Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Benim Cem’im kader kurbanı’, gülenay börekçi yazıları, cem sultanın hayatı, cem sultan kimdir

        GÜLENAY BÖREKÇİ / HT PAZAR

        Demet Altınyeleklioğlu hem bizde hem de yurtdışında çok satan ve hepsi de Osmanlı hareminde geçen birkaç roman yazdı. Bunların ilki olan Moskof Cariye Hürrem, yayınlandığı yıl küçük çaplı bir fenomen oldu. Ardından Muhteşem Yüzyıl dizisinin yayını başladı. O tarihlerde dizinin romanından fazlasıyla etkilendiğini söylemiş ve “İnsan kendi romanını tanımaz mı?” demişti. Yeni romanı Bozkır Çiçeği Cem Sultan’ı konuştuğumuz bu röportajda o sözünü hatırlattım. “Evet, izlediğim ilk birkaç bölüm, görsel hataları dışında buram buram ‘ben’ kokuyordu” dedi.

        Yurtdışında “Türklerin Philippa Gregory’si” diye anılan Demet Altınyeleklioğlu bir daha haremi yazmamaya kararlı. Hatta bu yüzden yayınevi değiştirmek zorunda bile kalmış, yani İnkılap Kitabevi’ne geçmiş. Eski yayıneviyse onu ikna edemeyince, hemen mahlasla yazdığı aşikâr bir yazarın, Zümrüt Z.’nin Mahidevran’ını yayınlamış. Romanları yurtdışında, bilhassa Doğu Avrupa ülkelerinde çok satan yazarla hem hakkında bilinmeyenleri, hem de Cem Sultan’ı konuştuk..

        Hep Harem kadınlarını yazmıştınız, ilk kez bir erkeği yazıyorsunuz, niçin?

        Cem Sultan koskoca Osmanlı Devleti’nin düzenine meydan okudu. Ben de Cem Sultan’la meydan okudum.

        Meydan okudum derken...

        Evet, bu yeni roman bir meydan okumaydı. “Sen kadın yazarısın. Erkek yazmamalısın, imajın zedelenir” deniyordu. Her türlü eleştiriye açığım ama yazarsam, kadın da yazarım erkek de. Harem kadınlarının benim için anlatılacak bir yanı kalmadı. Bu akımı ben başlattım ama vur deyince öldürmemek lazım. Düşünsenize; tarih aynı, mekânlar aynı, isimler aynı... Yazarlık ruhu böyle bir mahpusluğa dayanamaz. Artık Topkapı Sarayı’na ve hareme bağımlı kalmak istemiyorum.

        Cem Sultan’a gelelim o halde...

        Osmanlı tarihine yön vermeye çalışmış çok önemli bir şahsiyet. Cesur, dürüst ve duygusal. Bunlar benim için önemli hasletlerdi.

        İlk romanınız Moskof Cariye Hürrem’di. Neden bu kadar çok sattı sizce?

        Yıllarca eleştirilere maruz kalmış bir saltanat kadınını kötülükleri, zaafları, hırsları, özlemleri, aşkları, ihtiraslarıyla bir sevgili, bir anne olarak ele aldım, üstelik bunu ilk yapan oldum.

        ‘MUTLULUĞU ORTA YAŞA GELİNCE YAKALADIM’

        Televizyon kökenliymişsiniz. Yazmadan önceki hayatınızı anlatır mısınız?

        Bir ideal olarak başlamış, televizyonculuğun okulunu bitirmiştim. Tek kanal vardı. Tevazu göstermeyeceğim; 36 sene büyük bir zevkle, idealizmle, azimle çalıştım, çok renkli evreleri oldu mesleğimin. Yıpratıcı ve stresliydi ama zevkliydi.

        Yazmakla ilişkiniz nasıl başladı?

        Ankara Koleji yıllarında kendimi yazarak daha iyi ifade ettiğimi anlamıştım, televizyonda da hep yazıyla iç içeydim. Ardından roman çevirileri yapmaya başladım. Kurgu analizi yapmayı çeviriyle öğrendim.

        İnsanları tanımak adına ne kazandırdı size televizyon?

        Yazarlığımı çok etkiledi. Bir kere estetik bir görsellik yaratıyorsunuz; üsluba, atmosfere, renk geçişlerine, ahenge, ışığa, yüzdeki ifadeye, mimiğe önem veriyorsunuz. Sonra gözlem yapmayı öğreniyorsunuz ve ses tonundan, bakışından, mimiklerinden bir insanın karakterine dair her türlü ipucunu yakalayabiliyorsunuz. Bu hem çok iyi, hem de korkunç bir şey. Karşınızdakinin sizin hakkınızda ne hissettiğini bilmek, tebessümünün sahte, samimiyetinin yapmacık olduğunu fark etmek insanı yaralıyor. O yüzden az ama gerçek dostluklarla yetiniyorum artık.

        Kadın-erkek ilişkileri favori konunuz...

        Hayatın merkezi kadın erkek ilişkileri değil midir? Birbirini seven iki kalbin sinerjisini düşünsenize. Kadın ve erkek mutluysa evren mutludur. Hayatımda hep mutluluğu aradım. Birini elde tutmak için başvurulan hilelerle, naz ve niyazlarla sürdürülen ön yargılı, hesaplı kitaplı ilişkileri gençliğimde de yorucu bulurdum. Beceremedim de zaten. O yüzden gerçek mutluluğu ancak orta yaşa gelince yakalayabildim.

        ‘BANA KÖTÜLÜK YAPMAYANA KÖTÜLÜK YAPMAM’

        Ailenizden, özel hayatınızdan bahseder misiniz?

        Geçen yıl emekli oldum ve Bodrum’a yerleştik...

        Neden gittiniz?

        Hiçbir metropol İstanbul kadar ağlamamıştır. Âşık olduğum bu şehirde bana artık yer kalmadığını, önemsediğim değerlerin yitip gittiğini hissediyordum. Galiba İstanbul’u o kadar sevmişim ki son hali içimi ezmeye, yüreğimi sızlatmaya başlamış ve ben, bilinçaltımın emriyle soluğu Bodrum’da almışım. Şanslıyım, birkaç can dostum dışında İstanbul’da beni bağlayan bir şeyim yok. Ama inanır mısınız, şimdi bu dostlarımla daha sık görüşüyorum.

        Mutlusunuz yani...

        Mütekait hayatı yaşıyoruz, daha doğrusu tüm zamanlı tatil yapıyoruz. İnsanın kendi kendinin patronu olması paha biçilemez bir şey. Asosyalim, evime âşığım, herkes bana gelsin, gerekirse hiç dışarı çıkmayayım isterim. Hayatı benim için kolaylaştıran, güzelleştiren sevgi yumağı bir kocam, 93 yaşında bir annem, New Jersey’de yaşayan bir oğlum ve gelinim, bir de Maltese bebeğimiz Mucho var, ailem onlar... Klasik olacak ama onların mutluluğundan, sağlığından başka şey istemiyorum. Çok şey yaşadım şu hayatta; gezdim, gördüm, her şeyi içime sindirdim. Oğlumun gözünde göreceğim bir ışık, meleğin sihirli değneği gibi okşuyor yüreğimi. Kocamla çok uzun yıllar birlikte yaşamak istiyorum. Bir de denizde yelkenli görmekten tarifsiz mutluluk duyuyorum, ruhum yıkanıyor.

        Neyi asla yapmazsınız?

        Bana kötülük yapmayana asla kötülük yapmam.

        ‘Kadın olmayı sorgulayan herkeste Hürrem’lik vardır’

        Sizin yarattığınız Hürrem nasıl bir kadındı?

        Korkunç bir çocukluk travması geçirmişti, öfkeliydi. İntikam hırsı, iyiliğini bir zırh gibi örttü ama yok edemedi. Doğruları da oldu, hataları ve pişmanlıkları da. Dünyayı titreten bir adam ona âşık olmuştu ve Hürrem Sultan, büyük aşkının bedelini ödemeyi bildi. Hep halefi Gülbahar’ın mağduriyeti konuşulur. Kim bilir, belki de Hürrem kötülüğü ondan öğrenmişti.

        Sizde var mıdır Hürrem’lik? Mesela aşkta onun kadar yıkıcı oldunuz mu?

        Bende de vardır, sizde de. Kadın olmayı sorgulayan herkeste vardır. Ama son evliliğim dışında aşkta yıkılan taraf hep ben oldum. Yaşadığım birkaç yaramazlığa aşk denirse tabii. Türk kadını olarak bizler baskılardan, çarpık ahlâk anlayışından dolayı aşkın bilincine bile varamıyoruz. Aşklarımız iğne oyalarında gizli kalıyor. Etrafta “Hürrem egosuyla dolaşan” kadınlara gelince; “Botokslu egolar” diyorum ben, onun tırnağı olamazlar.

        ‘Entrikacı ve sinsi değildi’

        Cem Sultan nasıl biriydi?

        Vatikan ressamı Pinturrichio’nun tablosundaki Cem enteresandır; heybetli bir Papa ve ürkek, solgun, şaşkın bakışlı bir şehzade... Fatih’in küçük oğlunu, Konstantiniye’nin intikamını almak için 11 kez suikast düzenledikleri bu şehzadeyi görkemli gösterecek değillerdi tabii. Türk ressamların Cem portrelerinde de padişahlara layık görülen heybet, ihtişam, kudretten eser yok. Belki gerçekten öyleydi. 13 yıl sürgünde öldürülme korkusuyla yaşayan bir genç adam ancak böyle hayal edilebiliyordu belki de. Ben buna biraz duygusal, biraz romantik, biraz ihtiraslı, biraz atılgan, biraz şair, biraz asker, biraz diplomat bir ifade giydirdim. Onu entrika peşinde, sinsi biri olarak düşünmedim, benim Cem’in böyle değildi, kader kurbanıydı... Onu sevdim. Bize “kötü” olarak belletilen bütün karakterlerimi sevdim zaten.

        Fatih öldüğünde başa geçseydi, ne değişirdi?

        Osmanlı İmparatorluğu Cem Sultan’ın idaresinde nereye giderdi, bilemiyorum. Ama Fransa Kralı Charles’ın baş danışmanı Sanutta Laurent, “Cem’in Osmanlı tahtına geçememesi Hıristiyan âlemi için Tanrı’nın bir lütfudur” demişti.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ