Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Naif hayaller bu çağa göre değil, Deniz Uğur anlattı

        Ekin TÜRKANTOS/ HT CUMARTESİ

        eturkantos@htgazete.com.tr

        Jack Nicholson’ın başrolünü oynadığı kült film “Guguk Kuşu”, tiyatro sahnesinde. Başhemşire Ratched rolü ile sahneye çıkan Deniz Uğur, “Her zaman söyleriz en iyi roller erkekler için yazılıyor. Bu kadar güçlü, altı çizilmiş bir kadın karakter kolay kolay yazılmıyor. Bu da az sayıda oynamak isteyeceğimiz rollerden birisi” diyor. 27 Şubat’ta “Kara Kutu” adlı diziyle ekranlara dönecek Uğur’la buluştuk. Projelerini, hayatını, çocuklarını ve hayallerini konuştuk.

        “Guguk Kuşu” oyunuyla karşımızdasınız. Çok güzel bir proje... Siz neler hissediyorsunuz?

        “Guguk Kuşu” ünlü bir film. Kafalarda güçlü bir imajı var. Oyun metni de çok sağlam. Hemşire Ratched, güçlü ve cazip bir roldü. Faşist düzenin temsilcisi. İnsanları tektipleştirmeye çalışan, sistemin temsilcisi. Her zaman söyleriz en iyi roller erkekler için yazılıyor. Bu da az sayıda oynamak isteyeceğim rollerden birisiydi. Bu kadar güçlü kadın karakter kolay yazılmıyor.

        Okuduğunuz ya da tiyatro sahnesinde izlerken “Ah bu karakter sinemaya uyarlansaydı” dediğiniz başka roller var mı?

        Kadın, kişiliğiyle doğurgandır, çatışmaları yaratandır ama perde arkasında kalandır hep. Hangi kadına rastlasanız hepsinin romanı yazılabilir. Bu karakter de canlandırmak istediklerimdendi.

        Tiyatroyu özlemiş misiniz?

        Konservatuvar mezunu, tiyatrocu olmak için yola çıkmış birinin sadece dizilerle gündeme gelmek isteyeceğini sanmıyorum ama sistem bizi bu yarışa sokuyor. Ekranda yani vitrinde yoksanız adınız bilinmiyor. Uzun zaman tiyatro ayağını eksik bırakmıştım. 2 sezondur telafi edebildiğim için mutluyum. Bileylenip üzerimdeki kiri pası attığımı fark ettim. Her gün capcanlı seyircinin karşısına çıkmak sizi tazeliyor.

        Oyundaki en akılda kalıcı replik nedir?

        “Disiplin ve düzende ısrar edişimiz tamamen sizin yararınıza dair. Çoğunuz psikiyatri kliniğine dış dünyaya uyum sağlayamadığınız ve topluma ayak uyduramadığınız için geldiniz. Sert yaptırımlarımız sizin yararınıza” diyor hemşire. Faşist sistemin ağzı gibi konuşuyor. Tek tipleştirmek bana insanlık dışı geliyor. Fakat kapitalist sistem bunu seviyor. Beğeniler de tek tipleştiğinde kolay tüketici haline geliyorsunuz. Dünyada bunu istediler ve başardılar.

        “Her kadının hikâyesi film olur” dediniz. Bu alanda bir kitap yazmayı düşünür müsünüz mesela?

        Eskiden yazarlıktan epey para kazandım. Edebiyat her zaman hayatımın bir parçası oldu. Ailemde çok güçlü kadın figürleri olduğu için onları yazıp oynamak isterim. Böyle bir projem var. Kökenimi araştırıyorum. Hikâyeleri toplayabilirsem kitaplaştırmayı ya da film yapmayı düşünebilirim.

        Size bakınca gözlerinizde hüznü görebiliyorum. Hep çok güçlü ve açık sözlüydünüz. Bazı oyuncuların menajerleri onları başka bir hale sokuyor. Siz sahicisiniz...

        Sanatçı bir ailenin çocuğuyum. Böyle bir ortamda büyüdüm. Tecrübe etmeye yaşıtlarımdan önce başladım. Onun dışında açık sözlüyümdür. Ama ajitasyonu sevmem. Başına gelenleri dik durup karşılamak zorundasın. Hayatın anlamı budur. Çünkü hayat bir sınav. Ölene kadar çabalayacağız. İnsanın ruhunu olgunlaştıran başka ne olabilir ki?

        Güçlü olmak için motivasyonu nereden alırsınız?

        Önce inancımdan. Hüzünden de beslenirim. Çünkü hüzün samimi bir duygu. En katı ve somut gerçek öleceğini bile bile bir şeyler üretmeye çalışmak... Hiç bir zaman ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanlardan değilim. Bana biraz şuursuzluk gibi geliyor. Ya da çok fazla maddiyatçı olmak, küçük şeyleri sorun etmek, insanın egosunun tuzaklarına düşmek insana hata yaptırır.

        Biraz da yeni diziden bahsedelim mi? Nasıl bir hikâye, nasıl bir roldesiniz?

        ‘Kara Kutu’, 27 Şubat’ta başlıyor. Serdar Akar yönetmenliğinde, polisiye bir dizi. Ben avukat Canan’ı canlandırıyorum. Ciddi bir dramatik çatışması var.

        ‘İnceliklerin yok olması beni kırıyor’

        “Yaşadıklarım ve geldiğim noktaya baktığımda klasik aşk masallarına inanmıyorum” demişsiniz...

        Evet, blogumda öyle bir yazı vardı. Klasik aşk masalları bir ütopya. Çağımızda tamamen hayal. Aşk güçlü bir duygu, gerçekçi yaşanması lazım. Bu kadar hızlı tüketilen bir çağda insanın koşulların değişebileceğine kendini hazırlaması gerekiyor. Bu çağ çok yırtıcı. Naif hayaller, beklentiler bu çağa göre değil.

        ‘Çocuk insana çok iyi geliyor’

        “Anne olduktan sonra kendimi daha çok sevdim” demişsiniz...

        Her kadın böyle düşünür. İnsanın içindeki iyi yönleri ortaya çıkarıyor. Sabırlı olmayı öğreniyorsunuz, konsantrasyonunuz gelişiyor. Çocuk insana çok şey öğretiyor, iyi geliyor. Çalışırken çok özlüyorsunuz.

        Çocuklarla birlikte en çok ne yapmaktan keyif alıyorsunuz?

        Evde sürekli tiyatro sergiliyoruz. Masallar uyduruyoruz. Oğlum araba modelleri yaratmayı, kızım kıyafet tasarlamayı seviyor. Onları spor yaparken izlemeyi seviyorum. Buz patenine başladılar ve tenis oynuyorlar. Büyük oğlumu gitar çalarken seyretmek hoşuma gidiyor.

        Titiz bir anne misiniz, özgür bırakıyor musunuz?

        Kendimi frenlemeye çalışıyorum. Annem de, anneannem de öyleydi. Nesilden nesile aktarılan kötü bir huy. Sürekli dua eder hale geliyorsunuz. İçimdeki kaygıları onlara yansıtmamaya çalışıyorum.

        Yaş ilerledikçe annelerimizin kopyası oluyoruz. Sizde de durum benzer herhalde...

        Armut dibine düşer, kurtulmanın yolu yok. Küçükken annenizde eleştirdiğiniz her şeyi kendiniz yapmaya başlıyorsunuz. Annemi çok takdir ettiğim için şikâyetçi değilim.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ