Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Aslıhan Lodi'nin Prof. Bingür Sönmez röportajı

        Aslıhan LODİ/HT PAZAR

        Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’nın bir dönem sağ kolu. Her ikisi de saray damadı. Tarihe yüz binlerce askerin ölümü ile geçen Sarıkamış dramının da iki başmimarı. Koskoca Üçüncü Ordu’ya bağlı binlerce askerin; sadece zorlu kış koşullarıyla açlık ve hastalıklar yüzünden ölmediğini görüyorsunuz kitapta. Bu iki güçlü komutanın rekabeti ve iktidar mücadelesi her şeyin başlangıç noktası. Ve tabii asıl en tuhafı; Hafız Hakkı Paşa’nın adının bugün hâlâ Kars’taki bir kışlanın kapısında yazması... Daha da tuhaf detayları Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun kurucularından Prof. Bingür Sönmez anlatıyor...

        Sarıkamışlı olduğunuzu ve kendinizi Kafkas Cephesi’nde yaşanan facianın anlaşılabilmesine bir anlamda adadığınızı biliyoruz. Bu konudaki çalışmalarınızı anlatır mısınız?

        Biz büyüklerimizin korkunç anılarını ve ağıtlarını dinleyerek büyüdük. İstanbul’a geldiğim zaman kimsenin bu dramı bilmemesine şaşırdım kaldım. O hırsla bu işlere soyundum sanırım... Yaşananlar 2003’e kadar hemen hemen hiç konuşulmuyordu. Ne zaman oldu, kaç şehit verildi, kimler yaptı? Hatta başta Sarıkamış’ta bile bize “İstanbul’dan gelen birkaç işadamı kendisine eğlence arıyor” gözüyle baktılar ama düzenlediğimiz yürüyüşlere katılım her geçen yıl arttı. Geçen yıl 35 bin, bu yılsa 100 bin kişi yürüdü Sarıkamış’ta. İlgi, hem kamuoyunda hem de katılanlarda bir bilinç yaratıyor. Yaşananların anlaşılmasını çok önemsiyorum.

        Murat Bardakçı’nın “Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü” kitabının sizi herkesten çok heyecanlandırdığını görüyorum. Sarıkamış faciasını anlamamızda önemi ne?

        Kitabın hazırlıklarından ne zaman haberiniz oldu? Ahmet Günay ve Erkan Karagöz’le birlikte Sarıkamış Dayanışma Grubu’nu kurduğumuz dönemde Murat Bardakçı ile görüşmüştük. Çalışmalarımız üzerine konuşurken, birden “Hafız Hakkı Paşa’nın anıları bende” dedi. Ailesinin ne yazık ki kaybettiği defteri Halep’te bir sahafta bulduğunu anlattı. Heyecandan adeta titredim! “Ne olur bir an önce tercüme edin ve yayımlayalım” dedim. “Hocam, bu kitap çalışmalarım arasında 16. sırada” dedi. Resmen yalvardım işleri hızlandırması için! Bu zamana kadar da yazılarında birkaç kez konuyu unutmadığı mesajı verdi ama ne yalan söyleyeyim artık ümidi kesmiştim... Çünkü Enver Paşa’nın ailesi bütün arşivini ona vermişti ve 5 yıldır sadece o konuda çalışıyordu. “Kitap neden bu kadar önemli?” sorusuna gelince; elimizde 9. ve 11. Kolordu ile ilgili çok bilgi var ama Hafız Hakkı Paşa’nın başında olduğu 10. Kolordu tarihte tam bir karanlık bölgeydi. Hafız Hakkı Paşa’nın bu savaşın başlamasında çok vebali var. O da savaşın sonunda tifüsten yaşamını yitirmiş.

        ‘AH ENVER! 100 BİN MASUMUN KANINA GİRDİN!’

        Hafız Hakkı Paşa’nın bu faciadaki rolü ve sizin deyiminizle vebali neydi?

        Aslında kitabın başında paşanın bu savaşa girmeye taraftar olmadığını görüyoruz ama büyük gel-gitler var kafasında. “Savaşa girelim, girmeyelim” tartışmaları sürerken, Enver Paşa Hafız Hakkı Paşa’yı Sarıkamış’a gönderiyor ve savaş karşıtı komutan orada birden değişiyor. Harekât sırasında 29. Tümen Komutanı olan Albay Arif Baytın, 1944’te kaleme aldığı anılarında; “Paşayı karlı dağların başına götürdük, uzakları gösterdik. Bu dağların aşılamayacağını anlattık ama o ‘Artık beni Batum’dan geri gönderirsiniz’ dedi. Hepimiz şaşırıp kaldık ve niyetini anladık” diyor. Zorluklar kendisine anlatıldığında Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’ya mesaj gönderip “Buradaki komutanlar korkak, bize cüretkâr insanlar lazım, cesaret lazım. Rütbem artırılarak 10. Kolordu Komutanlığı bana verilirse bu savaşı kazanırım” demiş. Bunun üstüne bölgeyi çok iyi bilen 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa bir anlamda emeklilik sürecine sokuluyor, bir yarbaysa albay rütbesine çıkarılıp kolordu komutanı yapılıyor. Yani 35-40 bin askerin başına geçiriliyor. Düşünün hayatında kar görmemiş bir insan! Karı bırakın, dağları hiç görmemiş, yollarını, koşullarını bilmiyor. Felaket işte o anda başlıyor zaten...

        Enver Paşa’nın yaklaşımı nasıl peki?

        Onun da çok hırslı olduğunu ve aralarında ciddi bir çekişme olduğunu görüyoruz bu anılarda. Evet, aralarında rekabet başlıyor bir noktada. Enver Paşa bakıyor ki Hafız Hakkı Paşa bu savaşı kazanırsa kendisinin önüne geçecek. Bunun için Erzurum’a gidiyor. Orada akademiden hocası 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ile görüşüyor. Harita başındaki bir strateji toplantısında Hafız Hakkı Paşa Enver Paşa’ya yapacaklarını anlatırken Hasan İzzet Paşa “Ben okulda size Osmanlı askerinin bir kış savaşı kazandığını hiç öğrettim mi?” diyor. Bunun üzerine “Askerin moralini bozuyorsunuz” diyerek onu görevden alıyor Enver Paşa. Asıl sorun şu ki; hem Hafız Hakkı Paşa hem de Enver Paşa, suçu birbirlerine yıkmaya çalışıyor. Anılarında Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’ya adeta ileniyor, “Ah Enver! Ah! Bu kış seferini ta’cil etmek, sonra da bu parlak ta arruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla 100 bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin” demiş mesela.

        O büyük kayıplardan sonra neler yaşanmış peki? Tepki yok mu halktan?

        Muğla Üniversitesi’nden Tuncay Öğün o dönemin gazetelerini taradı. İstanbul Pera’da “Kafkas Cephesi’nde zafer kazandık” diye balolar düzenlenmiş. Halk ancak 1919’dan sonra esaretten dönen subaylardan öğrenebilmiş yaşananları... Aileler gidip askerlik şubelerine sormuşlar, “Çocuklarımız, eşlerimiz nerede?” diye. Fakat, “Onlar mahrem bir göreve gitti, bilgi veremeyiz” cevabı almışlar. Ciddi bir sansür olmuş. 2000’lerin başına kadar da bir anlamda sürmüş bu durum. Bu kitabı tercüme edip bize sunan Murat Bardakçı’ya şehitler adına binlerce kez teşekkür ediyorum. Tarihimizle yüzleşmemizi sağlıyor. Artık kimse Sarıkamış’ta kaç bin şehidimiz olduğunu tartışmayacak. Çünkü bizzat Enver Paşa’nın görevlendirdiği 3. Ordu Komutanı “100 bin şehit” diyor.

        ‘Bunu hiç hak etmedim’

        Uğradığınız silahlı saldırıdan sonra her şey normale döndü mü sizin için?

        Orasıyla ilgili duygularınız değişti mi? Sarıkamış çocukluk hayalimdi, arzu ettiğim noktaya geldi ama bir yerde durmam lazımdı. Bu saldırı bana durmam gerektiğini hatırlattı. O dönem Başbakan’ımız hastanede yatan sanatçımız Adnan Şenses’i ziyaret etmişti. “Hocam Sarıkamış’ta ne var, ne yok?” diye sordu. “Efendim iyi bir belediye başkanına ihtiyaç var” dedim. “Aday var mı?” dedi. Ben de düşüncemi paylaştım. Seçme zamanı geldiğinde benim de önerdiğim en uygun adayda karar kılındı. Bölgenin milletvekilleri başkanı doldurmuş tabii... Zaten sürekli beni vuracağını söylüyormuş. 50 kişiyle Sarıkamış Meydanı’na gittik, korumalarım da vardı ama sonuçta 2 kurşun yedim. Bereket biri -Atatürk’ün başına geldiği gibisaatimin kenarını parçalayıp göğsüme çarptı ve cebime düştü. İkincisi ise kasığımdan girdi, çok kanamam oldu, iki defa şoka girdim. Şimdi müebbetle yargılanıyorlar.

        Her gün çok sayıda ameliyat yapıyorsunuz, hastalarınızın hayatına dokunuyorsunuz. Ölümle nasıl bir ilişkiniz var?

        Bu saldırı sizi nasıl etkiledi? Doktorlar daha realisttir, kaderci oldunuz mu? Mesleki olarak değişen bir şey olmadı içimde. Ben branş olarak ölümle yaşam arasındaki ince çizgide koşarak giden bir cerrahım. Bir anda insan kaybedip bir anda kazanabiliyorum. 15 bin açık kalp ameliyatı yaptım ve ölüm oranım Amerika standardının altında. Hekim olarak ölüme zaten hep isyan etmişimdir. Ölüm benim için yenilgidir. Vurulduğum an, etrafıma şöyle bir baktım ve “Bunu hak etmedim” duygusuna kapıldım. Hiç canım acımadı ama yüksek sesle “Hakkımı helal etmiyorum” diye bağırdım. “Şehitliğe defnederler mi beni?” gibi bir şey de geçti aklımdan bir an. Çok öfkelendim ve o öfkem hâlâ devam ediyor. Kimse adamı durdurmaya çalışmamış. Açıkçası yerli halka çok kırgınım bu yüzden. Bir kırgınlığım daha var; 100. yılda bir ödül beklerdim açıkçası devletten ama maalesef olmadı, yok saydılar beni. Onda da yine bölge milletvekillerinin hatası var. En büyük korkuları onlara rakip olmam! Korkmasınlar böyle bir niyetim yok, çünkü ben partilerüstüyüm.

        Napolyon sendromu

        “Hafız Hakkı, Allahü Ekber Dağı’nın eteğindeyken dağa bakıp ‘Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine İtalya’yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya’ya girmeliyiz’ diyor. Bir Alman generalinin günlüğündeyse o günler için şunlar yazılı: ‘Kafkas Cephesi kendini Napolyon zanneden bir sürü psikopatla doluydu.’ Bu cümle bize dramın boyutunu anlatıyor.”

        Sarıkamış-Kafkas Cephesi Araştırma ve Tanıtma Merkezi

        “Orman Bakanlığı Sarıkamış’ta çok güzel bir merkez yapıyor. Neden Orman Bakanlığı, çünkü bölge milli park. Tesisin adı, Sarıkamış-Kafkas Cephesi Araştırma ve Tanıtma Merkezi olacak. Sergi alanında; koleksiyonumdaki 100’e yakın obje (madalyalar, yazışmalar, haritalar, askerlerin özel eşyaları, silahlar, mataralar, fotoğraf ve filmler) sergilenecek. Ressam Tayfun Sanlıman’ın da 30 yağlıboya tablosu olacak. Dedesi Kafkas Cephesi’nde savaşmış herkesten, ellerinde varsa bu tür yadigârları bekliyoruz. Ayrıca; 1919’dan bugüne kadar yazılmış tüm makale, tez ve anılar gibi bine yakın kaynak da bende. İsteyen araştırmacılarla her zaman paylaşıyorum.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ