Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Kadın taciz, sokak tacizleri, tacizci, tacizciler, kadınları taciz edenler, erkekler neden laf atar, Boş Ders, Işıl Cinmen'le Boş Ders,

        icinmen@haberturk.com

        HABERTURK.COM

        Hatırladığım ilk tacizci benim yaşlarımda bir çocuktu.

        13 yaşındaydım.

        Taksim’in ortasındaki Sainte Pulchérie’den çıkmış, yokuşun aşağısında bekleyen servise doğru yürüyordum.

        Geldi, pandik attı.

        Çantamı kafasına fırlatıp bağırdım, kaçtı.

        Şimdi 30 yaşına geldim.

        Geçen 17 yılda, 13 yaşındaki Işıl’dan aşağı kaldığım hiç olmadı; kendimi savunmayı hep bildim.

        Belki biraz da şansım yaver gitti bilemiyorum ama defalarca kez tacizcinin başının belası ben oldum.

        TACİZCİYLE EVİN ÖNÜNDE KARŞILAŞINCA…

        Hafta başında bir gece Cihangir’in ortasında tacize uğradım.

        Bu sefer evimin önünde, kendimi en güvende hissettiğim yerde…

        Sıraselviler’den beri telefonla konuşuyormuş gibi yapıp arkamdan laf atarak beni takip ettiğini fark ettiğim ve bağırıp uzaklaştırdığımı sandığım adam duruyordu önümde.

        Yıllardır yanımdan ayrılmayan vurdumduymaz cesaretim, öfkeli sesim, kırılmaz gibi duran özgüvenimi aradım ceplerimde.

        Yok, hiçbiri yok.

        Sokakta sadece o ve daha önce tanışmadığım bir ben var; korkmuş, ne yapacağını bilemez bir ben.

        “Ne istiyorsunuz?” dedim.

        “Ne bağırıyorsun bana herkesin ortasında!” diye soludu burun deliklerinden.

        Bulabildiğim tüm cesaretim ve içtenliğimle, “Kadın ya da erkek kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok. Şu anda biraz korktuğum için daha fazla konuşamayacağım ama bu yaptığınız yanlış. Olay büyümesin ve siz de lütfen yaptığınız üzerine biraz düşünün” dedim.

        Şaşırdı.

        Şaşkınlığından aldığım güvenle, “Hoşça kalın” dedim ve sokaktan çıkıp hızlı adımlarla bir arkadaşımın evine gittim.

        O günden beri taciz hakkında düşünüyorum çünkü ilk defa korktum.

        Mantıklı bir korku değildi, nedenini de tam anlamadım ama gerçekti.

        İliklerime kadar hissettim ve çok öfkelendim.

        “NEDEN TACİZ EDİYORSUNUZ?”

        Ertesi gün kayıt cihazımı aldım ve gazeteci olarak çıktım İstiklal’e.

        Toplumun değişik kesimlerinden, farklı sınıflara, inançlara, yaşam tarzlarına sahip kadınlara sordum.

        10’a yakın kadınla konuştum. Kıyafetleri, muhafazakarlık dereceleri, tarzları, dış görünümleri birbirine benzemeyen bu kadınların biri bile, “Hiç tacize uğramadım” demedi.

        Kadınlarla konuşurken, “1 dakika” dedim kendime.

        “Asıl erkeklerle konuşmalıyım! Bunu neden yapıyorlar? Anlamam gereken bu!”

        Erkeklerden cevap almakta zorlanacağımı düşündüm ama pek de öyle olmadı.

        “Bir araştırma yapıyorum. İsminize, sesinize, fotoğrafınıza gerek yok… Sadece anlamak üzerine bir araştırma bu. Söylediklerinizi not alacağım” deyince kimi sırıtarak cevap verdi.

        Kimi biraz utandı.

        Kimi tersledi, biri de “Ben hayvan mıyım? Niye laf atayım kadınlara!” diye kızdı.

        Davranışlarının nedeni hakkındaki sorularla biraz üstelediğimde, kendilerini açıklamakta yetersiz kaldılar.

        “HAK EDENE YAPIYORUM”

        Ama bir kaç argümanı sıralamakta fayda var:

        “Kızların hoşuna gidiyor.”

        “Kendimi tutamıyorum.”

        “Korkutmayı seviyorum.”

        “Tesettürlüyse kıyafetine bakıyorum, gerçekten dindar mı diye kontrol ediyorum.”

        “Hak edene yapıyorum.”

        Bu açıklamalar önemli gördüklerim arasına girdi.

        TACİZCİNİN ANATOMİSİ

        “Hak edeni” taciz etmek, kendini sonuna kadar meşrulaştıran bu söylem, güçlü bir erkeklik (masculinity) duvarına yaslanıyor.

        Kendini cezalandırıcı/adalet sağlayıcı iktidar odağı olarak görme durumu, tüm sorunun kaynağı gibi.

        TACİZ ÇOĞUNLUKLA CİNSEL BİR TEMELE DAYANMIYOR

        Gerek yaşadıklarımızdan, gerekse erkeklerin savunmalarından anladığım kadarıyla

        -çok değerli hocam Bülent Somay’ın söylediklerini de hatırlayarak-:

        Tanınmayan bir kişiye uygulanan taciz ve hatta tecavüz çoğunlukla cinsel bir temele dayanmıyor.

        Bunlar makro bir iktidar/erkeklik söyleminin günlük hayattaki tezahürü.

        Taciz aslında kadın üzerindeki iktidarı yeniden tanımlamanın adı, varsayılan iktidarın bir sağlaması.

        KADIN ALANI TACİZ EDİYOR, ERKEK GÜVENSİZLEŞİYOR

        Türkiye gibi, feminist dalganın kamusal alandan geçmemiş olduğu ülkelerde ve kültürlerde, erkek alanı olarak tanımlanmış kamusal alana dışarıdan müdahele eden, kadındır.

        Yani bir bakıma tacizi yapanın kadın olduğu varsayımı vardır.

        Kadın, mekanı, alanı taciz eder ve böylece erkeğin güvensizliğini kışkırtır.

        Buna birkaç tip tepki verilebilir, muhafazakar müdahale bunlardan biri.

        Mesela 11 Mayıs 2006’da Maltepe’de bir polisin, etek boyu kısa diye bir kız öğrenciyi tekmelemesini hatırlar mısınız bilmem. Ben hiç unutmadım.

        EL TACİZİ, SÜRTÜNME VE TECAVÜZ AYNI DUYGUNUN GÖSTERİLERİ

        Cinsel içerikli taciz de bu müdahale tipinin en yaygın örneği.

        El tacizi, sürtünme ve tecavüz aynı duygunun kademeli olarak şiddetlenen gösterileri...

        Bunlar cinsellikle ilgili görünse dahi, cinsellikten ziyade iktidara bağlanıyor.

        Şimdi düşünün, transların tacize en sık maruz kalan kesim olması, tacizi cinsellik, karşı koyamama gibi nedenlerle donatılmış anlamlarından koparmıyor mu?

        Yıllar boyunca tacizci karşısındaki en güçlü silahın onun gizlice yaptığını diğer insanlara –ve belki de tacizcinin kendisine de- teşhir etmek olduğunu düşündüm.

        Tacizciye yüksek sesle karşılık verildiğinde genelde utanır ve kaçarlar.

        Çünkü kendi tekelinde gördüğü gücü ve yansıması olan sesi, kadından duyduğunda fallusu bir kez daha kırılır.

        Fakat tam tersi de olabilir; kaba kuvvetle kendini tekrar dikleştirme yoluna girebilir.

        Cihangir’deki olayda korkumun sebebi sanırım bu ihtimaldi…

        “BUNU YAPMAYI İSTERDİM BEBEK AMA GİTMEM GEREK!”

        Bir David Lynch filmi olan ‘Wild at Heart’ da bence tacizcinin psikolojisini anlamamız için iyi bir örnek. İzlemediyseniz, tavsiye ederim.

        Orada Willem Dafoe (Bob Peru)’nun Laura Dern (Lula)’yı taciz ettiği bir sahne var.

        Peru karakteri, kaba, pis ve çok çirkin biri.

        Tanımadığı Lula’nın odasına zorla giriyor ve onu taciz ediyor.

        Tüm kovalamaca boyunca Peru sürekli, “say fuck me*” diyor.

        (Nazikçe çevireceğim: Benimle sevişmek istediğini söyle*)

        Sonunda Lula söylüyor ama bu sefer Peru, “Well I’d really like to baby, but I gotta get going right now!*” (Bunu yapmayı çok isterdim bebek ama hemen gitmem gerek*) deyip gülerek odayı terk ediyor.

        Çünkü Peru, kendini kabul ettirerek, arzu edenden, arzu edilen konumuna geçiyor ve seks yaparak alabileceğinden çok daha büyük bir hazza ulaşıyor.

        Yani bu, dibine kadar bir iktidar mücadelesi.

        POLİS KONTROLÜNDE SÜPEREGO

        Biliyorum kısa yazıları daha çok seviyoruz ve bu eğlenceli olması gereken bir Boş Ders’ti ama Freud’un bu konuda adı geçmezse kendisi çok kızabilir.

        Tacizi, Freud’a dayanarak, içselleştirilemeyen süperego’ya bağlayabiliriz.

        Bir nevi az gelişmiş Doğulu süperegosu…

        Batılı, “gelişmiş” ülkelerde, kamusal alandaki erkek egemenliğinden Doğu’daki anlamıyla söz edilemez.

        Tacizler yine olur ancak boyutu ve yaygınlığı hayli farklıdır.

        Çünkü hem erken feminist hareketler neticesinde erkek alanı ile kadın alanı, tam olmasa da, dengelenmiştir, hem de Batı kültürü “birey” üzerine kuruludur.

        Ve süperego, işlevini kendi başına yerine getirmek için bireye ve benliğe ihtiyaç duyar.

        Yani dışarıdan gelen yasaklar, cezalar, polis ya da panoptikon olmadan da işlev görebilmesi için kişinin, “birey” olma sürecinde yol almış olması gerekir.

        Birey olamamış kişilerin fazla olduğu toplumlarda, düzeni korumak için dışardan gelecek yasağa, cezaya ihtiyaç vardır çünkü kişiler hareketlerini ancak bunlara göre düzenler.

        YILBAŞINDAKİ O GÖRÜNTÜLERİ HATIRLIYOR MUSUNUZ?

        Şimdi 2005 yılbaşı gecesini hatırlayın.

        Taksim’de Hırvatistan’dan gelen iki genç kadına yapılan toplu tacizi unutmadınız değil mi?

        İşte tam da düdüklü tencerenin buhar attığı zamanlarda -yılbaşı gecelerinde, festivallerde- yükselen bu olayların, ceza mekanizmasının normal zamanlara nazaran hafiflediği ya da panoptikonun gözünün suçu gerçekleştirecek insana çevrilme olasılığının azaldığı aralıklara denk düşmesi tesadüf değil.

        Bu toplu olaylar, süperego’nun kullanılabilir ve sorumluluğu üstlenilebilir bir hale dönüştürülemediğinin kanıtı.

        Tacizi yapanlar, genelde “namus”a ama kadın üzerinden yürüyen “namus”a en düşkün olanlar içinden çıkıyor.

        Erkeklik, bunun üzerinden inşa edildiğinde, erkek gibi hissetmek için sıklıkla “namus”a atıfta bulunan kavramlardan yararlanıldığında, bu gerilimli alanda karşılarına çıkan tehdit unsuru bir kadına saldırılması olağan oluyor.

        ÇIĞLIKLARDAN KAHKAHALARA!

        Evet sevgili kadınlar, erkekler ve diğerleri,

        Bu hayat şimdilik tacizden, ölüme kadar uzanan tehlikeler barındırıyor.

        Tecavüz de, “namus cinayeti” de erkek egemen söylemin, göz dağı verme, korkutma, sindirme yöntemlerinden...

        Yapılabilecek en iyi şey, direnmek; kadın sesini duyulabilecek hale getirmek…

        Çığlıklar ancak bu şekilde kahkahalara dönüşecektir.

        (Pardon! Kahkaha da çok kötü bir şeydi ama…)

        Bu haftanın Boş Ders'i bitti!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ