Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya "Padişahlar sekse düşkündü çünkü..."

        ECE GÖKSEDEF / HABERTURK.COM

        egoksedef@haberturk.com

        Türkiye'nin ilk hanımağalarından, 'hanım hanımcık genç kızlar'ın güçlü kadınlara dönüşümünü bizlere benimseten Selda Alkor, şimdilerde evinde dinlenmeye çekildi. Asmalı Konak'ın Sümbül Hanım'ı, Çemberimde Gül Oya'nın Yurdanur'u, Parmaklıklar Ardında'nın Nur Kurteş'i, en son Mahpeyker Kösem Sultan olarak sinemada karşımıza çıktı.

        Dizilerle ilgili birçok tartışmanın yapıldığı, sektörün bir hayli büyüdüğü şu günlerde, gündemde olan konuları konuşmak için deneyimli oyuncu Selda Alkor'un kapısını çaldık. Bizlere özenle döşenmiş, sıcacık evinin kapılarını açtı Alkor. Bu keyifli sohbet sırasında hanımağalıktan koğuşağalığına geçiş macerasını, genç oyuncularla ilgili düşüncelerini, Mahpeyker Kösem Sultan filminin akıbetinden dizilere gelen sansürlere kadar her şeyi konuştuk...

        İşte merak ettiğiniz birçok yönüyle Selda Alkor ve Türkiye'de oyunculuk üzerine düşünceleri...

        Sizi bugüne kadar birçok dizide, birçok filmde izledik. Hepsi de çok başarılı yapımlardı. Özellikle oynadığınız dizilerde, Böyle mi Olacaktı, Asmalı Konak, Çemberimde Gül Oya gibi, hep güçlü kadını oynadınız.

        Bu, 1985 yılında Kartallar Yüksek Uçar'la başladı. Türkiye'de gerçekten önemli bir diziydi. Bugün Türkiye'nin haline bakıyorum, siyasal anlamda da birçok gerçeği ortaya koyuyor. Modernleşen Türkiye, modernleşmenin getirdiği olumlu ve olumsuz yönler işlenmişti orada. Bunun için herkesin ilgisini çekmişti. Tabi Atilla İlhan gibi çok önemli bir kalemin yazdığı eserdi. Hüseyin Karakaş gibi kurguyu çok iyi bilen bir yönetmen çekti. Sadri Ağabey, Can Gürzap, Serap Aksoy, Bülent Bilgiç, Selçuk Özer gibi çok kuvvetli de bir kadroyla yola çıktı. Gerçekten çok ses getirdi. Bombalar gibi patladı, bir hanım ağa ortalığa çıktı.

        SELDA'DAN NASIL HANIMAĞA YAPACAKSIN?”

        Güçlü kadınları oynamak sizin özellikle tercih ettiğiniz bir şey mi? Yoksa yapımcılar mı yakıştırdı acaba bunu size?

        Türk sinemasında seyircimiz bizim nedense melodramları çok severdi. Ne kadar ağladık, ne kadar güldük bir ölçüydü filmin iyi film mi kötü film mi olduğunu anlatmak için. Orada da hep ezilen insanlar vardı; ezilen kadınlar, ezilen erkekler... Tabii ki mesajları çok güzel ve kötülüğe hiç prim vermeyen bir yapısı vardı. Biz de zavallı gariban kızları oynardık ama günün birinde muhakkak adalet yerini bulur ve bizler belli noktalara gelirdik.

        O tarz bir sistem içinden çıktıktan sonra, Kartalşlar Yüksek Uçar'da kuvvetli kadını oynadım. Bu bence Hüseyin Karakaş'ın eseridir. Herkes, Sadri Alışık, Atilla İlhan dahil, 'Selda'dan nasıl hanımağa yapacaksın? O çok cici, çok güzel, çok naif, farklı bir yapısı var, hanımağa nasıl oynar' dediği halde Hüseyin Karakaş ısrarla beni istemiş o zamanlar. Hakikaten öyle bir kadın yarattı ki, onu her zaman sevgiyle anıyorum, kulakları çınlasın, bugünlere kadar hala kuvvetli kadın oynamaktayım.

        O Türk sineması dönemlerinde naif kadın, ezilen kadın, hep başlarına vurulan genç kızlar iken, birden bire ezen, başta, otoriter olan farklı bir kadın karakteri geldi. Galiba ben de oyuncu olarak bunu son derece iyi ortaya koydum, herkes çok sevdi. Türkiye'nin de ihtiyacı varmış kadın olarak kendini göstermeye, içindeki o bombayı patlatmaya... Ve hanımağalar türedi o dönemde biliyorsun.

        SES MECMUASI BİRİNCİLİĞİNDEN EKMEKÇİ KADIN'A...

        Sonra uzun bir ara girdi. O arada 'Bir Kadın Bir Yaşam' diye bir ekmekçi kadın hikayesi yaptım ben. Çok mini mini bir bütçeyle, çok ufak bir prodüksiyonla ve çok amatörce -çeken firma adına- çekildi. Oyuncu arkadaşlarım çok iyiydi. Benim de içimde ukde olan bir hikayeydi. Ben ilk sinemaya girdiğim zaman Osman Seden bana bu hikayeyi teklif etti. Ama Ses Mecmuası'nın anlaşmasını kabul etmiş 10 firma içinde olmadığı için ben onun teklifini maalesef kabul edemedim başımıza iş çıkmasın diye. Oynayamadım ama hikaye o kadar hoşuma gitmişti ki, yıllar sonra bana dizi teklifi olarak geldiğinde 'peki' dedim. Şartların ne olduğu önemli değildi. Sevdiğim de bir yönetmen çekiyordu, Sırrı Gültekin. Ben keyif aldım, öyle bir dizi geçti bu arada.

        'İNCİ HANIM'LA GELEN KAVGACI KADIN!

        Sonra Böyle mi Olacaktı geldi. Orada İnci Hanım olarak geldim, onun başlangıcında da Yılmaz Bey telefon açtı, Türker Bey bir dizi çekyior, sizi istiyor dedi. Ben hiçbir dizinin 19. bölümünde girmedim. 'Siz Türker Bey tarafından aramasanız, bu konuşmayı katiyen yapamazdık' dedim. Tabi o sırada Yılmaz Bey'i de hiç tanımıyorum. Türker Bey'in çok büyük hatırı var. Her zaman takdir ettiğim, sevdiğim, sinema adına birçok şeyi geri döndürmüş bir insan olarak hepimizin teşekkür borçlu olduğu bir insan. İfadesine göre 'ben bunları yapıyorum ama bu benim işim oldu artık' diyor. Hala bu sektöre hizmet vermesi çok kutlanacak bir olay. Başladım 19. bölümden. Bir baktım 116. bölüme gelmişiz. Ben hala kavgalarla, gürültülerle uğraşıyorum, ama çok hoş şeyler çektik yönetmenimiz Şahin Gök'le. İnanılmaz bir genç kadro vardı. Çok eğlenceliydi setlerimiz.

        Çok hareketli bir diziydi zaten, sürekli bir oyuncu sirkülasyonu da vardı.

        Aynen öyle! Sonunda 116. bölümde artık bana geldiler, bir de o aralar telif hakları konusu vardı. Yapılacak olan 13 bölümlük anlaşmaya onu koymak istedim. O dönemde pek kabul edecekleri bir konu değildi. O zaman ayrılmayı teklif ettim, rica ettim Türker Bey'den. 'Amacınıza ulaşamazsınız olmaz' dedi, 'olsun ben de bu camia için bir şeyler yapayım müsaade edin' dedim. Sağolsun çok büyük anlayış gösterdi, beni azad etti 116. bölümde.

        KADINLAR ARTIK YÖNETMEYİ DEĞİL, YÖNETİLMEYİ TERCİH EDİYOR

        Türkiye'de birçok kadın 'güçlü kadın' rollerinizden çok etkilendi. Sanırım çok severek oynadınız, bu kadar sevilmenizde, hele o yıllarda Türkiye'de hanımağaların benimsenmesinde bu etkili oldu. Bu karakterleri canlandırırken kendinizden bir şeyler kattınız mı?

        Ben sadece iyi bir oyuncu olduğumu zannediyorum. Bunu canlandırırken ve seyirciye sunarken 'iyi şeyler anlatabiliyorum ki, bunu kabulleniyorlar' diyorum. Bir de benim oyunum çok natureldir. Olduğu gibi bir oyundur. Nasıl hissediyorsam ve insanların nasıl hissedebileceğini düşünüyorsam öyle oynarım. Ben okullu değilim. Dolayısıyla benim oyunum içgüdüseldir.

        Bu kadınlar tabii ki Türkiye'de aranan kadınlardı. Duygu olarak da aranan kadınlardı, hala aranmakta... Kadınlarımıza bazı haklar verilmiştir, Atatürk de vermişti o hakları bize, ama kullanma fırsatı verilmemiştir. Şimdi de pek kullanma fırsatı verilmiyor gibi geliyor bana. Tabi ki kullananlar var. Bir defa kadınların eğitmleri son derece parlak bir noktada. Eskiden çok zordu iş güç sahibi, patron olan bir kadın, yoktu! Ama şimdi bakıyorum birçok holdingin başında kadınlar var. Artık yönetmeyi öğrendiler. Yönetilmek değil yönetmeyi tercih ediyorlar. Bu da benim çok hoşuma gidiyor. Bir nebze benim oynadığım projelerin de etkisi olduysa çok sevinirim.

        AĞZI LAF YAPAN BİR KADINIM

        Peki sizin böyle dominant bir karakteriniz var mı?

        Yok. Ben özgürlükten yanayım. İnsanlara karışmayı sevmem, üzerlerinde hak iddia etmeyi sevmem. 42 senedir aynı adamla beraber isem belli bir nedeni var. Aşkın, sevginin bile bir baskı neticesinde, zorla olmasının katiyen taraftarı değilim. İnsanların hiçbir şeyine karışmak istemem, çünkü onların tercihleridir. Ne dinsel, ne cinsel, ne siyasal, herkesin fikri kendinedir. Sonuçta evde, o gördüğünüz kadınlar kadar değilim. Tabii ki haklarını savunan, kafası çalışan, ağzı laf yapan bir kadınım. Ama hiçbir zaman baskı kurmaktan yana değilim.

        BİZ DE SÜMBÜL'LE ALİ GİBİ BİR İLİŞKİ YAŞIYORUZ”

        Asmalı Konak çok sevilen, ses getiren ve başarılı bir dizi oldu. Deneyimli oyuncuların yanısıra genç kadro da kalabalıktı. Daha yolun başında diyebileceğimiz birçok yeni isimle oynamak zor oldu mu sizin için?

        Hayır hiç olmadı. Sümbül karakteri çok sevdiğim bir karakterdi. Son derece anaç, ailenin başında, tahakküm kurmaya çalışan ama bunu çok tatlı geçişlerle ifade eden, ayrıca kadının her yaşta kadın olduğunu anlatan bir kadındı. Asmalı Konak'tan sonra birçok hayranım benim yanıma gelip fısıltıya 'Selda Hanım, biliyor musunuz, biz de sizin gibi, Sümbül'le Ali gibi bir ilişki yaşıyoruz, çok güzel bir şey' falan demeye başladılar. Ben çok şaşırdım. Demek ki insanlara 'artık anneanne, dede oldunuz. Siz de şu köşede oturun, bir işe yaramazsınız' demek kadar yanlış bir şey yok. Anneanneler, dedeler sadece torun bakmak için yok dünyada. Onların da duyguları var, onların da yaşama hakları var. Yapabildikleri kadar, güçlerinin yettiği kadar... Onları desteklemek lazım. Tabii ki Sümbül çok yaşlı bir kadın değildi. Ali de öyle. Ama ikisinin de duygularının ne kadar yoğun olabileceğini ifade eden bir diziydi. Cilvesiyle işvesiyle gerçekten Türk kadınını yine çok ilgilendirdi.

        Özellikle eşinin hayattayken onu aldattığını öğrendikten sonraki süreçte, Sümbül çok güzel mesajlar verdi. Köşesine çekilmedi.

        Evet, araba aldı kendine, hayata yeniden döndü.

        Peki sizce Asmalı Konak'ın başarısının sırrı neydi?

        Hikayesi, yöresi, yönetmeni, kamerası... Yönetmen tabii ki çok önemli. Bir virtüöz bana göre Çağan. Her zaman onu kutladım, hala da kutluyorum. Bunun dışında hikaye güzel olunca, iyi yönetilince, kendinden de katmasını bilen bir oyuncu kadrosu olunca her şey çok iyi gidiyor. Zaten iş ilk teklif edildiği zaman sorduğum ve istediğim hikayeydi. Varsa hazır senaryonuzu yollayın derim, ilk oradan başlarım işe. Oynarım ya da oynamam demem, vaktim müsait, siz bana gönderin, okuyayım, değerlendirmeyi sonra yaparız derim. İlk hikayeyle başlar, bunu iddia ediyorum, sinemada da, dizilerde de, hikaye güzelse her şey güzel olur.

        Bir de Asmalı Konak'ın final bölümü film olarak çekildi.

        Onun finali film olarak çekilmedi. O belli çatışmaların, anlaşamamazlıkların neticesinde o hale geldi.

        ASMALI KONAK'IN FİLMİ BİR FANTEZİYDİ

        Sizce bu doğru bir karar mıydı?

        Hiç doğru bir karar olmadı o. Bana göre daha bir 60 bölüm oynardı ve herkesin hikayesini sonuçlandırarak bitirirdi. Bu film sadece bir fanteziydi, oldu bitti. Ben öyle düşünüyorum. Çünkü Çağan çekmedi filmi bu bir. İkincisi, hikayenin sonu değil, Amerika'da bir love story çekimiydi. Ama Abdullah Bey öyle istedi, öyle çekti. Kendi bileceği iş, sahibi oydu.

        Birsürü hikaye eksik kaldı. Seyhan'la Lale, Ali'yle Sümbül, Zeynep'le Salih... Konağın içinden bir sürü hikaye.

        Tabi bir sürü hikaye eksik kaldı. Hatta Seymen'le Bahar'ın hikayesi de bitmedi! Benim küçük kızımla mutfak grubunun oğlu, sosyal seviyeleri farklı iki çocuğun evlenmesi ne netice doğuruyor, bunu anlatmak lazımdı, çok önemliydi. Büyük kızım birazcık kafasını üşütmüş durumlardaydı, onun sonucu ne oldu? Yaman'a aşıktı, Yaman Bahar'a aşıktı. Bunların hiçbiri neticelenmedi. Ali'yle Sümbül çok önemliydi. Ali'nin kızkardeşi acaba kocasına döndü mü ne oldu? Oğlan, Ali'nin yeğeni olan, hırsızlıklar yaptı, o ne oldu? Bütün bunlar ne oldu görmek gerekirdi. Seyirci bunu istiyordu. Bunları anlatmak diziyi uzatmak, tekrar anlamında da değildi. Daha çok uzayabilecek bir diziydi.

        DİZİLER SAKIZ GİBİ UZATILIYOR

        5-6 sene devam edip, ratingleri düşmeyen, hala çok sevilerek izlenen bir çok dizi var.

        Var tabii. Ama dediğim gibi birçok dizi insanlar katarak, başka şeyler yapılarak hikayeyi böyle biraz sakız yapıp uzatılıyor. Ama bu diziye bence çok rahatlıkla, hiçbir fazla kişi katmadan devam edilebilirdi.

        Kenan Bal'la siz çok iyi bir ikili oldunuz. Onunla çalışmak nasıldı?

        Biz daha önce de çalışmıştık ama böyle birebir bir rolün içinde değildik. Asmalı Konak'ta ben bayıldım Kenan'a, hala arkadaşım zaten. Birlikte inşallah yine çalışırız. O da benimle çok rahat etti, ben onunla çalışmaktan çok keyif aldım. Çok güzel de sahnelerimiz vardı. Unutulur gibi değil. Ama keşke Asmalı Konak devam etseydi, en azından seyirciyi mutlu ederdik. Kısmet değilmiş...

        Dediğim gibi bazı anlaşamamazlıklar oldu. Artık neyle neyin arasında, kimle kimin arasında piyasada bilinir ama bana yakışmaz söylemek.

        Çemberimde Gül Oya'da Çağan Irmak'la devam ettiniz.

        Evet. Çemberimde Gül Oya, benim en fazla beğendiğim hikayelerden biridir. Benim gibi 60 ihtilalini de 80 ihtilalini de yaşamış -çocuk da olsa- bir insana birçok şeyi hatırlatmıştır.

        Orada Özge Özberk'in oyandığı bir genç Yurdanur vardı. Bir de 2000'lerde yaşayan hikayeyi anlatan, hatırlayan, hatırlatan bir Yurdanur vardı.

        Flashback'lerle geri giden, sonra arkadaşlarını bulan Yurdanur... Ben okulu Manisa'da okumuştum. O diziden sonra gittim Manisa'da bütün eski arkadaşlarımı buldum. Evlerini ziyarete gittim, hasret giderdik. Şuanda içlerinden iki tanesini kaybettik. Çemberimde Gül Oya'daki gibi, onları bulmak çok iyi oldu. Çok mutluyum şuanda onları bulabildiğim için.

        Dizinin 80'li yılları anlatan bölümlerinin çekimlerinde yoktunuz sanırım. Bu rolü oynarken Özge Özberk'le nasıl bir paylaşım içine girdiniz?

        Özge bir defa çok güzel ve şeker bir kız. Tabii ki çok sevdim. Ama çok büyük bir birliktelik yaratamadık. Tabii ki konutşuk bazı şeyleriçin, orada kaldı. Ben onun bir iki sahnesini seyrettim, o gelip benim bir iki sahnemi seyretti. Sonra da evlendi etti göremiyorum artık onu. Ama çok severim.

        YURDANUR, ÇAĞAN'IN BAŞARISIDIR

        Aynı karakteri oynadınız ama 2000'lerdeki Yurdanur'un kişiliği acılarla beslenmiş, o arada eşini kaybetmiş, hayatta birçok deneyim kazanmış... Yine de aynı Yurdanur vardı karşımızda, bunu ikili olarak çok güzel anlattınız.

        Bu da tabii Çağan'ın başarısıdır ve hikayenin başarısıdır. Biz oyuncular olarak çok güzel ve mükemmel hazırlanmış bir sofranın yemeklerinin tadı tuzuyuz. Çünkü sofra çok güzeldir, mükemmel hazırlanmıştır, yemekler gelir ne tadı var ne tuzu... Anlamı kalmaz o zaman. İşte biz tadı tuzuyuz onun, eğer bir şeyler katabiliyorsak, duyguları yansıtabiliyorsak o zaman her şey mükemmel oluyor.

        Çok güzel bir ifade oldu. En son sizi Parmaklıklar Ardında'da gördük. Diziden erken ayrıldınız ama...

        26. bölümde ayrıldım. Ben Parmaklıklar Ardında'yı çok sevdim, isteyerek oynadım, içinde olmak istedim çünkü Türkiye'dekik kadınlar hapishanesi ilk defa izlenen, çok büyük bir sorumluluktu. Sosyal bir sorunumuz zaten bizim, onun işleneceğini düşündüm. Feride Çiçekoğlu yazıyordu senaryosunu da. Fakat Sinop'ta havaalanı yoktu. Bir de oteller falan yok buradaki gibi. Biz pansiyon gibi, tamamen bizim için tutulmuş bir yerde kaldık. Her katta bizden insanlar kalıyor. Biz de hanımlar, -aramızda çok az erkek vardı, onlar da başka yerde kalıyordu- kızlar olarak kalıyorduk. Her kapıdan pijamalı biri çıkıyor, çok eğleniyorduk. Ama tek bir salon vardı ve o da duman altı oluyordu. Dolayısıyla odama kapanıyordum. Hepimiz odalarımızı yeniledik, yataklar, koltuk takımları, duvara monte televizyonlar aldık. Ufaktı bir de odalar, banyo takımları bildiğiniz gibi değil. Çok güzeldi fakat 3 saat Samsun'a git, oradan uçağa bin, dönüşte yine 3 saat gel, mahvolduk. Bir de hikaye hep aynı mekanda geçiyor, başka yere gitme vaktin yok. 3-4 gün vaktin olsa gidersin. Ben ayrıldıktan sonra Mamak çok güzel çıktı, o da 100 bölüm devam etti.

        Sizden sonra Fikret Kuşkan da girdi diziye. Onunla bir de Çemberimde Gül Oya'nın son bölümünde bir sahneniz olmuştu.

        Fikret Kuşkan'la denk gelemedik evet. Onu da çok severim oyuncu olarak. O son sahnede Nejat İşler, Başak Köklükaya ve onunla oynadık. Bakışmamız birbirimize çok güzeldi. İnşallah bir daha oynarız dedik ama olmadı. Daha sonra olan projelerinde ben yoktum.

        TÜRKİYE'DE VURDU KIRDILAR ÇOK İŞ YAPIYOR

        Bir dizinin başarılı olması için kriterler nelerdir sizce?

        Mekan çok iyi olmalı ama birinci kriter hikaye. Muhakkak hikayenin çok can alıcı, çok çalışılmış, çok kişiye sorulmuş, çok iyi gözlemciler tarafından yazılmış olması lazım. Dizi olunca böyle oluyor. Çünkü dizi izleyen kesimimiz evde oturmayı seven, ayağını uzatıp çayını kahvesini içerken seyredecektir. Dolayısıyla onu hem acıtacak, hem güldürecek, hem biraz düşündürecek bir hikaye olması lazım. Zorlama değil, ne zorlama bir komedi ne zorlama bir dram tutar. Olduğu gibi anlatacak. İnsan yaşarken 'ben bunun içinde yaşıyorum, doğru, bu benim de başıma gelebilir, yahut bize de böyle olmuştu bak ne gülmüştük' diyeceği şekilde hikayeler olması gerekiyor.

        Bir de Türkiye'de entrikalar, vurdu kırdılar çok büyük iş yapıyor. Belki Türk milleti olarak, harp görmeyen son nesil, çok genç ve belli kesimler tarafından doldurulmuş özentiler tarafından doldurulmuş bir gençlik var. O onu vurmuş, o onu kesmiş, 88 kişiyi öldürmüş diye bunları seven bir gençlik var. Eskiden kötü karakter oynayamazdık biz, kötü karakter tutmazdı. Şimdi kötü karakterler prim yapıyor. Çünkü insanın içinde varolan bazı duygular var. Bu duygular insana 'oh iyi yapıyor' dedirtiyor. Kendi yapamadıklarını, yapmak istediklerini orada seyrediyor. Artık insanların tek eğlencesi televizyon oldu.

        Sinema var ama kim gidiyor ki? Türk sineması çok iyi, çok güzel filmler yapılıyor. Parselli bir mekan, herkes kendi eşini dostunu topluyor. Nasıl ucuza çıkartabilirim derdinin peşinde. Biz de bu piyasanın içerisinde daha iyisi nasıl olur, bazı güzelliklerin içinde var olabilecek miyiz düşüncesiyle yaşıyoruz.

        Peki siz hangisini tercih edersiniz? Sinema mı dizi mi?

        Türkiye'de yeni bir şey var. Ben tabii ki sinemayı çok isterim. Sinemayı, film yapmayı, doğru hikayeler gelirse çok seviyorum. Ama dizi yapmadığınız zaman sizi unutuyor insanlar. Ne yaparsanız yapın, iyi kötü, 'ay bu da seyredilir mi' dediğin dizi için, biri bana diyor ki 'siz bunun içinde niye yoktunuz, oradaki rolü ne iyi oynardınız'. Ben bunlarla karşılaşıyorum.

        İyisi de olsa kötüsü de olsa reklam aracı diyorsunuz.

        Evet.

        ALİ KAPTAN GİBİ BABALAR VAR

        Şuan en beğendiğiniz dizi hangisi?

        Öyle Bir Geçer Zaman ki. Çok hayatın içinden. Tabi ben bir de Erkan Petekkaya'yı çok beğeniyorum, seviyorum. Bu kadar kötü rolü oynadıktan sonra artık 'Ali'ye kızıyorum' demeye başladı çocuk. Ama böyle babalar var, bunlar hayatın içinden olan hikayeler. Beni bağlıyor. Bir de oynayan kişileri sevmiş olmak çok önemli. İkinci sırada da mesela Aşk ve Ceza var çünkü Nurgül'ü çok seviyorum. Fırsat buldukça seyrediyorum bu dizileri.

        Genç oyunculardan en beğendiğiniz kim?

        Melisa Sözen'i çok seviyorum, çok başarılı bir çocuk. Engin Akyürek, Beren Saat'i çok seviyorum. Tabii ki Erkan'ı çok seviyorum. Türk sinemasından Fikret Hakan'ın havasında. Bülent İnal'ı da Ayhan Işık'a benzetiyorum. Havası, tavrıyla Türk sinemasının Ayhan Işık'ı. Halit Ergenç'i çok seviyorum, onunla da Böyle mi Olacaktı da oynadık beraber. Mehmet Ali Nuroğlu'nun oyununu beğeniyorum, çok farklı, Özge de öyle. Benim birlikte oynadığım gençler hakikaten çok başarılı. Son filmimden Damla, Gökhan... Jönün kralı Gökhan bence. Hem fiziği güzel hem oyunu. Türk sinemasındaki jönlerden birisi de odur. Nurgül'ü tabii çok seviyorum. Biz onunla çalıştığımız zaman o kadar gençti ki, çocuk sayılır. Bir de Tuba Büyüküstün var, çok çok güzel ve çok başarılı bir kız.

        ÖZCAN'IN DESTEĞE İHTİYACI VAR

        Özcan Deniz'le de birlikte oynamıştınız, onunla ilgili ne düşünüyorsunuz?

        Özcan'ın farklı bir havası var. İyi bir yönetmenin elinde çok güzel oluyor ama o hep kendisi bir şeyler çalışıyor. 'Ben yaparım'a getiriyor. Özcan'ı oğlum kadar seviyorum gerçek anlamda. Ama öyle sevmek, oyunculuğuyla ilgili gerçekleri ortaya koymamak demek değil. Kötü oyuncu demiyorum asla! Ama çok daha iyi olabilir. Olması için de biraz destek alması lazım, o desteği almak istemiyor. Ben yapıyorum en iyisini diye düşünüyor tahmin ediyorum. Hiç bu konuları konuşmadık kendisiyle ama pek bu konuda detsek almaktan hoşlanan biri değil herhalde.

        Dizilerin uzunluğuyla ilgil tartışmalar dönüyor son dönemde ve artık oyuncusundan set ekibine herkes ciddi şekilde ayaklanmış durumda.

        Ben de aynı şekilde düşünüyorum. O gün eyleme katılamadım ama Facebook'ta görmüştüm, desteklediğimi ifade ettim ama gidemedim. Çok haklılar, dünyanın hiçbir yerinde, adeta bir film uzunluğunda dizi yok. 30 dakikayı bile bulmuyor diziler. Dizi budur ama... Türk filmleriyle dalga geçiyorlardı bir haftada film çekilmiş diye. Bir haftada film çekiyoruz işte biz.

        Hiç tasvip etmiyorum. Bu iş ticari bir iştir. Herkes bir şeyler kazanıyor, kazanacak tabii ki, ona da eyvallah. Ama bunu tam bir ticari araç şekline sokmak çok yanlış. Bizler evimize geliyoruz dinleniyoruz, 1-2 gün işimiz olmuyor icabında. Ama setteki insanlara çok yazık. Onlar zaten emeklerinin karşılığını tam olarak alamayan emekçi insanlar. Gerçek emekçiler onlar. Üstelik o yorgunluğun üstüne her gün her gün sabahın köründen gece yarılarına kadar çalışan, ertesi gün yine setlere gelip koşturan insalar. Günah! İnsan faktörünü bu kadar kulak ardı edemeyiz. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Dış ülkelerden gelip çalışıyor insanlar da, orada 8 saat çalışıp bitiriyor. Daha fazlası olmamalı.

        İNSANLARIN TEK EĞLENCESİ DİZİLER, BU YÜZDEN UZATIYORLAR

        Türkiye'de diziler çok ciddiye alınıyor. Üzerine tartışmalar dönüyor, günlerce televiyon programlarına konu oluyor. Sizce neden böyle bir eğilim var Türkiye'de?

        İşte tek eğlenceleri o çünkü. Onu uzatmaya çalışıyorlar. Türkiye'de insanın çalışma gününde çalışmasını, tatil gününde eğlenmesini çok iyi bildiklerini zanmıyorum. Dünyada sabah saatlerinde yola çıkıp, akşam en geç 5'te olay bitiyor. 6'da evindesin, her şeyin tamamdır. Erken yemek yer, erken uyur, ertesi sabah erken kalkar. Ama cuma gecesinden itibaren pazar gecesine kadar onundur. Eğlenir, ailesiyle gezer, tatilini yapar, en güzeli odur. Türkiye'ye ben aşığım ama, türkiye dışında çok özendiğim yegane işlerden biri de insanların her sene bir hafta yaz bir hafta kış, üçer haftalık tatillerini katiyyen ihmal etmezler. Hep şarj olmuş insanlar, deşarj olmak zorundalar. Başka türlü yürümez işler Ececiğim. Ama Türkiye'de hayat şartları buna uygun değil.

        Türkiye'de dizilerin bu kadar önemsenmesinin nedeni budur. Tabii ki önemli, çok ciddi emek harcanıyor, çalışılıyor, önemsenmesi çok güzel ama bu kadar uzatılmasının sebebi budur.

        ATALARIMIZI SEKS HAYATLARIYLA DEĞERLENDİRMİYORUZ

        Son zamanlarda, Muhteşem Yüzyıl dizisiyle birlikte başlayan bir tartışma konusu var. Padişahın özel hayatına fazla girildiği söyleniyor. Yatak odasının gösterilmesi uygun mudur, manevi değelerimize aykırı mıdır diye tartışmalar sürüyor. Sizin oynadığınız Mahpeyker Kösem Sultan'da da aynı tartışmalar olmuştu.

        Evet olmuştu ve bizim bütün reklamlarımız kesildi, film erken kalktı. Bir buçuk ayda ayrıldı film. Çok yanlış bu düşünceler. Bir defa bizim tarihimizi veya Müslümanlığımızı veya atalarımız ıbiz seks hayatlarıyla değerlendirmiyoruz. Onlar da insandı. Başlarından geçenleri, yaşamlarını anlatmaya çalışıyoruz. Bunları tarih yazıyor zaten. Görsel hale getirmek başka bir şey. O zaman Türkiye'de birçok yasağın yanı sıra desinler ki 'Biz Osmanlı'nın sadece belgeselini yaparız, başka bir şeyini yapmayız.'

        PADİŞAHLARI ÇIPLAK GÖRMEK TERBİYESİZLİK Mİ?

        Bir padişahın haremi varsa, şehzadeleri leyleklerle getirmiyorlar. Tabi ki seks hayatı da olacak. Üstelik bilindiği kadarıyla hepsi de düşkünler bu işe çünkü öyle eğitilmiş, öyle yapması da gerekiyor zaten birden fazla şehzade olması için. Onların bu hayatı var, biz onları çıplak gördük diye saygısızlık mı yapmış oluyoruz Türkiye'de? Hayır, sadece keyifle seyrediyoruz. Ben hiçbir zaman özellikle bir dizi için böyle bir şey görmedim. Bu kadar erken konuşmalar çok yanlış. Tabii ki neyin ne olduğu anlatılacak. Aleksandra diye bir cariye varmış, nereden nerelere gelmiş. Nasıl gelmiş? Kadınlığını mı kullanmış, ne yapmış da padişahın karısı olmuş? Ben çok yanlış buluyorum

        Dizi buna pek prim vermedi. Sevişme sahnesi çekilmişti, koydu o sahneyi. Filminizle ilgili böyle bir geri çekilme oldu.

        Bizim elimizde olan bir şey değildi. Ben tabii çok iyi bilmiyorum ama, Kültür Başkenti AŞ 2010'un desteklediği bir film olduğu için, o galiba desteğini çekti.

        Yapılacak bir şey kalmadı o zaman tabii... Bir de RTÜK uyarı cezası verdi diziye. Birçok insanı korkuttu, toplumun tepkisinin dışında, devletin bir kurumunun böyle bir ceza vermiş olması... Sizce bu doğru bir karar mıydı?

        Bana göre, benim fikrim kaile alınıyorsa, son derece yanlış bir şey. Yıllarca sansürle ilgili çok ciddi çalışmalar oldu. Bizden önceki büyüklerimiz, sinemadan sansürü kaldırabilmek adına çok büyük işler yaptı, uğraşlar verdi. Ne olacak şimdi, tekrardan yasaklar mı gelecek? Herkes için hikayeler anlatılıyor, Osmanlı'nın başındaki padişah da olsa, Atatürk de olsa, hepsi insandı. İnsani yönleri anlatıldı. İnsani yönü insanın uyuması, korkması, ağlaması, yemek yemesi kadar doğaldır. İnsanı anlatıyoruz biz, bilinmeyen bir efsane, bir tabu değil ki. Bana göre çok yanlış. Bence bir kez daha düşünmeleri lazım.

        OKUMA ÖZÜRLÜ MİLLETE TARİH DERSİ!

        Sansüre doğru bir gidiş mi var diyorsunuz?

        RTÜK kalkıp böyle uyarılar yapıyorsa, öteki vay efendim haremde çıplak kadın gördük diye çıkıyorsa, tabii ki... Herkes çıplakmış haremde zaten, yoksa niye haremağalarını hadım etsinler? Bana çok ters geliyor bunlar açıkçası.

        Mahpeyker bana teklif edildiği zaman ben havalara uçtum. Bu kadar onurlu ve şerefli bir iş. Biz şurada yanlış yaptık: Mahpeyker 1 - Mahpeyker 2 yapmalıydık. İki sinema filmi olmalıydı. Bir şeyleri anlatamıyorsunuz. Koskoca bir 10 seneyi, Osmanlı'yı, Mahpeyker'i anlatamazsınız. Çünkü Mahpeyker çok önemli Osmanlı için. 16. yüzyılda Mahpeyker olmasa Osmanlı hayatı neredeyse son buluyor. 11 yıl o başa geçmiş, ta ki 4. Murad başa geçecek yaşa gelinceye kadar.

        Biz o kısmı göremedik ama filmde.

        İşte göremedik. Anlatmak istediğim o, çünkü sığmıyor. Kadının yaptığı yardımlar da sığmıyor. Hapiste olanların borçlarını ödüyor, onları çıkarıyor. Bunu da bir diyalogla anlatıyor ama tabii kimse anlamıyor. Tarihimizi bilmek gerekiyor.

        Aslında bence kimsenin kalkıp da bu tarz şeyler için laf etmemesi lazım. Ne güzel ki Osmanlı tarihimizi tekrardan insanlara anlatıyor bu işler. Bugün gidin bir kitapçı dükkanına, bütün gün gelip gidenler kaç tane tarih kitabı alıyor. 1000 kişiden 1 kişi alır belki, o da roman olur. Vardır ya Kösemleri Hürremler, Safiyeler, harem hayatı, bunu alırlar. Hiçkimse Osmanlı tarihini 'ver de şurada okuyayım' diye almaz, okumaz. Zaten okuma özürlü bir milletiz, hele tarihimizle hiç ilgilenmeyiz. Kimse tarih dersini sevmez. Dolayısıyla oturup kalkıp şükretsin insanlar ki size tarihi anlatıyoruz. Kanuni'yi sadece Muhteşem Süleyman olarak bilirler, ama kanuni kimdir, kimin oğludur, kimin babasıdır, ne yapmıştır... Osmanlı'yı, haremi açın bakın, ölümler dehşettir! Bu gerçekleri anlatamayacak mıyız? O zaman ne hükmü var ki yapılan işin. Belgesel bile yapsanız bunları anlatacaksınız.

        KİMSE YATAĞA GİRMİYOR MU ACABA?

        Bir yandan tarihe ilgi olmadığı söyleniyor, bir yandan da tarihi şahsiyetlerimizin değerlerine zarar geldi diye büyük tepki veriliyor. Bu da ironik bir durum galiba.

        Neye değer veriyorlar? Çıkalım şurada herkese soralım. Kim kalkıp diyecek ki, Süleyman benim için değersizdir bundan sonra. Niye? Çünkü çıplak kadınla yatağa girdi. Veya 1. Ahmed kadınıyla yatağa girdi, bizim için artık çok değersiz. Kimse yatağa girmiyor mu acaba ben çok merak ediyorum. Bunu konuşmak bile çok yanlış, şu konuştuğumuz şeye bakın Türkiye'de. Ben inanamıyorum. Ben de oturup seyrediyorum diziyi.

        Beğeniyor musunuz?

        Beğeniyorum elbette. Gayet güzel çekilmiş.

        Yayınlandığı günden beri rating listesinin en üst sırasında, birçok insan beğeniyor demek ki...

        Bu tip tarihi şeyler çekilirken tabii ki hatalar olabilir. Birçok hata var. Gerek yapımcımız gerek oyuncular olarak hep bunu söyledik. Biz bir ilki yaptık. Bu ilktir tabii ki eksiklikle hatalar olacaktır. Mühim olan bizden sonra yapaca olanların daha bilinçli olması. Biz bir kapı açtık hadi buyurun dedik. Ama ne yazık ki, o kapıyı açınca başımıza gelenlere bakın.

        Bir de Nakşıdil Sultan yapılıyor. Ben mesela Manisa mesiri zamanında Ayşe Hafza sultan'ı oynadım, yani Kanuni'nin annesi. O çünkü çok hastalanıp Manisa'ya gidiyor. Bunun üzerine Merkez efendi, 41 türlü baharatı karıştırarak bir macun yapıyor. Ve iyi geliyor kadına, iyileşiyor. O da diyor ki 'bana iyi geldi ve iyileştim, o zaman herkes bundan yemeli' ve mesir hikayesi çıkıyor ortaya. Yapıp dağıtıyor insanlara.

        Daha önce de Vakıf haftasında bir canlandırmam vardı, Mihrişah Valide sultan diye. Ben zaten sultanlara böyle dadanınca, dedim ki bana bir Sultan filmi gelse de oynasam. İyi zamanda söylemişim, Mahpeyker geldi. Ben o proje içinde varolduğum için kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın çok mutluyum. Her şeyden önce Avni Özgürel, Ayfer Özgürel'le birlikte çalıştığım için çok mutluyum. Bugün şimdiye kadar biz Essen'de dünya promiyerini yaptık, 800 kişi vardı biliyor musunuz? Frankfurt'ta, Strasbourg'da da gösterim yaptık. Nürnberg, Paris ve Hong Kong istiyor ardından da. Dış ülkeler gerekli ilgiyi gösteriyor. Ne yapalım Türkiye'de böyle oldu...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ