Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya "Mağden'in yazısında ben hatalıyım"

        Gülin Yıldırımkaya: Nasıl gidiyor Radikal diye sorarak başlayacağım çünkü hep bir dedikodu var ‘kapatılacak, reklamı az, tirajı iyi gitmiyor’ gibi, var mı böyle bir durum?

        İsmet Berkan: Yok öyle bir durum. Reklamımız hiç fena değil, krizin içinde olmamıza rağmen, beklentilerimize yakın bir hasılat elde etmiş olacağız yılın sonunda. Herhalde yüzde 92, yüzde 93 gerçekleşme olacak. Başkalarında daha fazla düşme olduğunu biliyoruz ama bizim tecrübemiz var 2001 krizinden. Diyelim ki reklam pazarı işte uyduruyorum yüzde 20 küçüldüğünde Radikal’in pazardaki payı artıyor çünkü Radikal’in reklamı pazar payı kadar küçülmüyor. Bu da iyi bizim için.

        “Radikal, radikalliğini Taraf’a kaptırdı” eleştirisine katılıyor musunuz? Radikal ilk zamanlarında olduğu kadar radikal mi sizce?

        Şimdi tabii bu bir çeşit eroin bağımlılığı gibi bir şey galiba Türkiye’de. Biz gazetecilik yapıyoruz, gazetecilik yapmaya çalışıyoruz. Rakiplerimizden de diğer gazetelerden de kendimizi mümkün olduğunca ayırmaya çalışıyoruz ama tabii Türkiye’nin gazetesiyiz Türkiye’de çıkan bir gazeteyiz, yüzde yüz ayrılma yani onların yayınladığı türden haberleri biz yayınlamayız bizde çıkan haberleri de zaten onlar yayınlamaz diye bir şey yok. Baktığınızda haberlerimizin yüzde 80’i, yüzde 90’ı birbirleriyle örtüşüyordur. Bu gazetenin eksiği yoktur fazlası vardır, yani magazin haberi yok bu gazetede, ama haber değeri olduğunu düşündüğümüz zaman çeşitli magazin hadiselerine de girmiyor değiliz. Dolayısıyla habercilik yapıyoruz, haberciliğin radikalliği ya da radikal olmayanı gibi bir şey yok. Ha ama Türkiye’ye bakışımızla ilgili farklarımız var rakiplerimizden. Bizim farklı önceliklerimiz var ve bu gazete çok önemli bir fonksiyon gördü geride kalan 12 yılında. 12 yılımızı bitirip 13’üncü yılımıza girdik şu anda. Bu gazete demokrasiden yana, insan haklarından yana, Avrupa Birliği’nden yana, pazar ekonomisinden yana ama bunun akıllı ve sosyal adaletçilik yönünden yana vs böyle kendine çizdiği bir çizgi var başından beri de bu çizgi böyle. Ha bir takım insanları zaman zaman bazı şeyleri tatmin etmiyor olabilir, daha sert daha radikal olmak isteyenler olabilir. Biz radikaliz dediysek marjinal de değiliz, marjinale düşmek istemiyoruz, daha insanların genel sorunlarıyla ilgiliyiz bu birincisi. İkincisi zaman zaman haberciliğimizde bir takım zaaflar olmuş olabilir, bu her gazetenin ömrü hayatında yaşabileceği türden dalgalanmalar ama dikkat edecek olursanız her seferinde Radikal o dengeyi bulmuştur en sonunda haberciliğiyle ön plana gelmeyi başarmıştır.

        Diyelim Ergenekon meselesiyse son çıkan yeni rakip gazetemizle bizi kıyasladıkları nokta, Ergenekon haberciliği 100 ise bu haberlerin belki 60’ı, 70’i Radikal Gazetesi’nde çıkmıştır zaten.Yani daha sonraki dönemde gerçek belgeler ifadeler ortaya çıktığında bizim haberlerimiziden pek azının abartı olduğu ortaya çıkmıştır.Bazı rakiplerimizin, sadece Taraf da değil başka bazı gazetelerde var ciddi abartılar ciddi çarpıtmalar hatta bilerek veya bilmeyerek manipülasyonlara alet oldukları da görüldü bence. Bakan gözler görüyor ya da bu tarihi yeterince incelemek isteyenler için bütün arşivler de ortada.

        HATA YAPTIĞIMDA 8 SÜTUN MANŞETTEN ÖZÜR DİLEDİM

        Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni olarak, “Bu gazetede şöyle bir şey hiç olmadı onun için çok mutluyum, bu gazete şöyle bir gazete onun için içim çok rahat” diyebileceğiniz ne var?

        Bu gazete adil olmaya çalışan bir gazete. Zaman zaman ciddi yanlış haberler yayınladığımız oldu. Onların hiçbirinde biz kasıtlı hareket etmedik. Hareket etmediğimizi de gösterdik bir biçimde. Manşetten özür dilediğimiz de oldu.Yani kocaman 8 sütun manşetten özür dilediğimiz bazı haberler de oldu. O bakımdan benim içim rahat. Yani adaletsizlik yapmadık. Yüzde yüz haklıyız her şeyimiz mükemmel böyle bir şeyi kimsenin diyebileceğini zannetmiyorum.Ben vicdanen rahatım, çünkü bir gazete çıkartmanın çok ağır bir sorumluluğu var. Bir haber koyuyorsunuz bir insanla ilgili bir şey koyuyorsunuz pek çok insanın hayatını etkileyebiliyorsunuz. Yanlışsa koyduğunuz haber, bundan ötürü vicdan azabı çekebilmek önemli bir şey. Vicdanınızda bir sızı hissetmek önemli bir şey. O sızıyı gidermek için de gereken çabayı göstermek bence görevimiz.

        Evet bu bir fark gerçekten, çok alışkın değiliz böyle çıkıp manşetten özür dilenmesine. Biraz cool, mesafeli buluyorlar sizi, neden öylesiniz?

        Mesafeden kasıt nedir bilmiyorum da şunu yapmam ben; insanlarla ağız dalaşına girmem, yazılarımda ya da gündelik konuşmalarımda. Hep bir aile terbiyesi içinde hareket etmeye çalışırım. Karşımdaki de sonunda bir insan, ben onun yanlış olduğunu düşünüyor bile olsam onun da kendine göre bir mantıktan hareket ettiğini düşünür hep onu anlamaya çalışırım.Belki ondandır, hakkımda pek çok dava açılmış, açılan davalarımla övünen birisi değilim. Açılmayan davalarla övünen birisiyim ben.

        Polemikten kaçınmak olumlu mu olumsuz mu acaba bir gazeteci için, özellikle gündemde kalmak için polemiğe giren bir çok isim var.

        Ben polemik yapmadım değil yaptım. Ama polemik var polemik var. Şimdi birisine kişisel düzeyde değil de fikir düzeyinde yaparsanız tartıştığınız insanı ciddiye alır ve onunla bir eşitinizmiş gibi tartışırsanız fikir tartışması yaparsanız bu bence gayet de güzel bir şey.

        NUR ÇİNTAY İZLENİMLERİNİ YAZMAKTA ÖZGÜRDÜR, MÜDAHALE EDECEK OLSAK SENİOR MUHABİR YAPARDIK

        Fikir tartışması demişken hemen size Nur Çintay’ın yazısını sorayım. Ahmet Hakan’a epey ağır eleştirileri oldu. Siz nasıl okudunuz o yazıyı? Ahmet Hakan’ı siz de Burhan Altıntop’a benzetiyor musunuz, katılıyor musunuz yazdıklarına?

        Hayır, ben kimseyi kimseye benzetmem. Ahmet Hakan Ahmet Hakan’a, Nur Çintay da Nur Çintay’a benziyor başka birine benzemeye ihtiyaçları olduğunu düşünmüyorum. İkisi de bu meslekte gayet belli bir tecrübeye sahip ve belli bir oturaklılığa sahip. Ve belli bir meslek seceresi olan insanlar. Her ikisi için de meslek secereleri çok parlak diyebiliriz. Onun dışında kullandıkları üslup ve kelimeler kendilerini ilgilendiren bir şeydir. Benim kavganın arasına girmek gibi bir niyetim yok yani.

        Ahmet Hakan da Doğan Grubu yazarı ya, nasıl oluyor arada mı kalıyor insan?

        Bu binada dört tane gazete var. Dışarıdan bakınca zannediliyor ki, herkes aynı şeyi söylüyor; “Doğan Grubu siz hep birlikte oturursunuz ve kardeş gibi. Yok öyle bir şey. Burası binanın üçüncü katı ve biz bu katı Posta Gazetesi ile paylaşıyoruz. Posta ile aramızda rekabet ilişkisi yok Allah’tan. Ama ne bileyim iki kat aşağımızda Milliyet Gazetesi var. Milliyet ile ciddi bir rekabet ilişkimiz var ve bizim bütün günümüz haberlerimizi Milliyet’ten saklamaya çalışmakla, Milliyet’in bütün günü de haberlerini bizden saklamaya çalışmakla geçiyor. Öyle bir şey ki, bazı şeyleri ister istemez ortak kullanıyoruz. Diyelim fotoğraf sistemi. Bilgisayar üzerinde bir fotoğraf sistemi var. Sadece arşiv değil, günlük fotoğrafların da geldiği bir sistem bu. Biz özel bir haberimiz olduğunda o sisteme koymuyoruz. Milliyet de koymuyor. Kimse birbirinden çalmasın, etkilenmesin haberdar olmasın diye. Aynı ilişki Hürriyet ile aramızda da var. Yani ben bazı muhabirler için veya bazı yazarlar için Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni ile gırtlak gırtlağa gelme aşamasına geldiğimi bilirim. Ben almak istiyorum haberi, Hürriyet de almak istiyor. Sen nasıl daha fazla para verirsin bilmem ne, böyle şeylerin olduğunu da bilirim. Böyle bir rekabet içindeyiz biz. Evet, aynı aile ve aynı holding sahip bu gazetelere ama bizler farklı farklı insanlarız ve ciddi bir rekabet var aramızda. Bunu dışarıya anlatmak kolay değil tabii. Aynı grubun içinde kavga olur mu? Aynı gazetenin içinde ağır kavgalar oluyor. Radikal’in içinde ağır kavgalar oldu, Hürriyet’in içinde ağır kavgalar oldu, Milliyet’in içinde de ağır kavgalar oldu. Yani yazarlar birbirine girebiliyor.

        Çok eleştiri aldığı için sordum Nur Hanım'ın yazısını, siz beğendiniz mi?

        Köşe yazarımın yazısı, onun izlenimleri, kendi duyduğu, gördüğü şeyleri kendi görev tanımı içinde yazma hakkı olduğu için köşe yazarı zaten. Yoksa Nur Çintay’ı senior muhabir yapardık o zaman, yazı editörün kontrolünden geçerdi, editör onu yönlendirirdi ‘bunu böyle yazma şöyle yaz’ derdi. Ama köşe yazarının böyle bir özgürlüğü var elbette.

        PERİHAN MAĞDEN'İN YAZISINDA BEN HATALIYIM, GÖZÜMDEN KAÇMIŞ

        Perihan Mağden ile Haluk Şahin arasındaki tartışmaya ne diyorsunuz? Haluk Şahin size sordu 'ne yapmalıyım' diye son yazısında..

        Orada ben bir editör olarak hata yaptığımı düşünüyorum. Bunu Perihan’a da söyledim. Perihan’ın o yazısında Haluk Şahin’i o şekilde nitelemesi bizim gözümüzden kaçmış. Bu affedilir bir hata değil. Bunu görmüş olsaydık Perihan’la konuşurduk. “Ya lütfen öyle bir niteleme yapma. Eleştirebilirsin, Haluk Şahin eleştirilemez bir insan değil, ama bu nitelemeyle yapma, sıfat kullanma” diye söylerdim. Fakat gözden kaçmış. O sebeple de Haluk Şahin’e bir cevap hakkı doğdu. Haluk Şahin’in cevabına da hiç karışmadım.

        Sonrasında bir müdahaleniz oldu mu, sona ermiş gibi görünüyor birbirlerini hedef alan yazıları?

        Hayır. Hoş bir tartışma değildi çünkü. Aynı gazetede yazan insanların birbirlerine hitap ederken daha iyi hitap etmelerini isterim.Yani birbirleriyle tartışılmaz değil elbette tartışılabilir ama dediğim gibi iyi hitap etmelerini isterim.

        Hasan Celal Güzel ve Namık Kemal Zeybek’i de konuşmak isterim, Radikal’in çizgisine uygun isimler olmadıkları şeklinde yorumlar geliyor duymuşsunuzdur. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu iki ismi?

        Şimdi bu bakış açısını tehlikeli bir bakış açısı olarak görüyorum. Radikal bir üniter gazete değil, dolayısıyla bütün yazarları aynı kalıptan çıkmış gibi aynı düşünceleri seslendiren aynı çizgide yazan olmak zorunda da değil. Başından beri değildi hala da değil. Allahtan ki değil. Biz Türkiye’nin görüşler yelpazesini belli bir- özür dilerim İngilizce bir kelime kullanacağım belli bir ‘reliance’ı ve temsil ediciliği olmak kaydıyla elbette olduğu kadarıyla kapsamaya çalışıyoruz. Bunlar Türkiye’de varolan siyasi görüşlerdir, bu görüşlerin kendine göre saygın temsilcilerini bu gazetede bulundurmaya çalışıyoruz. Ha zaman zaman gazete içinde dengeler bozulabiliyor, ne bileyim bir görüşe daha yakın duran yazarlar ayrılabiliyorlar gazetede. O zaman sanki gazete sağa çekiyor ya da sola çekiyor gibi birşey oluyor bir tarafta belli bir ağırlık birikmiş gibi gözüküyor ama biz bunu dengelemeye çalışıyoruz. Şu an için böyle bir denge sorunumuz yok ama kısa bir dönem denge sorunu yaşadık.

        Mine Kırıkkanat ile olan tartışmanız epey bir gündemdeydi. Daha sonra sanırım o konuda tazminatla cezalandırıldınız.

        Onu Yargıtay bozdu. O konuda konuşmam. Hala yargı aşaması devam ettiği için o konuda konuşmam doğru olmaz.

        Mine Kırıkkanat’tan sonra yazarlara müdahale konusuna bakışınızda değişiklik oldu mu diye merak ettim, yoksa ‘Yine olsa yine müdahale ederim doğru yaptım’ mı diyorsunuz?

        Yani şimdi birkaç bir şey var. Birkaç defa da yazdım bunu köşemde . Radikal’in yazı yayınlama prensibi nedir? Bu konuda düzgün ilkeler koyamazsanız ilkeli hareket de edemezsiniz ve sonra da kendinize karşı tutarsız olmakla sık sık eleştirilirsiniz.Ben o tutarsızlığa düşmemeye çalışanlardanım. Başından beri birinci günden beri yani Mehmet Yılmaz’ın genel yayın yönetmeni olarak bu gazeteyi başlattığı günden beri bir ilke var. Köşe yazılarıyla ilgili olarak söylüyorum. Bir, yazılan şey doğru olacak. Eğer bir takım hadiselerden vakalardan söz ediyorsa olgular doğru olacak Olgularda yanlışlık bulunmayacak. Yanlışlık bulunursa yazıişleri müdahale eder. Yazarına der ki, sen böyle yazmışsın ama bu öyle olmadı da şöyle oldu. Ya bunu düzelt ya da biz bu yazıyı yayınlayamayız çünkü içindeki bilgi doğru değil.

        İkincisi, kanunların suç saydığı şeyler olmayacak. Yasalara karşı pasif direnme hakkı elbette var insanların ama yasanın açıkça suç saydığı şeyler var, mesela ırkçılık yasanın açıkça suç kabul ettiği bir şey. Mesela ayrımcılık yasanın açıkça suç kabul ettiği bir şey. Mesela hakaret. Hakaretle ilgili Yargıtay’ın koyduğu çeşitli ölçüler var. Bu prensiplerin yani yasaların izin verdiği çerçevenin dışına çıkılmadığı müddetçe bir mesele de yok. Yazarlara karışılmaz, ki karışılmamıştır da bu gazetede.

        LAİKLİK ENDİŞELERİNİN SÜREKLİ ALTINI ÇİZMEK DOĞRU BİR ELEŞTİRİ ÇİZGİSİ DEĞİL

        Radikal ilk çıktığından beri sol liberal bir gazete olarak değerlendiriliyor. Hala aynı çizgide mi sizce? Yoksa değişen Türkiye dinamiklerini göz önüne alarak sizde bir revizyon yaptınız mı yayın politikanızda?

        Şöyle samimi bir itirafta bulunayım. Yayın politikamızda bir revizyon yapmadık da, Türkiye’de herkes gibi bizim de kafamızı karıştırdı Ak Parti’nin iktidara gelmesi. Önce dedik ki bu bir sağ iktidardır. Biz herhangi bir sağ iktidara karşı nasıl davranacaktıysak öyle davranırız kategorik olarak. Kategorik olarak taraftar değiliz, iyi yaptıkları şeylere iyi deriz kötü yaptıkları şeylere kötü deriz. Sonra herkes gibi bizim de kafamızı karıştırdı Ak Parti.Avrupa Birliği reformlarıyla. O Avrupa Birliği reformlarında ciddi bir destekçisi olduk, AB bağlamında. Ama başka bazı konularda eleştirmekten de geri kalmadık. Son dönemde işte laiklik fırtınaları esti Türkiye’de, yok işte Türkiye irticaya mı gidiyor vesaire . Ben bunun doğru bir eleştiri çizgisi olduğunu düşünmeyenlerdenim. Yani laiklik endişelerinin sürekli altını çizmenin doğru bir eleştiri çizgisi olduğunu düşünmüyorum. Sonuna kadar laikliği savurunuz ama Türkiye’deki savunulma çizgisini çok fazla beğenenlerden değilim. Zannediyorum gazetem de benim etkim altında kaldı biraz. Ya da ben biraz ağırlığımı koydum yazı işlerinde biz bu çizgide kaldık. Yani laikliği sonuna kadar savunduk ama başkalarının savunduğu gibi şeyler de yapmadık.

        Son türban tartışmasında Şubat ayındaki, Anayasa değişikliği esnasında falan böyle eleştiriler almaya başladık. Radikal’de çizgisini değiştirdi anti-Kemalist oldu. Hayır. Yanlış bir tanımlama biçimi. Türkiye’deki. Kemalist olmak ya da anti-Kemalist olmak. Öyle bir şey yok. Atatürk diye bir vaka var. Hepimizin saydığı, sevgi duyduğu bir lider ama Atatürk’ün ölümünün üzerinden 70 yıl geçti. Bugün yaşamıyor Atatürk. Biz bugünün sorunları için bugün çözüm arayan insanlarız. Atatürk’ü inkar etmeden çözümleri aramamız lazım dolayısıyla bunu Kemalizm bağlamında tartışmak bana çok saçma geliyor gerçekten. Veya Türkiye’yi bu bağlamda izah etmeye çalışmak da basit bir şablonculukmuş gibi geliyor. Biz orada dedik ki; kardeşim türban bir özgürlük sorunudur ama Türkiye’nin tek özgürlük sorunu değildir. Kadının özgürlük sorunu diye bir sorun var, bu özgürlük sorunlarına bütüncül bir bakış getirilebilse bu bakışın içinde türban sorunu da mutlaka çözülmelidir. Çünkü bu çocuklar milletvekillerini seçiyorlar belediye başkanlarını seçiyorlar muhtarlarını seçiyorlar ama üstlerine ne giyeceklerini seçemiyorlar. Bundan daha saçma bir şey olamaz, böyle bir kısıtlama olamaz. Bunu her zaman söyledik bu gazetede. Ben de kendi köşemde sürekli söyledim. O yüzden Radikal’in genel özgürlükçü çizgisinde bir değişiklik değil tam tersi tutarlılık olduğunu düşünüyorum.

        AK Parti ile beraber medyadaki dengeler de epey değişti. Muhafazakar medya ağırlığı arttı genel tablo içerisinde. Medyadaki değişimi nasıl izliyorsunuz?

        Şunu doğru buluyorum, rahmetli Bülent Ecevit Başbakan olur Ecevit’e yakın, Ecevit’i iyi izleyen Ecevit’in de ilişki kurmaktan çekinmediği bir takım gazeteciler vardır o gazeteciler ön plana çıkar. Şimdi de siyasal İslamcı geçmişten gelen bir siyasi partimiz var. Bizler bu partinin doğal çevresi içinde değiliz. O partinin yöneticilerini, bakanlarını, milletvekillerini pek çoğunu, işte Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanlığı yaptı ama diyelim ki bu gazeteden mesela çok az kişi Belediye Başkanı iken gitti konuştu. Ya da fazla bir ilişkimiz yoktu doğal olarak yani, işte o bilmediğimiz tanımadığımız daha önce marjinal kabul ettiğimiz bir çevreden geliyordu. Şimdi bu iktidar olunca doğal olarak o partili, o siyasi çevre ile geçmişten gelen daha yakın ilişkileri olan gazeteler-gazeteciler ön plana geldi. Fakat bu konjonktürel bir şey. Yani Yeni Şafak gazetesi aynı zamanda iyi gazete olmayı da başaramaz ise bu parti iktidardan gittiğinde o gazete de eski yerine geri döner. Anlatabiliyor muyum? Ya da Zaman Gazetesi aynı zamanda iyi gazete olmayı iyi gazetecilik yapmayı da başaramazsa bu parti iktidardan uzaklaştığı zaman içerden iyi haber alıyor olma özelliklerinin bir anlamı kalmaz. Anlamı kalmayınca okunmasının da bir anlamı kalmaz. En azından benim için çok fazla kalmaz açıkçası. O yüzden medyanın shift değişikliğinin olması doğal bir şey. Hakikaten çok dışarıdan bir grup geldi Türkiye’yi yönetiyor. O dışarıdan gelen insanların da ilişkide olduğu insanların medyanın merkezine doğru taşınıyor olmalarından daha doğal birşey düşünemiyorum. Önemli olan onların burada kalıp kalamayacağı. Onu da bu parti iktidardan gittikten sonra göreceğiz. Ne zaman giderse artık iktidardan.

        Eğer yandaş medya tartışmasını kastediyorsanız, burada böyle bir tartışma da var bir yanıyla. Sadece öteden beri kendileriyle hareket eden gazete ve gazeteci grubun dışına da taşmak istiyor bu iktidar doğal olarak %47 oy almışınız eyyamcı medya doğrusu ne diyeceğimi de bilemiyorum bu medya için.

        Ben o yüzden muhafazakar dedim.

        İşte neyse, o grup gazetelerin gazete satışları içerisindeki temsil kabiliyeti çok düşük. Şimdi öyle olunca iktidar diyor ki

        ‘Ya ben %47 oy aldım gazete satışlarında da % 47 bir temsil bulabilmeliyim en azından daha dostça bir atmosfer bulabilmeliyim”

        ve o atmosferi yaratmaya çalışıyor, işte kendine yakın gördüğü insanlara gazeteler satın aldırtıyor, televizyonlar satın aldırtıyor

        falan kendince bir ağırlık yaratmaya çalışıyor. Geçmişte de oldu Türkiye’de, Demokrat Parti döneminde de oldu, Adalet Partisi döneminde

        de oldu, Özal döneminde de oldu, bugün de oluyor maalesef. Yeterince gazeteye sahip olursa iktidarının perçinleneceğini düşünen

        siyasetçiler var. Halbuki iktidara o yolla gelmediler ve dolayısıyla bunu çok da kafalarına takmaları gerekmiyor.

        RADİKAL'DE ÇIKMIŞ HABERLER İKİ GÜN SONRA HÜRRİYET'E MANŞET OLUYOR, HÜRRİYET'TE ÇIKTIĞI ZAMAN YAYINLANMIŞ GİBİ ALGILANIYOR

        Radikal hariç hangi gazeteyi beğeniyorsunuz en çok? Profesyonel gözle, fikirlerine katılmasanız bile çok iyi gazetecilik yapıyorlar diyebileceğiniz kimler var?

        Ben sabahları 5 gazeteyi kendi paramla satın alıyorum. Zaman zaman 6 oluyor. Günüme Radikal okuyarak başlıyorum. Parasını verip satın alıyorum her sabah ve oturup okuyorum. İkinci sıradaki gazetem önemli, ikinci sırada her zaman Hürriyet Gazetesi var. Radikal’den sonra Hürriyet okuyorum. Çünkü Hürriyet üç gün önce bende çıkmış bir haberi, Hürriyet’in öyle bir çeşit kibiri var medyada, kendine güveni de var. Daha önce Radikal’de çıkmış bir haber; hatta bazen Ertuğrul telefon ediyor diyor ki “Ya sizde bir haber okudum nedir o haber” “Evet doğru, şudan şu” diyorum “ Dur şuna ben bir baktırayım” diyor . Bakıyorum hemen 1-2 gün sonra Hürriyet’in manşetinde çıkıyor aynı haber ve Hürriyet’in manşetinde çıktığı zaman haber yayınlanmış gibi algılanıyor Türkiye’de. Bu enteresan bir durum. Yani birşey Hürriyet'te çıkmadan haber çıkmış muamelesi görmüyor maalesef.

        Kaynak gösteriyorlar mı bari Radikal’in haberi diye?

        Eğer özel haberimizse gösteriyor tabii. Ama değil de mesela, basın toplantısıymış biz süzmüşüz almışız içinden o haberi, başka yazı işleri atlamış olabiliyor o haberi, olabiliyor böyle şeyler bizim de başımıza geliyor başkalarının da başına sık sık gelebiliyor. Orada hiç komplesi yoktur Hürriyet Gazetesi’nin. Bence doğru yapıyorlar. Eskiden öyleydi ‘Ama bu haber çıktı, bu haber bir daha konulmaz’ falan denirdi. Bizim de yok kompleksimiz ama biz Hürriyet’in gücünde değiliz tabi. Arkadan Milliyet okuyorum, onun arkasından Sabah okuyorum ondan sonra Vatan ve Posta’yı okuyorum. Geri kalanı da gazeteye geldiğimde okuyorum.

        Radikal Gazetesi yeterli desteği alabiliyor mu Doğan Grubu’ndan?

        Yeterli destekten neyi kastettiniz?

        Tanıtımlarda mesela Radikal’i çok daha az görüyoruz.

        Bizim şöyle bir sistemimiz var. Bizde her koyun kendi bacağından asılır. Aydın Doğan’ın çok sert bir prensibi bu. Her şirket kendi içinde karlı olmak zorundadır. Dolayısıyla benim 15 -20 günde bir mali toplantılarım oluyor. Hesap vermem, hesap dinlemem gerekiyor. Ve ben karlılığıma çok dikkat ediyorum . Bu grupta herkes de dikkat eder o yüzden destek kendi bütçemiz kendi varlıklarımız kendi bilançomuz içinde olan birşey. Benim bilançomdaki rakamlar izin veriyorsa izin verdiği kadar reklam yapıyorum. Ama tabii çocukları var bu ailenin. Hürriyet çok zengin, Milliyet benden bir hayli zengin, Posta zengin. Tabii onların daha çok parası var, daha çok paraları olunca daha kolay reklam ve tanıtım bütçesi oluşturabiliyorlar. O bütçeyi daha kolay harcayabiliyorlar. Ama ben de ümidimi kesmiş değilim. Ben de bir gün zengin olacağım ki benim bilançom da küçük bir bilanço değil.

        AKP'NİN ANA GÖVDESİNDE ÇATLAKLAR VAR, DURUM CİDDİ. FEHMİ KORU'NUN ELEŞTİREL POZİSYON ALMASI BAŞKA BİR KOPUŞU İFADE EDİYOR

        Her dönem bu şekilde gazeteciler olur dediniz, mesela Fehmi Koru en parlak dönemlerini yaşıyor ama bu kesimden de liberallerden de Ak Parti’ye eleştiriler geliyor zaman zaman. Fehmi Koru-Başbakan Erdoğan tartışmasını nasıl okumak lazım sizce?

        Belli kırılma noktaları için Türkiye’de bugüne kadar gelmiş geçmiş hiçbir siyasi parti belli bir koalisyonu -soyut bir koalisyon bu- ya da belli bir

        şemsiyeyi oluşturmadan iktidar olamamıştır. Türkiye'de türlü çeşit siyasi görüşler var ama bu siyasi görüşlerden hiçbiri tek başına iktidar olmaya

        yeterli ahlaki meşruiyeti yüzde kaç oy alırsa alsın tek başına sağlayamaz. O yüzden mutlaka bir takım koalisyonlar oluşur ya da bir takım

        şemsiyeler oluşur. Ve o şemsiyenin altındaki iri kısım belli bir siyasi görüş olur ama etrafında başka görüşler de vardır.

        Şimdi Ak Parti iktidarında da geçmişte Turgut Özal iktidarında da Demokrat Parti iktidarında da aynı şeyler oldu, Adalet Partisi'nde de oldu.

        Bunların hepsi büyük şemsiye partilerdir. Ak Parti de şemsiye bir parti. Tek başına siyasal İslamcı bir parti değil. O çekirdek yüzde 6’dır, 7’dir. Salt siyasal İslamcı güdülerle hareket eden bir seçmen kitlesi daha fazla değildir, olamaz. Türkiye’de onun ötesinde bir seçmen kitlesi o koalisyon. O koalisyonu sağlamak için de ne yapıyorsunuz? Geniş bir fikri koalisyon oluşturuyorsunuz. Bu fikri koalisyon nasıl bir çerçevede oluştu?

        Bir geçmişe tepki de oluştu. 2002’deki şartları unutmamamız lazım. Yani geçmişin siyasi partilerine ve siyaset yapma biçimine derin bir tepki oluştu

        Kasım seçimlerinde. İki, Avrupa Birliği gündeminde oluştu. Üç iyimserlikte oluştu. Yani yarın bugünden daha güzel olacak düşüncesinde oluştu bu koalisyon.

        Şimdi burada çeşitli kırılmalar oldu. Öncelikle yarın bugünden daha güzel olacak düşüncesi en önce düne kadar oldukça kuvvetle mevcutken bu ülkede birdenbire ortadan kalkmaya başladı. Çünkü iktidardaki siyasi parti, yani o şemsiyeyi elinde tutan siyasi parti 2002 seçimi öncesinde iktidarda olup da tasfiye edilen siyasi partiler gibi hareket etmeye başladı. Kavgacı bir siyaset yapmaya başladı yani. Kavga ettikçe birilerini dışladı, birilerini dışladıkça yarın bugünden güzel olmayabilir endişeleri belirmeye başladı nitekim bugün kötümserliğin tavana vurduğu günlerden biri.

        İkincisi AB demokratikleşme ve değişim arzularında ciddi bir yavaşlama ve durma yaşandı, burada da bu koalisyon dağıldı.

        Liberal aydınlar daha önce Ak Parti uygulamalarına eleştirel olsalar bile daha bir avans yapan liberal aydın yazarlar bile 'Ya bir dakika,

        bu parti bizim 6 yıl önce gördüğümüz parti değil artık' demeye başladılar, bu fikri kopuş yaşanıyor. Şimdi Ak Parti bu koalisyonu yeniden oluşturabilir mi?

        Dağıldı bu bence, kırıldı bitti gitti. Yeniden oluşturması çok kolay değil gibi geliyor. O yüzden biraz bekleyip görmek lazım.

        Fehmi Koru çok özel bir örnek tabi çünkü Fehmi Koru bu koalisyonun içerisinden biri değil. Normal gövdedeki birisi Fehmi Koru, onun bu kadar

        temel bir noktadan eleştirel bir pozisyon alması başka bir kopuşu daha ifade ediyor olabilir yani. Ana gövdede de çatlaklar oluşmaya başlamış olabilir.

        Bir takım konuşmalardan şunlardan bunlardan ötürü. Bunların çeşitli belirtilerini de duyuyoruz alıyoruz haberlerini ama henüz bunlar gazetelerde

        yayınlanabilir seviyede somut değil.

        O kopuş daha çok Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında mı?

        İlla kişilere bağlayacaksanız evet öyle de denebilir. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki mesafe.

        İkisi aynı insan birbirinin karbon kopyası değildi zaten. Hiçbir zaman da olmamışlardır. Ama aralarında mesafe giderek açılıyor gibi, öyle bir izlenim

        sahibiyim ben. Sadece orada da değil yönetme üslubuyla ilgili de ciddi problemler var belli ki. Hükümetin içinde çatlaklar var. Hükümette birbiri

        ile konuşmayan bakanlar var. Toplantıya katılmayan bürokratlar var. Bakanını beğenmediği için sevmediği için ya da başka sebeplerle.

        Bu durum ciddi yani.

        Dengir Mir Mehmet Fırat’ın ayrılması da bunun işareti mi?

        Tam bütün detayları bilmiyoruz ama o da bir işaret elbette.

        İstifa mı etti görevinden mi alındı o bile netlik kazanmadı.

        Diğer bir yanı da böyle partilerin böyle hükümetlerin 6 yıl boyunca hiç kimseyi değiştirmeden devam etmesi de çok doğru bir şey değil.

        Sürekli bir kan değişimine ihtiyaç var. Dengir Fırat'ınki ama öyle normal bir kan değişimi olsun diye olan bir değişim değildi o bakımdan önemli.

        CHP GERÇEKTEN SİYASET YAPMAYA YENİ BAŞLADI

        Sizce bu oy kaybettirecek mi Ak Parti’ye ?

        Onu bilemem bana soracak olursanız ben bunu o zaman da söyledim yazdım da 2004 yılı seçimlerinde bu parti yüzde 40 küsür oy aldı.

        Ben dedim ki burası maksimumudur aşağı yukarı 5 puanla. Bundan sonra yol yokuş aşağıdır bu parti için .

        Ama yokuşun dikliğini ya da bir platoda hareket edip etmeyeceğini rakipleri belirleyecekler dedim. Düne kadar karşısında bir rakip yoktu şimdi CHP rakipmiş gibi gerçekten siyaset yapmaya yeni yeni birkaç aydır başladı. Ama ben henüz siz de yayınlıyorsunuz A& G’nin araştırmalarını Adil Gür'ün gördüğü oy düşmesini ben henüz görmüyorum açıkçası ama olur olmaz da denemez böyle bir şey.

        Yani yerel seçimler için öngörünüz genel seçimlere yakın ağırlıkta oy alacağı mı Ak Parti'nin?

        Ben yüzde 50 olarak bekliyorum yerel seçimlerde ama bugünden o güne daha çok vakit var gerçekten. O güne kadar neler değişir onu bilemeyiz. Bir

        de ekonomik kriz kötü ekonomi yönetimi oy performansını ciddi bir biçimde etkileyecektir.

        Son bir iki aydır muhalefete başladı CHP dediniz, bunda Kemal Kılıçdaroğlu faktörü ne derece etkili sizce?

        CHP herhalde strateji değişikliği yaptı. Çok çok önceden yapması gereken bir değişikliği çok geç kalarak yaptı yani sadece laiklik üzerinden siyaset yürütüyordu. Negatif bir siyaset yürütüyordu ve negatif siyasetle de bir yere varamazsınız.

        Bir noktada pozitifi söylemeniz lazım. Hala daha pozitif söyleme geçmiş değil CHP. O bakımdan gerçek bir alternatif olmuş değil hala daha.

        Ama hiç değilse negatif siyasetini çeşitlendirdi sadece laiklikten değil yolsuzluklardan da söz etti. Yarın öbür gün sosyal adaletsizliklerden,

        şunlardan bunlardan da gayet somut bir şekilde söz etmeye başlar negatiflik için yelpazasini biraz daha genişletip.

        Ondan sonra da belki umuyoruz ki pozitif bir söyleme geçer.

        gulinyildirimkaya@haberturk.com

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ