Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik "Sözleşmeli er modeli, toplumdaki şiddet olaylarını arttırır"

        ECE GÖKSEDEF / HABERTURK.COM

        egoksedef@haberturk.com

        Yıllardır üzerinde durulan, fakat son zamanlarda önemi daha da çok vurgulanan kadın sorununu, 'erkeklik sorunu' olarak da görmek mümkün. Bu konuyu konuşmak için, kadın-erkek eşitsizliğini araştırırken farklı bir yöntem deneyen Prof Serpil Sancar'ın kapısını çaldık...

        Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Prof. Serpil Sancar, 2000 yılından beri Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin müdürlüğünü yapıyor.

        Prof. Sancar, kadın sorununu çalışırken, diğer akademisyenlerden farklı olarak 'erkekliği' inceliyor. Bu konuyla ilgili olarak 2009 yılında çıkardığı 'Erkeklik: İmkansız İktidar' adlı bir de kitabı var.

        Sancar, erkekliği, eril şiddetle militarizmin, modern endüstri toplumunun, pornografinin ve futbol fanatizminin nasıl ilişkilendirildiğini HABERTURK.COM için değerlendirdi...

        Başarısız erkeklik, erkeklik krizi gibi tanımlarınız var. Bunlarla neyi kast ediyorsunuz?

        Toplumun birçok alanında ortaya çıkan şiddetle erkekler arasında bir bağlantı var. Bu eril şiddet de aile içi şiddeti çoğaltan, kışkırtan ve normalleştiren ortamı oluşturuyor. Başarısız erkeklerin yaşadığı erkeklik kaybı gibi durumlarda erkekler şiddete başvurabiliyor ve normal karşılanıyor. İşi ve parası olmayan, gelecek garantisi olmayan bir erkek, kendisine bağlanıp evlenecek bir kadın bulmakta sorun yaşıyor, bu da erkeklik krizi yaratıyor.

        Genç, az eğitimli, işsiz, olağan kültürel bağlamlarından kopup göçmüş erkekler, kendilerini ciddi tehdit altında hissediyorlar. İş güç, gelecek yok, piyasada gerilim var, çoğu zaman ırkçılık onlar için tutunulacak bir şey olabiliyor. Çoğu zaman ancak yasadışı ve riskli işler yaparak para kazanabiliyorlar. Tehlikeli, güvencesiz işlere mecbur kalıyorlar, tetikçilerin, fedailerin sayısı artıyor.

        PARA VE CİNSEL İKTİDAR BİRBİRİYLE BAĞLANTILI”

        Evlilik veya kadın-erkek ilişkisi erkeğin kazandığı paranın üzerine kurulmuş olunca ve erkek para kazanıp kadında evi yönetemeyince kriz oluyor ve bu erkeklik krizinin telafisi yok. Tek çözümü erkeklik değerlerinin değişmesi. Bu da hiç kolay bir şey değil.

        Üst tabakaya gelince, paranın sınırı yok. Erkeklik krizleri değişiyor. Cinsel performans çok önemli. Para ve cinsel iktidar birbiriyle bağlantılı, bunlar birbirini getiriyor.

        Pornografinin de erkeklerin şiddet uygulama isteklerini dürttüğünü söyleyebilir miyiz?

        Erkekleri şiddete iten şeyler kişisel değil. Örneğin pornografi şiddetle iç içe geçmiş. Başka bir yerden kültürel olarak beslenme olanağı yoksa erkeklerin pornodan çıkardığı sonuç şu oluyor: “Kadınlar şiddetle yola gelir, bazen ihtiyaç var şiddet kullanmaya”. Erkekte sahte, yanlış bir kadın cinselliği tanımı ortaya çıkıyor. Bunu gerçeklikte göremeyince istediğini elde etmek için şiddete başvuruyor. Bunun kuralının şiddet olduğunu sanıyor. Yani şiddet içeren pornografi erkekleri kontrolsüz şiddete iten, onun normal bir şey olduğunu düşündüren bir şey.

        CİNSEL ZEVK, ÜSTÜN OLMA HAZZINDAN GELİYOR”

        Aslında pornografide, eşit ve doğal ilişkiler gösterildiği sürece sorun yok. Maalesef %90 ı gerçeklikte sorun yaratacak biçimde kadın üzerinde tahakküm kurma, şiddet kullanarak ‘kadını mutlu etme’, yanılgısını üretiyor. Pornografi erkeklere 'sen üstünsün' hazzından cinsel zevk üretmeyi öğretebiliyor zaman zaman.

        'Güçlü erkek' imajı nasıl inşa ediliyor?

        Esas şiddet toplumun güvenlik gereksinimden geliyor, bu sorumluluk erkeklere verilmiş durumda, çünkü erkekçe bir iş olduğu söyleniyor. Modern toplumlarda sistem zorunlu askerliğe dayalı. Askerlik eğitimi aslında saldırgan erkeklik eğitimine ile şekilleniyor. Güçlü olma, sorumluluk ve risk alma ve kendi bedenini silah gibi kullanma eğitimi askerlik eğitimi. Bu dolayımda erkek bedeni yeniden kuruluyor: Erkek bedeni de silah gibi bozulmaz, yorulmaz, üşümez, ölümü göze alır, gerekirse öldürür hale geliyor. Bu şekilde tanımlanan “Süper erkeklik” kadınsı olarak kabul edilen her şeyi, yumuşaklık, kırılganlık, duygusallığı içinde öldürmeyi emrediyor. İtaat et, sorgulama; ölmeyi, öldürmeyi öğren, öldür. Eril şiddeti meşrulaştıran kültür toplumsal düzen için şiddet kullanımının kaçınılmaz olduğunu söyler. Bu tabi ki gündelik hayata da yansıyor, eğer şiddet kullanılabiliyorsa, bazı sorunları çözmek için elverişli bir araca sahipsiniz.

        Örneğin çocuğun eğitiminde dayak faydalı olabilir... Her erkeğe en genç yaşlarında bunlar öğretiliyor, çatışmaya ve gerektiğinde şiddet kullanmaya hazır hale getiriliyor ve topluma bırakılıyor.

        SÖZLEŞMELİ ER MODELİ, TOPLUMDAKİ ŞİDDET OLAYLARINI ARTIRIR”

        Yeni gündeme getirilen “sözleşmeli er” modeli ise bunun da ötesinde extra-süper erkeliği doğuracak. Çünkü bazıları mızıklıyor, orta sınıf ve üst sınıf erkeler bu askerlik değerleri ve pratiklerinden kaçıyor. Askere gitmemek için uğraşıyor, hem gittiğinde kendini sisteme entegre olmaya bırakmıyor. Artık dünyanın birçok yerinde askerlik alt sınıf erkekler için bir iş alanı haline geldi. Bunun paralısı ise 'süper erkekleri daha da süper erkek' yapalım’ a döndü. Ekstra olanaklar sunacaklar, sonra bunları 29 yaşında topluma salacaklar. Savaşçı eğitim almış erkekler bu şiddeti mesleki alana hapsetmeyi başaramayıp sivil hayatlarında da zaman zaman kullanacaklar; her şeyin silahla ve şiddetle çözüleceğine olan inancı pekiştiren örnekler artacak.

        Peki 'sözleşmeli er modeli' toplumda bir ayrışma yaratır mı?

        Elbette. Süper savaşçı askerlik az eğitimli, gerekli kültürel sermeyesi olmayan daha çok alt sınıf erkekler için çıkış yolları oluşturuyor. Fakat orta ve üst sınıflara mensup erkeler piyasa gücüne, paraya ve güzel kadınlara dayalı bir hayatın huzur ve refahını istiyor; bu anlamda bir erilliğin egemen olmasını istemiyorlar.

        Erkeklerdeki şiddet eğiliminin, endokrinolojik bir dürtü olduğunu iddia ediliyor...

        Evet, hormonlarını kontrol edemiyorlar diyorlar. Kadın kendi biyolojisini kontrol edemez diye bir şey yok ama... Kuralı öyle koyarsanız kontrol etmez tabii. Testesteron hormonuyla şiddete yatkınlık ilişkili diyorlar ama bu bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey değil. Hatta sosyal olarak tersi kanıtlanmış. Bu yaklaşım, erkek bedenini şiddetin aracı haline getiriyor.

        SAVAŞMAYA HAZIR OLAN ERKEKLER, TOPLUMDAN BİR BEDEL BEKLİYOR”

        Örneğin savaşta kadın ve çocuk ölümleriyle, kayıplarıyla ilgilenilir, erkek ölümü normal sayılır. Savaşta asker olduğu için 'erkek öldürülebilir' çünkü. Tabi bunun karşılığında erkek de toplumdan bir bedel ödenmesini bekliyor ve üstün statü ve ayrıcalıklar sahibi olmaya hak kazandığını düşünüyor.

        Alt sınıfların belli bir doza kadar şiddetle iç içe olmaları hoş görülüyor çünkü bu erkekler her an organize şiddet işlerinde kullanılabilirler.

        Devlet, sermaye, kaçakçılık, siyasi ideolojik amaçlarla yapılan organize şiddet işlerinde hep genç alt sınıf erkekler kullanılıyor. Modern eril şiddet bundan ayrı düşünülemez. Kimisi asker kıyafetinde, kimisi intihar bombacısı kıyafetinde, ama hepsi şiddetin bir aracı...

        Futbol fanatizmi de eril şiddetin yaşandığı alanlardan biri...

        Futbol çok analiz bir şey değil. Erkeklerin güç alanı orası, tek kontrollü olarak şiddetin serbest bırakıldığı alan. 100 bin kişi aynı atkıyla, aynı sembollerle hareket ediyor, sokaklarda istediği taşkınlığı yapabiliyor. Bu kadar büyük sayıda kitlenin serbestliğine başka a hiçbir alanda izin verilmiyor. Futbol taraftarlığı apolitik bir şey diye düşünülüyor ama aslında oldukça politik. Gençleri sakinleştiren, itaatkar yaşamlara entegre eden bir şey. Özellikle de milli maçlar. Genç, alt sınıf erkeklerin bağırma, içme, sataşma, kısacası erkek bedeninin yapabileceği şeyleri özgürce test etme yeri. Bu tüm dünyada böyle.

        TARAFTAR OLMAK ERKEKLİĞİN EN ÖNEMLİ PARÇASI”

        Modern toplumlardaki en büyük kitlesel eylemdir futbol maçları. Erkekleri şekillendiriliyor, kanalize edilip forma sokuyor. Ama aynı zamanda futbol piyasaya entegre olmuş büyük bir kâr alanı, futbol takımı yönetimi, politik parti yönetimi kadar önemli modern piyasada. Taraftar olmak, deşarj olmak da erkekliğin en önemli parçası. İkisi iç içe geçiyor.

        FUTBOL, ERKEK LİBİDOSUNU AÇIĞA ÇIKARIP DİSİPLİNE SOKAR”

        Futbol aslında genç erkek libidosunu açığa çıkaran, sonra da kontrol eden bir şey. Bir de centilmenlik olayı vardır. Yani bir yere kadar açığa çıkarıp yönetme ve kontrolsüz disipline etme stratejisi var. Yani aynı zamanda tehlikeli olanı alıp sakinleştiren, itaatkar ve güvenli kılan bir iktidar stratejisi. Futbol kültürü içinde erkeler öğretilen eşit rekabet etiği ve centilmence mücadele değerleri giriyor işin içine. Tabii oyun kaybetmek ve kazanmak üzerine olduğu için, futbolu piyasanı, hayatın bir simülasyonu olarak görebiliriz. İş dünyasında da kazanmak ve kaybetmek vardır çünkü. Bu ince ayarları yapabilme sanatıdır başarı; iktidarını kaybetmeden savaşçı olabilmelisin. Oysa ki kadın evinde çocuğuyla ilgilenirken yaşadığı dünya kazanıp kaybetme kültürü üzerinde yükselmez.

        ERKEKLER BİRBİRİNİ ÖLDÜRMEYE PROGRAMLI”

        Bu durum da sivil hayata yansıyor, kadın evde öldürülüyor, erkek savaşta öldürülüyor. Erkekler tarafından öldürülen erkekleri var olmanın kaçınılmaz, istenmeyen sonuçları olarak görüyoruz. Oysa erkekler birbirini öldürmeye programlandığı ölçüde şiddet topluma yayılıp normalleşiyor. Aynı şiddet erkelerin kadınlar üzerinde iktidar kurma arzularına hizmet ediyor. Asıl olan her tür güç elde etmek için kullanılan şey şiddet.

        Aile içi şiddet de hep bunlarla bağlantılı. Eskiden de mülk savaşları vardı, güçlü erkek imgesi, ona itaat eden kadın vardı. İtaat etmeyen kadına verilen ceza şiddet içerirdi, tıpkı itaat etmeyen halka verilen ceza gibi. Bu asimetrik güç ilişkileri üzerine kurulu, kadının itaati, başka halkların itaati, genç erkek bedeninin modern silah gibi kullanılması... Genç erkek bedeni endüstriyel toplumlarda aynı zamanda makinelerin bir uzantı veya parçası gibi da kullanılıyor. Endüstriye bakın, çok az kadın görebilirsiniz. Modern toplumun temelinde endüstri makinesi ve erkek bedeni arasındaki ilişki var. Ben bunu “Erkeklik: İmkansız İktidar” kitabımda yazdım.

        Televizyonda, dizilerde tecavüz sahnelerinin gösterilmesi de çok eleştirildi. Bu da erkekliği pekiştiren bir durum mu?

        Kadın hakları savunucuları Fatmagül’ün Suçu Ne? dizisi üzerinde çok iyi düşünmeli. Kadına yönelik şiddet, onaylanmadan gösterilmeli. Zaten dizinin ilk bölümlerinden sonra olay bu kadar büyüyünce, nerede hata var diye çok tartışıldı. Tecavüz gösterilirken, pornografiye dönüştürülmeden, kadına yönelik şiddetin en ağır türü ve en temel insan hakkı ihlali olarak gösterilerek kodlanması önemli. Ama çoğu zaman bu iki uç arasındaki çizgi belirsiz olabiliyor. Tabi sonunda her şey reyting yükselten bir ticari araca dönüşebiliyor. Çok açıktır ki tecavüz eleştirel bir dille gösterilmeli, örneğin Fatmagül’ün suçu ne? Dizisinde tecavüz mağduru bunu o kadar sessiz bir mağdurluk şekilde yaşıyor ki, bazı erkeklere pornografi etkisi yarattı ve birçok kadın hakları savunucusunu da kızdırdı. Hakikaten eleştiri bunun neresinde? diye sormak gerekiyor. Ayrıca bir de bu tecavüz eden erkeklerle Fatmagül arasında ciddi sınıfsal fark var, üst tabakadan erkekler bu işi kolay kolay yapamazlar. Çoğu zaman gerek yoktur; zaten istedikleri kadınların satın alabilecek paraları ya da çevrelerinde bir sürü kadın vardır zaten. İstisnalar içinde öncelikle canice duygulara sahip olan üst sınıf mensubu erkeklerin kurbanı olan kadınları saymak gerekebilir. Örneğin Cem Garipoğlu davası böyle bir duruma örnek herhalde.

        Bunun için RTÜK'te nasıl bir yasa yapabiliriz? Tecavüzün ya da kadınlara yönelik şiddetin gösterilmesi gerekli ve kaçınılmaz. Ama eleştirel dil gerekli. Bu nasıl oluşturulacak, bu konu çok taze Türkiye'de, daha yeni yeni tartışılıyor. Bence konuyu gündemde tutup RTÜK Yasası için detaylı tanımlar geliştirilmeli.

        Göç ile süper erkeklik arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz?

        Kültürel kökenlerden kopma, doğup büyüdüğün kültür cemaatlerin yok olmaya başlaması… Kendi içlerindeki değer sistemi bozuluyor. Kadınlar aşık olup evlenmek istiyor. Oysa ki cemaatlerin güçlenme stratejileri içinde evlilik önemli bir yer tutuyor. Modernlik öncesi kültür gruplarında evlilik güçlenme stratejisidir normalde; gençlerin evliliği, yaşlıların kurduğu düzeni korur, uzun süreli hayatta kalmayı amaçlayan, bir güçlerin birleştirilmesi ve korunma stratejilerinin bir parçasıdır evlilik. Modern bağlamlarda evlilik artık bireyci, hazcı bir şey haline geldi. Kültür cemaatleri yok olup giden değerlerini korumaya çalışıyor, ama değerler eski anlamlarından kopup başka şeylere dönüşüyor, bu da namus ve töre cinayetlerine sebep oluyor.

        Tabi oradan açılan kapıdan bir sürü şey içeri giriyor, kıskançlık cinayetleri, “bana yüz vermedin, oysa ben sana tapmıştım” cinayetleri.. Her şey cinsel ahlak içinde erkeklere sağlanan ayrıcalıklarla ilgili. Cinsel ahlak değerlerini korumak için kadın bedeninin denetimi gerekli ve erkeklerin de bunun denetleyicisi olması normal; bundan üreyen eril ayrıcalıklar da erkeklerin kadınlar üzerinde kontrolsüz güç sahibi olmasına olanak sağlıyor. Kadınları korumak, cinselliği düzenleyen ahlaki kuralları uygulamak erkeklerin görevi.

        Diyanet İşleri Başkanlı şimdilerde aile konusuna eğiliyor, bir çok konuyu o üzerine almış durumda...

        Aslında dinle ilgili önemli değişimler oluyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye'ye özgü bir kurum. Demokratik Hıristiyan ülkelerde böyle bir şey yok. Bir din, hatta bir mezhep için devlet eliyle düzenlenen bir hizmet. Dinin ne olduğunu devlet memurları söylüyor insanlara. Dini ibadetler devlet eliyle yapılıyor, camiler devlet elinde. Ama bu bir kriz yaratıyor çünkü toplum bu konuda ikna olmamış. Ama yakın dönemde yaşanan dönüşümde dinin, devlet işlerinden ve ticaretten çekilmekte olduğunu görüyoruz. Oralarda artık bir egemenlik iddiası yok.

        Dinin siyaset ve ticaret dışında kadın, aile ve kültür işlerine doğru çekilip oralarda yoğunlaştığını görüyoruz. Kadınlarla ilgili dünya artık eskisinden çok daha fazla dinle iç içe girdi. Örneğin 50 küsur ilde, müftülüğe bağlı Aile İrşat Birimleri kuruldu. Buralarda ilahiyatçı uzmanlar çalışıyor, dinin kadın ve aile konudaki kurallarını vatandaşa anlatmak üzere. Buna muhalefet de karşı çıkmadı.

        Türkiye'de kültür ve aile alanının dine bırakılması, patriarkal bir pazarlık konusu. Devletin bekası için Türk aile yapısı düzenleniyor: aile ve kadın, dinin alanı, devlet ve siyaset de erkeklerin alanı.

        "DİYANET İKİ ŞEYİ ÖNGÖRÜR: TESETTÜR VE KOCAYA İTAAT"

        Aslında Diyanet işleri Başkanlığının öğretisine baktığınızda kadın konusunda iki şeyi öngörür: Kocaya ve tesettür. Diyanet'in yayınları içinde şöyle şeyler geçiyor: kadın her şeyi yapabilir ama kocasıyla uyumlu olmalı, yani evlilik içinde birbirine denk ve eşit bir ilişki yok. Bu hükümet zamanında Diyanet İşleri Başkanlığı “hıristiyan, müslüman ve yahudi” eşittir dedi ama “kadın-erkek eşittir” demedi; bunu kesinlikle kabul etmedi. Bu anlayışa göre “kadına hakkı verilir ama haklar eşit değildir, erkeklerin haklarıyla aynı değildir” deniyor. Yani dinin kadınlara sunduğu özgürlüğün çerçevesi hala oldukça sınırlı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ