Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Tarihi sokakta caz yapmak isteyen çocuk: Woody Allen

        Allen malumunuz, yaşayan mizah dâhisi. Neredeyse yarım asırdır Hollywood’u elinde tutuyor. Tabii bundan sonrası belirsiz neden mi ? Me Too dosyasında da ondan... Öğrenciyken, Woody’nin biteviye uzun ve teatral diyaloglarla örülmüş filmlerini seyrettiğimi hatırlıyorum. Hele biri var ki... Ne yazık ki filmin adını unuttum ve ne yazık ki, tamı tamına nerede seyrettiğimi de unuttum. Batı Berlin’de. Seneyi anlayın artık... HT Cumartesi'den Ali Esad Göksel'in haberi...

        Ama çok net hatırladıklarım da var: Küçücük bir sinema. İçeride 5 seyirci. Film başlıyor. İlk zayiat 5’inci dakikada, 4 kişiyiz ve dakika 10. Bir seyirci daha pes etti, 3 kişiyiz. Ulaştık mı ilk yarım saate, kızlı erkekli çift salonu terk ediyorlar. Ve artık sinemada tek başına: Bendeniz inattayım. Bu arada itiraf da etmiş olayım: Elbette yaşım icabı! Bugün olsa anında çıkarım..

        Bitti mi, bu kadar mı?Hiç olur mu canım. Az bir durun. Ansızın salonun kapısı açılıyor, içeriye yaşlıca bir adam giriyor. Sessiz ve saygılı bir ifadeyle bana yaklaşıp soruyor: “Özür dilerim sonuna kadar seyredecek misiniz?” Makinistmiş. Öğle yemeğine çıkacakmış. Olay mahalli için bir kez daha geri saralım, Hür Berlin Üniversitesi’ne yakın bir sinema salonu olmalı..

        Bakın, bu benzersiz an bile Woody üzerine hissiyatımı ipoteğe kâfi. Derken bizim belgeselin sonuna yakın çok çirkin ve fevkalâde karizmatik Allen boy gösteriyor... “Biliyor musunuz” diye başlıyor, “Hayatta her ne istedi isem, oldu.”

        “Aktör olmak istedim oldu.” Film yönetmek istedim, o da oldu.” Bir an duruyor. Belli ki onun için özel olanı en sona saklamış, “New Orleans sokaklarında caz yapmak istedim. O dahi oldu...”

        REKLAM

        Belgeseli az geri alıp yavaşta izliyorum: “Tarihi sokakta caz yapmak isteyen çocuk...” O büyülü laf var ya: Biz ölümlülerle Woody Allen gibi dâhilerin buluştukları an. “Çocuksu ve el değmemiş heves.”

        SOKAKTA KÖPEKBALIĞI

        Ve dâhiliğin benzersiz eşiği de o hissi ne yoğunlukta yaşadığınızda. Bir şey daha. Az kaldı hele bir piste tekerlek koyalım. Houston’dan New Orleans’a geçeceğim. Bourbon Sokağı Woody Caz Performansı bana adreslenmiş ezoterik bir mektup olmaya? Ne diye olmasın? Olabilir... Lisedeki alman edebiyat hocamızın Max Frish’in Homo Faber’i üzerinden bize bellettiği ihtimaller hesabı çok geride kaldı. Kabul etmek ve hesap etmek arasından şu Almanlar’ımı bir çıkarabilsem. İşte o zaman araftan, daha da özgür sesleneceğim: “Eyyy Orleans cazcıları az eğlenin, ben de geldim...”

        Houston sonrası kolay. Tez zamanda New Orleans’dayız. Mississippi iklimi yüzümüzde. Anafikir şu: Nem ve sıcak!

        Alelacele merkeze geçiyoruz. Neden mi? Bu şehrin efsanelerinde kırmızı çizgi yok. Her zaman her şey olurmuş, olmuşmuş. Üstelik bir de Katrina eklenmiş. Afeti hatırlıyorsunuz. Hani New Orleans’ın sular altında kaldığı. Sakın ha su bastı diye, öyle 40-50 santim sanmayasınız. Bazı cadde ve sokaklarda köpekbalıklarının turladığı bir afetten söz ediyoruz. Yani şehrin hayatında gerçek bir kırılma noktası. Kiminle konuşsanız, nereye gitseniz, ikinci cümle Katrina ile başlıyor. Size duvardaki izler gösteriliyor. Sular nereye kadar yükseldi idi diye...

        Doğa ile bilek güreşinin maliyeti. Birleşik Devletler gibi organize bir coğrafyada bile çok can acıtıcı. Fransız mahallesinin göbeğindeyiz. Burası Birleşik Devletler’in en aykırı hayatlarından birisini sunmakta. Avrupa var, Afrika var ve elbette Mississippi-Lousiana var. Hepsi sokakta ve kol kola. Bir şey daha: Bunların hiçbiri artık yola çıktıkları yerde değiller. Dönüşmüş ve değişmişler. Ve çok güzeller. Baştan çıkarıcı. Woody haklı. Dinlemesi, izlemesi bile başlı başına bir fasıl. Ya icrası? Sokakta klarnet çalmak, caz yapmak...

        Jetlag ile hafif uyku sersemi oyalanıyorum. Yatmalı mı? Yoksa direneyim mi... Odada aşağı yukarı voltalarken uzaktan tuhaf bir müzik geliyor. Evet caz ama hüzünlü. Ritmik ve ağırbaşlı ve yaklaşmakta. Hemen tülü sıyırıp sokağa sarkıyorum. O da ne? Bu bir cenaze!

        Önde bir orkestra. Caz grubu yürüyor. Belli ki mutad ritimlerinin dışında durmadalar. Nereden mi belli? Arada bu şart şurta sığamayan bir dörtlük kaçıyor. Herkes faile dönüp bakıyor...

        CAZ VE CENAZE

        Kaldıkları yerden devam. Arkada rahmetliyi taşıyorlar. Onunda arkasında heyet var. Aile ve sevenler olmalı. Ciddi, hüzünlü, saygılı ve de rengârenkler. Ne tuhaf ve sinematografik bir kortej... “Allah rahmet eylesin!” Acaba nasıl bir cazseverdi. Hangi parçaları? Meraktayım. Yoksa onlar mı çalınmada? Ve gözümün önüne sulu bir resim düşüyor...

        Sizden utanıyorum. Ama anlatacağım. Cenaze kortejinin önünde Woody Allen’i hayal ediyorum. “Caz bandının yöneticisi olarak! Kıvrıla kıvrıla çalıyor. Arada bir, durarak solo yapıyor. Dönüp arkayı süzüp, tekrar yola revan olmada...”

        Allahım, biliyorum çok ayıp. Saygısızca... Fakat elimde değil “Beyond of my control!” Ve nihayet hem kortej hem de densiz hayallerim uzaklaşıyor, çekip gidiyorlar...

        Aynen bizdeki gibi: Hayat yeniden başlıyor. Merak ve saygı ile sessizce seyredenler, tekrar gürültülerine dönüveriyorlar. Sanki bir oyun arası, ihtiram seansı yaşandı... İstikamet tekrar lokanta ve barlar, kahveler. Dahası da var: Kavşağa yerleşmiş sokak çalgıcıları kaldıkları yerden devamdalar. Hatta biraz daha neşeli bir havayla. Bunlar adeta Bremen Mızıkacıları. Oldukları mevziyi tutmayıp sağa sola ataktalar...

        Meraklısı olduğum caz zamanının ziyaretgâhındayım. Fransız mahallesi, burası sanki mistik bir yer. Eski mahalleyi hafızama kazımak istiyorum; sokak sokak, bina bina. Buranın Mardi Gras’ı var ya... Hani atış serbest karnavalı... Bu sene 300’üncü yıl. Dile kolay. Çin New Orleans’ı Büyük Tövbe’yi ele geçirmiş halde. Herkesin eli, cebi,üzeri Çin-i Maçin menşeli boncuklarla dolu. Sınır ve limit yok. Atış serbest...

        Bakın varsa yoksa o. Herkes onu görmek derdinde. Tamam o güruhun içinde dağıtma yaş ve hevesine sahipseniz niye olmasın? Ama ben başka bir şey istiyorum. Mahalli muhteremler, turistler çekilince nasıl yaşarlar? O kendi oldukları hallerin içine karışma emelindeyim. Zor bir iştir biliyorum. Ama azim diye bir şey var hayatta...

        ALBİNO KUŞKONMAZLAR

        Ve nihayet sihirli maymuncuk. Bir antikacının kızı. Beş nesildir French Quarter’de yaşıyorlar. Nene ve dedesinin favori lokantasını bilmek istiyorum. Kahkahalarla gülüyor. Akşama birlikte Antoine Restaurant’dayız. Burası tam tamına 175 yaşında. İçerideki herkes herkesi tanıyor. İsmen hatta hikâyesiyle. Sanki tek yabancı benim... Ölü sezonun nimeti de bu olmalı. Kuşkonmaz var ya. Mönünün üstlerde, ilk çeyreğine yerleşmiş. Kuşkonmaz onlar için, ana yemeğin önünde ve yahut da yanında gelen bir şeyler... Ama durun bir dakika. Bunu kabullenemem. Mümkün değil. O istisnai kuşkonmazlar! Dişlerime direnen ve bearnaise sosa hafiften dokunmuş asparagus.

        O, yeşil ve beyazlar. Önümdeki tabağa uzanmışlar. Sıra sıra, yan yana. Buna değişilebilecek başka bir şey var mı hayatta? Misafirime de soruyorum. Galiba emin değil... Önce düşünürmüş gibi, tavanı tarıyor. Ardından beni süzüyor ve cevap, “Fettan kahkahalar!”

        Dışarısı cazla dolmuş. Hatta içeri salona taşıyor. Adını bildiğiniz her kim var ise, tüm şöhretlerin yolu bu sokaktan geçmiş. Louis Armstrong’un çaldığı mekânlar var. Elbette tavaf ediyoruz. Bakın o şeytan çekici tonton hâlâ çalıyor olsa şahane olurdu. Ama geriye kalan da nefes kesici... Bu müzik bu şehre sinmiş. Yaşlılara, gençlere, çocuklara, herkese ve her şeye. Hayatın kendisi oluvermiş. Ara veren şarkıcı kadın ile konuşuyoruz, “Herkes bize öykünüyor.” Amerikalılar, Güney gibi yaşamak istiyor; içkisi, biberi, mutfağı ve elbette müziği ile, bizler gibi yaşamak istiyorlar... Orta yaşlı güzel siyah kadın hız kesmiyor: “Üstüne, biz Güneyli kadınlar onlardan daha cazibiz.”

        Soruyor: “Neden biliyor musun?” Pes bir kahkahayla bağlıyor: “Caz bizim tenimizde!”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ