Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan Kanunî’nin yaptırdığı arslan ahırı şimdi konserlerin verildiği güzel bir park oldu

        MURAT BARDAKÇI / HT GAZETE

        Gülhane Parkı’nda bundan on küsur sene öncesine kadar “hayvanat bahçesi” vardı. Doğu dünyasında “hayvanat bahçesi” denince halsiz düşmüş, açlıktan bir deri-bir kemik kalmış ve yılların bakımsızlığının neticesinde özelliklerini kaybetmiş hayvanlar hatıra gelir.

        İTİNAYLA BAKILIRDI

        İşte, birkaç sene öncesine kadar hayvanların barındırıldığı yer, geçmişte padişahların “kaplan seyri” denen eğlencelerine sahne olan gerçek bir hayvanat bahçesiydi. Parkın bulunduğu yerde yeralan “Cirit Köşkü Meydanı” da, sadece bu işe yarardı.

        Ama, Osmanlı başkentinde eski zamanlarda yaşayan vahşi hayvanlar, günümüzdeki hemcinslerinden daha şanslıydılar. Sarayın gözdesi olan arslan, kaplan, panter, fil, zürafa ve sırtlanlar padişahın özel malı oldukları için büyük itina görür, gayet iyi beslenirlerdi. Özellikle fillere daha fazla dikkat edilir, İstanbul’un iklimine alışmaları için günlük yiyeceklerine ilâve olarak yine her gün beş okka şarap ile karabiber, zencefil ve daha başka baharat verilirdi.

        ONLARCA KİŞİ ÖLDÜ

        Saltanatın ihtişamının göstergesi ve hâkimiyet alâmeti sayılan bu vahşi hayvanlar, Osmanlı sarayına ilk defa Kanuni Sultan Süleyman zamanında alınmışlardı. Topkapı Sarayı’na gelen yabancı elçiler ikinci avluya girişte güzel kumaşlara büründürülmüş iki fil, bir zürafa ve altın zincirlerle bağlı on arslan ve iki de kaplanla karşılaşırlardı.

        Saray arslanları için yapılmış olan “arslanhane” Viyana bozgunundan sonra kapatıldı ve yerine küçük köşkler inşa ettirildi. Arslan merakının İstanbul’da yeniden gündeme gelmesi 19. yüzyılın ortalarında, Sultan Abdülaziz zamanında oldu... Abdülaziz arslanhaneyi yeniden açtırdı ve “Beşir” adını verdiği bir arslan getirtti... Beşir’in zincirlerini çözdürüp sarayda dolaştırmak, hükümdarın en büyük zevklerindendi...

        ARSLAN, HALKA SALDIRDI

        Evliya Çelebi, 17. asır İstanbul’undaki arslanları ve arslancı esnafını şöyle anlatır:

        “Arslancıların pîri, tüm yırtıcı hayvanların ayağına yüz sürdüğü Hazreti Ali’dir. Bu esnaf yüz neferden oluşur ve on adet arslan, on iki adet kaplanla birkaç panter ve sırtlana bakmakla mükelleftir. Ellerinde ‘Bağdad kargısı’ denen asâları ve ceylân etinden afyonlu darı macunları ile arslanları zaptederler. Şenliklerde, arslanları ve kaplanları zincirlerle birbirlerine bağlayıp geçit resmi yaptırırlar. Dördüncü Murad zamanında boynundaki pranga kalınlığında dört zincirden kurtulmayı beceren bir arslan halka saldırmış ama darı macunu bulanmış ceylan eti burnuna tutulunca mestolup sakinleşmişti...”

        HATTIN ÜSTADLARI: NECMEDDİN OKYAY

        Son devrin en büyük talik hattatı olan Necmeddin Okyay 1883’te İstanbul’da doğdu, daha ilkokulda iken yazıya merak saldı ve Hasan Talât Bey’den rik’a, divanî ve celî divanî yazılarını öğrenip icazet aldı. Sonraki senelerde Sami ve Bakkal Arif Efendiler ile çalıştı ve Sami Efendi’den talik, Arif Efendi’den de sülüs ve nesih icazetleri elde etti.

        Necmeddin Okyay çok yönlü bir sanatkârdı. Yazı ile meşgul olurken okçuluk, çiçekçilik, cildçilik, mürekkepçilik ve ebru da öğrenmiş ve hepsinde üstad olmuştu. Asıl kudreti, talik yazıdaydı ve Yesarizade Mustafa İzzet ile Sami Efendiler’den sonra, Türk talik yazısının üçüncü ismiydi. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin süsleme bölümünde uzun yıllar cild ve yazı hocalığı yapan üstad, emekliye ayrılmasından sonra 1976’daki vefatına kadar evinde ders vermeye devam ettirdi.

        SARAYLIK İFTARİYELER: KIRMA TAVUK KEBABI

        MALZEME

        Kemiksiz tavuk

        Tarçın, tuz, karabiber

        Soğan suyu

        Birkaç tavuk kemikleri alındıktan sonra yirmi dört saat bekletilir. Sonra, her biri ortasından yarılır, bütün kemikleri çıkartılır, keskin bir bıçak ile iri kıyma doğrar gibi doğranır ama parçalar birbirinden ayrılmaz. Kâfi miktarda tuz, tarçın, karabiber ve bir fincan soğan suyu ilâve edilip bir saat bekletilir. Derken bir şişe geçirilir, gayet hafif ateşte çevrilir, tavuk teleğiyle devamlı olarak yağ sürülür ve iyice pişirilir (Nejat Sefercioğlu’nun “Türk Yemekleri: 18. Yüzyıla Ait Yazma Bir Yemek Risalesi”nden).

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ