Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Işıl Cinmen'le Boş Ders, boş ders, vejetaryen olmak, vejetaryen olmak için sebepler, orangutan sandra, carol adams, etin cinsel politikası,

        icinmen@haberturk.com

        HABERTURK.COM

        Geç bir saatte uyanıp kendime büyük boy dana hamburger ısmarladım.

        Siparişin gelmesini beklerken, her gün takip ettiğim birkaç haber sitesinden dünyada o gün olan sıradan ve sıkıcı olaylara göz atıyordum.

        Kapı çaldığında sıradışı bir haber yakalamıştım.

        Sayfayı açık bırakıp yemeği aldım.

        Hambugeri yerken BBC Türkçe’deki haberi okumaya başladım.

        Arjantin'de bir mahkeme, 20 yıldır hayvanat bahçesinde yaşayan bir orangutana insanların sahip olduğu gibi bazı temel hukuki hakların verilmesine hükmetti.

        Sandra adındaki orangutanın Buenos Aires hayvanat bahçesinden çıkmasını savunan avukatlar, Sandra'nın ‘insan olmamasına karşın kendisine yasal haklar tanınmasını’ istiyordu. Avukatlar, Sandra'nın yasadışı yollarla gözaltında tutulduğunu söylüyordu.

        Dava, Sandra'nın bir ‘şey’ mi yoksa bir ‘kişi’ mi olduğu konusunda düğümleniyordu.

        İnsan olmayan kişi

        Arjantin'de hayvan haklarını savunan avukatların derneği, Sandra'nın biyolojik olarak olmasa da, felsefi açıdan bir ‘kişi’ olarak görülmesi gerektiğini söylüyordu.

        Avukatlar, Sandra'nın ‘insan olmayan bir kişi’ olarak yasadışı yollarla özgürlüğünden mahrum bırakıldığını savunuyordu.

        Avukat Paul Buompadre, La Nación gazetesine yaptığı açıklamada, mahkemenin kararının ‘hayvanat bahçeleri, sirkler, aquapark ve bilimsel laboratuvarlarda adaletsizce ve gelişigüzel bir şekilde özgürlüklerinden edilen tüm varlıklar için’ önemli bir yol açtığını ifade etti.

        Arjantin mahkemesinin Sandra'yla ilgili kararının ardından eğer temyiz sürecine gidilmezse, orangutan Brezilya'daki bir doğal parka transfer edilecek ve burada daha özgür bir yaşam sürecek.

        Sandra 1986 yılında Almanya'daki bir hayvanat bahçesinde dünyaya gelmiş ve 1994 yılında Buenos Aires'e getirilmişti.”

        Sandra için gösterilen çaba beni tahmin ettiğimden çok sevindirdi.

        Mahkemenin kararını da gelecek için çok önemli buldum.

        Gülümseyerek hamburgeri ısırırken içimi büyük bir huzursuzluk kapladı.

        Adını demin öğrendiğim bir orangutan gıyabında hayvanlar için sevinirken, adı olmayan bir danayı afiyetle yiyecek miydim?

        İçimdeki ses, “Saçmalamayı bırak ve hamburgeri ye!” derken, küçük bir fısıltı yıllar önce okuduğum ve unuttuğumu sandığım bir röportajı hatırlattı.

        Röportaj, aile içi şiddet ve hayvan savunuculuğu alanlarında çalışan eko-feminist bir ilahiyatçı yazar olan Carol Adams’a aitti.

        Adams, 90’da yazdığı ilk kitabı The Sexual Politics of Meat’te (Etin Cinsel Politikası) hayvanlara yönelik davranışlarla kadınlara yönelik davranışlar arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştu.

        Hayvanların “et” haline getirilmesiyle kadınların cinsel nesnelere indirgenmesi arasında benzerlik kurarak feminist-vejetaryen kuramın temellerini atmıştı.

        Hayvan Özgürlüğü Çevirileri sitesinden röportajı buldum.

        “SOSİS, DANANIN BEDENİNDEN KOPARILMIŞ BİR PARÇADIR”

        Adams, et yeme sürecinde hayvanların öldürüldükleri için görünmez hale getirildiğini söylüyor.

        Yani insanlar gerçekte ölü bir ineği, kesilip parçalanmış bir kuzuyu yemekte olduklarını hatırlamıyorlar.

        Oysa tabağımızdaki sosis, bir zamanlar ait olduğu dananın bedensel varoluşundan koparılmış bir parçadır.

        Adams, bu unutuşa “kayıp gönderge” adını veriyor.

        KUZUNUN BACAĞI VS KUZU BUDU

        Yediğimiz etin kaynağının eskiden canlı bir hayvan olduğunu gizleme konusunda dil çok işe yarıyor.

        “Bir kuzunun bacağı” demiyoruz, “kuzu budu” diyoruz. Böylece kuzu ile bacağı arasındaki aidiyet ilişkisini ortadan kaldırıyoruz.

        Sosisi, danadan bağımsız olarak görebiliyoruz ve hayvanın varlığını unutuyoruz.

        Adams, “Hayvanlar, bireylerden oluşmayan, yekpare bir kitlenin adı değil. Su öyledir mesela. Ne kadar eklesen ne kadar çıkarsan su yine sudur. Et kelimesini kullanarak hayvanlar hakkında böyle bir yanılgı oluşturuyoruz. Hayvanın kendisi ortadan kalkıyor ve asıl etkileşime girdiğimiz şeyin ‘et’ adı verilen bir besin türü olduğu söyleniyor” diyor.

        “Hayvanların etleri için var oldukları kabulüyle, hayvanlar ismen de cismen de yok ediliyor. Hayvanlar canlı olsalar et olamazlar. Yani canlı bir hayvanın yerini ölü bir gövde alıyor ve hayvanlar ‘kayıp gönderge’ haline geliyor.

        Hayvanlar olmadan et yemek de söz konusu olamazdı. Ama et yeme ediminde hayvanlar mevcut değiller, çünkü besine dönüştürülüyorlar.”

        JOHN, MARY’Yİ DÖVDÜ’DEN ŞİDDETE MARUZ KALAN KADINLARA

        Adams, “kayıp gönderge”nin, söz konusu kadın olduğunda da benzer şekilde çalıştığını belirtiyor. Adams, Sarah Hoagland’ın bu süreci şöyle açıkladığını hatırlatıyor:

        “John Mary’yi dövdü,” “Mary John’dan dayak yedi”ye, sonra “Mary dayak yedi”ye, sonunda da “dayak yiyen kadınlara” ve “şiddete maruz kalan kadınlara” dönüşüyor. “Kadına yönelik şiddet”e ve “şiddete maruz kalan kadınlar”a gelince: Burada, erkeklerin kadınlara yaptığı bir şey, kadının doğasının parçası olan bir şey haline getiriliyor.

        Ve John’un bu süreçteki payını hepten unutuyoruz.

        BİRİLERİ HAYVANLARI ÖLDÜRÜYOR’DAN - ET’E

        Hayvanların bedenlerinin yenilebilir olduğu anlayışı da benzer bir tarzda kendini gösteriyor ve bedenlerini tüketmek üzere ölü hayvanları satın alan insanların sorumluluğunu dil vasıtasıyla ortadan kaldırıyor.

        “Ben cesetlerini et olarak tüketebileyim diye birileri hayvanları öldürüyor,” “hayvanlar et olarak yenmek üzere öldürülüyor”a, sonra “hayvanlar ettir”e, sonunda “et hayvanları”na ve nihayet “et”e dönüşüyor.

        Bizim hayvanlara yaptığımız bir şey, hayvanların doğasının bir parçası haline geliyor. Ve bu süreçteki payımızı hepten unutuyoruz.

        Adams, mütemadiyen işittiğimiz, “insanların hayatta kalmak için ölü hayvanları yemek zorunda olduğu” iddiasının doğru olmadığına ilişkin uzun açıklamalarda bulunuyor.

        Et yemenin doğal olduğu fikrinin bir ideoloji olduğunu savunuyor.

        “İdeoloji yapay olanı doğal ve kaçınılmaz gibi gösterir. Hatta, bunun bir ‘beslenme’ mevzuu kisvesine büründürülmesiyle, ideolojinin kendisi de görünmez olur” diyor.

        İnsanların, değişmek istemedikleri için her şeyi kendi istedikleri gibi doğallaştırdıkları ya da savlarını meşrulaştıracak dini gerekçeler türettiği doğru.

        Ölü hayvanları yiyor olmak bizi zaten vicdanen rahatsız ettiği için bu iddialarla et yemeyi savunmaya çalışıyoruz ve çoğumuz vejetaryenlikle ilgili düşünmemeye çalışıyoruz.

        HAMBURGERE BAKIN VE “BU HAYVAN NASIL YAŞADI?” DİYE SORUN

        Ben, “Bundan sonra hayvanları yemeyeceğim” ya da “vejetaryen olmalıyız” demiyorum.

        Ama en azından, ne yapıyorsam tercihimin sorumluluğunu alarak, bilinçle yapmam gerektiğine inanıyorum.

        Hamburgere bakınca, “Bu hayvan nasıl öldü? Nasıl yaşadı? Neden buna dahil oluyorum? Bu dananın, ben besleneyim diye kendini feda etmek istediğini nereden biliyorum?” diye sormazsam, kedim Toma’nın da yüzüne rahatlıkla bakmamın etik olarak imkansız olacağını düşünüyorum.

        Yalnızca bizim dilimizden konuşamadığı için boğazı kesilen bir kuzunun acı çekmediğini varsayıyoruz. Oysa bizim anlamamamız, onun acıyla çığlık atmadığı anlamına gelmiyor.

        Elbette, sıradan, mutlu ve düşünmeden yaşamak da bir seçenek.

        Düşünmezsek acı çekmeyiz.

        Ama bizim canımızın acımaması, başka bir yerde başka birilerinin çok fena canını acıtıyor.

        Bunu hissetmek, bilinçlenme sürecinde büyük bir adım.

        6 YAŞINDAKİ ŞU ÇOCUK KADAR OLALIM

        Fazla bir şey demiyorum, en azından şu 6 yaşındaki çocuk kadar olalım, diyorum.

        Adams, 6 yaşındaki çocuğuyla sinemaya gitmiş.

        Filmin sonunda, “Bu filmin çekimlerinde hiçbir hayvan zarar görmemiştir” yazmış.

        Çocuk şaşkınlıkla, “Yani bu filmde yedikleri etlerin hepsi sahte miydi?” diye sormuş.

        Çok mantıklı değil mi?

        Bu haftanın Boş Ders'i bitti!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ