Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik TÜSİAD’ın 'kurucu meclis hali'

        Birkaç ay önce Star Gazetesi’nde yayımladığım “TÜSİAD’ın ‘konvansiyon’ hali” başlıklı bir makalemde, TÜSİAD’ın Anayasa yapma yöntemi olarak öne sürdüğü araçların arkaik, antidemokratik ve hatta komik olduğunu belirtmiştim.

        TÜSİAD, bu tutumuyla, benim de mezunu ve uzun yıllar mensubu olduğum İstanbul Hukuk Fakültesi'nin yakın bir zamana kadar temsil ettiği- aslında bir Sultaniye geleneği olan- ikinci sınıf demokrasi ve elitist yönetim hayalinin peşine takılmıştı. Söz konusu makalede, kişisel tanıklıklarımın da eşlik ettiği bir bulvarda gözlemlediğim bu Coşkun Kırca ve tilmizleri tarzı anayasacılığın, hazırlayanların her türlü görüşüne açık, karşı tarafta yer alanlara olabildiğince kapalı bir yaklaşıma sahip olduğu, güçlü bir kısım bürokrasi ile işbirliği içinde ifade özgürlüğünü baskılayan, parti kapatmaktan zevk alan, sivil toplumu küçümseyen, toplumu bir tür “hazır ol”da tutmayı içselleştirmiş bir yaklaşımın eseri olabileceğini örtülü biçimde anlatmak istemiştim. Bu tür anayasa yapıcılığının artık sadece demode değil, bundan daha da önemlisi “asla gerçekleşemez” olduğunu bir türlü anlamak istemeyen bir grup azınlığın koca bir zenginler kulübünü peşinden sürükleyip götürdüğünü vurgulamaya çalışmıştım.

        Anayasacılık tarihimizi yakından inceleyenler, İstanbul ve Ankara Üniversitelerinde yerleşik iki ayrı yaklaşımın olduğunu görürler. Meseleye sadece metinler açısından bakıldığında, birincisi ne kadar dar görüşlü, Ankara’daki dinamik güçlere ne kadar yüksek itaat içeren bir metin oluşturmaya teşne ise, ikincisi, birçok sorunlu yanı olmakla beraber, Başkent’te yaşananın sadece devlet değil bir bürokratik iktidar mücadelesi sorunu olduğunu, toplumun nefes almaya ihtiyaç duyabileceği alanların belirli sınırlar içinde muhafaza edilmesinden yana daha ileri bir özgürlük anlayışına sahip olduğunu görebilir. 27 Mayıs cuntacılarını kışkırtan, hukuksuz Yassıada yargılamalarına ve kadim ceza kurallarını çiğneyerek cinayet niteliğindeki idamlara giden yolun açıcılarının da İstanbul Hukuk Fakültesi’nin yerleşik anlayışı temsil eden “büyük” hukukçular olduğunu yaşayan tanıklar gibi arşivler de gösteriyor.

        1960 öncesinde belirginleşen bu ayrışma 1961 Anayasasının yapımında öneri biçiminde ortaya çıktığında, nispeten demokratik eğilim taşıyan bir anayasanın yapılması, İstanbul Üniversitesi tasarısına rağmen gerçekleşmişti. Bu durumun farkına varan darbe yönetimi, topluma askeri disipline sokma işlevine sahip 1982 Anayasasının hazırlığını bu defa doğrudan İstanbul Hukuk Fakültesi’ne ve Sultaniyelilere teslim etmiş ve ortaya hepimizin tanık olduğu Türkçesi de dahil her yönüyle felaket olarak nitelenebilecek bir metin çıkmıştır.

        Meselenin burada kaldığını zannedenler yanılıyorlar. Bu birinci geleneğin temsilcileri, daha sonra Özal döneminin temel hak ve özgürlüklerin bir kısmını genişletme çabasına karşı yoğun mücadeleler vermiş, tüsiad ve birçok başka sivil toplum kuruluşuna, benzer türden ve özelikle muhafazakâr kesimlerin sadece ihmal değil rencide de edildiği anayasa taslakları ve raporlar hazırlamışlardır. Aynı kesimler Anayasa Mahkemesine bu otuz yıllık süreç içinde sürekli biçimde karar gerekçesi üretmiş, diğer yargı organlarını baskı altına almışlardır. Başörtüsü yasağını başlatan Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi İstanbul Hukuk Fakültesi’nde yazılmıştır. Ancak geniş toplum kesimlerini karşısına alan anayasa tasarılarının çoğu, güçsüz zamanlarında hükümetlere ve Meclis’e kabul ettirilen bazı düzenlemeleri hariç, çöpe gitmiştir.

        AK Parti’nin kapatılması dahil artık herkes tarafından bilinen bin bir türlü desisenin denendiği süreçler sonunda yine bin bir güçlükle yürüyen siyasal rejimin 12 Eylül 2010 referandumu ile güçlenmesi, her şeyin eşitlik içinde baştan oturulup kotarılabileceği, “proje anayasa” hazırlama ve benimsetme yöntemlerinin ortadan kalktığını ispatlayan bir etki yaratmış görünüyor.

        İşte tüsiad’ın Kasım 2010 tarihinde eleştirdiğim anayasa yapım yöntemi önerisi, tam da yukarıda belirttiğim türden bu çöpe atılacaklar arasında kalmış görünüyordu ve öyle de oldu. Zira tüsiad, 21 Mart 2011 tarihinde açıkladığı yeni yöntem önerisinde, yeni anayasanın, artık akademik ve bürokratik kesimler tarafından değil, 12 Haziranda oluşacak ve ‘kurucu meclis’ niteliği de kazanacak yeni Meclis tarafından yapılmasını açık biçimde ilan etmiş oldu. Böylece ‘konvansiyon” gibi arkaik ve aynı zamanda anakronik bir yaklaşımın bir daha hatırlanmamak üzere çekip gittiğini söyleyebiliriz. 12 Eylül anayasa referandumu herkesi eğitmişe benziyor!

        Burada, yukarıda eleştirdiğim yaklaşımın temsilcisi YÖK eski başkanı Teziç’in kendini, parti iktidarı olarak gördüğü hükümetin karşısında “devlet” olarak konumlayan tutumunu; yine aynı kişinin Fransız Cumhurbaşkanı J. Chrac’ın, üstelik bir liselerde başörtüsü karşıtı konuşmasını üniversitede başörtüsü karşıtlığına gerekçe yapmak için YÖK’ün sayfasında yayımlamasını; aynı konuşmanın başka bir prof-siyasetçinin Vatan Gazete’sinde –şimdi unutturmaya çalışsa da- hayranlıkla makale konusu yapmasını; Mümtaz Sosyal’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımladığı yazılarında Fransızca öğretiminin azalmasının laikliği zayıflattığını ileri süren yaklaşımını hatırlatmak istiyorum. Bunlara ayrıca aynı kesimden olup, cebinde bir yerlerden faks edilmiş “Hitler’de seçimle geldi” yalanını, kamu oyunu bulandırmak amacıyla televizyonları dolaşarak tekrarlayan kara propagandacıları da eklemek gerekir.

        Bu yazıda, tüsiad’ın anayasa için önerdikleri hususları tartışma konusu yapmak istemiyorum. Zira bu içeriklerin hem tartışmalı yönleri hem de birçok eksik bakış açısını barındırdığını görüyorum. Hatta içinde “ağza bir parmak bal çalmak” türünden öneriler de barındırdığını biliyorum. Tüsiad’ın hala en geniş kitlesel temsil ile yapılacak bir anayasanın anlamını, kuşkusuz tarihsel tecrübe eksikliğinden dolayı, kavradığından emin değilim. Ama ülkemizin 2002 seçimlerinden bu yana yaşadığı sürecin ülkenin sahipliği konusundaki kadim tartışmayı belki nihayet bitirdiğini düşünüyorum. Bu ülkeye aidiyeti tartışma götürürken, ülkenin kendine daha fazla ait olduğunu düşünen çokları ortadan kayboldu. Geriye, en büyük tecrübe olarak, ülkenin en yüksek organının Meclis olduğu gerçeği kaldı.

        Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. H. Nuri YAŞAR

        Prof. Dr. Yaşar'ın 1 Kasım 2010 tarihli Star Gazetesi'nde yayınlanan "TÜSİAD’ın ‘konvansiyon hali" başlıklı yazısı için TIKLAYINIZ...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ