılan ortak bir iş olsa da topu başkalarına atabiliyorsun. Bu işin en zor ama bir yandan da en keyifli kısmı topu atabileceğimiz kimsenin olmamasıydı. Kendimizi özgürce ifade edebilmek için taşın altına elimizi koyduk.

        Emre Erkan: Ve bunu yaparken ödememiz gereken tüm bedelleri de ödedik.

        "HİKAYEMİZİ PAYLAŞMAYI SEÇTİK"

        Bedelden kastınız nedir?

        B.G.: Yola çıktığımızda başımıza bazı aksilikler geldi. Başlangıçta bu işin yapımcısı ve yönetmeni biz olmayacaktık mesela, sadece oyuncusu olacaktık. Ama yönetmenimiz bir diziyle anlaştığını söyleyerek gitti. Bunun üzerine Serhat ve ben, “Bizi en iyi biz anlatırız” diyerek zaten aklımızda olan yönetmenlik deneyimini erkene çektik.

        E.E.: Öyle bir noktadaydık ki ya bu filmi yapmayacaktık ya da bütün sorumluluğu üzerimize alacaktık. İkinciyi seçtik. Çünkü insanlarla paylaşmak istediğimiz bir hikâyemiz vardı. Yazmaya önce oyun olarak başladık, yetmedi, daha geniş bir şekilde anlatmak için filme dönüştürdük. Filmin senaristleri, yapımcısı ve yönetmenleri hep Mert Öner’le birlikte kurduğumuz 4 kişilik ekibin içinden çıktı. Yol aldıkça gördük ki Türkiye’de bu işler biraz karışıkmış, sondan başlamak yani önce filmi satmak, filmin nasıl vizyona gireceğini planlamak gerekiyormuş. Türkiye’de sektöre dair mevcut durum nedeniyle vizyona girmenin ne kadar meşakkatli olduğunu anladık. Filmi festivalde izleyenler arasında, Med Yapım’dan Fatih Aksoy da vardı. İzledikten sonra bizi aradı, görüştük, “İsterseniz bu filmin bu saatten sonraki yolculuğunda beraber hareket edebiliriz, size yol arkadaşlığı yaparım” dedi ve filme ortak oldu. Gerçek bir yol arkadaşlığından söz ediyorum, montaja hiç girmedi, filmi sinemada izlemişti, yine sinemada izleyecek. Bize inandı ve desteğiyle özellikle vizyona girme aşamasında işimizin kolaylaşmasını sağlayarak bizi çok rahatlattı.

        S.T.: Az önce özgürce kendimizi ifade ettiğimizden söz ettik ya, her şeyiyle “Bu bizim işimiz” dediğimiz bir film çektik. Hal böyleyken, Fatih Aksoy’un filmi izleyip “Sizinle birlikte yürümek istiyorum, ben bu işin kafasını çok sevdim” demesi yani anlatmak istediğimiz şeyin karşılığını bulması, dünyanın en güzel ödülü oldu bize.

        B.G.: Festivalde başka yapımcılar da bizimle işbirliğine girmek istemişti. GET Yapım olarak ilk filmimizde bu güveni hissetmek çok değerli.

        S.T.: Ve en kıymetlisi de daha dün gece son bir izleme yaptık, yaptığımız iş içimize sindi. Bundan sonrası seyircide.

        "KİMSE KİMSEYİ TANIMIYOR"

        Festival arifesinde filmi konuşmak üzere buluştuğumuzda “Mahalle en küçük yerdir ya, büyür şehir olur, ülke olur, dünya olur. Biz de o en küçük yerde geçen bir hikâye üzerinden bir dünya sorunsalını, önyargıyı anlatıyoruz” demiştiniz bana. Aradan neredeyse 1 yıl geçti, büyük resme baktığımızda maalesef birbirini seven, sayan, birbirine empatiyle yaklaşan bir mahalle olabilme yolunda bir arpa boyu yol alamamışız. Bir gün bunu başarabilecek miyiz sizce?

        E.E.: Bilmiyorum, umudumuz o yönde. Hoş- görü, sağduyu, empati, birbirinin özgürlük alanına girmemek gibi kavramları hayal edip duruyoruz. Bunları hayal etmek yerine bu kaosun içinde nasıl var olacağımıza, birbirimize nasıl daha az zarar vereceğimize bakmak daha doğrudur belki de. Kimse kimseyi düzeltemez, herkes kendini düzeltmeli, kişisel çıkarları ya da önyargıları nedeniyle birine zarar verip vermediğine bakmalı.

        B.G.: Filmde anlattığımızın tezatı olan yani insanların birbirine önyargıyla yaklaşmadığı, herkesin birbirini gerçekten tanımak istediği, tanıdığı, tanıdıktan sonra karşısındakiyle ilgili bir karara vardığı bir mahallede yaşamak istiyorsak, bunu sağlamak için önce karşımızdaki insana “Kimsin, neden, niçin?” diye sormak ve onu dinlemek gerekiyor. Bunu sağlamadan başarmamız mümkün değil.

        S.T.: Öyle bir ortamda yaşıyoruz ki maalesef herkes herkesten kötülük bekliyor artık, kimse kimseden iyi bir şey beklemiyor. Geldiğimiz noktaya bakın! Filmde Buğra’nın “Biz bu adama ‘Adın ne, derdin ne?’ diye sorduk mu?” diye bir lafı var. Hayatta da sormuyoruz, kafamızda bildiğimiz bazı kodlar var, o kodlara göre “Merhaba, tamam ben seni tanıdım” diyoruz. Ama aslında kimse kimseyi tanımıyor. Her şey yüzeysel. Tek bir soruda aradığımız cevabı bulacağız belki de ama kimse sormuyor. Sormadan nasıl tanışacağız, önyargıları nasıl aşacağız, nasıl hayalini kurduğumuz gibi sevgi, saygı ve empati içinde birlikte yaşayacağız? Sormayı öğrendiğimizde değişecek dünya.

        "ÇOK ÖNCEYE SARARAK EĞİTİM ŞART"

        Emre “Herkes kendini düzeltmeli” dedi. Evet çabamız bu yönde olmalı ama kadınlara, çocuklara, hayvanlara şiddetin, tecavüzün alıp başını gittiği bir ortamda bunları yapan zihniyetler hiç kendiliğinden düzelebilecek gibi gelmiyor bana!

        Serhat Teoman: Bunları görüp “Ona öyle bir ceza verilsin ki” diye yaklaşıyoruz ya duruma, tabii ki ceza verilsin ama asıl yapmamız gereken “Doğacak her çocuktan itibaren” diyerek kendimizi çocukların eğitimine adamamız. Geriye doğru bir temizlik, çok önceye sararak eğitim şart! O çocuk köpeğin sevilecek bir canlı olduğunu; o adam, o kızın, o dolmuşta okula gidebileceğini, o kızın istediği gibi yaşayıp nefes alabileceğini öğrenmeli. Ona saygısı olmalı. “Göster amcalara p...”yle büyütülmeyen bir erkek nesliyle bu iş düzeltilmeli. “Köpeğe tecavüzün cezası şu olursa yapmazlar” demek yetmiyor, elbette cezası olsun ama cezadan korktuğu için yapmamak yerine, kişi bir köpeğe tecavüz etmeyi düşünememeli, bunu düşünemeyecek şekilde eğitilmeli, öyle büyütülmeli.

        Buğra Gülsoy: Önyargılar için de aynı şey geçerli. Biz kara kedileri uğursuz hale getirdiğimiz zaman, yetiştirdiğimiz çocuk da o kara kediyi uğursuz kabul ediyor mesela. Ne öğrettiğimize çok dikkat etmeliyiz.

        Emre Erkan: Bir de ikiyüzlü olmamak lazım. Hayvanlar üzerinden konuşacak olursak evinizin, dükkânınızın önüne gelen köpeği çok sevdiğiniz için beslerken, kediyi kovuyorsanız, orada sevgiden filan bahsedemeyiz. Orada ikiyüzlülük vardır. İkisi de canlı! Ve ne yazık ki iyilik birçokları için bize iyi geliyorsa yaptığımız bir şey!

        "MATEMATİKLE, GİŞE HESABIYLA YOLA ÇIKMADIK"

        ‘Mahalle’nin tiyatro metni olarak yazmaya başladığınız bir senaryosu var. Yüzde 60’ı bir depoda yani tek alanda geçiyor. “Halk bunu istiyor” klişesine meydan okuyan bir iş! “Bundan sonrası seyircide” dediniz ya, umarım seyirci de gişeyle meydan okur bu klişeye!

        Buğra Gülsoy: Hikâyeyi bir festival ya da gişe filmi matematiğinde tasarlamadık. Anlatmak istediğimiz şeyi yazıp çektik. Tabii ki insanlar özellikle de gençler filmimizi izlesin istiyoruz ama bir matematikle yola çıkmadık, gişeyi düşünmedik. GET Yapım’ın ilk oyunu ‘Pragma’yı da kapalı gişe oynayalım diye yapmamıştık ama kapalı gişe oynadı.

        Emre Erkan: ‘Pragma’da da, ‘Mahalle’de de ticari olarak para kazanma hedefiyle hareket etmedik. İşin maddi ve manevi boyutunu üstlendik, herkes olabildiğince efor sarf etti. Enteresan bir şekilde üzerimizde baskı hissetmemiz gerekirken, hissetmiyoruz. Eleştiri olacaktır, bu ilk filmimiz; hataları olacaktır ama günün sonunda gerçekten içimize sindi. Paylaşacak bir hikâyemiz vardı, zorluklarla karşılaştığımızda o hikâyeyi rafta bırakmayı seçmek yerine paylaştık. Bizim için en önemlisi bu.

        "FARKLI BİR GÜLME DENEYİMİ YAŞAMAK İSTEYENLER FİLMİMİZİ İZLESİN"

        Filmin türü dram-komedi-gerilim. İyi örnekleri tenzih ederek konuşuyorum, popüler kültüre hizmet eden ve birbirine benzeyen çok fazla komedi filmi var. Farklı bir komediyle karşılaşacak olmamız da kendi adıma sevindirici...

        Emre Erkan: Bazı dönemlerde bazı işler popüler olur, onların ticari bir karşılığı vardır ve herkes aynını yapmaya çalışır. Bu dünyada da böyle, bizde de. Ama 10 yılda bir kırılır o işler, türler değişir, ben artık o komedi filmlerinin sonuna geldiğimizi, yeni türlerin çıkacağını düşünüyorum. Serhat Teoman: Sanat, sanatçı, festival filmi, gişe filmi gibi kavramlar, sektörde herkesin farklı anladığı kavramlara dönüştü. Şunu ayırmak lazım, evet komedi de, neye gülüyoruz? Şu an tip komiklerine gülüyoruz ama ‘Mahalle’de tip komiği yani dışarıdan baktığınızda gülmeye başlayacağınız tipler yok. Filmde, gerçek insanların düştüğü gerçek durumlar çok komik. Komedisi çok çok yüksek bir proje.

        Buğra Gülsoy: Evet, kara komedi, kara mizah var filmde.

        S.T.: Komedi seven insanlar düşünerek gülmek klişesinden söz etmiyorum ama bambaşka bir şekilde gülmek, farklı bir gülme deneyimi yaşamak istiyorlarsa, farklı bir yerden bakmak, farklı bir yaklaşım tatmak istiyorlarsa bu filmi izlesinler. Her sene yüzlerce film vizyona girer ve içlerinde farklı olan, başka kapılar açan bazı filmler vardır. ‘Mahalle’ onlardan biri.

        ‘TÜRLER DEĞİŞİYOR’

        Bir farklılığa da film vizyona girmeden önce ODTÜ’de gençlerle söyleşi düzenleyerek imza attınız. Nasıl bir deneyimdi?

        B.G.: Güzel geçti. Aslında film vizyona girdikten sonra sinemalar, AVM’ler gezilir. Biz filmimiz vizyona girmeden önce üniversiteli genç- lerle buluşmak istedik. ODTÜ’yle başladık, devamı da gelecek.

        S.T.: ODTÜ’lü gençlerden de komedi filmlerinin yaptığı gişelere dair sorular geldi, “Başka tarzda filmler denenecek mi?” dendi. Bir başka üniversite söyleşisindeyse gençler “Bilimkurgu izlemek istiyoruz. Gerilim seviyoruz” demişlerdi bana.

        E.E.: Dolayısıyla “Halk bunu istiyor” dememek gerek. Her işin bir karşılığı var. Kırılma yaşanıyor dedim ya, zamanla diğer filmler de komediler kadar izlenecektir.

        B.G.: Bu sene değişik türde işlere, iyi komedilere dair örnekler gördük zaten. Ve enteresan bir şekilde oyuncular yönetmenliğe kaydı. Onur Saylak ‘Daha’yı, Serra Yılmaz ‘Cebimdeki Yabancı’yı, Gupse Özay ‘Deliha 2’yi yönetti. Türler de değişiyor, değişik türler geliyor.

        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ