Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Tatlı Hayat’ın vakanüvisleri, Roma Film Festivali, Ali Esad Göksel yazıları, Ali Esad Göksel Roma Film Festivali,

        Ali Esad GÖKSEL/ agoksel@htgazete.com.tr

        Roma’dayım. Burası binbir çehreli bir kadın gibi. Kâh ciddi, kâh işveli; kâh 18 yaşında, kâh yetmiş; kâh sokak kadını, kâh inzivaya çekilmiş; kâh aristokrat, kâh proleter... Ve tuhaf bir şey söyleyeyim mi? Ben hepsine âşığım! Her haline... Ne denli şıpsevdi olduğum da ortaya çıksın: Tercih yapamıyorum ki, hangisi daha cazip? Katiyen emin değilim. Galiba ömrüm böyle geçecek. Bir o çehreye, bir bu çehreye bakarak...

        Bayramlarda lunaparka gittiğim çocukluğumu hatırlıyorum. “Aman hiçbir şey kaçmasın. Her şeyi hafızama nakşetmeliyim” diye merak ve şaşkınlık dolu bir yüzle etrafı taradığım zamanları... Ne tuhaf o lunaparkların hemen her şeyini hatırlıyorum. Ama daha da iyi bildiğim bir şey var. O da ruhuma hükmeden “sıradışına hayranlık hissi...”

        İşte ebedi şehir Roma’daki halim budur. Evet 99 kere gittim... Ama ne çare! Yüz kere olsun istiyorum... Fellini’nin Roma filmi afişini bilir misiniz? Hani, Romus ve Romulus, şehrin mitolojik kurucuları bir kurt tarafından emzirilirler. İşte o sahneyi hatırlayın. Ama küçük bir değişiklikle; emziren o kurtun yerine üç göğüslü genç bir kadın yerleştirmelisiniz. Roma budur! Sizlere de soralım: Bu kadının çağrısını ikiletir misiniz?

        KIRMIZI HALININ NİMETLERİ

        Roma Film Festivali’nin açılışına davetliyim. Festival Eski Kıta’nın en gösterişlilerinden. Neden mi? Çünkü İtalyan Sineması’nın ağababaları her daim buradalar. Yaşarken de şimdilerde de... Biliyor musunuz; kırmızı halıda yürürken beyhude bir hevesim var: Fellini ile karşılaşmak! Orada olduğuna o kadar eminim ki... “Muzip ve alaycı bir bakışla” izliyor olmalı. Uzun bir kırmızı halı. Sağ tarafında yan yana ve üst üste mevzilenmiş fotoğrafçılar. Envai milletten envai fotoğraf makinesi. Amerikalıların “idiot proof” dedikleri her derde deva makineler var. Zoom marifetleri donanmış karmaşık makineler de var. Kırmızı halının solunda ise sizi izleyen film kameraları var.

        Ya halı üzeri? Ağır ağır yürünüyor. Âdet öyle. Yanlış yapmayayım diye yanımıza bir hostes veriliyor. Askerlik tabirle, “mevcutlu” olarak ilerliyorum. Gençten, çok sevimli bir kız. Üniversitede felsefe okurmuş. Bu halı üzerindeyken kendisi ile konuşan ilk erkek olduğumu söylüyor. Ya kadınlar? “Onlar da konuşmaz. Ama nasıl görünüyorum” misali sorarlar diye anlatıyor... Ve ansızın yakalanıyorum. Hazırlıksız! Sağ kanattaki şipşakçılar dalgalanıp pozisyon alıyorlar. Allah’ım olacak iş mi? Beni bildiler mi? N’ayır, n’olamaz! Ama Allah kimseyi şaşırtmasın; güler yüzlü çıkmalıyım diye gülümsüyorum. Tam o anda muhabirlerden biri bağırmaya başlıyor: “Sophia! Buraya, bana doğru bak!” Arkama döndüğüm an, şöhret rüyamın bittiği an!

        Beş metre kadar arkamda bir kadın! Akdeniz’in klasik kadını mı? Hayır. Daha ziyade Hollywood’luk. Nasıl desem; Yaradan’ın rahat bir zamanına gelmiş olmalı. Hata sıfır. Yüz üzerinden yüz. O an ruhi sarsıntım geçiyor. Aslıma rücu ediyorum. Kıza seslenerek “Fotoğraf çektirelim mi” diye soruyorum. Şirinlik muskası yanıtlıyor: Elbette! Nasıl diyeyim; söylemesi ayıptır, beş yüz flaş patlıyor. Teşekkür için kızı öpüyorum. Yanaklarından...

        Fotoğrafçılar dalgalanıyor. Hoop, beş yüz flaş daha. Kıza, “Sayemde manşetsin” deyince kibarca gülümsüyor. Salona giriyoruz. Devasa bir salon. Protokol sıralarına oturtuyorlar. Tören, ödüller ve açılış filmi. Çok iş yapacak bir komedi, “Soap Opera”... Mazda festivalin sponsoru ya. İtibarımız yüksek. Ayağımız asfalt görmüyor.

        Mazda’nın henüz satışta olmayan modelleri bizi halıdan halıya taşıyor. Dışarısı kararmaya başlamış. Alacakaranlık. Bizi 200 metre ötedeki Maxxi Müzesi’ne teslim ediyorlar. Festivalin açılış partisi! Herkes burada. Şıklık berdevam. Ev sahibi bina Maxxi Roma Modern Sanatlar Müzesi, Zaha Hadid tarafından yapılmış. Açılalı neredeyse on yıl oldu. Hissiyat aynı: Çoğu Romalı için alacakaranlık kuşağı gibi...

        “DOLCE VİTA” BİTTİ Mİ?

        Uzun gecenin sabahı. Şehir ışıl ışıl. Her cadde, her bina adeta ayrı bir projektör ile aydınlatılmış. Aklıma düşüyor; Fellini, o rüya ile hayat arası gidip gelen Dolce Vita fiminin büyüsünü üstümüze sürdü ya, ondan uyanmak için biz de mi havuza atlasak?

        Davranıyoruz. Venedik’in Roma’ya bile sattığı Harry’s Bar’a davetliyiz. Elçilikleri tam karşıda ya, geçende Hillary Clinton gelmiş. Tabaklarımızda Sophia’nın, Marcello’nun tarifleri. Fakat o da nesi? Ana yemek Scorcese’den! Ne diyeyim: “Go Home Hollywood...”

        Çok şükür, şarap için yarımadayı turlayacağız. Chianti’den Maremma’ya oradan Piemonte’ye, oradan Bossano’ya uzanıyoruz. İtalya’nın en iyileri kadehlerimizde. Mazda “Roma ve Sinema” diye şahane bir kitap hediye etmiş. 1940-1990 arasını anlatıyor. O ne fotoğraflar! Tatlı Hayat’ı tarihe not düşen şahitler, o kitaptalar.

        İşte kırmızı halının sağındakiler, o benzersiz anları bize anlatanlar... Ünlü İtalyan fotoğrafçı, “paparazzi” Rino Barillari bu loncanın tartışmasız lideri. Hayatı, “Dolce Vita vakanüvisliği...” Herkes onun “hayatına” biat etmiş. Neredeyse dokunulmaz. Koluma giriyor. Kibarlık ediyor, fotoğrafımı çekecek. “Rino” diye soruyorum, “Dolce Vita sürüyor mu?” Duraklıyor. Gözleri bende, ruhu bir yerlerde, mırıldanıyor: “Mümkün mü?”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ