Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya İki yazarın sert polemiği

        İşte Akşam Gazetesi Köşe Yazarı Oray Eğin'in tartışmayı başlatan yazısı..

        Meslek adına üzülmemek elde değil. Yaşını başını almış adamlar, mesleğin her aşamasından geçmiş, muhabirlik, haber müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, hatta hissedarlık mertebesine ulaşmış olmalarına rağmen, üstelik belli bir paraya ve şöhrete de doymuşken, köşe yazarlığı günlerini kendi kişisel tarihlerine ne büyük ihanetle harcıyorlar. Adam gazeteler çıkarmış, dergiler yaratmış, bunlarla övünüyor, ama tarih onu tetikçi diye yazacak, farkında değil. Belki de umursamıyor, insan kendini tanımaz. Yaptığını doğal sanıyor. Birinin ona söylemesi lazım. Her zamanki gibi kötü ben olayım... Bu ülkede doğruyu söylemek, eleştirmek kötü olmaktır zaten...

        Belki de bu mesleği önemsemiyor. Hayatı boyunca gazeteciliği araç olarak kullandı, ince dengelerini, hassasiyetini bilmiyor. Tek derdi para kazanmak bu mesleği yaparken.

        İsim vermek istemiyorum. Bunlardan çok. Mehmet diyelim, Yakup diyelim, Yılmaz diyelim, fark etmez... Hepsi aynı. Böylelerini çok gördük.

        Görüyorum, bir yanlış anlaşılma var. Sanki patron çağırıyor, bunları, talimat veriyor, ona saldır diyor, o da yazıyormuş gibi düşünüyor insanlar. Böyle bir şey yok, hiç de ilgisi yok. Nitekim yazmayanlar da var. Örneğin İsmet Berkan; gerçi o gazetesini kullanıyor.

        Tetikçiler kendi kendilerini belli ederler, bu unvanı kendileri kazanırlar. Gider patronun önünde el kaldırırlar, bu işi yapmaya talip olurlar. Patrondan çok patroncudurlar.

        Ne Aydın Doğan’ın, ne Turgay Ciner’in birini karşısına alıp da “Bugün şuna çak” diye talimat verdiğini zannetmiyorum. Ama onların gözüne girmek isteyenler kendilerini belli ediyor.

        Patronlara da yazık, onlara da üzülmemek elde değil. Düşünün, Turgay Ciner medya işine girmeden önce gazetelerde ne kadar az haberi çıkıyordu. Şimdi didik didik bütün hayatı yazılıyor. Hiçbir özeli kalmadı, her şeyine hakimiz, dahası kendi gazetecileri de rakipler de onları konu ediyor. Mahremiyetini medya çalıyor. Aynı şeyler Aydın Doğan için de geçerli. Milliyet’i almadan önce onu kim tanıyordu?

        Aslında kavga eden gazetecilerin kendileri. Ama bunu patronlar üzerinden yaparak onları bu kulvara çekmeye çalışıyorlar. Hem kurumlarını, hem o kurumların sahiplerini kendi çekişmelerine alet ediyorlar. Tetikçi köşe yazarları yüzünden pek çok gazetenin itibarı da sarsılmıştı, unutmayalım. Bir süre sonra bu tetikçilerin patronlara da rahatsızlık verdikleri bir gerçek; bir dönem patronlar kendisi için kavgaya tutuşan tetikçiden hoşnut olur ama sonradan onun kontrolden çıktığını görüp kurtulmanın yollarını arar. O an kurtulmak da derttir, onu tutmak da...

        Karşı kampa katılıp, bu sefer eski patronuna küfreden kaç kişi gördük... Aydın Doğan’a “baba” diye hitap ederken birden onun en büyük düşmanına dönüşmedi mi şimdi göz önünde bulunmayanlar?

        Medya tarihi kullanılmış ve “köşe”ye atılmış tetikçilerle doludur. Bir süre sonra köşelerinden de olurlar zaten. Ya patronlarının başını belaya sokarlar, hep beraber gömülürler, ya da kapının önüne konurlar. Uzan dönemi kavgalarında ön saflarda yer alanları, ansiklopedi savaşlarında gazetelerini canla başla savunanları düşünün. Bir de bugün nerede olduklarını.

        Bugün de yeni medya kavgaları arasında köşelerini “patrondan çok patroncu” kullanan, köşe yazarlığını tetikçilikle karıştıran, mesleğimizi kirletenlerin vakti dolacaktır. Bir mendil gibi kullanılıp atılacaklar. Tekrar bunu onlara ben hatırlatıyorum. Her zaman da tekrarlayacağım: Efendileriyle yükselenler efendileriyle düşerler!

        Akşam

        İşte Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Mehmet Yılmaz'ın isim vermeden Oray Eğin'e yazdığı köşe yazısı...

        Çinko alaşımların en aşağılığı: Tutya!

        BÜTÜN ömürlerini su üstünde geçiren tekneler için "paslanma", kaçınılması son derece güç bir şey. Özellikle de teknelerin su altında kalan kesimlerindeki metaller için!

        Seyir güvenliği açısından hayati önemde birçok aksam da biliyorsunuz suyun altında kalıyor. Bunları pastan korumak ise lisedeki kimya derslerinde öğrendiğimiz "elektroliz yöntemi" sayesinde mümkün olabiliyor.

        Deniz suyunun tuzlu olmasından yararlanılarak "bir tür pil" elde ediliyor ve elektroliz yöntemiyle daha zayıf olan metal parça kurban edilerek, asıl aksam paslanmaktan kurtarılıyor.

        Teknelerin altındaki metal aksama konan bu "kurbanlık metallere" tutya adı veriliyor.

        Yacht Türkiye Dergisi’nin yazarı, büyük Türk gezgini Tanıl Tuncel, tutyanın, "çinko alaşımlar içindeki en aşağılık metal" olduğunu söylüyor. Zaten kendisinden daha asil bir alaşımdan yapılan pervaneyi paslanmaktan korumasının nedeni de "aşağılık" olması. Çünkü iyi metal eksi kutbu, kötü metal ise artı kutbu oluşturuyor! (Elektroliz bilgilerinizi hatırlayınız.)

        Tutyanın varlığını hatırlamamın nedeni, geçen gün Akşam Gazetesi’nde okuduğum bir yazı oldu.

        Serdar Turgut’un tutyasının adının bir önemi yok. "Demek ki gazetelerini bir silah olarak kullanmak isteyenler için de bu tür tutyalar var" diye düşündüm. İşe yaraması için de en aşağılık olanlarından seçiliyorlar!

        Hürriyet

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ