Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Spor 60 yılda 3 farklı hayat!

        Evrim Çolakoğlu / HABERTURK.COM

        eecolakoglu@haberturk.com

        “Ya doruklarda ya diplerde oldum. Çünkü ben hiçbir işe kendimi kollayarak girmedim. Olduğum gibi attım kendimi ortalığa. Kimi zaman tuttu, kimi zaman tutmadı.” Aziz Üstel, Galatasaray mezunu mühendis Sabih Bey ile Robert Kolej mezunu Yeta Hanım'ın oğlu. Çift, Aziz'den sonra Enis adında bir çocuk sahibi daha olmuş, kısa bir süre sonra da ayrılmışlar. Buraya kadar tanıdık bir hikaye ama sonrası karışık. Her şey var içinde: Okumak için lağım temizlemek zorunda kalan bir adam 23 yaşında genel müdür oluyor, Türkiye'nin en tanınan yüzü olduğu dönemde sıkıyönetimin gazabına uğruyor, yıllardır görmediği kardeşinin intihar ettiğini öğreniyor, çok mutlu ve çok mutsuz evlilikler yapıyor... Üstel'le son kitabı "Osmanlı'nın Son Kartalları"nı konuşmak için buluştuk ama yaşadıklarını konuşmaktan kendimizi alamadık... Okuyun, anlayacaksınız, Üstel boşu boşuna “60 yıllık hayatıma üç hayat sığdırdım” demiyor...

        Nasıl bir ailede doğdunuz?

        Annemle babam ben yedi yaşındayken boşandılar. İlk yedi senemden kopuk kopuk parçalar var sadece. Babam müteahhitti, çoğunlukla evde bulunmuyordu. Annemle de pek fazla görüşmüyorduk. Daha çok evdeki yardımcıların elinde büyüdüm. Boşanmalarından sonra çok kısa bir süre annemin evinde yaşadım. Daha sonra babamla Amerika'ya gittim. 15-16 yıl Amerika'da yaşadım. Orada da üvey anne elinde büyüdüm. Ben aile kavramının ne olduğunu bilmiyorum bu yüzden. Hani herkes der ya çocukluğumda annemle şunu yaptık, babamla bunu yaptık diye. Benim böyle bir anım yok. Çünkü ailem yoktu. Vardı ama yoktu.

        10 yaşında gitmişsiniz Amerika’ya...

        Türkiye'den Kanada'ya gittik. Orada kısa bir süre kaldıktan sonra San Francisco'ya geçtik ve yıllarca orada yaşadım. Hem okudum hem çalıştım. Yeşil kart sahibi olarak Amerika'da bulunduğum için askere gitmek gibi bir zorunlulukla karşılaşınca "Ben sonunda askerlik yapacağım. Neden Amerika'da yapayım, Türkiye'de, memleketimde yaparım askerliğimi" diye düşündüm . Öyle bir aidiyet hissim vardı. Neden vardı bilmiyorum aslında. Anne yok, baba yok. Bir anneannem ve dedem vardı. Onlarla hayali de olsa bir yakınlık kurmuştum kafamda. Belki bunun etkisi vardır, bilemiyorum. Sonuçta Amerika'da askerlik yapmak istemedim. Kalktım, Türkiye'ye geldim.

        “KARDEŞİMİN ÖLÜMÜNDEN ÜVEY ANNEM SORUMLU”

        Üvey anneniz için masallardaki kötü kalpli cadı gibi diyorsunuz. Ne yapıyordu ki?

        Ne yapmıyordu ki. Üç çocuktuk. İki erkek bir de kendi kızı. Kadın gayet basit bir matematik yapıyor. Amerika'da üniversite çok ciddi bir maddi sorun. Eve giren para bu üç çocuğun üniversitede okumalarına yetecek bir para değil. Kadın öyle bir tezgahladı ki babamla aramızda hiç olmaması gereken ihtilaflar yarattı. Kendisine karşı kötü, saygısızca davrandığımızı söyledi. Nice yalan dolan, senaryo, saçmalık. Babamın da bunları dinleyecek hali yoktu. Bir tarafta yeni eşi ve bebeği vardı, bir tarafta eski eşinden kalma iki oğlu. Onlar arasında bir tercih yapması gerekti ve tercihini yeni eşi ve kızından yana kullandı.

        Babanız siz henüz 18 yaşındayken bir mektupla evden atmış sizi. Sizin suçunuz var mıydı hiç?

        Vallahi suçtan neyi kastettiğinize bağlı. Hırsızlık yapmadım, alkol kullanmadım, uyuşturucu kullanmadım...15-16 yaşlarında ne yapabilirsiniz ki birini böyle bir tepkiye itersiniz?

        Üvey kardeşiniz...

        Çok iyi bir üniversiteden mezun olup hukuk okudu. Ona karşı bir düşmanlık beslemiyorum ama görüşmüyorum da. Ben şunu söyledim kendisine: Seninle görüşürsem ister istemez annenle karşılaşacağım ve bunu istemiyorum. Çünkü o, benim kardeşimin ölümünden sorumlu bana göre. Bu benim aklımdan çıkabilecek bir şey değil. Ben sana böyle bir yük getirmek istemiyorum. O gün bugündür de kendisini görmüyorum.

        “LAĞIM TEMİZLEDİM”

        Sonra ne yaptınız?

        Ayrılırken yanımda bir pantolon, bir iç çamaşırı, bir de 2.5 dolar vardı. Ben de çalışmaya başladım. Neler yapmadım ki? Önce bir manavın yanında çalıştım. Ondan sonra bir belediyede lağım temizledim, Teksas'ta, petrol kuyularında çalıştım. Geçici işlerde çalışıp her kuruşu biriktiriyor, okula para yatırıp bir süre okuyordum.

        En dibe vurduğunuz an hangisiydi?

        En dibe vurduğum an herhalde lağım temizleyiciliğiydi. Allah düşmanıma bile böyle bir iş vermesin. Yüzünüzde bir gaz maskesi, 40 derece bir sıcaklıkta, her yerden buharlar geliyor... Bilimkurgu filmi gibi bir ortam. Bu işi altı ay kadar yaptım ve bu süreçte 20 kilo falan verdim. O zaman tek odalı bir evim vardı. Tek kişinin akrobatik hareketler yaparak durabileceği bir banyosu vardı. Orada 3 saat falan üstümü kazırdım ki kokular çıksın. Dibe vurmak budur.

        “40 SENE OLMUŞ, HALA RÜYAMDA ENİS'İ GÖRÜYORUM”

        Gerçek anneniz ne yapıyor bu sırada?

        Gerçek annem Türkiye'deydi. Hiçbir iletişimimiz de yoktu. Annemi bir on yaşında bir 22 yaşında gördüm zaten. Ben Türkiye'ye döndükten bir ay sonra da evlendi.

        Üvey babanızı sevebildiniz mi?

        Çok sevdim ben Namık Bey'i. Çok nazik, çok muhterem bir insandı. Eski bir İstanbul beyefendisiydi. Klasik musikiyi, Divan Edebiyatı'nı, Türk Edebiyatı'nı sevmeyi ondan öğrendim. Tarih merakını bana o verdi. Babalık yapmadı ama öyle bir niyeti de yoktu zaten. Çünkü hiç çocuğu olmamış, babalık nasıl yapılır bilmiyor. Benim de babam olmamış, ben de babalık nasıl olur onu bilmiyorum. Dolayısı ile ahbap olduk biz.

        Kardeşiniz intihar etmiş...

        Evden ayrıldıktan sonra kardeşimle sadece bir defa, Almanya'da görüştüm. Amerikan ordusundayken oraya gitmiş. İki gün görüşebildik. Ondan sonra da intihar haberi geldi işte.

        Bu bana çok acı veren bir konu. Enis'in intiharı benim içimdeki çok büyük bir yara ve hala onun izlerini taşıyorum. Neredeyse 40 sene olmuş, hala rüyamda Enis'i görüyorum.

        Anne babanızı affedebildiniz mi peki?

        Hiç düşünmedim. Ben onları anne baba olarak değil iki ayrı insan olarak gördüm ve çok ciddi hatalar yaptıklarını düşündüm. Herkes hata yapabilir. Ben kindar bir insan değilim.

        Egitiminiz ne oldu? Okulu bitirebildiniz mi?

        Yayıncılık okudum. Bir de Uluslararası ilişkiler. 6 sene sürdü ama bitti. Ben zaten o amaçla çalıştım.

        “OTOMATİK PORTAKAL'DA YEPYENİ BİR DİL YARATTIM”

        Sonra Türkiye’ye döndünüz...

        Üç kişi bir tercüme bürosu kurduk, ben de onun arka odasında kalmaya başladım. Bir sürü iş yaptık. TRT'nin çeviri işlerini falan aldık. Dizi filan yoktu o zamanlar, şartname çeviriyorduk. Ahmet Refik'le Bilgi Yayınevi'nde çalışmaya başladım. Bana çok sey öğretti, onun sayesinde ömrümce tanıyamayacağım çok mühim insanlarla tanıştım. Aziz Nesin, Kemal Tahir, Sarah Birsel, Firuzan, Turhan Selçuk, Oğuz Aral...Orada çevirdiğim kitaplar çok beğenildi. En zor çevirim de Otomatik Portakal'dı. Yazarı yepyeni dil yaratmıştı, ben de yeni bir dil yaratmak zorunda kaldım. Şimdi hala tercüme derslerinde örnek olarak gösteriliyormuş. Bugün bile öğrenciler arıyor beni. Hoşuma gidiyor tabi.

        “TORPİLLE GENEL MÜDÜR OLDUM”

        23 yaşında Tercüman'a Yan Yayınlar Genel Müdürü olmuşsunuz. Torpil mi var orada?

        Kervan Yayınları vardı, Binbir Temel Eser filan vardı. Onların başına geçtim. Tabi, bendeki hünerden değil. Kemal Ilıcak sayesinde. 23 yaşında başka türlü nasıl geçeceksin? Çok keyifli, bol paralı, bol seyahatli bir işti. İnsanlar da bana tepki göstermedi. Çünkü ben sevimli bir adamım. Çok da güzel dostluklar kurdum orada, hala da devam ediyorlar.

        “ZEKİ MÜREN GEY OLDUĞUNU İLK BANA AÇIKLADI”

        Zeki Müren size itiraf etmiş gey olduğunu..İlk size mi açıkladı?

        Evet, Günaydın gazetesindeydim. Bana anlattı işte, bir pilota aşık olmuş. Ben, kendisine “İsterseniz bunu yazmayayım” dedim. “Zaten hastayım. Artık bilinecekse bilinsin” dedi. Röportajı yazdıktan sonra en son dedim ki “Zeki Müren tam bir İstanbul Beyefendisi'dir” O da bana telgraf çekti: Lütfedip bir İstanbul Beyefendisi olarak adlandırdığınız ben, asıl İstanbul beyefendisinin zatıaliniz olduğu kanısındayım, diye Son derece zarif bir yazıydı.

        Nasıl yankı buldu bu itiraf?

        Günaydın o zaman Türkiye'nin en çok satan gazetesiydi. 1 milyonun üzerinde satıyordu. Yaptığımız her şey büyük olay oluyordu.

        Birine zarar verir diye duyup yazmadığınız bir şey oldu mu?

        Çok ama hiçbirini söylemem; çünkü insanları incitirim. Masamızdan öyle şeyler geçti ki...İnsanları neden üzelim?

        “ARI ANAP’IN, HOROZ MDP’NİN AMBLEMİ, MAHSUS YAPTINIZ”

        TRT Denetleme Kurulu ile çok trajikomik anılarınız var...

        TRT Denetleme Kurulu kafası çok karışık insanlardan oluşuyordu. Mesela bizim o dönem Yunanistan'la aramız hiç iyi değildi. Yunanistan, Atina kelimelerinin kullanılması yasaktı. Bizim Faruk Bayhan da sürekli içinde bu kelimeler geçen filmler alırdı. Ondan sonra bana “Şu filmi bir düzeltsek, anca sen düzeltirsin” diye gelirdi. Filmde arkada Akropol var, Yunan bayrağı var ama Portekiz de ne kadar güzel, aaa Lizbon diye dialoglar geçiyor.

        Bir de 1983 seçimleri öncesi çok trajikomik bir şey yaşadık. Sabahın bir körü kapı kırılıyor. Açtım kapıyı. Sivil giyimli biri “Aziz Üstel sen misin?Doğru siyasi şubeye” dedi. Gittim, baktım Faruk Bayhan, Film Seslendirme Şube Müdürü, Televizyon Daire Başkanı, Televizyon Müdürü de orada. Hiçbirimiz de ne olduğunu bilmiyoruz. Bir albay bize bas bas bağırıyor, “Eşek herifler” falan diyor. Niye bağırdığını da anlamıyoruz. “Bu tamamen horozla arı meselesi” dedi. Bir çizgi film varmış, o çizgi filmde bir arı varmış, hayvanları sokuyormuş, bunlardan da bir tanesi horozmuş.Onu da sokmuş, arı da kaçmış. Biz yine anlamadık. “E ne var bunda?” dedik. “Arı ANAP’ın, horoz MDP’nin amblemi. Siz bunu mahsus yaptınız” dedi. Verecek bir cevap yok tabi. Adam da olayın ne kadar anlamsız olduğunu anladı sanırım. Bağırdı, bağırdı sonra gittik.

        Türkiye'de darbe dönemi bitti mi?

        Artık darbe olacağını sanmıyorum. Herkesin aklı başına geldi. Milletin tercihine saygı duymak zorundasınız. Kimi seçiyorsa tamam, bu budur.

        “AHLAKSIZ, NAMUSSUZ, VATAN HAİNİ DEDİLER”

        Kariyerinizin dönüm noktası ne?

        Bugün herkes beni sokakta tanıyorsa nedeni “Gecenin Konukları”dır.Ben tabi televizyondan gelmediğim ve TRT ekolünden olmadığım için çok farklı bir adamdım. Kahvemi sigaramı alıp programa başlıyordum. Ortalık birbirine girdi. Ahlaksız, namussuz, vatan haini....Böyle laflar işittim.

        “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” sizin programınızda mı çıkmış?

        İbrahim, Ajda ve Yüksel Uzel'in konuk olduğu bir bayram programında eğitim üzerine konuşuluyordu. Ajda İngilizce kelimeler patlatıyordu arada bir. İbrahim “What” dedi aniden. Müthiş zeki bir adam tabi. “Şimdi biz İngilizce bilmiyoruz diye aşağılanıyor muyuz burada? Urfa'da Oxford vardı da biz mi gitmedik?” dedi. Ertesi gün de manşet oldu.

        “BEYAZ ŞOV TARZIM DEĞİL”

        Simdi talk şov yapanları izliyor musunuz?

        İzlemiyorum, başka bir şey yapıyorlar çünkü. Bunlar talk şov değil eğlence.

        Beğenmiyor musunuz?

        Kendilerine göre iyidirler. Ben fazla seyretmiyorum.Okan Bayülgen yaparken onu seyrederdim. Entelektüel bir birikimi var, ne söylediğini bilen bir adam. Mesut (Yar) yapıyor mesela şimdi. Ben de katıldım. Bir sürü insanı topluyor, tek bir şey soruyor, bitiyor. Talk şov o değil. 3 kişi getireceksin. En az 20'şer dakika her biriyle konuşacaksın.

        Beyaz Şov?

        Bir iki defa seyrettim. Benim tarzım bir program değil. Ben o tür, bağıran çağıran programları sevmiyorum. Ben bir şey seyrettiğim zaman bende bir şey kalmalı.

        “KENAN EVREN PROGRAMIMI KALDIRTTI”

        Kenan Evren’le de bir anınız var 1980'li yıllardan…

        Cumhurbaşkanı resepsiyonuna davet edilmiştim. Kenan Evren “Senden hiç memnun değilim, Sen benim karşıma geçiyorsun, bacak bacak üzerine atıp sigara içiyorsun, kahkahalar atıyorsun.” dedi. “Efendim zatıalinizi ilk defa görüyorum. Ne zaman sigara içtim” dedim, şaşırdım ben de. “Televizyonda içiyorsun. Oraya çıkınca, Kenan Paşa o televizyonu seyrediyor diye düşüneceksin” dedi. Benim buna verecek cevabım yok ki. Hemen emir vermiş zaten, “Bu adamı görmek istemiyorum” demiş. Program yayından kaldırıldı.

        “GÖZALTINDA DAYAK YEDİM”

        45 gün hapis yatmışsınız...

        12 Eylül sonrasında Kemal Tahir'in kitaplarını yayınladığım için yattım. Mamak'ta 45 gün kaldım. Bir tekme-tokat-sopa faslı vardı. Bütün suçumuz da şu: Kemal Tahir'in kitapları toplatıldığında biz başvuruda bulunduk, kitapları toplamayın, yanlış yapıyorsunuz dedik. Çünkü Genelkurmay dergisinde hem Genelkurmay Başkanının, hem Kara Kuvvetleri Komutanının Kemal Tahir'in kitaplarını öven yazıları var. Vay sen misin bunu söyleyen....Orhan Apaydın'la beraber İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne kitapları kurtarmaya gittiğimizde de bir fasıl dayak yemiştik. Yine elimizde bu belgeler vardı. Kardeşim bunları nasıl topluyorsun sen, dedik. Adam belgelere baktı. Yanımıza geldi. Ben sezdim ne yapacağını. Orhan Abi'nin önüne doğru geçtim. Bir tokat savurdu. Benim suratımda patladı. Baktı, baktı. Tükürdü suratıma. Kitapları serbest bırakın diye bir yazı yazdı sonra.Yazıyı da fırlattı attı yere. Yazıyı aldık, teşekkür edip çıktık. Toplum polisi kışlasına gittik, kitapların orada olması gerekiyordu ama kitaplar yağma edilmişti zaten. Boşuna dayak yedik.

        Ayşe Hür, Twitter’da “Tarihle ilgili yazılarınızı benim Oteki Tarih 1 ve 2 adlı kitaplarımdan özetlediğinizi okurlarınıza niye söylemiyorsunuz”dedi....

        Cevap vermek istemiyorum. Çünkü bu son derece anlamsız bir şey. Bir yanlış anlaşılma var orada. Bitti, gitti zaten, üzerinde bile durmadım.

        “GALATASARAY BİR YAŞAM BİÇİMİ”

        Galatasaray hayatınızda birinci sırada mı?

        Birinci sırada eşim var ama GS da üst sıralarda tabi.Yönetim Kurulu'nda görev yapmış olmak da Kongre üyesi olmak da benim için büyük bir şeref. Galatasaray benim için bir yaşam biçimi. Galatasaray'ın bir kibarlık simgesi olduğuna inanıyorum.

        Nasıl başladı bu durum?

        Babam Galatasaray Lisesi'ndendi. Küçükken onun atletizmde kazandığı madalyalarla oynardım. Sonra Babamın çok yakın arkadaşı Bülent (Karan) amca beni çok küçük yaşlarda maça götürdü, soyunma odasına soktu. Öyle başladı, sonra hastalığa dönüştü. GS dendi mi akan sular duruyor.

        ALLAH DEVLETE, MİLLETE, GS'YE ZEVAL VERMESİN

        Galatasaray Lisesi mezunu babanız çok küçükken bir kolye vermiş size…

        (Kolyeyi çıkartıp gösteriyor, 10 yaşından beri hep boynundaymış. Kolyenin önünde GS amblemi var) Bak ne yazıyor arkasında? Ayetel kursi var. Bir de “Allah devlete, millete ve Galatasaray'a zeval vermesin” yazıyor. 10 yaşından beri bende bu kolye

        2001-2002 sezonunda sizi Sergen'in peşine takmışlar...

        O durum abartıldı biraz. Sergen çok ele avuca sığmaz bir kişiydi. Biz onla buluştuk, yemek yedik. Sanırım benim Sergen'i sevdiğim gibi o da beni sevdi ve o sene harikalar yarattı. Bizim yönetim kurulu da bunu benden bildi.

        Siz yorulmadınız mı ona eşlik ederken?

        Yorulmaz mıyım canım? Sergen sempatik ve hareketli bir adam. İçki falan içmez ama geceleri uyumayı da sevmiyor. Ben normal saatte yatmayı seven bir insanım. Tabi perişan oluyordum. Yönetim Kurulu toplandığında “Ne bu halin?” dediler, anlatınca da bunu çok büyük bir fedakarlık olarak gördü arkadaşlarım. Öyle bir espri olarak kaldı aramızda.

        “ŞAMPİYON GALATASARAY OLACAK”

        Memnun musunuz şu anki Galatasaray'dan?

        Özellikle Ünal Abi geldikten sonra çok memnunum.

        “Federasyon başta Yıldırım Demirören olmak üzere Galatasaray'ı sevmiyor” demişsiniz...

        Sevmiyor, sevemez de. Bir insan yaptığı işte son derece başarısızsa, o işte başarılı olan insanları önce kıskanır, sonra sevmemeye başlar. Bu gayet doğaldır. Yıldırım Demirören çok kötü bir kulüp başkanıydı, şimdi de çok kötü bir federasyon başkanı.

        Federasyon Fenerbahçe'yi seviyor mu?

        Çok daha yakın görüyor.

        Kim şampiyon olacak?

        Galatasaray tabi ki. Fark atarak şampiyon olacak.Galatasaray'daki kadroya yakın kadro bile kimsede yok.

        Real Madrid, Galatasaray'ı 3-0 yendi....

        Ben Galatasaraylı olmakla gurur duyuyorum. Galatasaray kötü futbol oynamadı. Bu yenilginin en büyük nedeni Galatasaray'ın tecrübesizliği ve şansızlığı. Bir de son derece kötü bir hakeme denk geldi.

        Real Madrid karşısında Galatasaray'ın şansı nedir?

        Yüzde 51. Her zaman. Mustafa Denizli öğretti bunu bize. 3-0 yenildiğimizNeuchatel maçından sonra İstanbul'a geldik. İner inmez “Yüzde 51 kazanırız abi” dedi. 5-0 kazanıp, çeyrek finale çıktık.

        FB Lazio’yu yensin ister misiniz?

        Parasal açıdan bakarsam FB kazansın istemem ama ülke puanı diye bir şey çıktı son yıllarda. Olayın boyutu değişti.

        Yener mi peki?

        GS'ın Madrid'i eleme şansı ne kadarsa Fener'in Lazio'yu eleme şansı da o kadar.

        İşin esprisini bir yana bırakırsak..

        İkisinin de turu geçmesini çok isterim ama ikisinin de geçemeyeceği kanısındayım. Olaya gerçekçi yaklaşırsak çok zor.

        “TÜRK RESMİ TARİHİ FEVKALADE YANLIŞ”

        Ben tarihe çok meraklıyım. Osmanlı'nın Son Kartalları'nı yazarken de çok fazla tarihi araştırma yaptım. Türk resmi tarihinin fevkalade yanlış olduğu kanısındayım. Kitabın adı Osmanlı'nın Son Kartalları. Çünkü Trablusgarp, Osmanlı'nın son direnişi. Gerçek anlamda bir yabancı devletin tozunu attıkları son savaş. Sömürgeciliğe soyunmuş İtalyanları sahile hapsediyorlar. Bu kitap bir üçleme olacak ama öncesinde Ölü Çocuklar Şehri diye bir polisiye ve başka kitaplar var. Sonra bu üçlemenin devamı olan Osmanlı'nın Kanlı Gözyaşları Balkanlar ve Kartalların Ölümü olacak.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ