Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Peşaver’deki öğrenci katliamının perde arkası, Pakistan, Afganistan ve Orta Asya Uzmanı Esedullah Oğuz, Taliban, Muhammed Zaman, Afgan Talibanı, Pakistan Taliban Hareketi, Peşaver’deki okul baskını

        Esedullah OĞUZ / HT PAZAR

        Afgan gazeteci Muhammed Zaman, Pakistan’daki olaylardan söz ederken çok bilinen bir Türk atasözünü tekrarlıyor: “Gülme komşuna gelir başına.” Muhammed Zaman’la telefonda konuşuyoruz. O kısa süre önce belgesel çektiğim Afganistan’da, bense şimdi İstanbul’dayım...

        Taliban’ın, Pakistan’ın Peşaver kentinde okul basıp 132’si çocuk 141 kişiyi katletmesi sonrası, Muhammed Zaman’ın duygularını tahmin etmek benim için zor değil. Taliban’ı Afganistan’ın başına Pakistan’ın musallat ettiğine ve örgütün uzun süre Afgan kentlerini kana buladıktan sonra şimdi sıranın Pakistan’a geldiğine inanıyor. Birçok Afgan gibi Muhammed Zaman da 1992’de Afganistan’da içsavaş patlak verdiğinde, Kâbil’de kan gövdeyi götürürken ve Taliban iktidarında Afgan halkı tarihinin en karanlık dönemini yaşarken, Pakistan liderlerinin ellerini ovuşturarak kıs kıs güldüğünü düşünüyor. Hatta hangi Afgan’la konuşsam, adeta “Oh olsun” modunda. Zira bu ülkede hemen herkes, Pakistan tarafından beslenip büyütüldüğünü söyledikleri Taliban’ın saldırılarında bir yakınını, akrabasını, dostunu veya hemşerisini kaybetmenin acısını hâlâ yüreğinde taşıyor. Örgütün 2 yıl önce Kâbil’in Şehrinev semtinde bir kafeye düzenlediği saldırıda, Muhammed Zaman’ın 19 yaşındaki yeğeni de yanarak can vermişti.

        Peki, nasıl oldu da Taliban silahlarını Pakistan’a çevirdi? Bir günde olmadı. Pakistan’da radikal İslamcı grupların bir güç olarak öne çıkması, Afganistan’ın Sovyet işgaline uğradığı ve General Ziya-ül Hak’ın iktidarda olduğu 1980’lerin başına denk geliyor. O dönemde Washington, Pakistan’daki Ziya-ül Hak rejimiyle birlikte, Sovyet yayılmacılığını önlemek için İslamcılara destek veriyordu. Birçok kimse, bu nedenle Pakistan’da radikal dinci grupların yayılmasından General Ziya-ül Hak’ı sorumlu tutuyor. Ancak General Müşerref’in Taliban’ın ülkede yayılıp güçlenmesindeki rolü büyük ölçüde göz ardı ediliyor.

        80’li yıllarda Ziya-ül Hak, Afganistan’daki komünist yönetime alternatif olarak Afgan cihadının en aşırı ucundaki Gülbeddin Hikmetyar’ı desteklemeyi seçmişti. Ziya-ül Hak’ın bir uçak kazasında ölmesi ve Hikmetyar’ın başarısızlığı, Pakistan’ı yeni arayışlara itti ve çok geçmeden de alternatif bulundu: Medrese öğrencilerinden oluşan Taliban, Pakistan’ın Afganistan’la ilgili politikalarında işe yarayabilecek bir güçtü. Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele geçirmesiyle Pakistan’ın maksadı hasıl oldu. Böylece İslamabad yönetimi, bir taşla iki kuş vurduğuna inandı: Hem Kâbil’de yandaş bir yönetim oluşturulmuş hem de ezeli düşman Hindistan’la muhtemel bir savaşta stratejik derinlik kazanılmıştı. Ancak 2001’deki 11 Eylül saldırıları, tüm hesapları bozdu.

        PAKİSTAN TALİBAN HAREKETİ

        General Müşerref, Başkan Bush’un “Ya bizimlesin ya karşımızda” tehdidiyle Taliban ve El Kaide ile yollarını ayırdığını açıklamak zorunda kaldı. Ama bir yandan da Amerikan bombardımanından kaçan binlerce Taliban ve El Kaide militanının Pakistan’ın aşiretler bölgesi Veziristan’a girmesine izin verdi. Yeni hesap şuydu: Er veya geç ABD ve NATO Afganistan’dan çekilecek, o zaman Kâbil’de yeni yönetimi oluşturacak bir gruba ihtiyaç olacak. Ve böylece Müşerref, aşiretler bölgesinde “sakin sakin bekleyecek” Taliban’ı tekrar piyasaya sürebilecekti. Ama evdeki hesap her zamanki gibi çarşıya uymadı.

        Pakistan’a sığınan Afgan Talibanı, kevgire çevirdikleri sınırdan Afganistan’a geçerek Pakistan ile ABD arasında ciddi krizlere neden olan saldırılar gerçekleştirdi. Bu arada Amerikalılara karşı savaşırken Pakistan’daki Afgan Talibanı’nda yeni bir militan kuşak yetişti. Bunlar, ABD’nin “teröre karşı savaş”ında Pakistan’ın verdiği desteğe de tepkiliydi ve çok geçmeden, Washington’ın da baskısıyla bu yeni militanlar ve Pakistan ordusu arasında çatışmalar başladı. Çatışmaların giderek yayılmasıyla 2007’de aşiretler bölgesindeki milis gruplar, Pakistan Taliban Hareketi adı altında birleşti.

        BUTTO SUİKASTI

        Bu yeni örgütün lideri, o sırada adını kimsenin duymadığı, Güney Veziristan’dan gözüpek bir savaşçı olan 34 yaşındaki Beytullah Mehsud’du. Ama dünya onu kısa sürede tanıdı. 2007 yılının son günlerinde eski Pakistan Başbakanı Benazir Butto insanı dehşete düşüren bir suikastla öldürülünce tüm gözler eylemin arkasındaki isme çevrildi. Sorumluluğunu Mehsud’un üstlendiği saldırı, Pakistan’da o ana kadar gerçekleştirilen en büyük suikast ve siyasi cinayetti.

        Aşiretler bölgesini adım adım ele geçiren Taliban, Müşerref yönetimine meydan okurcasına Veziristan’da şeriat mahkemeleri, vergi daireleri ve medreselerden oluşan paralel bir yönetim oluşturarak bölgeyi İslam Emirliği ilan etti. Örgüt, 2009 başında, Nobel ödüllü aktivist genç kız Malala Yusufzay’ın da memleketi olan Svat Vadisi’ni ele geçirince, Pakistan ordusu örgütle ateşkes yapmak zorunda kaldı. Bu, elbette Taliban için büyük bir zafer, burnundan kıl aldırmayan Pakistanlı generaller için de yüz kızartıcı bir yenilgi anlamına geliyordu. Pakistan ordusu, adeta bükemediği eli öpmek zorunda kalmıştı. Ama ateşkes anlaşması daha üzerindeki mürekkep kurumadan bozuldu ve Taliban Svat’tan çıkarak Lahor, Karaçi ve İslamabad gibi büyük kentlerde ses getiren eylemler yapmaya başladı. İşte bu terörün son örneği, Peşaver’deki okul baskını...

        1. İslamabad’ın hatası

        Pakistan ordusunun hiçbir zaman Taliban’la ciddi bir mücadele stratejisi olmadı. Ordunun eğilimi, gerek Taliban gerekse Leşker-i Tayyibe gibi Keşmir’de savaşan İslamcı grupları hâlâ Hindistan’la muhtemel bir savaşta müttefik olarak görme yönünde. Sorun şu ki Taliban kontrolden çıktı ve şu anda Pakistan’ın varlığını ve bütünlüğünü tehdit edebilecek güce ulaştı. Bu duruma nasıl gelindiğini inceleyenlerin en sık kurduğu cümlelerden biriyse şu: General Müşerref, zamanında kendi iktidarını korumak için ülkedeki laik politik yapının altını oydu, dini fanatik grupların filizlenip güçlenmesi için uygun bir ortam hazırladı... Ne ilginçtir ki, Hindistan alt kıtasının Müslümanları için güvenli bir sığınak olarak Cinnah tarafından kurulan Pakistan, bugün fanatik dincilerin tehdidi altına girmiş bulunuyor.

        2. Batı’nın hatası

        Pakistan’ın bu hale gelmesinde elbette Batı’nın da sorumluluğu var. Batı’nın Pakistan’daki en büyük yanlışı, kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece bu ülkedeki askeri diktatörleri ve radikal İslamcıları desteklemek oldu. Mesela 1980’li yıllarda ülkenin askeri istihbaratı ISI, Pakistan’da CIA’nın bir şubesi gibi çalıştı. Washington da Ziya-ül Hak’ın her yaptığına göz yumdu. ISI/CIA işbirliği Afgan mücahitlerine modern silahlar ve teknoloji sağlamakla kalmadı, bir zamanlar sakin, huzurlu bir ülke olan Pakistan’ı şiddet dolu bir Kalaşnikof, eroin ve radikal dinciler diyarı haline getirdi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ