Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Karanlık bir peri masalı: Mahluk Da Orrman'a Ait

        Sürprizli romanların konularını anlatmayı sevmiyorum, o yüzden atlaya atlaya geçeceğim... Babaları tarafından ormana terk edilen iki küçük kız kardeş önce yavaş yavaş yediklerinden, sonra da artık hayattan tat almamaya başlar. Aç oldukları şey başkadır: İnsan ruhunun özlemini çekiyorlardır. İnsanları korkutarak öldürüp onların korkularının kokusuyla beslenir, sonunda da birer ruh yiyiciye dönüşürler. Korku ve şüphe dolu her ruh onlar için ziyafettir. Ve sadece kötülüğü bilmeyen, kimseye kötülük etmemiş çocuklara dokunmazlar. HT Cumartesi'de Gülenay Börekçi, köşesinde "Mahluk da Orrman'a Ait" kitabını inceledi.

        Bir de bilinmeyene duydukları korku yüzünden kasabaların etrafına duvarlar örerek kendilerini hapseden ve tabiatla aralarındaki bağı koparan insanlar arasında yaşayan küçük Alys vardır. Ruh yiyicilerin ara sıra dokunduğu, konuştuğu ama zarar vermediği, daha da tuhafı herkesin hayaliyle bile ürperdiği Mahluk’u görüp ondan korkmayan, kaçmayan tek kişi. Kötü gibi, ama aynı zamanda değil sanki. Peki ama neden?

        REKLAM

        Peternelle van Arsdale’in yakında yapımcılığını Ridley Scott’ın üstlendiği Amazon Studios etiketli bir filme dönüşecek romanı “The Beast is Animal” (eski bir çocuk tekerlemesinden geliyor) insanın akıl almaz kötülük kabiliyetini ve doğasının tuhaf işleyişini anlatan modern bir peri masalı. Yer yer Amerika’nın karanlık çağlarına gönderme yapıyor ve 1600’lerde yüz binlerce kişinin öldürülmesiyle sonlanan o ürkütücü cadı avını hatırlatıyor. Ben çok sevdim. Tek sevmediğim yanı açıkçası Türkçe adı oldu. Neden “Mahluk da Orrman’a Ait” gibi sevimsiz bir isimle çıkmayı tercih ettiklerini açıkçası merak ettim. (“The beast” kelimesinin İngilizce’deki çağrışımlarını “mahluk” kelimesine indirgemek zaten hatalı.)

        Bu arada bir ek bilgi: Peternelle’in esas işi editörlük. Yıllarca başkalarının kusurlu yazılarını, hikâyelerini ve berbat cümlelerini düzelttikten, kötü romanları adam ettikten sonra, daha az stresli bir alana kaymaya ve kendi romanlarını yazmaya karar vermiş. Sonuç: Büyük başarı! Ve bana sorarsanız, örnek almaya değer bir seçim. İzin verirseniz şimdi Peternelle’in neden romanlarında peri masallarından ilham aldığını anlattığı bir yazısını alıyorum aşağıya, biraz kısaltarak:

        ‘HAFİF VE AYDINLIK PERİ MASALI YOKTUR’

        Ne tür romanlar yazdığımı sorduklarında, “Masal yazıyorum” diyorum, “Karanlık peri masalları.” Burada “karanlık” kelimesi aslında tamamen gereksiz, çünkü peri masalları hafif ve aydınlık olmazlar. Hele Grimm Kardeşler’in Almanya’yı kasaba kasaba gezerek derlediği peri masalları... Kuşkusuz eğlenceliler. Ara ara öğretici oldukları da söylenebilir. Ama hafif? Aydınlık? Romantik? Asla! Grimlerim bütün masalları ağır bir keder yükü taşır. Peri masallarında kız çocuklar ve kadınlar hep ilk vazgeçilenler, ilk terk edilenlerdir. “Güzel ve Çirkin”i düşünün; Güzel, babası tarafından Çirkin’e verilmez mi? Adam düpedüz kendi canını kurtarmak için kızını bir canavarla yaşamaya gönderir. Tamam, masal mutlu biter ama babanın yaptığı o korkunç şeyi hangi mutluluk unutturabilir? Mutluluğun masallarda bir bedeli vardır: Karakterlerin ya olağanüstü güzel ya da sınırsız iyi kalpli olmaları gerekir. Yahut da ustalıkla kandırabilmeleri... Yoksa beladan kurtulamazlar.

        REKLAM

        Beni en çok ilgilendiren tam da işte bu kandırabilenler, yani hilekârlar. Klasik peri masalları hep böyle gri alanlarla, ahlaki belirsizlik bölgeleriyle doludur. Ve dikkatli bakıldığında bu masallarda zafer genellikle iyiliğin değil, ihanetin olur. “Hansel ve Gretel”e bakalım; anneyle baba çocuklarını açlıktan ölsünler diye ormana gönderirler.

        Sonrası malum: Çocuklar kötü kalpli cadının evine sığınır, daha sonra da onu öldürürler. Kimseyi yargılamıyorum, hayatta kalmaları gerekiyordu ama sonuç olarak öl-dü-re-bil-di-ler. Ardından cadının hazinesini alarak kendilerini ormanda ölüme terk eden ailelerine döndüler. Görüyor musunuz, peri masallarındaki dünya hiç de o kadar aydınlık sayılmaz. Dahası, terk edilmek, ölüm, açlık ve cadılarla dolu bu dünya bize korktuğumuzda ne kötü şeyler yapabildiğimizi gösteriyor.

        Kendi peri masalımı yazmaya koyulduğumda, okurumu da yanıma alarak o gri alanda dolaş- mak istedim. Kahramanım, Alys adlı bir küçük kız. İçinde büyük bir suçluluk duygusu taşıyor. Kendini iyiler arasında saymı- yor hatta kötü de olabileceğini düşünüyor. ‘Canavarlar hep baş- kalarıdır’ diyenlerden değil, en korktuğu kişi kendisi.

        REKLAM

        Şimdilerde yeni bir karanlık peri masalı yazıyorum ve gene ahlaki belirsizlikler arasında dolaşıyorum. Yeni kahramanım da hayatta kalabilmek için kendi içine, oradaki iyiye ve kötüye bakmak zorunda. Kendi haklılığından, doğruluğundan o da hiç emin değil ama yine de doğru olanı yapmaya çalışıyor, bu ne denli zor gelirse gelsin... Ve yine bazıları karşısına geçip ona canavar diyor... Kahramanıma “Seni canavarlıkla suçlayanlar arasında kendi haklılığından en fazla emin olanlar, aslında en korkutucu canavarlardır” demek isterdim. Ama kim bilir, bunu zaten biliyordur.

         “SENİ CANAVARLIKLA SUÇLAYANLAR ARASINDA KENDİ HAKLILIĞINDAN EN FAZLA EMİN OLANLAR, ASLINDA EN KORKUTUCU CANAVARLARDIR...”
        “SENİ CANAVARLIKLA SUÇLAYANLAR ARASINDA KENDİ HAKLILIĞINDAN EN FAZLA EMİN OLANLAR, ASLINDA EN KORKUTUCU CANAVARLARDIR...”

        Clinton’ın yazdığı roman ön siparişte

        Bill Clinton’ın James Patterson’la ortaklaşa kaleme aldığı roman Amazon’da sipariş almaya başladı. Ayrıca televizyon dizisi haline getirileceği de açıklandı. Demek ki işler oralarda hızlı yürüyor. Gerçi Clinton kadar önemli bir siyasetçi söz konusu olduğu zaman, onun iyi yazar olup olmamasının pek de bir önemi yok, önemli olan romanının ne düzeyde “içeriden bilgi” içerdiği...

        Eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın, “dünyanın en çok kazanan yazarı” unvanlı James Patterson’dan yardım alarak yazdığı ilk romanı “The President is Missing”in birkaç ay içinde çıkacağını öğrenince, bu siyaset işlerinden anlayan bir arkadaşıma söyledim. Clinton’ın başkanlığı sırasında yaşananları hatırlatarak “Ben merakla beklerim o romanı” dedi. (Hayır, Monica Levinsky skandalı yüzünden değil, bu aslına bakılırsa Clinton’la ilgili hadiseler arasında en önemsiz olan. Gerçi işlevsel olmadığı da söylenemez, dünyanın oraya odaklanmasını sağladığı ve geri kalan birçok şeyi unutturduğu için. Baksanıza hâlâ konuşuluyor.) Her neyse, okumadığımız kitabı daha uzun konuşmaya lüzum yok. Selahattin Demirtaş’ın öykü kitabı “Seher” de tam bu döneme denk gelince bu haftanın ikinci konusu ister istemez belirlenmiş oldu: Siyasetçilerin edebiyat teşebbüsleri. Bakalım neler varmış...

        REKLAM

        CHURCHILL’E NOBEL

        Winston Churchill’in Nobel Edebiyat Ödülü aldığını biliyordum ama “Savrola” adlı bir romanı olduğundan habersizdim. (Zaten anladığım kadarıyla Nobel’inin sebebi de gençlik yıllarında yazdığı bu roman değil.) Altbaşlığı “Laurania’daki İhtilalin Masalı” olan 1897 tarihli “Savrola” ilkin McMillan Dergisi’nde sessizce tefrika edilmiş, iki yıl sonra da kitap olarak basılmış ama eleştirmenlerden ve okurdan pek ilgi görmeyince yayıncısı tarafından raflarda unutulmaya terk edilmiş. Dilerseniz online arşivlerde bulabilirsiniz ama tavsiye etmem, çünkü çok sıkıcı. Nobel Barış Ödülü sahibi Jimmy Carter’ın da bir romanı var: “Başbelası” diye çevirebileceğim “The Hornet’s Nest”, Amerikan İç Savaşı’nda geçen bir hikâyeyi anlatıyor.

        SADDAM’DAN AŞK ROMANI

        REKLAM

        Benito Mussolini’nin “Kardinal’in Metresi” adlı heyecan fırtınası da ilk akla gelenlerden. Fakat denen o ki hikâye berbatmış, kurgu dökülüyormuş, heyecan meyecan hep laftaymış ve kitap Churchill’in romanından bile daha sıkıcıymış. Eski Irak Lideri Saddam Hüseyin de roman hem de aşk romanı yazan siyasetçilerden. Kocasından eziyet gören sıradan bir kadının iyi kalpli, bilge bir kral tarafından kurtarılmasını anlatan “Zabibah ile Kral” bunların en ünlüsüymüş. Bu alegorik aşk hikâyesinde kadın Irak halkını, koca Amerika’yı, kralsa elbette bizzat “yazarı” temsil ediyormuş. Komedyen Sacha Baron Cohen’in “Diktatör” adlı filmi de bu romanın epey serbest bir sinema uyarlamasıymış. Eski Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin “Yeşil Kitap”ına gelince; siyasal parti kavramının olmadığı ve halkın kendi kendini idare ettiği ütopik bir ülkede geçiyor. Yazarın, önsözü John F. Kennedy’nin kurmaylarından Pierre Salinger tarafından yazılmış “Cehenneme Kaçış” diye bir de öykü kitabı var.

        HAFTANINÖNERİSİ

        İki klasikleşmiş fantastik edebiyat eseri. Okumayanlar bu kez kaçırmasın.

        Otostopçunun Galaksi Rehberi Douglas Adams Alfa Yayıncılık

        Parfümün Dansı Tom Robbins Ayrıntı Yayınları

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ