Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Cate Blanchett, Cate Blanchett röportajı, I’m Not There izle, Blue Jasmine izle, Blue Jasmine Cate Blanchett

        Aysun ÖZ / HT PAZAR

        aysunoz@htgazete.com.tr

        Cate Blanchett’la artık kanka sayılırız:) Uzun yazışmalar sonunda geçen yıl sonbaharda bir röportaj fırsatı yakalamıştım. Soruları yazarken yüzündeki buz beyazlığını parmaklarımda hissettim; “heyecan” diyelim. Bu kez müjdeli haber kendiliğinden geldi. Bir sabah posta kutuma düşen mail, yeni bir mülakat için hazırlanmamı söylüyordu. Konuşulacak çok şey vardı. Aradan geçen bir yılda ikimiz de aşama kaydetmiştik. Blanchett, Wooddy Allen’ın Blue Jasmine filminde canlandırdığı Jasmine rolüyle Oscar’ı aldı. Ben de eklere yayın yönetmeni oldum. Geçen yılki röportajdan sonra böyle bir gelişme olduğunu anlattığımda, röportaja beni tebrik ederek başladı.

        ■ “Sinemanın kraliçesi”, “Modanın altın kızı” deniyor sizin için. Bunlar için neler yaptınız?

        Belli bir şey yaptığımı söyleyemem. Sanırım tüm bunlar hem sinemayı hem de modayı doyasıya seviyor olmamdan kaynaklanıyor. Yaptığım işi çok seviyorum. Sinema ve tiyatro hayatımın önemli bir kısmı. Moda ise hiç vazgeçmeyeceğim bir tutku. Yeni fikirlere ve modanın hiç bitmeyen ritmine kendimi kaptırıyorum, ancak moda tarafından yönetildiğimi söyleyemem. Ustalıkla üretilen kıyafetler kalbimi çalıyor. Oyunculuktan kazandığım ilk parayla hemen gidip Armani takım elbise aldığımı ve hâlâ giydiğimi duymuşsunuzdur. Çünkü beni kendine çeken Armani’nin zamansız ve gayretsiz şıklığı, modernlik ve feminenlikle buluşturuyor.

        ■ Ve pek kimsenin ulaşamadığı bu sıfatlarla anılırken “Zaman zaman bırakmak istiyorum” dediniz. Niye?

        Çünkü her rol yeni bir çaba gerektiriyor. Bir bilinmezlik başlıyor ve bu bilinmezlik için ayrı bir çaba harcamam gerekiyor. Bu yüzden bir rol bittikten sonra “Artık yok” diyebiliyorum. Ancak her defasında bir şeylerin cazibesine kapılıp baştan başlıyorum.

        ‘ŞU ANDA BIRAKMAK GİBİ BİR FİKİR YOK’

        ■ Bunun bir sebebi de zirvede bırakma düşüncesi olabilir mi?

        Şu anda bırakmak gibi bir fikir yok kafamda, zirvede olduğumu da düşünmüyorum zaten ya da müthiş bir oyuncu olduğumu. Her zaman neler öğrendiğime bakıyorum ve sonrasında “Ne yaptım ya da ne yapsaydım?” diye düşünüyorum. İşime ise çok bağlıyım. Her zaman yeni bir kapı açılıyor ve bu da oyunculuğu ilginç kılıyor. Tiyatroyu bırakırsam kesin özlerim ama neyse ki beyazperdede kariyer yapmak için tiyatrodan vazgeçmek zorunda değilim.

        Sinemada orta yaş kadın rollerinde sıkıntı yaşanıyor sanki...

        Orta yaş kadın oyuncularda bir sıkıntı olduğunu pek sanmıyorum, belki de gelen tekliflerle ilgili olabilir ya da orta yaşlarda biraz mevziye çekilmek isteyebilirler. Ben de bir süre sinemaya ara verdim ve tiyatroya yoğunlaştım.

        Oysa kadının en güzel olduğu yaşlar 40’lar değil mi?

        Her yaşın ayrı bir güzelliği var ama 40’lı yaşlarına gelen bir kadın, olgunluğunun verdiği bir etkiyle daha da güzelleşmiş oluyor sanırım. Sizce de öyle değil mi?

        ■ Kesinlikle haklısınız... 40’lı yaşlarla ilgili kadınlara en büyük tavsiyeniz ne olur?

        Hayattan zevk almak, hayatı yaşamak çok önemli. Dolu dolu yaşamak. Bunu her kadına tavsiye edebilirim.

        ‘KOCAMLA İŞBİRLİĞİMİZ BİR BEYNİN İKİ YARISI GİBİ’

        ■ Sydney Theatre Company’nin sanat yönetmeniydiniz, sinema ve tiyatroyu nasıl bir arada götürüyorsunuz? Zira Avustralya, Amerika ya da Avrupa çalışmalarınız oluyor. Hayatınız uçakta mı geçiyor?

        Avustralya’ya daha sakin bir hayat yaşamak ve çocuklarımızı Avustralya kültürüyle yetiştirmek istediğimiz için yerleştik. Çocuklarıma daha fazla vakit ayırabilmek için seyahatlerimi azaltmaya çalışıyorum. 6 sene Sydney Theatre Company’de çalıştığım için günlerimi dolu dolu geçirdim. Sevdiğim işleri yapmak beraberinde bir yoğunluk getiriyor ancak bu yoğunluk içerisinde çocuklarıma, aileme mutlaka vakit ayırıyorum. Hatta çocuklarımla araya 6 günden fazla mesafe koymamak gibi bir kuralım da var.

        ■ Tiyatroda eşinizle birlikte çalışıyordunuz. Eşle çalışmak nasıl, zor ve kolay yanları neler?

        Eşimle birlikte çalışmak çok kolaydı ve çok da keyif aldım. 6 sene boyunca Sydney Theatre Company’de iyi bir ikili olduğumuzu düşünüyorum. Kocamın da önceden belirttiği gibi, onunla olan işbirliğimiz bir beynin iki yarısı gibi. Ancak tabii ki çalışırken tartışmalar yaşadık ve zaten böyle olmasını isterim. Yaratıcılık gerektiren bir işte, birbirlerinin egosunu okşayan kişilerle çalışmak istemem. Yapıcı eleştiriler ve fikirler her zaman olmalı. Andrew ile farklı yerlerden geliyoruz ve sanırım bu yüzden yaratıcı bir partnerlik oldu. Ve en önemlisi, bu işbirliğinin yürümesinin nedeni birbirimize olan saygımız.

        ■ Geçen yılki röportajımızda “Uygun şartlar olursa dizide de oynayabilirim” demiştiniz. Var mı gönlünüzün kaydığı bir proje?

        Dizide oynamak isterim ancak şuan kesinleşmiş bir proje yok.

        ‘RADYO PROGRAMIMDA BEĞENDİĞİM PARÇALARI ÇALIYORUM’

        ■ Oyunculuğa başlama hikâyeniz herkesinkinden farklı. Sizi oyunculuğa iten tasarımcılar ve müzisyenler olmuş öyle mi? Kimlerdi onlar?

        Oyunculuk merakımdan önce klasik müziğe olan hayranlığım başladı. Şu anda Sydney’de ABC Classic FM radio programında beğendiğim klasik parçaları çalarken bir yandan da sohbetlere katılıyorum. Müziğin sahnedeki ritmi, orkestranın kişide bıraktığı güçlü etkisi ve seyirciye verdiği duygu bendeki tiyatro sevgisini daha da artırdı. Sinemada ve tiyatroda rol aldığım birçok eser ile müzikten kopmadım, örneğin Bob Dylan’ı canlandırdığım “I’m Not There” filmi gibi. İlham kaynaklarımdan bir tanesi ise kesinlikle Giorgio Armani. Tasarımlarıyla beni her zaman etkileyebilmiş bir kişidir. Ortaya çıkardığı maskülen feminenlik benim stil anlayışım ile bire bir örtüşüyor. Nasıl ki o farklı stilleri, zamansız şıklığı tasarımlarıyla hayata geçiriyor, ben de oyunculuk ile farklı rolleri canlandırmak istedim.

        ■ 18 yaşında ilk rollerinizden birini falafel karşılığında oynadığınızı ama bunu da alamadığınızı okumuştum. Oyunculuğun emeğinizin karşılığını alamamak gibi zor yanları var. Ve daha pek çoğuyla karşılaşmışsınızdır, sizi ayakta tutan neydi?

        18 yaşıma geldiğimde oyuncu olma düşüncesi aklımdaydı, ancak liseye başlarken böyle bir kariyer pek düşünmemiştim. Tek istediğim iş için seyahat etmek ve yaptığım işle saygı duyulmaktı. Restorasyon veya görsel sanatlar düşünüyordum. Oyunculuk daha sonra ortaya çıktı. Ancak oyunculuğu düşünürken bile kafam karışıktı, çünkü yerinde duramayan, aktif bir insanım. Evde oturup telefon bekleme düşüncesi cazip gelmemişti. Bu yüzden sanırım bir başladım, bir durdum, ama bir şekilde hep devam ettim. Yalnız hep bir huzurlu bekleyiş vardı ve galiba beni ayakta tutan da buydu.

        ■ Hatta çok uzun bir süre kariyerinizin başlamadan bittiğini düşünmüşsünüz. Pek çok kişi zaman zaman bunu düşünür. Sizi bu noktada ateşleyen ve tekrar oyunculuğa bağlayan ne oldu?

        Oyunculuk hayatım 20’li yaşlarımda başladı. Şanslıydım ki drama okulundan mezun olduktan kısa bir süre sonra çok güzel oyunlarda oynadım ve birkaç sene içinde en iyi yeni oyuncular arasında gösterilerek olumlu eleştiriler aldım. Ancak tabii ki oyunculuk hayatında gelgitler oluyor. Böyle durumlarda niçin oyunculuk yaptığımı düşünüyorum ve nedenleri düşündükçe oyunculuğa daha çok bağlanıp devam etmeye çalışıyorum. Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle. Bu yüzden sanırım böyle durumlarda kişi ne yapmak istediğini ve niçin yapmak istediğini düşünmeli. Örneğin benim oyunculuğu tercih etmemin en önemli nedenlerinden biri sahnedeyken seyirciyle iletişim kurabilmem ve onlara uzanabilmem. Ayrıca, seneler önce drama okulunda tanıştığım çok yetenekli oyun yazarı Nick Enright “Oyunculuk ile insan olabilmeyi gösteriyoruz” demişti. Bence bu çok doğru bir söz, çünkü fark ettim ki oyunculuk beni insanlaştırıyor. Sanırım bu da oyunculuğa devam etmemin önemli nedenlerinden biri.

        ‘YENİ ROL YENİ MACERA’

        ■ Elizabeth’te kaybedecek bir şeyinizin olmadığını bilmek, “I’m Not There”de ise Elizabeth ile yukarı çıkardığınız çıtanın yarattığı korku sizi başarıya itmiş. Kaybedeceğiniz bir şeyler olsa da olmasa da başarıya odaklanmışsınız. Bu biraz bakış açısı ve başarıya odaklanmakla mı alakalı?

        Her yeni rol, benim için yeni bir macera ve bu maceraya başlamak aslında zorlu bir süreç gerektiriyor. Benim için küçük ya da büyük rol yok, bu yüzden her rol için mutlaka haftalar öncesinde hazırlık yapmaya başlıyorum. O karaktere bürünmek ve karakteri doğru yansıtabilmek için çok çaba harcıyorum ve bu sayede ortaya çok güzel sonuçlar çıkıyor.

        ‘Sabahları parfümümü havaya sıkıp içinden geçiyorum’

        ■ “Çocuklarım benim kokuma bayılıyor” diyorsunuz. Benim oğlumda sık sık aynı şeyi söyler. Ne kadar parfüm sürseniz de bu koku asla bastırılamıyor. Anne kokusun formülü nedir sizce?

        Ben de aynı şekilde anne kokusunun eşsiz olduğunu düşünüyorum. Sadece anne kokusu da değil, her kadının, her kişinin kendi kokusu çok özel. Çocuklarımın kokusu, kocamın kokusu beni çok mutlu ediyor. Tamamen doğallar. Anne kokusunun formülü de buradan geliyor bence, doğallık.

        ■ Bir kokunun yüzüsünüz. Kokuların hayatınızdaki yeri ve etkisi nedir?

        Kokulara karşı çok duyarlıyım. Okyanusun kokusu gibi birçok koku bende çok güzel duygular uyandırıyor. Tenimde hissettiğim taze kokular beni adeta canlandırıyor. Parfümü direk tenime sürmeyi sevmem, sabahları Armani Si’yi havaya sıkıp içinden geçiyorum ve kokuyu tüm gün taşıyabiliyorum. Gece dışarı çıktığımda ise Si Intense sürmeyi tercih ediyorum. Böylece her zaman taze ve feminen bir kokuya sahip oluyorum. Koku üzerimden çıkarmak istemeyeceğim yumuşak ve sıcak bir kumaş gibi, parfümün de böyle olması gerekmez mi?

        ‘Dünyada hâlâ fazlasıyla güzellik var’

        ■ Artık birçok kadın “Bu dünyaya çocuk getirilmez” deyip çocuk yapmaktan kaçıyor. Onları bunun böyle olmadığına nasıl ikna edebiliriz?

        Zira her şeye rağmen tarihçilere ve bilim adamlarına göre dünya en barışçıl dönemini yaşıyor. Haklısınız, dünyada hâlâ fazlasıyla güzellik var. Önemli olan çocuklarımızı doğru yetiştirebilmek. Eğer çocuk istiyorsanız kesinlikle “Yapın” derim. Benim 3 oğlum var ve hayatımda oldukları için şükrediyorum. Hepsi benim mutluluk kaynağım. Her ne kadar işimi çok sevsem de onlarla vakit geçirebilmek için evde bile oturabilirim.

        6 soruda Cate Blanchett ile kısa kısa

        ■ Yaşadığınız şehirlerde kendinizi rahat hissettiğiniz kaçış noktalarınız?

        Avustralya genel olarak en sevdiğim yer. Sydney ise beni her zaman rahat hissettiriyor çünkü kocam ve çocuklarımla birlikte oluyorum. Brighton ise çok özlediğim yerlerden biri, çok çok özlüyorum. Beni rahat hissettiren şeylerden biri de oranın yağmuru. Avustralya’da pek bulamıyorsunuz.

        ■ Çantanızdan eksik etmediğiniz 3 şey?

        Lip balm’ım, güneş kremim ve güneş gözlüğüm vazgeçilmezlerim.

        ■ Hiç bilinmeyen iki özelliğiniz?

        Üniversitede güzel sanatlarla birlikte ekonomi dersleri aldım. Bir de pişen ekmeğin kokusunu çok severim.

        ■ Kendinizle ilgili olumlu ve olumsuz iki özelliğiniz?

        Olumlu yönüm için, araştırma yapmayı çok seviyorum. Gerek canlandırdığım karakterler için gerek günlük hayatta ilgimi çeken konular için sık sık araştırma yapıyorum, okuyorum, uzmanlarla konuşuyorum. Olumsuz tarafım ise bazen pesimist olabiliyorum, örneğin Oscar kazandıktan sonra “Tanrım, çok bitkinim” diye düşünmüştüm.

        ■ En son neye çok ağladınız ve güldünüz?

        Sanırım “Gülerken ağladım” diyebilirim. Kocamla çok eğlenceli vakitler geçiriyoruz ve beni her zaman bir şekilde çok güldürüyor. Ağlamaya gelince de geçtiğimiz aylarda bir yakınımın vefatı nedeniyle oldu, üzücü günlerdi.

        ■ Olağanüstü güçleriniz olsa dünyada neyi değiştirmek isterdiniz?

        İklimi çok önemsiyorum, dünyaya karşı sorumluluklarım olduğunu biliyorum ve “Onu nasıl iyileştirebilirim?” diye düşünüyorum. Sadece düşünmek de değil, gerekli adımlar da atıyorum. Bu yüzden sanırım doğaüstü bir gücüm olsa buradan başlarım. Çevreyi, iklimi eski güzel haline getirmek isterim.

        ‘Mr. Allen beni biraz serbest bıraktı’

        ■ Blue Jasmine’deki performansınızla Oscar’ı aldınız. Bu filmde özgür bırakılan bir oyuncunun neler yapabileceğini mi görüyoruz? Zira Woody Allen “Ben hiç yönlendirmedim. O kendisi oynadı” demiş.

        Evet, Mr. Allen beni biraz serbest bıraktı, ancak bunda çekimler sırasında bazı sahnelerde yaptığım doğaçlamaların payı var. Mr. Allen bir yönetmen olarak ne istediğini çok iyi bilen biri. Her sahneyi bir sefer çeker, yani ilkinde yapmak istediğinizi tutturamazsanız ikinci bir şansınız olmaz. Performansınızı beğenmediğinde ise yüzünüze karşı söyler ve sonrasında sizi yalnız bırakır. Bu biraz zorlu ve mücadele gerektiriyor, ancak bu sayede karakter ve olaylar üzerine daha çok düşünüyorsunuz ve büründüğünüz karakter hakkında farklı bakış açıları elde ediyorsunuz. Sonuçta da ortaya daha iyi bir performans çıkıyor.

        ‘SAHNENİN ETKİSİ BEYAZPERDEDE HEMEN GEÇMİYOR’

        ■ Jasmine’i sanki tiyatro sahnesindeymiş gibi canlandırıyorsunuz. Öyle mi sizce de?

        Evet, biraz öyle olduğunu söyleyebilirim. Çünkü çok uzun süredir sahnedeyim. Drama eğitimi aldım ve beyazperdeye geçişim çok daha sonra oldu. Sahnede olmanın verdiği etki de beyazperdede hemen geçmiyor; özellikle 6 senedir sürekli olarak sahnede olduğumu düşünürsek. Ve ikisinde de yer almak bence büyük bir ayrıcalık. İkisinin birbirini beslediğini düşünüyorum, ancak en belirgin farkı şu: Tiyatroda seyircinin farkındasınız ama uzun süre sinemada kalınca seyirciyi unutabiliyorsunuz. Blue Jasmine’de ise ciddi bir şekilde seyircinin farkındaydım.

        ■ Siz Jasmine’in yerinde olsanız ne yapardınız?

        Bunu söylemek çok zor, çünkü Jasmine çok ilginç biri. Tüm hayatını kendisi inşa etmiş, adını bile değiştirmiş. Nerede olacağını, ne giyeceğini, kimlerle olacağını her zaman planlamış biri. Sanırım onu ilginç kılan da bu özelliği. Böyle düzenli bir hayata sahip olduğunu düşünürken her şeyin aniden yerle bir olması Jasmine için fazlasıyla zor oluyor. Tabii ki her davranışını onaylamıyorum ancak kendisiyle empati kurdum ve tüm bu olaylar içinde bir bağlantı kurmaya çalıştım. Sonuçta hepimiz insanız ve hepimiz bir şeylerin boşluğunu doldurmaya çalışıyoruz.

        ■ Kadın erkek ilişkileri de inceleniyor filmde. Zengin ya da fakir, iyi eğitim almış ya da eğitimsiz erkeklerin ilişki ve flört konusundaki beceriksizlikleri pek değişmiyor sanırım. Siz nasıl düşünüyorsunuz?

        Evet, erkekler flört konusunda çok iyi değil bence de. Hatırlıyorum, ilk kez kocamla tanıştığım zaman ondan hiç hoşlanmamıştım. Bence çok kibirliydi. Galiba erkekler kendilerine has bir şekilde flört ediyor olmalılar ki, Andrew ile yakınlaşmamız çok ani oldu ve birkaç hafta sonra da evlilik teklif etti. Filmde de kadın-erkek ilişkilerini değişik açılardan görebiliyoruz. Ancak flörtteki beceriksizliği sadece erkeğe bağlamamak da gerekiyor bence, kadınların da çok iyi olduğunu söyleyemem.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ