Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi ‘Hayalperest bir çocuktum şimdi hayalperest bir kadınım’, Gülenay Börekçi haberleri, Elif Şafak röportaj, Elif Şafak Gülenay Börekçi

        Gülenay BÖREKÇİ/HT CUMARTESİ

        gborekci@htgazete.com.tr

        Elif Şafak’la çocuklar için yazdığı “Sakız Sardunya” çıktığında buluşacaktık, olmadı. Bir türlü randevulaşamadık, çılgın bir temponun tam ortasında fırsat yaratıp konuşamadık. Röportaj için 2014’e veda etmeye hazırlanmamız gerekiyormuş. Onunla yaptığımız en farklı röportaj oldu: Bu kez ağır şeylerden değil, hayallerden, çocukluktan, annelikten, kadınlık hallerinden hatta modadan stilden söz ettik...

        Çok konuşulan, tartışma yaratan “Pinhan”, “Mahrem”, “Baba ve Piç”, “Araf”, “Aşk”, “İskender”, “Ustam ve Ben” gibi romanların ardından Elif Şafak son olarak şeker mi şeker, sihirli mi sihirli “Sakız Sardunya” ile çıkmıştı okurlarının karşısına, yani ilk çocuk kitabıyla...

        İstanbul’un sakin bir mahallesinde yaşayan güzel, akıllı, meraklı, her şeyi öğrenmeye hevesli bir kızın günün birinde tesadüfen bulduğu bir cam küre aracığıyla EFHİMA’yı, yani Efsaneler, Hikâyeler, Masallar Ülkesi’ni keşfetmesinin hikâyesiydi kitap. Şahsen öyle mutsuz ve bezgin bir günümde okumuştum ki, “Off, eve dönünce ben de tıpkı böyle bir küre bulsam da kitabın o tuhaf isimli küçük kahramanı gibi EFHİMA’ya gidip türlü çeşit şahane macera yaşasam” diye geçirmiştim içimden. Şu sıkıcı hayat hiç değilse bir süreliğine rengarenk bir peri masalına dönüşse fena mı olurdu yani?

        Beni masal âlemine ışınlayacak cam küre güzel bir hayal olarak kaldı elbette. Neyse ki kitaplar vardı.

        Elif Şafak’la kitapları ve hayalleri konuşmasak olmazdı elbette, zaten öyle yaptık. Ama başka şeyler de konuştuk. Yaklaşan yeni yılı ve yenilenme, dirilme arzumuzu tetikleyen ritüellerimizi, umudu, kadınlık hallerini, çocukluğu, anneliği, modayı, mutfağı... İki kadın sohbet ederken nelerden söz eder, hangi konulardan konuşursa onları...

        ■■ Yeni yıl yaklaşırken dilekler dilenir, bilhassa çocuklar çok hayal kurar. Siz de öyle miydiniz, çok hayal kurar mıydınız?

        Hayalperest bir çocuktum, evet. Ve hayalperest bir genç kızdım. Şimdi de hayalperest bir kadınım.

        ■■ Yılbaşı ve diğer özel günler neden önemlidir? Neyi bekler, neyi umarız?

        Ritüelleri önemsiyoruz, çünkü yenilenme arzusu ve ihtiyacı duyuyoruz. Bu aslında hayatın özünde var. Yeni bir sene demek, yenilenebilme, hayata tertemiz bir sayfa açabilme ihtimali demek. Bu ihtimali seviyoruz biz. Gelin görün ki biraz tembeliz. Hiçbir şeyden vazgeçemiyoruz; en başta da ‘eski ben’den. İşin emek harcama kısmını da galiba pek sevmiyoruz. Halbuki yenilenmek takvim yaprağının değişmesiyle değil, ancak zihinlerin değişmesiyle mümkün olabilir.

        ■■ Dünyanın başka başka ülkelerinde büyüdünüz. Yeni yıl kutlamaları konusunda ne anlatırsınız; farklı ülkelerdeki farklı ritüeller kafanızı karıştırır mıydı küçükken?

        Yeni yıl kutlamalarını severim, oradaki umut, neşe, canlılık ve enerji çok güzeldir. Mesela İspanyollar enfes kutlar. Eğlenmeyi; gülmeyi, şarkı söylemeyi, dans etmeyi bilirler çünkü. Bu harika bir özellik. Oysa biz milletçe yılbaşılarını bile kutlamaz olduk. Ağaç alıp süslemeye kalksanız hemen birileri laf ediyor: “Müslümanlıkta yok, niye kutluyorsunuz?” diye. Eh, yeni bir sene geliyor, Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Yahudisi ayırım yapmadan bütün insanlık için ortak bir umut bu. Biraz neşelenerek kutlamakta ne sakınca var? Kendimize ve şehirlerimize iki üç süsü çok görür olduk.

        “YENİ YILA HAKİKİ DOSTLARIMLA GİRECEĞİM”

        ■■ 31 Aralık’ta kimlerle olacaksınız ve ne yapacaksınız?

        Zamanla şunu anladım ki insanın ahbabı gani gani, arkadaşı epeyce, ama hakiki dostu az ve öz oluyor. Ben de mümkün olduğunca hakiki dostlarımla girmek istiyorum yeni yıla.

        ■■ Büyük sofralar hazırlar mısınız?

        Kalabalık, gürültülü, büyük dost sofralarında uzun sohbetleri çok severim. İsterim ki fikren birbirine benzemeyen insanlar yan yana durabilsin, siyaset, sanat, felsefe, aşk, edebiyat, her şeyden özgürce konuşsun, farklı görüşlerden insanlar kadınlı erkekli birbirlerini dinleyebilsin...

        ■■ Mutfakla aranız nasıl?

        Açıkçası mutfakla çok acayip bir ilişkim var. Biri yanımda yemek pişirirken, ekmek yaparken kenarda oturup bir şeyler yazmaya bayılırım. O kokular arasında ilham bulurum. Eskiden sırf bu yüzden simit fırınlarına giderdim. Ara sıra merak edip yemek kitapları da okuyor; dünya ve Osmanlı mutfağından yemek tarifleri araştırıyorum. Bunları romanlarıma da koyduğum oluyor.

        ■■ Bir “ama” geliyor, hissediyorum...

        Ama yemek yapamıyorum, yemeğin ‘y’sini bile bilmiyorum. Sabrım yok. İstiyorum ki tencere hemen fokurdasın! Halbuki yemek yapmak sabır ve özen istiyor. Bu yüzden işinin ehli yaratıcı aşçılara saygım büyük.

        ‘Annemin adını, soyadım yaptım’

        ■■ Mutfaktan diğer kadınlık konularına geçelim... Anneliği konuşalım mesela. “Siyah Süt”ü hatırlıyorum, annelikle aranızda hırgürlü bir ilişki, bir nevi savaş vardı sanki. O günden bu güne neler değişti hayatınızda?

        Annelikle aramda savaş yoktu aslında; sadece ilk başlarda bocaladım. Çünkü bir yazarın çok bencil ve benmerkezci bir dünyası var. Erkek yazarların durumu daha kolay, onlar daha kolay yaşıyorlar bencilliklerini. Ben açıkçası alıştığım göçebe ve bireysel hayatla anneliğin gerektirdiği evcimen ve düzenli hayatı dengelemekte önceleri çok zorlandım. Zamanla çok şey öğrendim ve öğrendikçe sevdim. Biliyor musunuz, ben birçok kadının zaman zaman annelikle ilgili olarak zorluklar yaşadığını düşünüyorum. Fakat bu toplumda ve politikacıların dilinde o kadar yapay bir şekilde romantikleştirilmiş bir evlilik ve annelik algısı var ki bunları konuşamıyoruz bile.

        ■■ Annenizle ilişkinizi anlatır mısınız?

        Şafak Hanım çok sıradışı bir anneydi her zaman. Yemek yapmayı bilmeyen, ev işlerinden anlamayan, kendi ayakları üzerinde duran ve hep çalışan bağımsız bir anne... “Çocukken annem neden öteki annelere benzemiyor” diye düşünüp buna hayret ederdim. Yazdığım ilk öyküleri yayınlatmaya karar verdiğimde kendime yeni bir isim aradım. Doğduğum günden beri taşıdığım soyadını değiştirecektim. “Şafak” kelimesinin anlamını çok sevdiğim için annemin ismini kendime soyisim yaptım.

        ■■ Aklıma çocuklar için yazdığınız ilk kitap olan “Sakız Sardunya”nın kahramanı geliyor, hani şu adından nefret eden kız... Bir insanın ismiyle barışık olmaması, onu sevmemesi ne anlama gelir?

        Hayatta bir bize verilen isimler var, bir de yaşarken edindiklerimiz... Bu ikinci gruptaki isimleri aslında hikâyemiz, yaşadıklarımız seçiyor. Doğuştan gelen isimler önemlidir ama yaşarken kazandığımız isimler ve lakaplar bence çok daha önemlidir; bunu hiç unutmamalıyız.

        ■■ Siz yazar olduğunuz gün soyadınızı değiştirip annenizin adını aldınız. Peki çocuklarınız barışık mı adlarıyla?

        Onlar da zaman zaman “Bize niye şu ismi vermediniz” diye soruyorlar. Ama birçok çocuk bunu yapıyor aslında. İmza günlerinde gelip “Ben ismimi hiç sevmiyordum ama kitabınızı okuyunca fikrim değişti” diyorlar mesela. Bazıları da usulca kulağıma fısıldıyor, ismini sevmeyen çocuklardan olduğunu. Evet ya, çok çocuk var bu duyguyu bilen.

        ‘Kafa dengi bir anneyim, kafam bazen karışsa bile’

        ■■ Çocuklarınızla ilişkinizi soracağım... “Siyah Süt”teki bütün o kafa karışıklığından sonra şimdi nasıl bir annesiniz?

        Çocuklarınızı özgür bırakıyor musunuz yoksa sizin istediğiniz gibi olmaları konusunda elinizde olmadan onlara baskı mı uyguluyorsunuz? Annelik o kadar karmaşık ve çelişkilerle dolu bir şey ki! “Ben bu işi çözdüm, harika yapıyorum!” diyen anne varsa eğer, getirin ellerinden öpeyim. Çocuklarımı özgür bırakmak istiyorum ama bakıyorum farkında olmadan karışmaya başlamışım. O zaman yapacak bir şey kalmıyor, kendimle dalga geçiyorum. Ama soğuk ya da mesafeli bir anne değil, kafa dengi bir anneyim, kafam bazen karışık olsa bile.

        ■■Masallarda hep bir kötü kalpli cadı anne ve bir de iyiliksever peri anne vardır. Bence gerçek hayattaki anneler genellikle bu ikisinin bir karışımı olur. Siz ne tür bir annesiniz, bu soruya samimiyetle cevap verebilir misiniz, yoksa sorduğum için bana kızar mısınız?

        Haklısınız, bence de gerçek hayatta hepimiz birbirine zıt görünen birçok sıfatın karışımıyız. Ben bunların farkındayım. Çünkü romancının işi insanı anlamak ve anlatmak. Başkalarının ruh röntgenini çekerken, kendimizi de ihmal etmiyoruz. Ama şu kesin; biz kadınlar, anne olalım ya da olmayalım, kendimize ve birbirimize karşı çok acımasız olabiliyoruz. Habire didikliyoruz kendimizi... Kadın arkadaşlarıma bakıyorum, durmadan anneliklerini sorguluyorlar. “Acaba doğru mu yapıyorum?” diye. Oysa erkekler nasıl birer baba olduklarını sorgulayıp durmuyor. Kadınlar çok tuhaf!

        ■■ Her kitabınız eleştiri sebebi oluyor, bu kırıcı gelmiyor mu? Size haksızlık edildiğini düşündüğünüzde ne yapıyorsunuz?

        Alıştım artık. Türkiye’de yazar olmak demek, okurların o güzelim candan sevgisinin yanı sıra, bilhassa elit kesimden bir sürü hakaret ve kem söz işitmeyi göze almak demek. Bir de dedikodular... Bu iş böyle! Seneler içinde beni okuyanların sayısı arttıkça, aldığım eleştirilerin dozu da arttı. Dolayısıyla ne kadar çok okunursanız, o kadar çok eleştirilirsiniz. Ben samimi eleştiriyi, sırf kıskançlık ve art niyetten doğan saldırgan eleştiriden ayrı tutuyorum. İyi niyetli eleştiriyi her zaman saygıyla, merakla dinlerim. Ötekine paye vermem.

        ■■ Eleştiriler karşısında çekip uzaklara gitmek istediniz mi hiç?

        Hep gidiyorum zaten. Bir romanın içine çekilmek demek, benim için uzaklara gitmek demek.

        ‘Gerçek hayat sıkıcı ve sığ, hayal âlemiyse hep daha sahici ve renkli’

        ■■ Çocuklarınız henüz küçükler ama gene de onları kendi kararlarıyla baş başa bıraktığınız durumlar oluyor mu?

        Hepimiz bu dünyaya kendi kişilik özelliklerimizle geliyoruz. Aynı evde ve aynı ailede büyüyen kardeşler bile birbirlerinden çok farklı olabiliyor. Önemli olan sevgi dolu ve özgür bir ortamda kendilerini bulmalarına, yeteneklerini açığa çıkarmalarına yardım etmek. Ve tabii bireyselliklerine baştan saygı göstermek.

        ■■ “Sakız Sardunya”da bahsettiğiniz bir yer var, Efsaneler, Hikâyeler, Masallar Ülkesi EFHİMA. Kendi EFHİMA’nızı anlatır mısınız?

        Çocukken neyin hayalini kurardınız? Ya şimdi? “Sakız Sardunya” bir yanıyla benim çocukluğum. Ben de kahramanım gibi içe dönük, kitapları seven ve durmadan soru soran bir tiptim. İyi biliyorum ki kitaplar olmasa arızalarımı onaramazdım. Okumanın bizlere iyi geleceğine inancım bu yüzden. Çocukken ben de hep EFHİMA’ya yolculuk yapardım. Zaten “gerçek” hayat o kadar sıkıcı ve sığdı ki hayal âlemini daha sahici, daha renkli buluyordum. Hâlâ da zaman zaman öyle hissediyorum ya.

        ■■ Peki ya çocuklarınız?

        Onlar da sizin gibi hayalperest mi? Hem de nasıl! Çocukken hayal kurma yeteneğimiz çok gelişmiş oluyor ama bu yeteneğimizi büyüdükçe kaybediyoruz. Cesaretimizi yitiriyoruz belki. En çok da genç kızlarda oluyor bu kırılma. 6-7 yaşlarında çok cesurlar, 13-14’ten sonra suskunlaşıyorlar. Toplum öyle istediği için. Yine de mutluyum... Her hafta çocuk okurlarımdan mektuplar, fotoğraflar alıyorum. Şiirler ve resimler de gönderiyorlar. Hatta benim için kitap kapağı tasarladıkları bile oluyor.

        ‘Aşkı öğrenemeyen o sabırsız yanım...’

        ■■ Bir insan olarak en güçlü yanınız nedir?

        Öğrenme aşkım, kendimi yenileyebilme özelliğim ve hayal gücüm.

        ■■ Tersini de sorayım; en beğenmediğiniz, değiştirmeye çalıştığınız yanınız nedir?

        Aşkı öğrenememem ve sabırsızlığım.

        ■■ Sizi neler ağlatır, üzer, kalbinizi yaralar?

        Irkçılık, cinsiyetçilik, yobazlık, kafatasçılık, yabancı düşmanlığı, kadın düşmanlığı, homofobi. Yani insanı insandan ayrı ve hakir gören her türlü ideoloji, söylem ve uygulama.

        ■■ Nelere gülersiniz peki?

        Sadece başkalarına değil, kendine de çekinmeden gülebilenlerin ince ve zeki mizahına.

        ‘Sadeliğin gücüne ve ayrıntıların tılsımına inanıyorum’

        ■■ En çok siyah giyiyorsunuz, neden?Hani rengârenk kıyafetler yaratan bazı İspanyol tasarımcılar vardır, ara sıra o tarz kıyafetler giyseniz ne olur?

        Belli olmaz, bir gün belki rengârenk bir İspanyol tasarımı giyerim. Renklerin enerjisini seviyorum. Aslında sadece siyah yok. Siyahı giymek için, maviyi taşımak için, moru seyretmek için, sarıyı kendime saklamak için seviyorum.

        ■■ Stil konusunda bir tarifiniz var mı? Kendinizi güzel hissetmek için neye ihtiyacınız var?

        Sadelik, sadelik, sadelik... Gizem ayrıntılarda olmalı; takılarda, makyajda... Aşırı süsü ve gösterişi sevmiyorum. Sadeliğin gücüne ve ayrıntıların tılsımına inanıyorum.

        ‘Başlangıçlar hep korkutucu’

        ■■ “Sakız Sardunya”dan sonra çocuk kitabı yazmayı sürdürecek misiniz, yoksa bu tek kitaplık bir proje miydi?

        Belli olmaz. Farklı türlerde yazmayı ve düşünmeyi seviyorum. Hiçbir kitapta kendimi tekrar etmiyorum. Bugüne kadar kaleme aldığım her kitap bir öncekinden farklı oldu.

        ■■ Yeni bir proje var mı üzerinde çalıştığınız?

        Yeni bir hikâye var zihnimde ama öyle korkuyorum ki başlamaya. Başlangıçlar hep korkutucu. Zaten bir roman biter bitmez hemen yenisine başlamıyorum. Önce demleniyorum; bol bol okuyor, insanları, kâinatı dinliyorum. Bence bir yazar önce iyi bir okur ve iyi bir dinleyici olmalı. Derken usulca başlıyor yeni bir hikâye. Pat diye içine düşüyorum. Sonrası çok yoğun.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ