Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Vücuduma ne hayranım ne de ona düşmanım’, Gülenay BÖREKÇİ, Müge İplikçi, Aslı Tohumcu, Deniz Durukan, 'Rugan', ‘Şakağına Daya Beni’ , Lüset Kohen Fins, Can Gürses, Oya Baydar

        Gülenay BÖREKÇİ / HT PAZAR

        gborekci@htgazete.com.tr

        Farklı ekollerden kadın edebiyatçılara olumlu veya olumsuz fiziksel takıntılarını sordum; beğenmedikleri ya da tam tersi, onlara gurur veren fiziksel özelliklerini anlattılar.

        Etek giymek niçin bir kadının en büyük kâbusu olsun ve o kadın niçin hayatı boyunca hep ve daima pantolon giysin. Bu sorunun cevabı, ünlü yazar Oya Baydar’ın muhteşem yeni kitabı “Yetim Kalacak Küçük Şeyler”de var.

        Nefesinizi kesecek bir dürüstlükle, sansürsüzce kaleme alınmış bir otobiyografi bu. İşte kitaptan bir an: “Pantolonsuz gitmem ben oraya!” diye bağırıyor küçük kız. “Gitmem, gitmiycem işte, pantolon giydir bana.” Anne fesuphanallah çekiyor. “Bacak kadar çocuk nereye ne giyeceğini nereden bilecek. Şımardı bu, çok şımardı!” Sonra kızını kolundan tutup duvara savuruyor, “Ben ne giydirirsem onu giyeceksin!”

        Aristokrat halasının evine giderken hadise çıkaran o küçük kız, yazarın kendisi. Evin üst katında oturan bir “abi” yüzünden sevmiyor etek giymeyi ve her seferinde ağlama krizleri geçiriyor. Bu son derece incelikle kaleme alınmış cinsel taciz öyküsünü okurken, satırların ifşa ettikleri yüzünden gözlerim doluyor. Ve Baydar’ın niçin ömür boyu kendini pantolon giymeye mecbur hissettiğini anlıyorum. Yıllar sonra, genç bir kadınken, “Bıktım senin şu daracık pantolonlarından” diyen sevgilisine hüzünle gülümseyecek. O sırada belleğinden hangi anıların hızla geçtiğini bileceğim.

        Yazarla artık çok yakınız, benimle hayatının en büyük sırlarından birini paylaştı. (Yetim Kalacak Küçük Şeyler, Can Yayınları) Ama tabii ben, başka kadın yazarlara da gitmem gerektiğini hissediyorum. Bu yüzden de farklı ekollerden yazarlara olumlu veya olumsuz fiziksel takıntılarını soruyorum; beğenmedikleri ya da tam tersi, onlara gurur veren fiziksel özelliklerini. Onlar da olanca içtenlikleriyle cevaplıyorlar...

        ‘Arkadaşlarım arasında alay konusuydu’

        Müge İplikçi

        Öykü, roman ve çocuk kitapları yazarı. Aynı zamanda gazeteci.

        Yaşım ilerledikçe bedenimi dinlemeyi öğrendim. Bedenin harika bir işleyişi ve kendine özgü bir dili var. Bu bedende beni yıllarca rahatsız eden bir organ vardı; burnum. Kemerli ve beni hemen ele veren bir organdı! “Yüzümde kocaman bir şey” derdim ona. Arkadaşlarımın bile alay konusuydu zaman zaman. Tıpkı bedenim gibi onu da dinlemeyi, sevmeyi öğrendim! Bu kemikli ve kemerli burunda hayatıma farklı farklı katkı sağlamış iki erkeğin izi var, onu keşfettim. Trabzonlu babam ve Balkan toprağı kokan dedem! Kemer babama ait, ön kısımda çatallanan kıkırdaksa dedeme. Babamla 20 yıl didiştim ve ayakta kalmanın ne demek olduğunu öğrendim; dedemle ise arkadaşlığın ne olduğunu keşfettim. Şimdilerde burnumu çok kendime ait buluyorum. Dik kafalı ve sevecen; uzlaşabilir ve uzlaşmayabilir de...

        ‘Kırmızı ve bordo ojeyle deneyler yapıyorum’

        Aslı Tohumcu

        Öykücü, romancı, çocuk kitapları yazarı ve editör.

        ‘Ölü Reşat’ şimdilik en yeni romanı. Hiç düşünmeden “Ellerim” derim. Üstelik sadece yazmama yardımcı bir enstrüman oldukları için değil. Hoş, sağ el orta parmağımdaki küçük nasırın tam da bu nedenle bende yeri ayrıdır, o ayrı.

        Ellerim... Çoğu zaman, yaradılışım gereği heyecanla konuşmamı, bir şeyler anlatmamı hiç durmadan ve yorulmadan hareket ederek destekledikleri için. İnsanları, ne yalan söyleyeyim, etkilememe hayli yardımcı oldukları için. Sesimin ve sesimin dile getirdiklerini resmettikleri için. Bir de tabii insanlara küçük küçük dokunarak aramızda bir sıcaklık oluşmasına yol açtıkları için...

        İnsanları sadece yazdıklarıyla değil, muhabbetiyle de ele geçirmek isteyen biri için bunlar önemli. Bugünlerde tırnaklarıma kırmızı ve bordo oje sürerek farklı deneylere girişiyorum, ne deneyi olduğu bende saklı kalsın! Ah, bir de sigara içemediğim zamanlarda, bir emzik gibi umutsuzca aramasalar o meredi, arayıp da beni bile yoracak denli koşuşturmasalar, pek güzel olurdu!

        ‘Karnım eskisi gibi düz olur mu?’

        Aslı E. Perker

        Romancı ve gazeteci. En son ‘Sufle’ adlı romanı yayımlandı.

        Vücudumu hiçbir zaman çok beğenen biri olmadım. Bacaklarım her zaman fazla kalın, göğüslerim fazla küçük, belim eh işte, idare eder incelikteydi. Vücudumdan nefret de etmedim. Omuzlarım güzel, kemikli, kollarım zayıf ama çöp gibi değil, boynum ince ve uzun, boynumu vücuduma bağlayan bölge kemikli. Hani “İngiliz Hasta” filminde bir sahne vardı, adam kadına boynundaki çukurun adını soruyor hatta arayıp tarıyor, sonunda buluyordu. İşte şimdi adını hatırlayamadığım o çukur güzel bir derinlikte.

        Bir de en gurur duyduğum yerim, karnım her zaman dümdüz; kaslı. Daha doğrusu, 38 yaşında hamile kaldığım güne kadar öyleydi. Değişim yavaş oldu. Göğüsler doldu, kollar kalınlaştı, göğüs kafesindeki kemikler yok oldu, karın büyüdü, bacaklar irileşti. Bambaşka bir vücut çıktı ortaya. Doğurana kadar 9, doğurduktan sonra da 6 ay umursamadım. Arkadaşlarım uyardılar, “Bak Aslı, sonra pişman olursun, dikkat et, korse tak, spor yap” dediler. “Aman boş verin, ben anneyim” diye cevap verdim, bir kol hareketi eşliğinde. Kızımın 10 aylık olduğu şu günlerde yürüyüş bandının üzerinde koşup duruyorum. Karnım bir daha öyle düz olur mu? Hiç sanmam. Peki bu halimle barış imzalar mıyım? Göreceğiz.

        ‘70’lerimde bile saçlarımı bayrak gibi sallayacağım’

        Deniz Durukan

        Şair ve müzik yazarı. ‘Rugan’ ve ‘Şakağına Daya Beni’ adlı kitapları var.

        Yaş ilerledikçe karın kısmında oluşan yağlanma mı beni rahatsız eder, yoksa sağ üst dişimin hizayı bozup öne atlayarak başkaldırması mı estetik ve simetri takıntımı tetikler?

        Düşündüm, ikisi de pek önemsiz geldi. Ama saçlarımı önemserim. Dalga dalga omuzlarımdan aşağıya yayılmalarında özgürlük bulurum. İlkokulda saçlarımı tarayıp örmekten sıkılan annemin “Böyle daha modern” diyerek sürekli saçımı kestirmesi, yıllarca erkek çocuk gibi gezinmeme neden olmuştu. Sanırım bunu gurur meselesi yaptım. Ortaokul ve lise döneminde annemi dinlemeyip saçımı uzatma çabasına girdim ama bu sefer de okul yönetiminin baskısına maruz kaldım. Tabii ki dinlemedim ve disiplin cezası alsam bile saçlarımı uzatma çabamdan hiç vazgeçmedim. Annemin ve otoritenin benim saçlarımla neden uğraştığını o zamanlar çözememiştim. Anneminki koruma amaçlı ve daha masumdu ama aynı fikre hizmet ediyordu. Mesele; dikkat çekmemem, gösterişimi en aza indirmemdi. “Saklan, kendini gösterme” diyorlardı yani. Korkulan oldu. Saçımı uzattım, üstelik kırmızıya boyadım. Ömrüm yeterse, 70’lik bir nine olana kadar da kırmızı saçlarımı bayrak gibi sallayacağım.

        Güzel sayılmak için ille zayıf mı olmak gerekiyor?

        Ünlü öykücü ve romancı İnci Aral upuzun tek bir söyleşiden oluşan anı kitabı Unutmak’ta her zamanki gibi kendini cesaretle açıyor. Onun kilolarla ilgili olarak söylediklerini buraya almasam olmazdı...

        “Kendi adıma, kilo almamak, kiloyu kontrol etme bilincine sahip olmaktan yanayım. Moda dünyasındaki sıskalardan değil, sağlıklı yaşamaktan, kendini ihmal etmiş görünmemekten bunun için de seçerek ve bilerek yemekten söz ediyorum. Diyet kilo almadan önce yapılmalı görüşünü doğru buluyorum.

        Diyet yapmıyorum ama sürekli dikkat ediyorum. ‘Taş ve Ten’ romanımın kahramanı Ulya, kendinden hoşnutluk duyarken fazla kilosu olmadığına değinir. Bir edebiyat dergisinin editörü o satırlardan alındığını söyleyip ‘Güzel sayılmak için ille zayıf mı olmak gerekiyor?’ diye sormuştu bir keresinde. Hayır ama benim bedenime bakışım Ulya’nınkine benzer. Kilolu halim kendimle ilgili imgeyi bozar, giyim tarzım değişir ve huzursuz olurum. O yüzden birkaç yıl önce alınmış giysilerimin içine girmekten vazgeçmeyerek bir beden daha büyümeyi önlemeye çalışıyorum. Yıllardır yürür, egzersiz yaparım. Diyetteyken arabadan mümkün olduğu kadar uzak dururum. Herkes bana gülüyor, ‘Senin de kilon mu var?’ diye. Bazıları da ‘Bana baksana esas’ deyip kendini gösteriyor. İpin ucunu kaçırmışlara neden bakayım? Ben hâlâ tutmaya çalışıyorum o ipi.” (Unutmak, Kırmızı Kedi Yayınları)

        ‘Ellerim aynı bana benzer, incedir, küçüktür, işlektir, hamarattır’

        Can Gürses

        Romancı, çocuk kitapları yazarı ve senarist. Edebiyat dergilerinde röportajları yayınlanıyor. ‘En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın’ adlı romanı çok ses getirdi.

        Çok şükür kendine huşuyla düşkün biri değilim. Vücuduma ne hayranım, ne de ona düşmanım. Yine de size vücudumdaki en dost yerimi; ellerimi anlatayım. Ellerim aynı bana benzer, incedir, küçüktür, işlektir, düşüncelidir, hamarattır, hayat doludur, hafızası, hülyası, anısı boldur. Yazdıkça belirginleşen kemiklerinden midir yoksa içlendikçe renklenen damarlarından mıdır bilmem, onu çokça yaşlı bir nine eline benzetirim. Ele avuca sığmaz canlılığından mıdır yoksa çocuk resimlerine benzeyen delidolu avuç içinden midir bilmem, onu hınzır bir çocuk eline benzetirim. Beni hayata var gücüyle taşıyan yaşlı çocuk ellerimdir onlar.

        Ellerimden tutarım kendimi hayata. Ellerimin dilinden anlamazsam dokunamam. Dokunamazsam göremem. Görmezsem anlatamam. Anlatmazsam yazamam. Yazmazsam olamam. Ellerim evvela sevmeme yarar. Seviyorsam, işin içinde muhakkak ellerim vardır. Ellerim kadar uzanabilirim uzağa. Ellerim kadar sokulabilirim derine. Ellerimden bilirim üşümeyi de ısınmayı da. Fikirlerimi ellerimle kavrar, ellerimde yontar, ellerimde öğütür, ellerimden doğururum. Avuç içimden fışkırır aklımın çiçekleri. Yüreğim, ellerimden belli eder rengini. Ellerimle karar alır, ellerimle korku veririm kendime. Ellerimden güzelleşir, ellerimle yorgun düşerim. Ellerimle avutur, ellerimle acıtır, ellerimle saklar, ellerimle hırpalar, ellerimle diriltirim canımı. Çünkü elim kalem tutar. Eli kalem tutan herkes gibi elimden tutunurum dünyaya.

        ‘Şahsen Keşkistan’da yaşamayı hiç istemezdim’

        Lüset Kohen Fins

        Romancı ve gazeteci. yaratıcı yazarlık dersleri veriyor. İlk romanı ‘On Derin Ayak İzi’nin ardından son olarak ‘Enginar Mevsimi’ni yazdı.

        Gelin biraz hayal kuralım; zayıflığın ve kalın dudakların çekici olarak algılanmadığı bir ülkeye gidelim. Bu ülkenin adı Keşkistan olsun. Koltuk altı kıllarının ipeksi bir görüntüye sahip olması için özel bakım maskeleri kullanan kadınlar, yürüdükçe sallanan baldırların ve selülitin çekiciliğine dayanamayan erkekler olsun etrafta. Yanak çizgilerinin derinliğine sevgilisi tarafından iltifatlar yağdırılan kadınlar, göz kenarlarında beliren kaz ayağı çizgilerini gururla göstersinler mum ışığında. Alttan destekli sutyen giyenlere şüpheyle bakılsın. Sizi bilmem ama hayatımın hiçbir döneminde Keşkistan’da yaşamak istemezdim. Gel şimdi çok vaktin varmış gibi kafanda yeni güzellik normları oluştur, bunları yeniden formatla hatta gel bir de psikolojik uyumlama yap! Yok, almayayım. Elimizden geldiği kadar bizi rahatsız eden fiziksel unsurları iyileştirmeye devam. Yol uzun ama teknolojinin, estetiğin bunca ilerlediği çağımızda tünelin ucunda hâlâ ışık var.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ