Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Sağlık Kalp Sağlığı Televizyon izlemek kalp krizi riskini artırıyor, kalp krizi, kalp sağlığı, kalp damar hastalıkları, depresyon, sağlıklı beslenme, tuz tüketimi

        Ceyda ERENOĞLU / HT GAZETE

        YAZI DİZİSİ - 2

        Kadınların kalp-damar hastalıkları açısından erkeklerden daha farklı belirtiler verdiklerini biliyor muydunuz? Peki kalp krizinin bazen belirtisiz gibi gelmekle beraber aslında dikkat çekmeyen bazı belirtileri olduğunu? Günde 4 saat televizyon seyretmek, beraberinde hareketsizlik ve abur cubur tüketmeyi de getirdiği için kalp sağlığı açısından ciddi bir tehdit. Aşırı kırmızı et tüketenlerin kalp krizi geçirme ve kalp-damar hastalıklarına yakalanma risklerinin daha yüksek olduğunu gösteren araştırmalar da var. Yazı dizimizin ikinci bölümünde kardiyoloji alanında dünyanın en saygın isimlerinden olan, Prof. Dr. Murat Tuzcu'nun bilimsel açıklamaları devam ediyor…

        Son yıllarda kalp-damar hastalıkları riskini azaltmada “doğuştan korunma” adı verilen kavram daha da önem kazanmış durumda. Bu hastalıklardan korunmanın anne karnında başlaması ve doğru yaşam alışkanlıklarının hayat boyu sürdürülmesinin kişinin kalpdamar hastalıklarının pençesine düşme riskini yüksek oranda ortadan kaldırdığı belirtiliyor. Prof. Dr. Murat Tuzcu, “Kalp krizi geçirmiş, stent takılmış, by-pass olmuş kişiler için de ‘ikincil korunma’ uyguluyoruz. Bunu, düşüp kırılan testinin yapıştırılması mantığıyla değerlendirebiliriz. Testi bir daha kırılmasın diye ne kadar uğraşsak da sürekli sallanması ve risk içermesi iyi bir şey değil. Bu nedenle asıl hedef kalp-damar hastalıklarına yakalanmamak olmalı” diyor.

        SON YILLARDA HASTALIĞIN ÖLDÜRÜCÜ ETKİLERİ AZALDI

        Prof. Dr. Murat Tuzcu, dünyanın bu hastalıklarla olan mücadelesine rağmen, kalp-damar hastalıklarıyla mücadeleden en başarılı sonuç alanların İskandinav ülkeleri olduğunu söylüyor. Batı ülkelerinde özellikle kalp damarlarının daralmasına yol açan damar sertliğine bağlı hastalıklarda sayısal olarak büyük azalma görülmese de (insanlar uzun yaşadıkça bu hastalıklar daha çok ortaya çıkıyor) son yıllarda hastalığın öldürücü etkilerinin azaltıldığı belirtiliyor.

        ABD’de damar sertliği üreten şişmanlık ve diyabet sorunlarına rağmen kalbi besleyen damarların darlığına bağlı hastalıklarda son 30-40 yıldır devam eden bir düşüş bulunduğuna dikkat çeken Tuzcu, “İnsanlar günümüzde bu sorunlardan eskisi gibi kolay ölmüyorlar” diyor. İskandinav ülkelerinin bu konuda başarılı bulunmalarının avantajları arasında; toplumsal önlemler, harekete imkân sağlayan olanaklar ve kalple ilgili hasta kayıtlarının çok güvenilir ve düzenli şekilde tutulması yer alıyor.

        Tuzcu, Türkiye’nin bu konuda eksikleri bulunduğunu belirterek, “Biz Taksim’deki bir hastaneye kalp krizi geçiren kaç kişi geldiğini, bu krizlerin 5 yıl önceye göre artıp artmadığını, kriz geçirenlerin yaşlarını, hastaneye saat kaçta başvurduklarını, geldikleri zaman damarlarının ne hızla açıldığını ve belli süre içinde ölenlerin sayısının ne olduğunu hâlâ bilemiyoruz” diyor. Tuzcu’ya göre günümüzde geçmişe oranla daha iyi bir elektronik kayıt sistemine sahip olsak bile bu sistem henüz yaygın güvenilirlikte ve verim alınabilir düzeyde değil.

        ÇİN KALP SAĞLIĞI AÇISINDAN ŞANSLI BİR ÜLKE Mİ?

        “Yakın geçmişe kadar Çin ve Uzakdoğu ülkelerinin kalp-damar hastalıkları yönünden şanslı olduklarını düşünürdük” diyen Tuzcu, devam ediyor: “Oysa şimdi yanıldığımızı görüyoruz. Kalp-damar hastalıkları özellikle de kalp krizleri bu ülkelerde eskiye göre onlarca kat arttı. Bunun nedeni genetiklerinin değişmesinden çok eskiden sokakları bisiklet dolu olan Sanghay ve Pekin’in artık arabadan geçilmemesi. Hava kirliliği ve sigara içimi de sorunun artmasında çok etkili. Ailesel faktörlerin kalp-damar hastalıkları riskini artırdığını bilsek de genetik tablo o kadar karışık ki bu hastalıklar birbirini çok fazla etkileyen binlerce faktörün sonucunda oluştuğu için ‘Şu ülkenin genetiği kalp-damar hastalıklarına daha yatkındır’ diyemiyoruz.”

        İLETİŞİM ARAÇLARINA DİKKAT!

        İletişim araçlarının fazla kullanılmasının kalp-damar sağlığını tehdit ettiğini gösteren çalışmalara dikkat çeken Prof. Dr. Murat Tuzcu, “Günde 4 saat televizyon seyrettiğiniz zaman hareketsizliği, bunun sonucunda da kalp-damar sağlığınız açısından riske girmeyi göze alıyorsunuz demektir” diyor ve 4 saat televizyon seyredenlerde kalp krizi ile damar hastalıkları riskinin çok yüksek olduğuna işaret ediyor. Televizyon seyrederken tam bir hareketsizlik içinde olunması, abur cubur tüketilmesi, televizyon seyretme zamanının çoğu kez tam yemek sonrasına denk gelmesi, yemeğin emilimi ve kan yağlarının dağılımıyla ilgili olumsuzluklar anlamına geliyor.

        SORUN DEPRESYON MU KALP Mİ?

        Kalple ilgili belirtiler bazen depresyonla da karışabiliyor. Yorgunluk, isteksizlik ve kötülük hissi, hem depresyonda hem de kalp hastalıklarında görülebiliyor. Geçmeyen olağanüstü bir belirti halinde derhal bir uzmana başvurulması öneriliyor.

        GÜNLÜK 6 GRAM TUZ

        Prof. Dr. Murat Tuzcu, “Sorun az tuzlu değil normal tuzlu yemek tüketmek” diyor. Toplum olarak çok tuzlu yemek yiyor ve normalin 3 katı tuz tüketiyoruz. Oysa günlük olarak almamız gereken tuz miktarının 6 gram olması gerekiyor. 6 gr tuzda 2.5 gram sodyum olduğunu söyleyen Tuzcu, yapılan son çalışmaların bunun bile fazla olduğunu gösterdiğine dikkat çekiyor. Çok tuz tüketen ülkelerde sıklıkla yüksek tansiyona rastlanıyor.

        İnmelerin, beyin kanamalarının, felçlerin en önemli nedenini tuz tüketimi oluşturuyor. Birçok hazır yemeğin içinde ağza gelmese de fazla miktarda tuz bulunması, hazır yemeklere karşı çok dikkatli olunması gerektiğine işaret ediyor. Paketlenmiş yemekler ve restoranlarda sunulanlar da evde yapılan yemeklere göre daha fazla sodyum içeriyor.

        FAZLA KIRMIZI ET TÜKETMEK ZARARLI MI?

        Bilimsel araştırmalar kırmızı et tüketimiyle ilgili hangi gerçeklere işaret ediyor? Bugüne kadar yapılmış karşılaştırmalı araştırmalardan ortaya çıkan sonuçlar, Akdeniz tarzı beslenmenin kişiyi uzun vadede kalp-damar hastalıklarından, kanserden ve Alzheimer’dan koruduğunu gösteriyor. Etten yoğun beslenmeye geçildiğinde ise olumsuz sonuçlarla karşılaşılıyor.

        Akdeniz diyetinin bitkisel besinlerden; sebze, meyve, baklagil ve işlenmemiş tahıldan oluştuğunu söyleyen Prof. Dr. Murat Tuzcu, bu tür beslenmenin binlerce insanın yer aldığı karşılaştırmalı araştırmalarda denendiğini ve faydalı olduğunun gösterildiğini belirtiyor. Bunun kırmızı etin hiç tüketilmemesi ve yasaklanması anlamına gelmediğini ifade eden Tuzcu, her gün ve her öğün yemekten kaçınılması gerektiğine dikkat çekiyor.

        “Et yoğun beslenmenin insan sağlığına yararlı olduğuna dair tek bir bilimsel çalışma yok” diyen Tuzcu, devam ediyor: “Buna karşın olumsuz etkileri olduğu ve kalp krizlerine yol açıp ölümleri artırdığına dair geniş toplumsal çalışmalar bulunuyor. ABD’de 120 bin hemşire ile yine sağlık sektöründen 50-55 bin personelin katıldığı iki araştırma, fazla kırmızı et tüketenlerin az yiyenlere göre daha fazla kalp krizleri geçirdiklerini, daha fazla kalp-damar hastası olduklarını gösteriyor. Buna karşın eti yok saymak doğru değildir çünkü içinde önemli oranda demir ve çinko ile çok sayıda protein vardır.”

        KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLARI İÇEREN BAŞLICA ÖLÜM NEDENLERİNİN DAĞILIMI

        SİYAHİLERDE YÜKSEK TANSİYON RİSKİ DAHA FAZLA

        Siyahilerle beyazlar arasında yüksek tansiyon açısından önemli farklılıklar bulunduğu belirtiliyor. Siyahilerde bu riskin daha yüksek olmasının nedeni yüksek tansiyon mekanizmasının farklılığından kaynaklanıyor. Prof. Dr. Murat Tuzcu, “Bu durum siyahilerin farklı genetikleri ve tuza cevaplarındaki farklılıktan olabilir” diyor. Bu nedenle siyahilerin tedavisinde etki mekanizması açısından bazı ilaçlar daha çok tercih ediliyor.

        KADINLARIN KALP BELİRTİLERİ ERKEKLERDEN FARKLI

        Prof. Dr. Murat Tuzcu, kadınların kalp-damar hastalıkları yönünden erkeklerden daha farklı belirtiler verdiklerini söylüyor. Bu hastalıkların tipik şikâyetlerinden olan; göğsün ortasına baskı, sıkıntı, ağrı ve nefes darlığı kadınlarda daha az görüldüğü için bu cinste hastalığın ortaya çıkması ‘atipik’ şikâyetlerle meydana geliyor. Tuzcu, bu durumu şu örneklerle açıklıyor: “Acil poliklinikte 55 yaşında bir kadın ‘Hiç olmadığım kadar yorgunum, parmağımı kaldıramıyorum ve midem bulanıyor’ dediğinde ‘Bu kalp krizi olabilir’ düşüncesiyle yaklaşıyoruz. Şiddetli bir terleme, keyifsizlik ve ölüm korkusuyla gelen bir kadında da aynı şeyden şüpheleniyoruz. Fenalık hissedip bayılan kadına, ‘Aman kalp krizi olmasın’ duygusuyla müdahale ediyoruz. Tüm bu farklı belirtiler nedeniyle günümüzde kadınların kalplerini 20 yıl öncesine göre daha farklı değerlendiriyoruz.”

        BELİRTİSİZ KALP KRİZİ OLUR MU?

        Kişinin hiç belirti olmadan kalp krizi geçirmesi mümkün müdür? Prof. Dr. Murat Tuzcu’ya göre ağrı ve nefes darlığı olmasa da kalp dikkat çekmeyen farklı belirtiler verebiliyor. Kalp krizi geçiren kişilerin biraz sorgulandıklarında, son günlerde yataktan çıkmak istemedikleri, çok halsiz ve bitkin oldukları, bir kat merdiven çıkmaları halinde bile “Keşke asansör olsaydı” dedikleri görülüyor.

        Bununla birlikte, kalp krizi belirtileri hakkıında halk arasında bilinen bazı bilgiler yanıltıcı olabiliyor. İşte kalp krizi hakkındaki gerçekler:

        ‘MESELE JAPON OLMAK DEĞİL’

        2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerika’ya taşınmış ve göç etmiş Japonlarla onlarla aynı yaş ve cinsiyette olup Japonya’da kalmış “kontrol grubu” olarak nitelendirilen Japon gruplar karşılaştırıldığında, bu iki grup arasında kalp hastalıkları açısından fark bulunmadığı belirtiliyor. Prof. Dr. Murat Tuzcu, “Mesele hangi ülkeden olduğunuz değil, mesele yaşam alışkanlıklarınızın nasıl değişiklik gösterdiği” diyor.

        70’li yıllarda yapılan araştırmalarda Japonların çok az kalp krizi geçirdikleri ve kalp risklerinin çok düşük olduğu düşünülüyordu. O dönem yüz binlerce Japon Amerika’ya yerleşmişti. Bilim insanları Amerika’da yaşayan Japonları 20 yıl süresince izlediler ve aynı yaş ve cinsiyette olup Japonya’da yaşayanlarla karşılaştırdılar. Bu araştırma sonucunda Japonya’da yaşayanların 1960 ve 1970’li yıllarda kalp krizi risklerinin hâlâ düşük olduğu, Amerika’ya taşınanların 10 yıl sonraki kalp krizi risklerinin ise yükseldiği görüldü. Bu durum, kalp-damar hastalıklarının nedeninin genetikten çok yanlış bir hayat tarzını benimsemekten kaynaklandığı şeklinde yorumlandı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ